Bianeli yaratanların içinde kentimizdeki dikkat çekici bazı projeleri gerçekleştirenlerin de bulunması, o projelere karşı olan kurumun bianele mekânlarını 3. sergi alanı olarak açması hep insana kendini bianel içersinde bianeldeymiş gibi hissettiriyor.
Bugünlerde, 13 Ekim-12 Aralık 2012 tarihleri arasında, İstanbul Modern ve Galata Rum Okulu’nda, Tasarım Bianeli gerçekleştirilmektedir. Bianelin ana teması Kusurluluk olup İstanbul Modernde Musibet, Galata Rum Okulunda bürokrasinin tersi anlamında Adhokrasi isimli çalışmalar sergilenmektedir. İstanbul Modern’deki sergilerde İstanbul’un aşırı yapılaşmalarla başlayan, kentsel dönüşümle devam eden süreci işlenmekte, bu süreçte nasıl kişiliksiz ve yaşanması zor bir kent oluşturulduğu vurgulanmaktadır. Galata Rum Okulu’nda ise zanaatkârların kendi kuralsız kurallarıyla insanlara daha yararlı eserler ortaya çıkardıkları işlenmektedir. Her iki binada da oldukça değerli çalışmalar bulunduğunu ifade etmemiz gerekir. Ancak bianel mekânlarını gezdikçe aslında bienalin kendisinin de apayrı bir bienal olduğu görülmektedir.
Bianelin ana fikrinin karşı olduğunu düşündüğüm Galataport Projesi’nin İstanbul’a getireceği en önemli görüntü cruise gemileridir herhalde. Tesadüf bu ya, bianele gittiğim gün, İstanbul Modern’in hemen arkasındaki rıhtıma yanaşmış olan bir cruise gemisi, bianel binasıyla o derece bütünleşiyordu ki bianel sergisi dışarıda başlıyor diye düşünmekten kendinizi alamıyordunuz.
Daha sonra binaya dışarıdaki merdivenden çıkıp giriyor, sonra içerdeki merdivenden inerek sergileri geziyorsunuz. Çıkışta tekrar üst kata çıkıyor, dışarı çıktığınızda tekrar aşağıya iniyordunuz. Ayrıca üst kata çıkarken beni asansöre yönlendirdiler ki tek başıma bir yük asansöründe bulunmam da adeta bianel etkinliği gibiydi.
Bianel sergi mekânlarının içinde en ilgi çekici olanı yerdeki yuvarlak tanımlamaların üzerine bastığınızda İstanbul’un o tanımlamaya göre karşıdaki perdede alacağı şekli görmenizdi. Ancak gelenler çoğunlukla o yuvarlaklara birden fazla kişi olarak bastığından hiçbir zaman İstanbul’un görmek istedikleri halini göremiyorlardı. Zira yerdeki yuvarlakların birden fazlasına basıldığında karşıdaki perdede o tanımlamaların karması görülüyordu. Zaten ziyaretçiler de daha çok, yuvarlak yere basınca karşılarına çeşitli resimler çıkmasıyla ilgileniyorlardı. Bir süre salonun köşesindeki taburede oturarak burada kendiliğinden oluşan butik bianel etkinliğini izledim.
Bianeli yaratanların içinde kentimizdeki dikkat çekici bazı projeleri gerçekleştirenlerin de bulunması, o projelere karşı olan kurumun bianele mekânlarını 3. sergi alanı olarak açması hep insana kendini bianel içersinde bianeldeymiş gibi hissettiriyor.
