Beyaz Badanalı Ev

İşçi mimarlara atfedilmiştir.

I.

İki katlı beyaz badanalı gösterişsiz evin önüne vardığında saat üçe geliyordu. Çok da kısa sayılamayacak bir yoldan gelmişti, trenle 8 saat uzaklıktaki Rakana’dan. Bir an önce kapıyı çalıp kendini biraz çay ve belki biraz da kurabiye eşliğinde eski bir dostun sohbetine bırakmak istiyordu. Giriş kapısına doğru giden farklı boyutlardaki taşlarla kaplanmış yolda ilerlerken etrafa göz gezdirdi. Bu ev gerçekten de gösterişsizdi. Beyaz badanalı, giriş saçağı ve kapısı dışında dört cephesi de birbirinin aynısı olan –trenden inip de yürümeye başladığında evin diğer iki cephesini de gören arka yoldan gelmişti- pencerelerinin hepsi aynı boyutta ve ahşap kasalı, çatısı da kiremitle örtülmüş bir binaydı. Bahçede irili ufaklı taşlardan, doğal haliyle var olan kaya parçalarından demek daha doğruydu, başka bir şey yoktu. Dikkatli bakınca aslında evin bir bahçesinin olmadığını fark etti. Toprak zeminde rastgele serpiştirilmiş gibi duran irili ufaklı kaya parçaları bazı bölgelerde yoğunlaşıyor sınır hissi veriyordu ancak tam anlamıyla bir duvarla veya çitle sınırları belirlenmiş bir bahçeden söz etmek mümkün değildi. Kırmızımsı toprak göz alabildiğine uzanıyordu, yakınlarda başka bir bina da yoktu.

Kapıyı çaldı. Tak tuk tak tuk tak tuk… Ayak sesleri duyuldu. Belli aralıklardaki ritme sahip bu ayak seslerinin bir merdivenden gelebileceğini düşündü. Düz zeminde yürüyen bir kişinin çıkardığı sesler daha kısa aralıklıdır ve daha çok tık tık tık tık gibidir. Kapıya yakın bir yerde bir merdiven olmalıydı, hemen yanında da bir vestiyer, salon arka cepheye bakıyor ve mutfak da yola bakan bu cephede diye aklından geçirdi. Bir binaya girmeden önce içini tahmin etmeye bayılırdı daha doğrusu kendini bunu yapmaktan alıkoyamazdı.

Kapı açıldı, “buyurun” der gibi bakıyordu karşısındaki donuk bakışlı küçük adam, aslında bakışlarından “buyurun” dercesine sıcakkanlı bir anlamı çıkarmak zordu, yüzünde inanılmaz bir ciddiyet ve soğukluk vardı. Başka biri olsa ”Yanlış geldim galiba, kusura bakmayın.” deyip arkasına bakmadan kaçardı. Fakat herhangi birinden daha kararlı olduğu şüphe götürmeyen Dora ”Şey…” dedi, “Ben arkadaşımı ziyarete gelmiştim, ismi Maya, kendisi eski dos…” Sözünü bitirmeye kalmadan ”Soldan ikinci kapı.” dedi soğuk bakışlı ciddi küçük adam ve kapının önünden çekildi. Adımını on iki tane birbirinin aynısı kapının yan yana dizili olduğu mavi bir odaya attı. Her üç kapının arasından bir merdivenle üst kata çıkılıyordu. Bazı merdivenlerin son basamağı unutulmuştu, oraya geldiğinizde büyükçe bir adım atarak üst kata atlamanız gerekiyordu. Soldaki ikinci kapıya yöneldi, kapının üzerinde bir simge vardı, bir anlam veremedi, üzerinde fazla durmadı ve kapı kolunu çevirdi. Kapı kolu tersti, yukarıya doğru çevrilmesi gerekiyordu. Umarım tüm terslikler bundan ibarettir diye düşündü; kapıdaki soluk suratlı, ciddi ve donuk bakışlı adam onu biraz huzursuz etmişti. Komik bir giyimi vardı veya zevksiz, hangisi olduğuna karar veremedi. Kapı bir koridora açıldı. Koridorun tavanı ahşap kaplıydı, yerler ise sıvanmış ve beyaza boyanmış, solgun sarı ışık yayan lambalar da yere yapıştırılmıştı ve hiç pencere yoktu. Koridorun iki yanı boyunca uzanan çerçevelerde farklı insanların portre fotoğrafları vardı. Fotoğraflara yaklaşınca hepsinin saçlarının ve varsa bıyıklarıyla sakallarının yukarıya doğru dimdik kalkık durduğunu fark etti. Oldukça komik ve garip görünüyorlardı. Önünde durduğu çerçevenin camında belli belirsiz kendi yansımasını gördü, kendi saçları da dimdik yukarıdaydı! Bir an tüm vücudunu saran bir ürpertiyle titredi. ”Ters! Ters burası!” Sessizce bağırdı. Sessizce bağırdı çünkü ses çıkaramayacak kadar hayrete düşmüştü. Az ileride yanıp sönen kırmızı bir ışık dikkatini çekti, butonun üzerinde şöyle yazıyordu: [UCSZ180]

