Yarışmaya katılıp üzerinde doğrudan kalem oynatıp çizmeye başlamadan önce en az 1.5 ay yeri anlamaya çalışan ve 6 kez alana giden bir ekip olarak bu yarışmanın bize çok şey öğrettiğini söylemek isterim. Bu kolokyum da önemli şeyleri dile getirmenin bir fırsatıydı. Zaten yarışma dediğimiz yöntem yaşama ve kente dair sözünü ifade etmenin en doğrudan ve açık yolu. Kolokyum da bu sürecin bir parçası ve tamamlayıcısı.
İlk önce bu yarışma sergisine gidip baktığımızda çağdaş kentsel tasarım anlayışının hala uzağında kaldığımızı görüyoruz. Biraz daha açalım. Kabaca 7 ana başlık altında toplayıp özetleyebilirim neyi kastettiğimizi:
Kamusal alan yaratmak demek bir kent mekanının aksayan fiziksel yapısını ve işleyişini bir teknokrat yaklaşımı ile halletmek değildir.
Aktif yeşil alan talebini defaten dile getiren kentlilerin elde kalmış yegane mekanlarına gidip otobüs peronu koymak ve ulaşımı “ çözmek” değildir. Hele hele kent merkezinde tamamlanmakta olan ciddi bir metro altyapısı söz konusu iken hiç değildir. Kente bu kadar entegre olmuş ve erişilebilir hale gelmiş Bakırköy gibi bir merkezde asla.
Otobüs peronları ile yetinmeyip zemin altında ciddi kazılar yapıp, kapalı otoparklar gömerek merkeze özel araçlarla gelmeyi daha da cazip hale getirmek değildir artık kentsel tasarım.
Dal-çık yaparak bir kent merkezinin ne hale geldiği ortada iken ve ortada örneğin bir Taksim faciası var iken ödül ve mansiyonlarda ana fikrini bu ulaşım kabulleri üzerine kuran yaklaşımları görmek endişe verici.
Artık inşa etmeden, beton dökmeden ne yapılabilir diye tartışıyoruz. Bir kent mekanı , inşaat ya resullallah demeden nasıl yaşanır hale gelebilir sorusu tüm mimarlık gündeminin ekseni haline gelmişken, jüri tarafından öne çıkarılan projelerin büyük kısmının fiziki müdahalenin ölçüsünü kaçıran çözümlere, beton ve sert zemin üretmeye odaklanmış olması düşündürücü.
Kent belleğini, kenti sahiplenmeyi ve mekana yabancılaşmayı konuştuğumuz bugünlerde, yarışmada seçilen projelere baktığımızda – eğer ben gözden kaçırdıysam özür dilerim – kent hafızası üzerine bir düşünce üreten, sözü olan, Bakırköy’ün içine düştüğü bellek yitimine dair bir fikir öneren, bu konuyu merkezine taşıyan bir öneriye rastlamadım.
Asıl üzücü olan jürimizin bellek ve hafızayı korumaktan ne anladığını gelen raporlarda okumak: Meydanın köşesindeki Beyaz Köş’kün bitişiğindeki – en hafif ifadeyle – bir gecekonduyu, sırf tescilli parselde olduğu için kaldıran tüm projelerin elenmesi. Üstelik yerine herhangi bir yeni yapı koymadığı, boş bıraktığı halde !? Demek ki bizim korumacılık anlayışımız bu hala. Kent hafızası ile ilişkilenmekten bunu anlıyormuşuz. Jürimizin bu konudaki çekimser tutumunu anlamak istiyorum desem de diyemeyeceğim. Çünkü böyle bir tavır sergileyen projeler yekten elenmek yerine, uygulanma kabiliyeti yoktur denerek – ödül grubuna alınmadan değerlendirilebilirler idi.