Bianel mekânlarını gezerken, tamamını okuduğum, sergileri anlatan metinlerden ise tamamen ayrı bir bianel etkinliği yaratılabilir. Aşağıda bu metinlerin içersinden seçtiğim birkaç cümleyi okuyabilirsiniz:
“Proje ‘modernleşme’ idealleri ile dönemsel müdahaleler sonucu şekillenen İstanbul kent mekanı ile ‘geçicilik’ temasına dayanan moda tasarımının nesnesi olan kılığın üretimi arasındaki analojiye dikkat çekmektedir.” “Tariflenen dönemlerdeki kentsel müdahaleler, moda tasarımı üretim eylemlerinin araçsallaştırılmasıyla kent haritaları üzerinden yeniden okunmaktadır.” ” ‘Önemsizleştirmeyi’ bu dünyaya dair olanın geçici oluşunu, sessizce kabul edildiği bir tevekkül anlayışına yormak fazlasıyla naif.” “Gezen kişinin aktif katılımıyla anlamlanacak bu anamorfik diyagramda da, İstanbul’da olduğu gibi, prestijli bir bakış noktası ve ancak bu noktadan deneyimlenebilecek bir siluet oluşuyor.” “Kenti fütursuzca yağmalayan ‘yeni dönüşüm projeleri’, kendilerini basit tarihselcilik, ya da teknolojik gelişim kültünden beslenen imgeler aracılığıyla pazarlayarak ortak kentsel alanları giderek özelleştirmekte, buna bağlı olarak kent deneyimi iki boyutlu imgelerin belirli bir uzaklıktan izlendiği pasif bir yaşantıya dönüşmektedir.” “Bu edimsel evdeki adaptasyonlar, mimarın bir alan yaratırken sahip olduğu role eşit bir rol üstlenir.” “Kullanıcılar, çift tabletli arayüzün sol ekranında kendi ilgilendikleri konuyu araştırırken sağ ekran belirli bir konuyla ilgili çekişmeli görüşlerin dinamik bir koleksiyonunu getirir.”
Sergiyi gezen öğrenci guruplarının başında, asistanları olduğunu sandığım birileri onlara sergiyi anlatıyordu. Belli ki gezenlerin orada yazılanları okuyarak konuları anlayamayacakları kabul edilmişti.
Biz 1960 lı yılların ikinci yarısında mimarlık öğrencisiyken öztürkçe kelimeler yeni kullanılmaya başlanmıştı. Ödevlerimizi önce yazar sonra öztürkçe kelimeli hale tercüme ederdik… 2000 li yılların başlarında oğlum orta öğretim yaşlarında iken bir gün evde Mimarlar Odasının yayınlarını okumuş. Akşam bana “Baba sizler Mimarlar Odası’nda bu dergilerde yazıldığı gibimi konuşuyorsunuz?” diye sormuştu. Nedense mimarlık camiası, ‘mimarca’ adını verebileceğimiz, kendilerine özel bir yazma dili oluşturmayı severler. Ama aslında kendileri de dâhil herkesin konuşma dili aynıdır. Örneğin: Sergide gezenlerin hiçbirisi oralarda yazıldığı gibi konuşmuyorlardı.
İkinci sergi binası olan Galata Rum Okulunda ise apayrı anlayışta bir sergi vardı. Aslında bu sergiyi gezerken adeta Karikatürist İrfan Sayarın Zihni Sinir projelerinin ne kadar ciddi olduklarının farkına varıyorsunuz. Yani, ilk bakışta komik gelmesine rağmen, zanaatkârların önce kendilerine sonra insanlara en yararlı araçları en basit şekilde nasıl yaratabilecekleri kanıtlanıyordu sanki. Ancak Galata Rum Okulunun alt katındaki kafede Türk kahvesi içmeye kalktığınızda Türk kahvesi elinize fincan ölçüsündeki karton bardakta verilince, burada da bianel yaşatılıyor diye düşünmekten kendinizi alamıyorsunuz.
Üçüncü sergi binasına gitmedim.
Sonuç olarak bianel beni bu derece bianel içersinde hissettirdiği için başarılı olmuştur. Amaç, ne yönden olursa olsun aklımızı o konulara yormamızın sağlanmasıdır. Her iki mekândaki sergiler de amacı gayet iyi sağlamaları bakımından başarılıdırlar. Konuyu her zamanki gibi tadıyla kapatıyorum: Emeği geçen herkesin ellerine sağlık.