Bienal Vesilesiyle Mimarlık Ortamımıza Bakmak

Bu metin en son Şubat 2017'de düzenlendi ve Venedik Mimarlık Bienali 2018 Türkiye pavyonunun açık çağrısı nedeniyle yayınlandı.

Jilet Gibi

İKSV, Teğet, Namık Erkal, Feride Çiçekoğlu, Cemal Emden, Bülent Erkmen… Hepsi alanlarının iyi isimlerinden. Bu nitelikli takım jilet gibi bir iş çıkarmış. Uygulama hatası yok, kitap tasarımı ve baskısı harikulade, İKSV Bienal açılışında gazeteci ve bienal ilgililerini; Vitra ise mimarları Venedik’te ağırladı. Uğur Tanyeli ve Nevzat Sayın gibi mimarlık ortamımızın sözü ağır isimlerinden övgü yazıları geldi. Bu yazılara destek olacak onlarca yazı gazetelerde yer aldı. Son olarak da Artsy web sitesi Türkiye pavyonunu Venedik Mimarlık Bienali’nin en iyi 10 pavyonu arasında gösterdi.

Tüm bunlara rağmen tartışmaların ardı arkası kesilmedi. Çok daha politik bir ortamda, Gezi’den hemen sonra ve çok daha güçsüz bir katılım sağladığımız 2014 pavyonu için yazılandan kat ve kat fazla yazıldı bugüne dek. Tartışmalar bazen Facebook’ta bazen gazete köşelerinde ana sorunların ipuçlarını gösterdi. Bu tartışmaların, tartışmanın iki cephesi için de yeterince açık yapılmadığını iddia etmek yanlış olmaz.

Haliç Tersaneleri ile ilgili tartışmaları öylece var kabul ederek bir süreliğine Haliç Tersaneleri tartışmasını Bienal tartışmasından koparalım. Haliç Tersaneleri’nin hiç özelleştirilmediğini ve halen kamunun karar verici olduğunu Teğet’in de Darzana’yı o durumda yaptığını varsayalım.

Bu durumda tartışmayı çok farklı bir düzlemde yapacak, hepimiz konuya sahip çıkacak, destekleyecektik.

Türkiye Cumhuriyeti çevresel olarak tarihinde hiç olmadığı kadar büyük bir değişim sürecinden geçiyor. Bu değişimin olumlu bazı yönleri sayılabilir elbette ancak özünde büyük bir yıkım olduğu söylenebilir.

Bugün Türkiye’deki iktidar anlayışı, bienalin temel kavramlarıyla, bienallerde özgür düşüncenin doyasıya dışa vurumu meselesiyle taban tabana zıt. Her ülke için öyledir zaten denebilecek kadar basit de değil bu mesele. İKSV ve onun ana motoru olan Eczacıbaşı ile İKSV’nin görev verdikleri iktidardaki düşünceyle hiç benzemeyen aktörler. Öte yandan Vasıf Kortun’un Facebook’taki iki mesajında altını çok güzel çizdiği gibi gazetecilik artık bir nevi PR faaliyetine dönmüş durumda. Sadece iktidara yakın ve iş dünyası için değil –içinde bulunduğumuz siyasal ortam nedeniyle- iktidardaki anlayışla hiç yakın olmasa da İKSV de bu durumdan payına düşeni alıyor biliyoruz ki. Bienale davet edilenler içinde Haliç Tersaneleri ile ilgili eleştirisi olan bir gazeteci bulunmaması bunun göstergelerinden birisi diyebiliriz kolaycılık yapıp.

Fabrika gezilerine, davetlere, şirketlerin yarışma ve ödüllerine “seçkin” bir mimarlık grubunun götürülmesi oldukça normal. MIPIM ve WAF gibi gayrimenkul etkinliklerine de bu mimarların götürülmesi olağan. Bu geziler için kaynak harcayanların kurumların itibarlarını ve satışlarını düşünerek davetli listelerini oluşturmaları da son derece normal. Hatta zaten bu tür geziler satışları artırmak için yapılıyor diyebiliriz. Mesele bienal ise durum aynı mı acaba?

Bildiğimiz kadarıyla İKSV Venedik Mimarlık Bienali açılışına iki grubu taşıdı. Bunlardan biri gazeteciler diğeri de ulusal bienal katılımının paydaşları ve sanat dünyasından ilgililerdi. Bienal paydaşları grubu içinde açık çağrının seçici kurulu vardı örneğin. Gazeteciler içinde ise ana akım medya ile mimarlık yayınlarının editörleri vardı.

Açık çağrı finalistleri de bienal paydaşı değil miydi? Ya da bienal konusuna başından itibaren olumsuz yönde de ilgi gösterenler? Bu konuda panel düzenleyenler?

Öte yandan Vitra bienale çok sayıda mimarı götürdü. VitrA eğer İKSV ile ilgisiz bir kurum olsaydı belki biraz daha farklı düşünmek mümkün olurdu ama hem İKSV hem de VitrA özü itibarıyla Eczacıbaşı grubunun kuruluşları. Sırf satışları düşünerek bienale mimar taşımak yerine örneğin satışlar için kaç mimar götürüldüyse aynı sayıda da bienali görmeye gücü yetmeyeceklerden götürülemez miydi?

