Geçtiğimiz hafta Açık Mimarlık’ta, Yağmur Yıldırım’ın konuk ettiği Büke Uras’ı dinledim. Korpus Yayınları’ndan taze çıkan “Balyanlar: Osmanlı Mimarlığı ve Balyan Arşivi” başlıklı kitabı tanıtan harika bir programdı.
Yaklaşık bir asırdır İtalya’da bulunan bu arşivdeki ve diğerlerini bir araya getiren belgelerin planların, cephelerin, perspektiflerin, fotoğrafların özenle çalışılıp, derlenip bir araya getirilmesi ve yayınlanması mimarlık tarihindeki bir boşluğu dolduracak önemli bir adım.
Bu çalışma için en başta Büke Uras olmak üzere, Arsen Yarman, Haycar Derneği, Kevork Özkaragöz’ü hatta arşiv üzerinde ilk çalışmayı yapan rahmetli tarihçi, araştırmacı Pars Tuğlacı’yı da anmak doğru olur.
Balyanlar İmparatorluğun modernleşme dönemine damgasını vuran saray mimarları. Diğer taraftan mimarlık hizmetinin ilk defa yönetim sınıfının tekelinden çıkıp, yeni üst sınıflara açılmasının da öncüleri. Özellikle de Akdeniz’deki villa tipolojisinin prototipleşerek dönüşmesinin. Aynı zamanda ailenin son temsilcileri bugünkü mimarlığa yakın temsil teknikleri ile inşa edilen yapılar.
Peki ne oluyor da İmparatorluğun modernleşme ve günümüzün mimarlık sorunsalının bu önemli temsilcileri sonradan unutuluyor? Hatta unutulmak şöyle dursun, ısrarla bilinmemeye, kayıtlardan çıkarılmaya çalışılıyor?
Diyeceksiniz ki mimarlık tarihinde öyle de sanki bu “unutkanlık” ya da “kayıtlardan silme” tiyatroda, edebiyatta, resim, heykel gibi başka sanat dallarında, tıp gibi bilimlerde başka türlü mü?
Kitaba dönersek: Araştırma İmparatorluğun modernleşmenin nasıl çok katmanlı bir dönüşüm süreci olduğunu da ortaya koyuyor. Örneğin kitapta ailenin zamandizisel olarak üyelerinin işleri, pozisyonları, farklılıkları üzerinden de izler sürülebiliyor: Modernleşme süreci dediğimiz dönem oldukça kompleks ve farklılıklar taşıyan uzun bir zaman dilimi. Öncelikle Saray’ın teşkilatlanması içinde başlayan bu modernleşme süreci daha sonra Saray-dışı dinamiklere ve aktörlere açılıyor. Bu süreçte bildiğimiz patronaj sistemleri değişiyor ve bağımsız aktörler ve kurumlar devreye giriyor. Ailenin kamusal alandaki rolleri başlangıçtaki biçiminden başka alanlara doğru kayıyor.
Ancak ulusdevletin resmi mimarlık tarihyazımının bu konuyu ihmal etmesini Büke Uras Açık Mimarlık programındaki konuşmasında şöyle bir açıklık getirdi:
Önce küresel bir mesele: Balyanlar’ın son bireyleri, özellikle Avrupa’da eğitim alan Sarkis Balyan gibi eklektik mimarlık örnekleri sergilemişlerdi. Modern Mimarlık döneminde bu tarz bir mimarlık değersizleşti. Bu nedenle, modernist akımın hakim olduğu dönemde yalnızca Türkiye’de değil, her yerde ihmal edildiler.
İkinci önemli mesele: İmparatorluğun özellikle modernleşme dönemi sonradan “çöküş” olarak adlandırıldı ve bu nedenle itibarsızlaştı. Tarihçiler bu döneme ait mimari eserlere bu nedenle uzak durdular.
Üçüncü ve gene benzer bir konu: Mimarlık tarihi Yeni Osmanlıcı, oryantalist ve sonradan “Birinci Milli” olarak adlandırılan üslubun ulusdevletin kurulması sonrasında, arınmacı, Türkçü bir tarzın, “İkinci Milli” olarak adlandırılan bir akımın etkisinde yazıldı. Bu dönem “Batılılaşma” adı altında dışarıdan ithal edilen bir tarz ya da kültürel akım olarak görüldü. Bu nedenle Balyanlar da, o dönemin diğer sanatçıları, mimarları da unutuldu ya da kapsam dışında tutuldu.
Yarım saatten kısa sürdüğü için belki de Açık Mimarlık’ta yer almadığını tahmin ettiğim bir “dördüncü neden” ise, tesadüf bu ya, aynı gün, tam da bu programdan önce konuyla hiç ilgisi olmayan bir şekilde yer aldı:
Cem Erciyes ve Kansu Şarman tarafından hazırlanan İstanbul Ansiklopedisi adlı programa konuk olan Nursel Gülenaz açıklık getirdi. Programda “İstanbul’un İlk Hanları ve Pasajları” başlığını taşıyan sohbet ya da röportajda 19. yüzyılda ortaya çıkan yeni tipteki yapıların “yabancı” mimarlar tarafından tasarlandığını söyledi. Yani doğal olarak İstanbul’da bir süre hizmet veren Fossati Biraderler, Raimondo d’Aronco, Leon Parville, gibi… Hayır, “Avrupa’daki üsluplardan esinlenen, “Batılılaşma” etkisinde yeni yapılar tasarlayan” bu ”yabancı” mimarlar Osmanlı vatandaşı Ermeniler, Levantenlerdi.
Zannedersem modernleşme sürecinde imgelerin modellere, neoklasik dediğimiz bir tahayyül evrenine dönüşmesinde modern tasarım teknikleri rol oynadı. Kimlikler bu imgeleri, benzerlikleri tanımlayan temsillerle gerçekleşti. Zannedersem bugün hala bu dönüşümün stilistik bir şekilde algılanması bu karışıklığın günümüzde de sürdüğünü gösteriyor.