❝ Vakıf: Bir hizmetin gelecekte de yapılması için belli şartlarla ve resmi bir yolla ayrılarak bir topluluk veya bir kimse tarafından bırakılan mülk, para.
Lafı dolandırmadan en son soracağımı başta yazayım: “Mimarlığı ne kadar iyi olursa olsun 2500 yıllık bir Roma dönemi arkeolojik kalıntısı üzerine otel yapılır mı?”
Biz dahil bu işe soyunan meslektaşlarımız ateşten gömlek giyeceklerini, kendilerini yakından tanıyanların da dahil olduğu bir toplulukça aforoz edileceklerini bilerek ve isteyerek girmiştir. Herkesin harcı değildir.
Evet, durum bu, hep böyleydi, şimdi de böyle ve ‘devrim’e kadar’ da bu böyle sürecek gibi görünüyor… Durup beklemek yerine bu denli acil bir durumda ‘her şeye rağmen’ yapılacak bir şey olabilir mi diye düşünmek ve bu düşünceyle davranmak mümkün ve dahası gerekli değil mi..? ❞
Geçtiğimiz 20 gün boyunca gündemimizi TTV’nın (Türkiye Tasarım Vakfı) hazırladığı mastır plan işgal etti. Çünkü 30 Nisan’da TTV’nın planladığı bir geziyle bir uçak dolusu mimar ve davetli Hatay’daydı. İstanbul Havalimanı’ndan yaka kartlarını aldılar, bu iş için kiralanan uçağa bindiler, Hatay Havalimanı’na indiler. Oradan kendilerini bekleyen otobüslerle özel olarak tasarlanmış kırmızı binaya geldiler, sunumlarını yaptılar ya da dinlediler, konuştular. Akşam kokteyllerini aldılar, yine otobüs ve uçaklarına binerek İstanbul’a döndüler.
Bu gezinin anlık yansımalarını tüm kanallarda izledik. Kalan tortularını da gün be gün çıkan haberlerden takip ediyoruz. Gazeteciler ve davetliler daha ağırlıklı olarak da muhalif gazeteciler tam da onlardan bekleneni yapıp mastır planın ve mimari projelerin ne kadar iyi ve güzel olduğunu, o projeler yapılmasa TOKİ projelerinin yapılacağını anlatıyor bize. Ateşten gömlek giyen mimarlar da öyle. Tam bir ben yapmasam TOKİ yapacak sarmalının içindeyiz adeta.
Hatay’daki etkinliğin ana kurumsal aktörü Türkiye Tasarım Vakfı. KEYM işin gayrimenkul geliştirme ve kentsel tasarım boyutunu koordine ediyor. DB Mimarlık ise mimarlık bacağını. 21 konut projesi ve 13 kamusal proje farklı mimarlık gruplarınca tasarlanıyor. Bu gruplara eşlik eden çok sayıda diğer disiplin var.
Hatay’a giden uçakta kimler yok ki: Mimarlar Odası şube başkanları, anlı şanlı akademisyenler, iklim aktivistleri, muhalif belediyelerin kent konseyi başkanları, mangalda kül bırakmayanlar…
Bu lansmandan sonra Hatay projesi ile ilgili yazmaya karar verdim. Yazmadan önce de son durumu görmek için Hatay’a gittim. Lansmandan üç gün sonra oradaydım. En son 8 Şubat 2023’te, depremden sadece iki gün sonra görmüştüm Hatay’ı.
Farklı bir tablo ile karşılaşmayı bekliyordum. İçimi daha az sızlatacak bir tablo ile. Hiç öyle olmadı. Neredeyse deprem zamanı kadar kötü bir izlenim bıraktı Antakya. Antakya’nın ardından önce doğuya Reyhanlı’ya, ardından kuzeye devam ettim, Kahramanmaraş’ta da Hatay’da geçirdiğim kadar vakit geçirdim. Maraş toparlanmaya başlamıştı mesela. Hatay’ın verdiği izlenimin tam tersi bir izlenim bıraktı bende (Maraş’ı da o büyük depremlerden üç gün sonra da görmüştüm, Trabzon Caddesi çevresi Hatay kadar kötü durumdaydı). Bu toparlanamama halinin nedenleri yazının hiç konusu değil ama bölgedeki fotoğraf buydu.