Açık Çağrı & Yarışma

Hasan Çalışlar Arkitera.com’da yayınlanan yazısında İKSV’nin yaptığı açık çağrı ve sonrasında bağımsız bir seçici kurulun Türkiye’yi temsil edecek projeye karar vermesinden bahsediyor. Tümüyle katıldığım bir şekilde seçilen önerinin iyi uygulandığı halde halen tartışmalar devam ediyorsa seçimde bir sorun vardır iddiasında bulunuyor. Bunu anlatırken de İKSV -seçim sürecinde- kullanmadığı halde yarışma kelimesini kullanmaktan çekinmiyor…

Bir jüri tarafından karar verilecek sonuca, hiçbir maddi karşılığı olmadan öneri hazırlayan takımlar söz konusu, bunlardan 9 tanesi finalist olarak belirleniyor. Yeniden çalışıyorlar ve jüriye sunum yapıyorlar. Bu sunumlar kamuoyundan kapalı. Ancak Arkitera.com tek tek finalistlere yazarak katılım önerilerini yayınladığında ortam diğer projeler hakkında bilgi sahibi olabiliyor. Jürinin kararlarını nasıl aldığı da kapalı. Seçim sonuçlanıyor ve sonuç iki paragraflık bir metinle kamuoyu ile paylaşılıyor hepsi bu. Kim hangi projeye oy vermiş, seçim oybirliği ile mi yapılmış, bu karara şerh koyan şiddetle karşı çıkan bir jüri üyesi var mı belli değil. Tüm bu tartışmalardan sonra konuyla ilgili iki satır yazan tek jüri üyesi ise Uğur Tanyeli. Diğer seçici kurul üyelerinin ne düşündüğünü hala bilmiyoruz.

Yarışma demiştik. Türkiye’nin sağlam bir yarışma geleneği var, en azından kamu kurumlarında öyle. Bu gelenek ilk olarak yarışma sonunda kazananın savunulması sorumluluğunu jüriye verir, kazanana değil. Yarışmanın ardından yapılan kolokyumda, kazanan en son kısa bir teşekkür konuşması yapmak için kürsüye çıkar genellikle, projesini savunmaz. Oysa 2. ödül sahibi başta olmak üzere yarışmaya öneri gönderenler ve mimarlık ortamı jüriyi seçiminden dolayı kıyasıya eleştirirler. Ve daha önemlisi yarışma sonrasında jürinin tüm üyelerinin imzaladığı bir rapor yarışmacılarla paylaşılır. Bu raporda kim neden elendi /seçildi, ne gibi sorunlar vardı? gibi sorular cevabını bulur. En önemlisi de hangi projenin kimin oyuyla elendiği görülür. Jüri üyelerinin duruşlarını yarışmacılar bilir yani…

Sorunlu yarışmalarda ise bu rapor olmaz bazen.

İstanbul Art News’un Bienal eki konuyla ilgili en kapsamlı tartışmaların yapılmasını sağlamış. Heval Zeliha Yüksel’in hazırladığı ekte 10’un üzerinde yazı var. Ve bu yazılardan hiçbirisinde Darzana ile Haliç Tersaneleri ilişkisinden bahsedilmiyor.

Türkiye’nin Venedik Mimarlık Bienali’nde Temsili

Türkiye iyi ki de İKSV tarafından temsil ediliyor. BAE pavyonunda sosyal konut konulu sergiyi görünce aklımdan geçen bunlardı. Öte yandan bu temsiliyetin aynı zamanda ülkenin en önemli sanayi ve hatta gayrimenkul geliştirme şirketlerinden birisinin vakfı tarafından yapıldığını hatırda tutmalıyız. 2014 versiyonunda AKM üzerindeki yazının oto sansürle kaldırılması potansiyel sorunlar listesinin belki de en masum ve basit olanı.

2016’da yapılan seçim biliyoruz ki bağımsız bir jüriye havale edildi, bu konuda İKSV’yi eleştirerek yola koyulmak en başta seçici kurul üyelerine haksızlık olur. Ancak İKSV’nin yukarıdaki paragraftaki durumu ve ülkenin siyasal iklimi, gayrimenkule dayalı ülke ekonomisi akla gelince ister istemez bir duraksama oluyor.

2018 bienali için en iyi konu Sur, Cizre, Nusaybin, Şırnak, Yüksekova… İsrail pavyonunda yıllarca Gazze’yi, Ramallah’ı gördük. Türkiye pavyonunda böyle bir eleştiri göremeyeceğimizi biliyoruz. Değil İKSV, seçimi en özerk ve ekonomik bağımlılığı olmayan birisi bile yapsa zorlanır. Ya da Ermeni mimarlığı. Konu edilebilir mi dersiniz? Ya da Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki modernleşme hareketine statüko dışına çıkarak geliştirilen eleştirel bir tema. Bunlar sadece İKSV ile değil İKSV’nin yerinde başka özerk bir kurum da olsa kolay yutulacak lokmalar değil. Ama iktidarla ilişkisini aynı zamanda fabrikaları ve hele de gayrimenkul geliştirme üzerinden kuran bir holdingin vakfı bu özerk alanda bu kadar var olabiliyor.