2 yorum
Öncelikle emeğinize sağlık…
Mimarlık pratiğine yeni başlayan ve sürekli sorup sorgulayarak kendimize yön vermeye çalışan genç mimarlar olarak gecekondunun, özellikle kaçak yapı olan bir derme çatmanın korunup gelecek nesle aktarılması gerektiği söylemi bizi de çok üzdü. Bu işe heyecanla başlayıp tüm güzel hislerimizi ortaya koyarak, martıları, çiçekleri, çocukları düşünerek, hissederek başladığımız bu serüvenimizde tüm bunlardan vazgeçirilip olabildiğince yapılaşma, otopark görmek ümit kırıcı oldu…
Aynı sebepten elendiği belirtilen 3 sıra numaralı projenin tasarımcıları olarak, detaylı inceleme ve tartışmalarımız sonucunda; tescilli yapının günümüzde mevcut olmadığı bu parselde, derme çatma birimleri olduğu gibi tutmanın, tescilli parsel için de üzücü bir durum olduğu ve hatta belki de yapıları kaldırmaktan daha zarar verici bir tavır olduğu kanısındaydık oysa…
Öncelikle şunu belirtmek isterim bulunduğum konumdan mesleki pratikte benden epey tecrübeli birinin kaleminden çıkan bu yazıya cevap vermenin ne kadar doğru olacağını bilmiyorum lakin beni rahatsız eden birkaç hususa değinmeden de edemeyeceğim.
Bakırköy’ü “bildiğini zanneden”, o bölgede yaşayan ve Bakırköy Meydanı’nı sıkça kullanan birisi olarak şunu söylemek isterim ki yarışma alanını 6 kez gezmek o alanı deneyimlediğiniz anlamına maalesef gelmiyor.
Bir diğer husus ise zaman zaman karşılaştığım ve yine karşıma çıkan bazı ulaşım problemleri için dal-çık yapılan fikirlerin her fırsatta Taksim’e benzetilmesi bu olumsuz örnekle özdeşleştirilip bu fikirlerin değersizleştirilmesi -kolokyumda bu fikirlerin sığ olduğundan bahsetmiştiniz- açıkçası tek pencereden bakmak ve sığ düşünmenin ötesine geçemeyecek olmasıdır. Taksim ve Bakırköy meydanları ölçek açısından bile farklı bambaşka girdileri olan örneklerdir. Bu ikisinin üst ölçekte dahi karşılaştırılmasının ve birtakım genellemelere gidilmesinin pek doğru olmadığı kanaatindeyim.
Birazda kentin ulaşım mekanizmasından bahsetmek gerekirse metro götürdüğünüz her yer kolayca erişilebileceğiniz yer anlamına gelmemelidir. Aksine böyle bir kent merkezine yapılan metronun ciddi ulaşım ve aktarım problemleri doğuracağı aşikârdır. Üzerine de zaten mevcut durumda problemli bir ulaşım sisteminin eklenmesi durumu iyice işin içinden çıkılamaz hale getiriyor. Bütün bunlar olurken bu problemleri çözmeye çalışmak yerine olan “bu alan da yeşil olsun“deyip söz gelimi çağdaş kentsel tasarım ilkelerini uyguladığı zanneden bir düşüncenin mantıklı bir karşılığının olmadığını düşünüyorum. Otobüs peronlarına gelince de kolokyumda gözlemlediğim kadarıyla Bakırköy’de yaşayanların ve o yeri bilenlerin buraya o bölge ölçeğinde bir aktarma (transfer) istasyonun öneri olabileceği düşüncesinde olduklarını fark ettim. Demem o ki benim mimari anlayışımda, var olan bir sistemi iyileştirme çabası, onu kaldırıp yerine başka bir şey getirme fikrinden her zaman daha değerlidir.
Yazınızı okurken bazı noktalarda istemeyerek bir tebessüm oluştu yüzümde, tekrar söylüyorum alanı “6 defa” gezmekle o yeri anlamış olmuyorsunuz.
Bakırköy’ün bu bölgesindeki ciddi otopark sıkıntılarını görmezden gelmenin kolaya kaçmaktan bir şey olmadığı ve zaten buraya yapılan bir yeraltı otoparkının orayı cazibe merkezi haline getirmeyeceği orada az da olsa zaman geçiren birinin bileceği şeylerdir.
Son olarak mimariyi idealize fikirler çerçevesinde ele alıp bunun dışındaki bütün fikirlere kapanan düşünceleri samimi bulmuyorum hele ki içinde bulunduğumuz bu kaygan zeminde hiç bulmuyorum…