Yıkım, toz, duman, çamur, viranelik, terk edilmişlik, şantiye ve tüm bunların içinde yaşamaya çalışan Antakyalılar…
Ve bu ahval içinde akıl dışı bir PR faaliyeti. Uçaklar, lansman binaları, köşe yazılarında cilalamalar…
Bugüne kadar Hatay projesi ile ilgili yazmadım. Yazmayacaktım da. Ama madem PR faaliyetleri bu mertebeye ulaştı o halde eli kalem tutan, şehirleşme sorunları ile ilgili yazan ve görüşü merak edilen birisi olarak ben de iki çift laf etmek istiyorum. Elimden geldiğince anlaşılır yazmaya çalışacağım ancak konu kısa yazılabilecek, kolay anlaşılabilecek bir mesele değil. Bu nedenle sabırla okumanızı rica ediyorum.
❝ 17 Şubat 2073 sabahı, Türkiye’nin en önemli, en ünlü avukatlarından biri. Can Tezcan İstanbul’u, yalnızca gökdelenlerden oluşan, New York’a benzeyen ama daha da güzel ve modern bir kente dönüştürmek isteyen zengin müşterisi Temel Diker’in yasal sorunlarını çözmek için bir tasarı ortaya atar: Yargının özelleştirilmesini sağlayacaktır. Gökdelen, Cihangir’de gökdelenler arasında kalmış son bahçeli evden yok edilmiş kedilere, dağda bayırda aç açık dolaşmak zorunda bırakılmış sefalet içindeki yılkı adamlarından adına mekik dedikleri tek kişilik uçaklarından inmeyen zenginlere, hiç değişmeyen çıkarcı politikacılardan onların destekçisi medyaya kadar aslında bugün yaşadığımız çürümeyi anlatan, sürprizlerle dolu bir roman.❞
Kamu kavramının yerle bir edildiği günlerdeyiz. Tahsin Yücel’in gökdelen romanının gerçeğe dönüştüğü günlerde. Kamu aklını, kamu iletişimini, kamu kavrayışını tümüyle kaybettiğimiz o günlerdeyiz. Sözcülük görevinin devredildiği, adeta iletişim tenceresinin dibinin sıyrıldığı günlerdeyiz. Mimari projeleri yönetme rolünün tümüyle özelleştirildiği günlerdeyiz.
Ve uçakta, kırmızı binada olup, güne boyun eğenler…
Hatay projesi olarak önümüze gelen süreçte biz neleri kaybettik?
Bunları kaybetmenin ya da kamuyu güçlü kılma çabasının da devrimle falan ilgisi yok.
Kamunun yerini TTV aldı. Projenin karar vericisi de sözcüsü de TTV oldu. Peki, o halde biraz ayrıntıya girelim.
❝ Hatay’ın İhyası sürecini kim yürütüyor?
Türkiye Tasarım Vakfı; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yapılan protokoller kapsamında deprem sonrası Hatay’ın Antakya başta olmak üzere, Kırıkhan, Defne ve Samandağ ilçelerinin merkezlerinde belirlenen pilot alanlar için, kentsel ölçekten uygulama ölçeğine kadar, yerel-ulusal-uluslararası farklı disiplinlerden (mimarlık, şehir planlama, inşaat mühendisliği, arkeoloji, jeoloji, peyzaj mimarlığı, tarih, yer bilimi ve farklı mühendislik alanlarından) oluşan TTV Hatay Tasarım ve Planlama İş birliği Grubu’na gönüllü liderlik ederek süreci yürütmektedir.❞
TTV’nın web sitesinin SSS bölümünde sorulan soru ve yanıtı yukarıda. Vakfın ve mimarların iddiasına göre tüm süreç açık, şeffaf ve katılımcı yürütülüyor.