Küratörlerin Eleştirileri Yetersiz, Düzeysiz ve Niteliksiz Bulması

Eleştiri ortamının olmaması söylemi de iki çift lafı hak ediyor. Acaba olmayan eleştiri ortamı mı yoksa eleştiriye tahammülsüzlük mü?

Haliç Dayanışması’nın yayınlanması için gönderdiği “2016 Venedik Bienali Türkiye Pavyonu Tasarımcılarına Çağrı” metninin altında bir tartışma gelişti. “Haliç Dayanışması” adıyla yazan yazarın yorumuna aşağıdaki mesajı vermiştim.

Bu mesajdan sonra Mehmet Kütükçüoğlu beraber jüri üyesi olduğumuz kamuya ait bir yarışmanın jürisinden çekildiği ileten kısa bir mesaj gönderdi.

Eleştiri daha yapılmadan eleştiriye tahammülün olmadığı bir ortamdan bahsediliyor. Söz burada bitiyor.

İKSV’nin Küratör Tercihleri

İKSV’nin yakın geçmişteki küratör tercihleri şöyleydi:

I. İstanbul Tasarım Bienali Emre Arolat Müsibet
I. Venedik Mimarlık Bienali 2014 Murat Tabanlıoğlu Hafıza Mekanları
II. Venedik Mimarlık Bienali 2016  Teğet Mimarlık  Darzana

Yukarıdaki isimler Türkiye’deki en önemli mimarlık ofisleri. EAA ve Tabanlıoğlu için mimarlığı, mimarlık ortamının da kabul gördüğü en büyük iki ofis diyebiliriz. Öznel olarak altını çizmekte de bir sakınca görmüyorum EAA, Tabanlıoğlu ve Teğet benim için Türkiye’nin en önemli 3-5 mimarlık ofisi içinde.

Peki İKSV’nin bienalleri bu ekiplere teslim etmesi ne kadar doğru? EAA ve Tabanlıoğlu İstanbul’daki pek çok tartışmalı projenin içindeler ya da öneri verdiler ve seçilemediler. Teğet de en son Haliç Tersaneleri konusuyla bu kervana katıldı. Hal böyle iken acaba üretimin içinde olmayan bir küratör belirlemek bu kadar zor muydu? Seçici kurul çağrı metnine mimarlık pratiğinin içinde olmamak şartı konulamaz mıydı? Böyle bir şart konulmadan yapılacak seçim için seçici kurul yapısı meslek pratiği içinde olanlara yakın isimlerden oluşturulmasa nasıl olurdu? Gibi çok sayıda soru aklımı kurcalıyor açıkçası.

Türkiye’de sergi yapma pratiğinin olmadığı, kültür kurumlarımızın yeni yeni oluşmaya başladığının farkındayım. Lakin yeni oluşan bu ortamı böyle yazılarla olgunlaştırmamız gerektiği için de ısrarla yazıyorum.

Bizim cephemiz nedir?

Nevzat Sayın bienalle ilgili yazdığı şiirsel yazıda Darzana’nın gürültülü ortamda sessiz bir yanıt olduğunu belirtmiş; Ertuğ Uçar da ortaya konan fikrin anlaşılması için izleyicinin çabasından bahsetmişti. Çaba gösterdim, bu konuda yazılan hemen her yazıyı bir iki kez okudum. Darzana’yı yerinde gördüm. İçinde bulunduğu Bienal ile beraber değerlendirmek için tüm bienali gezdim. Bizim cephemiz Darzana değil…

Peki Ya Cephe’de Neler Var?

Büyük Projeler

• Kanal İstanbul
• 3. Köprü
• 3. Havalimanı
• Avrasya Tüneli
• Dolgu Alanları
• Haliç Tersaneleri
• Fikirtepe
• Kadıköy’deki dönüşüm
• Emsal
• Osmanlı & Selçuklu söylemi ile mimarlığın altının oyulması
• Telif hakları
• Mimarlık ofislerinin güçsüzleşmesi
• Yaya konforu
• Mülteciler
• Tarım işçilerinin barınma sorunları
• Karadeniz yaylalarına Yeşil Yol

Bu listeyi uzatmak mümkün. Daha bugünlerde cephemizde Kabataş projesi var. Kabataş projesi dendiğinde bir mimari tasarımı anlamak şart değil. Haliç Tersaneleri’nden ne farkı var Kabataş’ın, yıllar önce duyduk, bugün gerçek oluyor. Haliç Tersaneleri için yıllar önce duyduğumuz onbinlerce metrekare otelin yarın gerçek olabileceğinin bir göstergesi sadece.

İKSV Seçici Kurulu 2016 – 2018

Sibel Bozdoğan, Levent Çalıkoğlu, Arzu Erdem, Murat Güvenç, Yeşim Hatırlı, Süha Özkan, Uğur Tanyeli

Etiketler

Bir yanıt yazın