Asarak adam sallandırmanın tarihi ipin icadına dayanıyor olmalıdır.
Makalesini redingotlu bir üslupla yazıp buna mukabil gazete fıkrası, deneme yazısı söz konusu oldu mu pijamasını çıkartmayan Mahmut ŞENOL’un Arkitera’da son yazısı, 2009 yılında yayımlanmıştır.
O vakitten beri, bana kalırsa ülkenin salt mimarlık alanında değil, kültür ve sanat üzerine hemen her sahasında en yetkin bilgisunar sitesi olan Arkitera, tekrar köşe yazarlarına sütun açsın diye beklemiştir.
Beklerken boş durduğu sanılmasın! Kuzey Amerika kıt’asındaki kütüphanelerin tozunu almış, sahaflarda paspas çiğnemiş, yakın dostların kitaplıklarından burnunu çekmemiştir. Böylece biriktirdiği şeyleri Arkitera okuru, tıpkı eskiden olduğu gibi, yine merak eder diye yazmaya koyulacaktır; bilesiniz.
Deneme yazarlığına hevesi pek fazla olduğu için, handiyse beş yıl aradan sonra, bu kez, ilk lakırdısını İngiliz’in ipine dolayıp, Şeytan kulağına kurşun, azıcık fena şeylerin hafif tarafından yazmaya karar vermiştir.
Asarak adam sallandırmanın tarihi ipin icadına dayanıyor olmalıdır.
Öyle ya, eğer asmak fiîlini kullanıyorsak, her şeyden evvel bir ipe gerek vardır.
Bana öyle geliyor ki, ipin icadından evvel idam cezası için darağacı kurmak olanağı bulunamazdı. Sarmaşık dalları kullanıp Tarzanvâri usüllerle adam asıldığını hiç duymuş değiliz. Asılacak adamın yere doğru şâkülî biçimde hoppadanak düşmesi gerekir ki işte buna adam asmak denir. Bu basit yerçekimi işlemini layığıyla yapabilmek için ipe, urgana, kemente, kayışa, kaytana, belki zincir gibi şeylere ihtiyaç duyulacağı açıktır.
Şâkülî düşüş Newton’ın yerçekimi kuralını kaleme almasıyla formüle edilmiştir. Şu bildik formül; iki kütlenin çarpımıyla doğru orantılı, aralarındaki mesafenin karesiyle ters orantılıdır dediğimiz şeydir. Fakat bu kadar hesaba gerek olmadan da adam ipe çekilebilir. İngiliz çekerse, başka çeker; eline bu mevzuda su dökülmez!
Aslına bakılırsa yağlı ip olmaksızın Carnificinea- idam cezası gerçekleştirmeye ait başka yöntemler de bulunur. İnsanın insanı öldürmesi tarihi Habil’le Kabil atalarımıza kadar uzandığına göre, elbet bir yolu vardır.
İdamlık işler üzerine ciddi çalışmalarıyla tanınan tarih profesörlerinden Charles Duff, ¨İnsan öldürmek sanatı insanlık tarihinin kendisidir¨ diye boşuna konuşmaz.
Bu lafa dikkat kesilmelidir, lakin bizim dikkatimiz dilimize çoktan beri girmiş, ¨Asılacaksan İngiliz ipiyle asıl¨ deyişinin köklerini aramak üzerine bir lakırdı yolculuğuna çıkmak olduğu için, ipsiz sapsız şeylere yüz vermeksizin biz kendi işimize bakarız.
İngilizin ipi sağlam olduğu kadar, cellatlarının da bu işi layığıyla yaptığı dillere destandır.
Büyük Britanya’nın ünlü hukukçusu ve Kralın yasa danışmanı Sir Samuel Romilly, 1810 yılında, Parlamento’da ¨İngiltere gibi Dünyada hiçbir ülke yoktur ki en hafifinden birçok suça, hatta kabahatlere dahi, kolayca idam cezası versin!¨ diye konuşup Carnificinea’nın tümden kaldırılmasını, en azından uygulama alanının caniler ve vatan hainleri hariç tutulup daraltılmasını istemiştir. Sir Samuel haksız sayılmaz! O tarihte, İngiltere’de, yürüsen suç, otursan kabahattir; tamı tamına 227 adet değişik suç, kitaplarda idamlık maddesine girer! Adam sallandırmak için yaşa başa da bakmaz İngilizler, 7 yaşındaki çocuğu Oliver Twist misali yankesicilik yaptı diye cellata teslim eder.
