Ayasofya'nın tekrar cami olması için verilen dilekçeyi TBMM'nin kabul etmesi üzerine bir tartışma yaşanıyor.
Bazı arkadaşlarımız haklı olarak bunun sinsi bir plan olduğunu ve AK Parti’nin bunu doğrudan kendisinin yapmayarak, bu girişimi başlattığını iddia ediyorlar. Çünkü bunun gibi başka örnekler de var.
Çok uzun zamandır bu konuda çaba var. Ayasofya’nın tekrar cami olması talebi, tıpkı Taksim Camii, Çamlıca Camii gibi siyasetteki benzer konulara göre daha köklü bir geçmişe sahip. Bu tartışmanın bugüne taşıdığı bagajla hesaplaşmanın artık zamanıdır diye düşünüyorum. Çünkü böyle sürdüğü sürece bu çatışmacı kamusallık biçimi devam edecek ve diğer konularda da olduğu gibi bir türlü anlaşamayacağız.
Örneğin İstanbul’da Rum topluluğu kalsaydı ve eğer bir gün onlar da Ayasofya’nın tekrar kilise olmasını isteselerdi ne yapardık? Bugün Rum topluluğunun kalmaması bu soruya nasıl bir cevap verdiğimizi gösteriyor. Herhalde onları döver, belki de 6-7 Eylül olaylarındakinden daha beter eder, linç ederdik.
Bu nedenle bu konuyu, yani Ayasofya’yı tekrar cami yapma isteğini daha soğukkanlı bir şekilde konuşabilmemizin gerekli olduğunu düşünüyorum.
İlk önce müze kavramını ele alalım. 20. yüzyılın başında resmi müzeler ulus devlet kimliğini inşa etmek için kullanıldı. Ancak Ayasofya’nın müzeye dönüştürülme kararı belki de Türkiye Cumhuriyeti’nin böyle bir amaca hizmet etmeyen, kültürel mirası yeniden işlevlendirmekle ilgili ideolojik olmayan bir karar.
Günümüzde müzeler, eski müzelerin yaklaşımını ters yüz etmekle uğraşıyor. Her türlü anlamlandırma biçimine, öznel yaklaşıma açık hale geliyor. Bu durumda isteyen Ayasofya’yı cami olarak görür, isteyen kilise olarak, isteyen müze olarak… Ayasofya geçmişten bugüne taşıdığı bu muazzam tarih yüküyle birlikte, böylesine bir gelişme için çok önemli bir örnek.
Ancak şu da bir gerçek: Bugün Ayasofya iyi yönetilemiyor. Bunda bu ideolojik bagajın da etkisi çok. Çünkü iktidarlar Ayasofya’yı kendi amaçları için bir ideolojik nesne olarak gördükleri için düşünce ve araştırma alanını kapatıyorlar, bürokratik bir yönetim biçimi içinde enerjisini söndürüyorlar. Bu nedenle iktidarlar buraya hep kendilerine yakın, angaje kişileri atıyorlar ve onlar da bu önemli kültür mirasının enerjisini felç etmek için çalışıyorlar. Bu yüzden asıl amaç Ayasofya’yı hiç bir algılama, anlamlandırma biçimini dışlamayan güncel bir müze haline getirmek olmalı. Bağımsız bir araştırma kuruluşu gibi, kendi bağımsız bütçesi olan, yönetimi ve danışma kurullları olan, deneyim üreten, restorasyon, sergileme, iletişim gibi konuları bilimsel açıklık içinde gerçekleştirebilen bir müze olmalı, Ayasofya. O zaman İstanbul gerçekten bir dünya kenti olma imkanına kavuşur. Sonra da sıra kötü yönetilen bir diğer örnek olan Topkapı Sarayı’na da gelir.
Çiçeği burnundaki Kültür Bakanı’nın kucağında şimdi böyle önemli bir konu var. Bakalım bu zor kamu yöneticiliği görevini yapabilecek mi? Yoksa kolay yolu mu seçecek?
2 yorum
“Örneğin İstanbul’da Rum topluluğu kalsaydı ve eğer bir gün onlar da Ayasofya’nın tekrar kilise olmasını isteselerdi ne yapardık? Bugün Rum topluluğunun kalmaması bu soruya nasıl bir cevap verdiğimizi gösteriyor. Herhalde onları döver, belki de 6-7 Eylül olaylarındakinden daha beter eder, linç ederdik.”
Ayasofya’nın şöyle veya böyle kullanılmasına bir şey demiyorum. Rum Topluluğu’nun kalması bir şeyi değiştirmezdi ama İstanbul’a Rumlar hakim olsalardı çok şey değişir Ayasofya çoktan kilise olurdu, ne biz bir şey diyemez ne de dünya bir şey demezdi.
Ne zaman Ayasofya ile ilgili tartışma başlasa, aklıma Fatih Sultan Mehmet han Vakfı’nın tapulusu olan eserin O’nun vakfına uygun olarak kullanılmaktan başka birşey konusu yapılmaması gerektiğini düşünüyorum. Senelerce süren ve itina ile muhafaza edilen Vakıf şartlarının uluslararası konjonktür gereği belki de, bir ara kullanıma geçirilmesin de yarar görülmüş olsa bile, aslına rucü etmesi, en azından geçmişe bir karşı bir sorumluluktur. Bu ister Fatih Sultan mehmet Han’ın bir Vakfı olsun, ister bir paşa’nın, ağanın ya da esnafın olsun, fark etmez. Şu anda malı mülkü olup da vakfedeyim diyen birisine ne demeli; senin malındır, ancak biz duruma göre malını tasarruf edeceğiz haberin olsun mu? diyeceğiz? Başka mevzularla ilgilenilmesi ve çok önceden vakfedilerek inançlara göre (çok zaruri durumlar yoksa) kıyamete kadar şartları muhafaza edilmelidir. Bu arada mevcut kiliseler onarılır belki yenileri yapılır. Ancak Ayasofya’nın kullanımı konusu, uzun yıllar önce kapanmış bir konu olarak görülmeli değil midir?