Korkudan titriyordu ama bir yandan da maceracı ve meraklı ruhu onu devam etmeye zorluyordu. Çekinerek butona bastı. O da ne! Bir anda koridor hooop 180 derece döndü. Ahşap tavan yer, sıvalı yer tavan oldu. Çerçevelerdeki insanların saçları da normale dönmüştü, durumdan memnun oldukları yüzlerinden belli oluyordu. Neler olup bitiyor, bu da neydi şimdi? Sadece bir fincan çay içip dostunu görmek için bu kadar yol gelmişti ama acayipliklerle dolu bir evin Bay ve Bayan Dik Saçlarla dolu garip koridorunda ne işi vardı? Korktuğu su götürmez bir gerçekti ama içini gıdıklayan heyecan ve macera duygusuyla eğlendiği de inkâr edilemezdi. Şimdi bir de tesadüfen küçük bir kahramanlık yapmış çerçevedeki diken saçlı insanları bulundukları durumdan kurtarmıştı. Bunları düşünmeyi bırakıp saatine baktı. İkiye yirmi vardı. Yorgun hissediyordu. Fotoğraflardaki kadın ve adamlarla selamlaşarak koridorun sonuna doğru adımlarını hızlandırdı. Koridor sağa, sola, sonra tekrar sola ve tekrar sağa kıvrıldıktan sonra nihayet karşısında bir oda göründü. Dışarıdan bu kadar sade, bu kadar düz görünen bir binanın içinin bu kadar karmaşık olmasına hayret etti. İlk kez bir binanın içini tahmin ederken yanılmıştı.

Odanın kapısı yoktu bu kez. Yaklaşınca tatlı bir koku geldi burnuna. Geleceğinden Maya’nın haberi vardı, sanırım eski dostu için bir şeyler hazırlıyordu. Maya’nın nefis üzümlü kurabiyeleri diye düşündü Dora, koridorun sonuna gelmişti artık. Karanlık koridordan sonra parlak gün ışığı gözlerini kamaştırdı. Çok güzel bir odaydı burası, yere kadar pencereleri olan, yüksek tavanlı bir oda. Güzel mobilyalarla döşenmişti. Odanın sıcaklığı ve ışığı çok iyiydi, ne çok sıcak ne de çok soğuktu. Tüm yorgunluğu bir anda katlanarak arttı ve ayaklarından yüzüne doğru yükseldi. Odanın sağında bant pencerenin önündeki tezgahta –tabii ki binaya dışarıdan bakıldığında böyle bir pencere yoktu- kahve pişirmekle ilgilenen arkası dönük Maya’yı gördü. Gülümseyerek “tek şeker lütfen” dedi.

II.

– Ah, Doracığım ne iyi yaptın da geldin. Buralarda eski bir dostun tanıdıklığını özlüyor insan. Yorgun olmalısın, gel otur şöyle.

Maya bir fincana çay koydu küçük bir tabağa da üzümlü kurabiyelerden.

-Anlat bakalım, ne var ne yok, yolculuk nasıldı?