Cellat deyip geçilmesin, Amerikalı gazeteci Ambrose Bierce, 1893’de Londra’dayken, onları adaletin en yücesini yerine getirenler diye adlandırıp selam durur. Cellatlık İngiltere’de babadan oğula geçer, pederşahidir, ayrıca mesleğe girmek için uzun zaman beklemek, çıraklık safhalarından geçmek gerekir.
İngiliz cellatları uzun zaman yoksulluk içinde yaşamış, ancak şerefli bir mesleğin insanı olarak asla harama el atmamıştır. 1952’ye kadar İngiltere’de adam asmanın tarifesi 300 Şilin kadardır, bu kadarcık parayla evde çoluk çocuk beslemek zordur, ama cellatlar bu işin onurlu bir iş olduğunu düşünüp sızlanmaz. İnsan boynunu ipe dolamak sanatının ücreti 1953’den sonra azıcık artırılmış ve İngiliz İşçi Partisi’nin sosyal güvenlik hakları cellatları da kapsamıştır; yaşasın sigortalı meslek… Bir tek sendikaları yoktur; aman eksik olsun!
Cellat, devlet tarafından eline adam öldürme ehliyeti verilen bir başka kutsanmış canidir.
Ama bu lafımızın ardına geçip cellatlık mesleğini hakir görmemek gerekir.
Cellat deyince yüzünü buruşturanlar çıkarsa da, İngilizlerin asillerine bakılırsa, adam asmak bir sanat meselesidir, o halde cellatlar da sanatçıdır; ölüm sanatçısı!
Giyotin, elektrikli sandalye, zehirli şırınga, gaz odası, bir mangaya tüfekle ateş ettirmek, hasılı buna benzer her şeyin sonucu kesindir, ama cellatın yapacağı bir yanlış ilmek, insan boynunda hatalı yere halatı yerleştirmek neticesine tahammül gösterecek seyirci pek bulunamaz. İdamlık adam ipin ucunda Azrail’le can çekişir, acı çeker. O nedenle celladın, eline verilen kurbanını, kasabın koyunu sırtlayıp kemiksiz eti ne kadar çeker diye tartması gibi bir bakışta anlaması gerekir. Zira darağacına takacağı ipin kalınlığından, uzunluğuna ve ilmeğin gırtlağa yerleşeceği yere kadar en ufak ayrıntı, işte burada önem kesbeder.
Sanılmasın ki Londra sokaklarından ipsiz sapsız adamları toplayıp ip başına koyarlar, bunun imtihanı dahi vardır. 1923 yılında Adalet Bakanlığı’nın Londra’da açtığı Cellat imtihanının, mesela, şu sorusu adaylara ter döktürür: ¨Mr.A’yı asacaksınız, boyu bu kadar, ağırlığı da şu kadardır, boynu Sternocleidomastoid’den Sternohyoid’e kadar 6 buçuk inçtir. Ensesi 17 inç kalınlığındadır. Neresinden asılacağını yazınız?¨
Bu matematik hesabını yapamıyan işe alınmaz.
Bu hesaba aklı ermeyen cellat sehpasına çıkamaz, çıkanı da işi yüzüne gözüne bulaştırır. Mesela, Kanada’da, idam cezasının uygulandığı bir vakitler, yalan olmasın ama, 1948 yılının Nisan ayında William J.Gray adlı mahkûm darağacında, işte bu matematiği yapamıyan Mr.Berry adlı üflesen uçacak kadar çelimsiz bir cellatın elinde can çekişmiş, ipte sallanıp, ¨Ey Lord, kurtar beni, bir an evvel canımı al!¨ diye göz yaşı dökmüştür. Görgü tanıklarına bakılırsa, idamlık mahkûm tamı tamına 1 saat 11 dakika 18 saniye can çekişmiş, sonunda gözlerini huzura kapatmıştır. Bilindiği gibi, evlerden uzak olsun, doktor muayenesi yapılmadan azıcık değil, şakadan hiç değil fakat iyice öldüğüne kanaât getirilmeyen idamlık ipten alınamaz.