TTV’nın dört kişilik mütevelli heyetinin üyesi ve Hatay projesinin sözcüsü Mehmet Kalyoncu konuşmasında mimarların ödemelerinin kendileri tarafından yapıldığını söylüyor. Bu durumda bir vakıf olan TTV bu bedeli mesela Kalyon Holding’den aktarılan kaynaklarla mı yapıyor yoksa bir şirketin devletten ihale alması gibi ama vakıf zırhı ile ondan daha kolay bir şekilde kamu kaynağı ile mi yapıyor? Eğer kamu kaynağı ile yapmıyorsa yani ortağı olduğu Kalyon Holding tüm projelendirme sürecinin vakfedeni ise yazıyı gözden geçirmek gerekecek (Yine olmaz ama başka türlü yazmak gerekir. Yazıya bir itiraz gelirse o versiyonu da kaleme alırım). Ben şimdilik düşüncelerimi kamu kaynağı ile yapılıyor olduğu doğrultusunda yazacağım. Yani kamu bir özel kuruma ihale ya da protokol yolu ile kaynak aktarmış da iş yaptırıyormuş gibi.
Sadece Türkiye Tasarım Vakfı değil mimarlık ofisleri de kimi zaman açık kamusal ortamlarda kimi zaman ikili görüşmelerde bu işi gönüllü yaptıklarına ilişkin ifadelerde bulunuyorlar. Her mimar her işi gönüllü yapar zaten. Mimarlık böyle bir uğraş. Hatay’ı herkes gönüllü bir şekilde yapmak isteyecektir. Gönüllülük meselesi karışabiliyor; mesele isteyerek gönül bağı ile yapıp yapılmadığı değil. Hataylı olmak, orada yakınlarını kaybetmiş olmak (çok üzücü olsa da) da değil. Bunun profesyonel, bedeli alınan bir iş olarak yapılıp yapılmadığı. Aslında Mehmet Kalyoncu konuşmasında “mimarların ödemelerini biz vakıf olarak yapıyoruz” dediği için mimarların profesyonelliği konusu sanıyorum açık.
Peki nedir Türkiye Tasarım Vakfı? Web sitelerinde kimin tarafından ne zaman kurulduğuna ilişkin bir bilgi yok. Vakıflar Genel Müdürlüğü web sitesi de bu bilgileri sunmuyor. Twitter hesabı Ekim 2016’da açılmış…
Kişisel olarak tanıdığım, bildiğim kadarıyla Fehmi Bilge’nin girişimi ile kuruluyor. Kuzguncuk’ta zamanın İBB’sinden kiralanan Kuzguncuk İskelesi’nde web sitelerinin farklı yerlerinde de belirtildiği gibi tasarım farkındalığı üzerine çalışıyor. Yüksek nitelikli işler yapıyorlar.
Ta ki 6 Şubat depremlerine dek. 6 Şubat depremleri sonrası ise Mehmet Kalyoncu önce GYODER Başkanı olarak sonra TTV Başkanı olarak sahneye çıkıyor. TTV son aşamada adeta bir müşavirlik şirketine dönüşüyor (Bu söylem aslında yumuşak olanı devletin yerini alıyor da denebilir).
Deprem bölgesinde konutlar yapacağı açıklanan, Türkiye’de ve İstanbul’da bir gayrimenkul geliştirici olan Kalyon Holding’in üst düzey yöneticisi ve ortağı aynı zamanda Hatay projelerinin geliştirme ve tasarım sözcülüğünü üstleniyor. Çevresine ve sahneye mimarları da alarak.
Kalyon Holding kimdir?