-Bırak şimdi yolculuğu Maya, asıl sen anlat. Burası nasıl bir yer böyle, kapıdaki solgun suratlı, donuk bakışlı küçük adam kim, ne işi var burada? Beni bir hayli tedirgin etti doğrusu…

Maya belli belirsiz bir iç çekti. Her şeyin nasıl başladığını düşündü. Fakültedeki mezuniyeti, hayalleri, buraya geldiği ve küçük adamı gördüğü ilk gün gözlerinin önünden geçti bir çırpıda.

-Burası, dedi, aslında senin de çok iyi bildiğin bir yer, bir süre sonra nasıl bu kadar çabuk alıştığına şaşıracaksın. Buraya kimse bilinçli bir şekilde gelmez. Ancak bir şekilde, normal hayatımızda bazı şeylere kendimizi fazla kaptırdık ve bir baktık buradayız. Aynı zamanda da başka bir yerdeyiz. Komşularımız, çocuklarımız bizim burada olduğumuzu fark etmezler. Burası şimdiye kadar bildiğin anlamıyla gerçek dünyadan farklıdır. Burada gördüğün herkes iki yaşama sahip demektir, hem burada hem de başka bir yerdedir. Sen de öylesin.

-Daha açık konuşamaz mısın Maya, söylediklerinden hiçbir şey anlamıyorum.

-Seçenekler sonsuz gibi görünür, başlangıçta bana çok keyifli gelmişti ama buraya hapsoldum, artık istesem de buradan gidemiyorum, gerçi alıştım da artık. Sevgili Dora, burada herkes kendi kurduğu gerçekliği yaşar. O yüzden benim anlatabileceklerim de sadece bana özeldir. Ama burada kalacağın süre boyunca işine yarayacak birkaç tavsiye verebilirim. Solgun suratlı, ciddi ve donuk bakışlı küçük adam buranın sorumlusudur.

– Ve de komik giyimli, diye ekledi Dora, gülüştüler.

-Evet, ama asla komik birisi değildir; dağınıklıktan nefret eder. Her şey her zaman yerli yerinde olmalıdır, bunu asla ertelememelisin; bu birinci kural. İkinci kural ise, bir şeylerin yerini değiştirdiğinde bunu farklı bir isimle veri bulutuna kaydetmelisin çünkü küçük adam her an eski bir versiyona dönmek isteyebilir.

-Bunu hiç anlamadım. Peki, bu kurallara uymazsam ne olur?

-Hım, o zaman o koridordaki çerçevelerin içine hapsolursun ve cezan bitene kadar baş aşağı öylece dikilmek zorunda kalırsın.

-Demek o insanlar o yüzden oradaydılar. Çok korkunç bu! Seni gördüğüme sevindim Maya ama burada daha fazla kalmak istemiyorum. İzninle akşam trenine yetişeceğim.

Saatine baktı, saat on bire geliyordu. Zamanın geriye doğru aktığını o an anladı. Eve vardığında saat üçtü. Koridoru geçip Maya’nın yanına geldiğinde ise ikiye yirmi vardı. Şimdi ise saat on elli beşti. Yani on bire gelmiyordu, on biri çoktan geçmişti.

-Bunun anlamı ne Maya, zaman neden geriye doğru akıyor.

-Çünkü sen geçmişe gitmek istiyorsun.

-Nasıl yani buna ben mi karar veriyorum?

Maya bu soruya cevap vermedi. Yaslandığı koltuktan öne doğru eğildi, Dora’ya yaklaştı ve şunları söyledi:

-Bak Dora, ne yazık ki buradan ayrılmaya çalışman boşuna bir çaba olur. Birkaç gün kalmak zorundasın, sonra gerçekten istiyorsan gidebilirsin, bu kurallara aykırı değil. Şimdi düşünme bunları artık, rahatlamak için sıcak bir banyo yap. Daha sonra birlikte etrafı gezeriz. O kadar da kötü bir yer değildir. Ama kuralları unutma, bu çok önemli.