Bütün bunlar İngiltere’de halkın gözü önünde yapılacaktır, bununla da yetinmez İngiliz adaleti, olan bitenin gazetelerde yazılmış olmasını da yeterli bulmaz ve asılmayı canlı yayından BBC radyosuyla dinleyicilerine aktarır. İşin aslı şudur ki İngiltere’de halkın eğlencesi sayılacak biçimde ipe adam çekme törenleri 1860’da yasaklanmış, o tarihe kadar darağacı çevresinde piknik yapan halk, idamı gazetelerden, daha sonra radyolardan izlemiştir. İngiliz’in günlük hayatında bunca önem kazanan ipte adam sallandırmanın sadece 19.yüzyıldaki envanteri epeyi kalabalıktır, 35 bin kişi asılmıştır. Elbette 20.yüzyıla gelindiği zaman insan hakları diye bir lakırdı ortalık yerde gezindiği için bu işin hızı kesilmiş, cellatların da yevmiyesi azalmıştır.
Zaten İngiltere, 1963 yılında idam cezasını, aslan sosyal-demokratların başını çeken İngiliz İşçi Partisi öncülüğünde tamamen ve bir daha geri gelmemek üzere kaldırır.
Yazık ki çok yazıktır, idam cezasının kalktığı günden bir hafta evvel Peter Allen adlı bir cani, Liverpool’da başarıyla sallandırılmış, bu İngiltere’nin son idamı olmuştur. Aceleye getirilmemiş olsaydı, cani Allen hayatta olacaktı diye hayıflananı da çıkmıştır.
Cellatın işi kolay sanılmasın, onların da hissiyatını hesaba almak gerekir. Londra’da ipe adam çeken cellatlar ara sıra bunalıma girer; onlar için psikiyatri klinikleri açıldıysa işte bu boşuna değildir. Cellat da nihayetinde insandır, bazen âşık olur, hem de asacağı kadına… 1960 yılında cellat Harry, Manchester’da asacağı İspanyol asıllı, güzeller güzeli Angella’ya tutulmuş, onunla onu asmadan evvel evlenmek istemiştir, idamlık kadının da muzipliği üzerinde olmalı ki papaz karşısına geçmeye evet demiştir. Ama adalet başka bir şey, nikâh başka bir şeydir! Cellat Harry, karısını ecel vakti gelince elleriye ipe göndermiştir.
Aslına bakılırsa, kadınları asmak, kadın cellat bulunması zor olduğundan erkeklere düşer ve İngiltere’nin tersane şehri Glasgow’da Susan adlı kadını ipe çekmiş cellat Mr.Ellis, gazetecilere verdiği beyanatında, ¨Bir kadın asmak iki erkeğe bedeldir!¨ diye açık vermiştir.
Cellatların acımasız, zalim oldukları öteden beri düşünülüyorsa da buna pek ihtimal veremeyiz, hem idamdan evvel hem de sonrasında kilisede minder çürütecek kadar oturmayı pek severler. Hepsi iyi cinsten birer Hıristiyandır. Öte yandan celladın öfkelenmemesi, asılacak adama adam gibi davranması da kural gereğidir. Cellatlara, Latincesiyle Fecit İndignatio Stultitiam, diye öğretirler ki biz şimdi Türkçemize çevirmeye kalkarsak, elimiz ayağımıza dolaşır, yanlış yapmamaya özen gösterip, ¨Öfke insanı aptallaştırır,¨ diye yazarız. Cellatın öfkesine kapılıp aptallık yapması ipe çekilecek adama pek fena gelir, iş uzar, adama yazık olur.