Gaziantep kaynaklı bir şirketler topluluğu. İBB tarafından yapılan Metrobüs ve Ataköy Atıksu Arıtma Tesisinin müteahhidi. 2008’de Gaziantep’te Hasan Kalyoncu Üniversitesi’ni kuruyor. 2013’te yapılan İstanbul Havalimanı YİD (yap işlet devret) ihalesini kazanan grubun (Limak, Kolin, Cengiz, Mapa, Kalyon) sürükleyicisi. Bu grup havalimanı ihalesi nedeniyle daha sonra muhalefet ve muhalif basın tarafından “Beşli Çete” olarak adlandırılacak.
Ardından 2016’da Kuzey Marmara Otoyolu’nun Avrupa kesiminin YİD ihalesini de kazanıyor. 2017’de ise Kuzey Ege Otoyolu YİD ihalesinin kazanıyor. Liste TANAP ihalesi Karapınar Güneş santrali diye devam ediyor.
Tüm bu ihalelerin ve YİD süreçlerinin ancak mevcut hükümetle çok çok iyi ilişkiler içinde olunursa olabileceğini söylemeye de gerek yok sanıyorum. Elbette hükümetle çok iyi ilişki içinde olmak bir sorun değil ancak Türkiye şehirlerinin deprem bölgesindeki yıkım dahil olmak üzere mevcut hükümetin politikaları nedeniyle bu duruma düştüğünü bilerek, bunu hatırlatarak, bunu hatırlayarak.
Yer seçimi, metroyla ilişkisi gibi çok sıkıntılı noktaları bulunan İstanbul Havalimanı yürüme mesafeleri ile de sürekli kamuoyunun gündeminde. Bu ön notu düşerek İstanbul Havalimanı projesini anımsatmak istiyorum: İstanbul Havalimanı; Scott Brownrigg, Grimshaw, Nordic, Nordic-Office of Architecture, Haptic Architects gibi dünya starları ile tasarlandı. Ardındaki “aerotropolis” için Perkins+Will’den tasarım hizmeti alındı. Havalimanı ve çevresindeki pek çok proje için dünya ve Türkiye ölçeğinde tanınan mimarlardan hizmet alındı.
Tüm bu kapsam için büyük süreç yönetimi yapıları kullanıldı. Herhalde Türkiye’de Revit’le çizilen en önemli proje oldu İstanbul Havalimanı ve sanıyorum tüm bu sürecin stabil bir şekilde ayakta tutulması, geliştirilmesi kendisi de İTÜ Mimarlık Fakültesi mezunu bir mimar olan Mehmet Kalyoncu tarafından yapıldı.
Mehmet Kalyoncu’nun Hatay’da benzer bir süreç yürütmeye çabaladığı açık. Scott Brownrigg, Grimshaw, Nordic, Nordic-Office of Architecture, Haptic Architects’in yerini Foster + Partners, BIG ve yerel mimarlar almış gibi görünüyor.
Lakin aradaki iki büyük fark kaçırılıyor: İstanbul Havalimanı bir YİD devret projesi olarak özel sektör projesi gibi ele alınabilirdi. İletişimi, “şovu” buna göre yapılabilirdi.
Hatay bildiğimiz kadarı ile ne özel sektör projesi ne de o büyük yıkım herhangi bir şekilde üzerine iletişim inşa edilebilecek bir duruma konu edilemez. Yineleyelim: Hatay’da yapılanların iletişimi bizatihi büyük bir hata. Bu durum aslında temel amacın üzüm yemek mi yoksa bağcı dövmek mi olduğu ile ilgili fikir veriyor.
Şubat 2023’te yani bugünden tam 14 ay önce açıklanan Afet Bölgesi Tasarım Alanları Rehberi kitapçığını hemen unuttuk. Mehmet Kalyoncu’nun GYODER başkanı olduğu dönemde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, TOKİ ve GYODER eli ile KEYM tarafından hazırlanan rehberde deprem bölgeleri müteahhitlere ve mimarlara pay edilmişti.
Bugün TTV tarafından tasarımı yapılan Hatay’ın ve Samandağ’ının daha o günlerde Kalyon tarafından yapılacağı açıkça yazıyordu.