Sıcak bir banyonun iyi bir fikir olduğunu düşündü Dora, havlu ve terliklerini alıp banyonun yolunu tuttu. Banyoda küvet olmasına sevindi, sıcak suyla ve bol köpükle doldurulmuş küvette uzanıp başından geçenleri düşünmek istedi. Gözleri musluğu aradı ama yoktu. Seramiklerin üzerindeki [H] butonunu gördü. Butona basınca küvet suyla doldu, daha doğrusu küvet dolusu sıcak su küvetin içinde beliriverdi. Banyoda kuzeydeki dağları gören bir pencere vardı. Göz alabildiğine uzanan, bitki yetişmeyen kırmızı toprak bu dağların eteklerine kadar uzanıyor; dağlara yaklaştıkça rengi soluklaşıyordu. Yer yer oluşan kum tepeleriyle buruşuk bir çarşafı anımsatıyordu. Bu kızıl çarşaf ufuktaki dağların mavi-mor arası rengiyle birlikte oldukça hoş ve fantastik bir görünüm sergiliyordu.

Manzaraya büyülenmiş gibi bakakaldı, keşke küvet pencerenin önünde olsaydı diye düşündü.

Düşüncenin aklından geçmesiyle eş zamanlı olarak küvetin üst kısmında [M] şeklinde bir buton beliriverdi. Daha önceki butonlar zaten orada oluyordu, ama bunun az önce orada olmadığından, şimdi oluştuğundan emindi. Gözlerini ovuşturdu, başını uykudan uyanmışçasına iki yana salladı ama buton oradaydı ve onu orada yapan şey düşünceleriydi. Maya herkes kendi gerçekliğini yaşar derken bundan mı bahsediyordu acaba. Butona bastı, basit bir parmak hareketiyle küveti sürükleyip pencerenin önüne bıraktı. Keyfi yerine geldi. Evet, o kadar da kötü bir yer değildi galiba, Dora haklıydı.

Manzara karşısında yapılan aheste bir banyo keyfi Dora’nın yorgunluğunu almıştı. Saçlarını kuruladı, temiz kıyafetlerini giydi ve Maya’nın yanına döndü. Maya civarda yapılacak küçük bir gezinti için hazırlanmıştı.

-Ben gelirken etrafta hiçbir şey görmedim, nereyi gezeceğiz? , diye sordu Dora.

-Merak etme dedi Maya, senin gördüklerin yalnızca buraya ilk kez gelenlerin gördükleridir. Yeni gelenlerin göremediği katmanlar var. Ağaçlar, havuzlar, çalıların arasındaki patika yollar ve dahası.

-Pekâlâ, haydi gidip görelim o halde.