İpe çekilecek olan asilzadeyse, dahası Kraliyet ailesinden geliyorsa işin rengi değişir. Zira onları ipe dizecek olan cellat halktan olamaz, muhakkak ki asalete bir yerinden bulaşmış olmalıdır ki ipe çekilmiş asilin bedeninden akmayan kanı şerefle toprağa karışsın… O yüzden, seyrek olmakla beraber, asilzadeler için özel cellat aranır. Aranan asilliğe bulaşık bir cellat çoğu kez, asilzadelerden çapkın bir adamın zamparalık zamanından kalma günâhları arasındadır; saray ve şato hizmetçilerinin babası belirsiz çocukları intikam hevesiyle yanıp tutuşur.
İpe asılacak adamın sağsalim canını teslim etmesi önemlidir, asılmadan evvel ölmemesine devlet dikkat gösterir, üzerine titrer. İngiltere’de, 1950 yılında ipe gönderilenler arasında adı geçen Frank Clemas, ipi görünce su koyuvermiş, bu kadar heyecana alışık olmadığından bir anda kalbi durmuş, derhal acil servisten doktorlar başına üşüşmüştür. Sağsalim hayata geri döndürülen Clemas teşekkür mü etsin, yoksa ¨Hazır ne güzel ölmüşken, benimle alıp veremediğiniz nedir Sir, bıraksaydınız da bu azabı tekrar yaşamasaydım!¨ diye şikayetçi mi olsun, işte bunu kestiremeden kendisini cellatın elinde bulmuştur.
Böyle asıldıktan sonra inatla yaşamaya devam edenleri de vardır. Biraz daha eskiye gidersek, 1740’da William Duel adlı bir katil Londra zindanında önce asılmış, sonra işlemleri yapılsın diye teneşire bırakılmış, lakin hazret on beş dakika sonra tekrar nefes almaya başlamıştır. Bunun üzerine mahkeme bir kez asılıp ölmüş olanın tekrar asılamıyacağına hüküm vermek suretiyle, Duel’i azad etmiştir. Beceriksiz cellat işinden olurken, Duel güle oynaya sokağa çıkmış, ancak kayıtlara bakılırsa ölü olduğu için herkes ondan bucak bucak kaçmış, hortlak muamelesi görmüş, tekrar kimlik alamadığından yaşamıyor sayılmıştır; Yaşar ne yaşar, ne yaşamaz hikâyesi, aslında, işte budur.
İngiliz cellatlarının uluslararası davalarda adı geçmemiş olduğunu zannedenlere teessüf ederiz. Alman Nazilerinin yargılandığı Nurenberg Mahkemeleri sonuncunda idamına karar verilenlerin ipe gönderilmesi için İngiliz cellatlar vazife emri beklerken, mahkeme heyeti, adamı suya götürüp susuz getireceğinden, tutup işi Amerikalılara havale etmiş, bunun üzerine ABD hapishanelerinin her türden idama antremanlı ne kadar celladı varsa topu sıraya girmiştir. Boy sırasına geçenler arasında St.Antonio Hapishanesinde o tarihe kadar sadece 347 mahkûmu, ipe çekmek dışındaki diğer yöntemlerle ortadan kaldıran Ordu’nun çavuş celladı, o vakitler 47 yaşında olan ciğer suratlı John Woods Nazileri idama seçilmiş, çavuş da vazifesini eksiksiz yerine getirip aferin almış, adalet yerini bulsun diye mahkûm olan 10 Naziyi Alman topraklarında sallandırıvermiştir.
Biz, İngiliz usulüyle ipe çekilmenin, iki şahitle adam asılan zamanlara ait olmadığını böylece kanıtlamış olmanın huzuruyla lakırdı torbamızı burada toparlarız.
Kırık bir ümidin enkazı altında kalmış insanların hüznüyle ipe giderken son dakikaya, hatta son saniyesine kadar kurtarılmayı bekleyenlerin hikâyesi ise ayrı bir lafazanlık gerektirir. Lakin, 1789 Fransız İhtilali’nde giyotine gönderilen, Madam du Barry’nin, hani bilirsiniz a canım , XV.Louis’in metresiydi, işte bu güzel ve hayat dolu, fıkır fıkır kadının celladına yalvarıp, ¨Lütfen beş dakika daha müsaade eder misin, bir dakikaya dahi razıyım, biraz oyalanıver, ben nefes almaya devam edeyim!¨ dediği de pek meşhurdur.