Aynı Kalyon grubunun daha geçen hafta Kozyatağı’nda 19 katlı 10 bloktan oluşan bir proje yapacağını öğrendik basından. İmar izni Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından verilen yaklaşık 1.500 konutun yapılacağını…
Hatay’da pilot proje adı altında büyük bir şov ve öte yanda dev gayrimenkul geliştirme projeleri. Tümü aynı çatı altında yapılıyor… Ben gazeteci değilim, işim imar meselelerini sorgulamak değil, Mehmet Kalyoncu çok iyi yetişmiş bir mimar ve iş insanı olabilir. Türkiye Tasarım Vakfı tasarım kültürünün geliştirilmesi için çok önemli çalışmalar yapmış olabilir. Ama ortaya çıkan bu tablo vicdan dışı. Bir yanda sivil toplum zırhı ile kamu ile görüşmeler yürütüp ihaleler almak (bence durum bu ) öte yanda Türkiye’nin dört bir yanında aynı bakanlıktan verilen izinlerle mega gayrimenkul projeleri (yaklaşık 1 milyar $ büyüklüğünde) yürütmek olmaz.
Bu durumu savunmak mimarlara düşmez.
❝ Ülkemizde konut yapım hamlelerinin en önemli hareket noktası, yaşanan büyük depremler olmuştur.❞
TOKİ’nin kurumsal web sitesinde, Kuruluş ve Tarihçe böyle başlıyor ve aşağıdaki önemli başlıklarla devam ediyor:
Depremde öyle ya da böyle TOKİ’nin yaptıkları ayakta kaldı. TOKİ depremden sonra tüm bu şaşalı süreç devam ederken deprem bölgesinde binlerce konutun üretimini tamamladı. Ve evet, Hatay’da çıkartılan gürültüde üretilecek olan konutlar toplamın sadece %3’ü.
❝ Ben yapmasam TOKİ yapacak.❞
Bırak yapsın kardeşim. Bir musibet bin nasihatten iyidir sözünü duymadınız mı siz? 25 yılda bozulan sistemi kamuyu özelleştirerek mi düzelteceksiniz! Daha acayip olanı bunu savunmak. “Mimar bir tedarikçidir (böyle düşünmüyorum) paramı alır hizmetimi veririm” de, çiz projeleri otur aşağı televizyonlarda boy göstermeler, açık mektuplar… Ne oluyoruz yahu…
TTV Hatay çalışmasının TOKİ sisteminin restore olmasına ya da TOKİ sistemini tümüyle kenara koyup yepyeni bir sistem oluşturmaya zerre katkısı olmayacak. Ve esas yapılması gereken sistemin dönüştürme potansiyeli olacak bir tuğla eklemek. Bir tuğla dahi eklenmeyecek. TTV bir aktör olarak ortaya çıkacak (çıktı). Mimarlar afili projelerini Instagram’dan, web sitelerinden yayınlayacaklar (yaptılar), faturalarını kesip paralarını alacaklar (aldılar). Olması beklenen, olacak olan buydu ve oldu.
TOKİ zaten yapıyor. Burada yapılan toplam üretimin içinde çok küçük bir oran. TOKİ pek çok yerde yapmış ve konutları tamamlamış bile. Ayrıca TOKİ’nin yaptıklarının da müellifleri var. Yıllar boyunca yerden yere vursak da eskiye göre kendisini iyileştirmiş olduğu dahi söylenebilir.
Mimarlık kültürünü, mimarlığı Hatay pilot projesi mi değiştirecek? Dönüştürecek? Buna inanıyor musunuz gerçekten…
Bir gayrimenkulcü projesini nasıl pazarlar? Diye sormuş ve yanıtlamıştım Twitter’da:
Hatay’daki durumda bundan farklı ne var?
Unutmadan, WAF’tan ödül de bekliyoruz. Önceden oraya gidip işin iletişimi de yapıldığına göre, ödül kolayca alınır zaten. Mimarlarımıza erken kayıt dönemi indirimini kaçırmamalarını öneririm.