Tam kapıdan çıkmak üzereydiler ki soğuk ve ciddi bakışlı küçük adam karşılarında belirdi. Banyoda yaptığı değişiklikleri farklı kaydetmediği ve etrafı dağınık bıraktığı için cezalı olduğunu hiçbir yere gidemeyeceğini söyledi. İlk kez böyle bir şey yaptığı için koridordaki çerçevelerden birine hapsedilmeyecekti ama yaptıklarını telafi etmesi gerekiyordu. Sesinde insanın kanını donduran bir soğukluk vardı. Dora panikledi, karnından yüzüne doğru bir sıcaklık yükseldi, ne diyeceğini bilemedi, hızlı adımlarla banyoya yöneldi. Yerde bıraktığı kıyafetlerini kirli sepetine attı, havluyu kuruması için askılığa astı. Sabun, şampuan gibi şeyleri de dolaba kaldırdı. Arkasını döndüğünde havlu yerdeydi, tekrar astı. Tekrar arkasını döndüğünde bu kez sepete attığı çamaşırların yerde olduğunu gördü, alıp tekrar sepetin içine attı ve sepetin kapağını kapattı. Bu kez de sabun ve şampuan sanki az önce dolaba kaldırılmamış gibi küvetin köşesinde duruyordu. Hızlı hareketlerle ortalığı toplamaya çalışıyordu. Saç tarağını koymak için çekmeceyi açmasıyla çekmecede ne varsa dışarı fırlıyordu. Saçılan eşyaları toplamaya çalışırken bir yandan dolabın kapağı açılıyor ve havlular üzerine yağıyordu. Dora’nın hareketleri daha da hızlandı. Seramikler hareket etmeye derz hizalarından şaşmaya başladı. Koşarak banyodan çıktı. Kendini çok eski tarzda mobilyalarla döşenmiş bir salonda buldu. Çok, çok fazla çekmece ve dolap vardı. Bazı çekmecelere merdivenle ulaşılıyordu. Bir çeşit arşiv olmalı diye düşündü. Peşinden gelen eşyaları aceleyle bir yerlere koymak istedi. Çekmece dolabına doğru koştu. Çekmeceyi açmasıyla farklı renklerdeki yüzlerce top çekmeceden odanın içine doğru yağmaya başladı. Korkuyla geri çekildi. Diğer çekmeceler ve dolap kapakları da açılıp kapanmaya, sanki hep bir ağızdan bir şeyler söyler gibi çarpmaya başladılar. Topları çekmecelere yerleştirmek için odanın içerisinde bir oraya bir buraya koşturmaktan, sürekli eğilip kalkmaktan başı döndü, toplar o kadar çok sayıdaydı ve o kadar hızlı hareket ediyordu ki onları tek başına toplaması mümkün değildi. Hem sadece toplaması yetmiyor; ahşap, kumaş ve metal topları ayrı ayrı yerleştirmesi gerekiyordu. Şimdi toplar bir girdap oluşturmuş ve odanın içinde çılgınca dans ediyordu. Kalbi hızla çarpmaya başladı, ter içinde kalmıştı.

III.

Ter içinde uyandı. Saatine baktı. Altı kırk beşti. Aceleyle giyindi. Kahvaltı yapmadan çıktı. Zaten hiç vakti olmazdı kahvaltı yapmaya, vakti olsa da motivasyonu olmazdı. Sabah kalkıp kendinize kahvaltı hazırlayabiliyorsanız yaşamaya dair hala bir umudunuz var demektir.

İşe varması bir aktarma yaparak bir buçuk saat sürüyordu. Otobüsteki yüzler tanıdıktı ve hepsi de mutsuzdu. Arada bir birkaç yeni yüz gelirdi, onların da çok geçmeden diğerlerinden bir farkı kalmazdı, gözlerindeki ışık söner, bakışları donuklaşırdı. Metrekareye 9 kişinin düştüğü belediye otobüsü ineceği durağa vardığında kapıya yaklaştı; inebilmek için insanların arasından geçmesi, bunun için de nefesini tutup karnını içeri çekerek yassılaşması gerekiyordu. Bu kentte otobüse binmek, otobüsten inmek bile bir mücadele gerektiriyor diye düşündü. 23 yaşındaydı ama ne hayali ne de mecali vardı. Köşedeki simitçiden bir simit aldı. Yiyerek yokuştan aşağı doğru yürüdü, hayal meyal hatırladığı rüyasını düşündü. İki katlı beyaz badanalı evin önünde durdu. Kapıyı çaldı, içeriye girdi, bilgisayarını açtı ve çizmeye başladı.

Yılda 2850 saatini Autocad ekranına bakarak geçiren yeni mezun bir işçi mimarın rüyasını okudunuz.

1 yılda 8765 saat vardır.

Okuyucuya not:
Metin içerisinde geçen ve mekânı dönüştürmek için kullanılan butonlar Autocad çizim programında kullanılan komutları temsil etmektedir.
UCS: User Coordinate System
Ekrandaki çizimi X, Y veya Z ekseninde istenilen açıda çevirmeyi sağlar. Sırayla UCS, Z ve 180 yazıp enter’a bastığınızda çizim Z ekseninde, yani plan düzleminde 180 derece dönmüş olur.
H: Hatch
Hatch yani tarama komutu, kapalı bir alanın içini istediğiniz desen (pattern) ile doldurmanızı sağlar.
M: Move
Objeleri çizim ekranı içerisinde bir yerden başka bir yere taşımak için kullanılır.

Etiketler

Bir yanıt yazın