Her adımı iyi bir gayrimenkul projesinde ne olacaksa öyle.
Dahil olan mimarlar çok daha iyi sonuçlar ortaya çıkardıklarını söylüyorlar. Bu yazıda konu edindiğim hiç nitelik değil ama velev ki onu da konu edinelim. Ortaya çıkan sonuç iyi mi? Evet, tıpkı Nevzat Sayın’ın yazısında belirttiği gibi ben de güvendiğim kişilerle meseleyi konuşuyor, tartmaya çalışıyorum. Gelen yorumlardan ikisini bırakayım buraya:
❝ BERLİN? AĞLAMALIK
Tüm mimarları değiştir, farklı ekipler koy, aynı jenerik iş yine ortaya çıkar.❞
Projenin çeşitli aktörleri var. Bunlardan mimarlık alanındaki en önemli aktör kuşkusuz DB Mimarlık. İnönü Stadyumu ve Göztepe Stadyumu gibi iki iyi eser ortaya koymuş bir mimarlık ofisi. İstanbul’da onlarca -normal- gayrimenkul projesinin mimarı, İstanbul’un belki de monoblok haldeki en büyük projesi Batışehir’in mimarı. Yine bir yıkım alanı olan Diyarbakır Suriçi’nin kentsel tasarım projesini yapmış bir ekip. TTV tarafından yapılan Gazze çalıştayına katılımından Gazze’yi de tasarlayacağını düşünebileceğimiz bir ekip. Yerel yönetimden tümüyle bağımsız bir şekilde Haydarpaşa tasarlanırken onun da içinde olan bir ekip…
TTV Hatay projesi kapsamında 18 konut projesi alanından 3’ünü; Samandağ, İskenderun ve Kırıkhan’daki konut alanlarını; Antakya’daki 13 kamu projesinden 12 tanesini (Etin iyi yerleri) ve mastır planı hazırlayan ekip…
Anlaşıldığı kadarıyla tam bir Süpermen.
Yapamıyoruz, bugüne dek denenen devletçi sistem gibi görünse de aslında tam da bugün Hatay projesi ile nirvanaya ulaşan durumdu. Adım adım kamu kavramı yok edildi. Ve Hatay projesi en büyük darbe gibi görünüyor.
Peki Türkiye depremden sonra ne yapmalıydı? Mutlaka sorulacak. Bu yazıda böyle bir soruya yanıt vermek zorunda değilim ama yanıtlarım var.
Yapacak hiçbir şey yoktu, hiç kimsenin elinden bir şey gelmezdi. Yıkım, ölüm, acı, kayıplar, ekonomik zarar ne kadar büyük olursa olsun hiç kimsenin elinden hiçbir şey gelmezdi.
25 yılda bozulan ondan önce de ayarlarının zaten müthiş olmadığı bir şehir/mimarlık sistemi/kültürü içinde kısa sürede kimsenin elinden bir şey gelmezdi. Sistemi onarmaya bir yerlerinden başlamalı. Ve bunun için de devrim olmasını beklemeye elbette gerek yok.
6 Şubat depremlerinin, Hatay projesinin ve mimarlık & şehirleşme kültürümüzün yaşadığımız o büyük yıkım üzerinden konuşulacak çok boyutu / katmanı var. Şerif Süveydan ayrıntılı yazısında bu boyutların pek çoğuna değiniyor. Benim özellikle odaklanmak, dikkat çekmek istediğim ise kamu kavramının yok oluşu ve iletişim.
Hatay’da olanın bitenin büyük bir “şov biznıs” olduğunu en iyi anlatanlardan birisi kırmızı bina ve onun çadırları. İstanbul’da uçakla getirilecek misafirler için hazırlanan bu steril alan sadece o gün kullanıldı. Lansmandan sadece 3 gün sonra gittiğimde ise ortada ne maket vardı, ne projeler, ne de herhangi bir şey. Bina kapalıydı katılımcılık şeffaflık sözleri baki (Sonra açılmıştır).