Her meslek gibi mimarlık da kendi bilgi alanını yılların birikimi üzerine kurmuştur. Bu birikim diğer çoğu meslekten farklı olarak insanın en temel ihtiyaçlarından doğmuştur. Bunlar, doğanın yıkıcı etkilerinden korunmak, sağlıklı ortam şartlarında barınmak, soyunun devamı için uygun şartları üretmek vb. gibi temel ihtiyaçlardır. Dolayısıyla mimarlık, yüz yıllardır bu temel ihtiyaçlar üzerinde şekillenmekte ve toplumların temel taşlarından birini oluşturmaktadır. Fakat mimarlık uzun yıllardır, ihtiyaçtan doğan kullanım değerinden uzaklaşarak, kapitalist toplum içerisinde mülkiyet ilişkileri üzerinden değişim değerini önceler hale gelmiştir.
Denklemler kuracak olursak;
1.YOL Bilgi,emek,zaman=mimarlık
2.YOL Bilgi,emek,zaman+(para)=mimarlık
Bunun bir sonucu olarak yapılı çevre değişim değeri üzerinden anlamdırılan bir meta olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu gerek kentsel dönüşümün rantsal kullanım örneklerinde olsun gerekse mimarlık bilgisinin paylaşım biçimlerinde olsun tüm ilişki biçimlerine damgasını vuran bir gerçekliktir. Özellikle mimarlık eğitimi bilginin bu tür metalaşmasının hem nedeni hem de sonucu olarak hepimizin üzerinde tekrar düşünmesi ve kurgulaması gereken bir alandır.
Akademi, tanımı gereği bilginin özgürce üretilip paylaşıldığı, bu yönde çalışmaların herhangi bir somut fayda gözetilmeden sadece insanlığın evrensel birikimine katkı koymak amacıyla üretildiği bir ortamdır. Bu yönden düşünüldüğünde bilgi, kimsenin üzerinde mülkiyet iddia edemeyeceği, alım-satım ilişkisine tabi bir metaya indirgenemez kolektif bir üretimin sonucudur. Öte yandan, içinde bulunduğumuz kapitalist düzen her türlü ilişkiyi birer alım-satım ilişkisine dönüştürmekte olduğu gibi bilginin paylaşımını da böylesi bir ilişkiye mahkum kılmaktadır. Bu türlü bir ilişki bilginin paylaşımının esas niteliğinin tüm akademi bileşenleri tarafından adeta unutulduğu bir yabancılaşmaya yol açmaktadır. Bu yabancılaşma hem bilgiyle kurulan ilişki bağlamında hem de akademik alanın üretim gücü bağlamında zihinlerde büyük bir tahribata yol açmaktadır. Mimarlık eğitimi de bu minvalde hem akademik kadronun, hem davetli mimar jüri üyelerinin, hem öğrencilerin, hem de ilişkili eğitim bileşenlerinin kurduğu örüntüyle çoğunlukla bu tahribatın bir parçası haline gelmiştir. Bu örüntünün bir başka uzantısı olarak, bu yazının üzerine kurulduğu, her yıl düzenlenen yaz okulları ve yaz atölyelerine kısaca bakmakta fayda var.
Yukarıdaki tablodaki atölyelerin örnekleri çoğaltılabilir ve hatta her yıl bu tür atölyelerin arttığı da gözlemlenebilir. Bu tür atölyelerin bilgiyi bilimsel niteliğinden soyutlayarak verdiğini iddia etmek, açıklayacağımız nedenleri ile düşünülürse haksızlık olmayacaktır. Bilginin bilimsel niteliğinden soyutlanması, üretildiği teorik perspektifin oturduğu dünya görüşü doğrultusunda (Spirkin, 1983), yani kapitalist dünya görüşü, kavrayışı ve dünyayı şekillendirme bilinci doğrultusunda akademinin/eğitimin aslen muhafaza etmesi birincil ödevlerinden sayılabilecek bilginin evrenselliği ve herkese ait olması, alınıp-satılamazlığı ilkesini ihlali anlamına gelmektedir. Bu anlamda bilginin metalaşmasının, aynı zamanda yabancılaşmayı getirmesi yanı sıra bilginin inşa edilmiş mülkiyetini sınıfsal olarak sermayeye biçmesi ve akademisyenlerden, öğrencilerden ve tüm eğitim ilişkisi içinde bulunan kesimlerden normalleştirilmiş rıza üretilmesi marifetiyle böylesi ciddi bir sonuca vardığını fark etmemiz gerekir.
Elbette tüm bu atölyelerden akılda kalan tek şey bu ücret tarifesi ve bu görece karamsar tablo değil, burada sıralanan örneklerin sadece buna indirgenmesi de haksızlık olacaktır. Bu anlamda, tasarım atölyelerinin mimarlık eğitimi ile mimarlık pratiğini birleştirici yönünü olumlamamak, katılımcılarda yarattığı heyecan, vizyon genişleten tartışmalara zemin hazırlamak, ülkenin çeşitli yerlerinden öğrencilerin birbirleriyle tanışıp ortaklaşa üretimde bulunmalarına imkan vermek gibi çeşitlendirilebilecek katkılarını hiçe saymak mümkün değil. Bu olumlu yönlerin insanlara katkılarından öte, asıl olarak yukarıdaki tablonun içinden türediği bilginin alınıp satılabilir bir metaya dönüştüğü perspektifin katılımcılarda, yürütücülerde, düzenleyicilerde zihinsel olarak yarattığı ya da sürdürdüğü tahribatı çıplak bir biçimde ortaya koymayı önemsiyoruz. Bu söylem ile kastedilenin salt kaba bir maddiyat eleştirisi olmadığı, maddiyat ile dönen kapitalist çarkın insanların zihinlerinde yarattığı değer karmaşası olduğunu tekrar vurgulayalım. Mimarlık meslek alanından bakıldığında net bir biçimde görülen etik değerler aşınmasının ve hatta yok olmaya yüz tutmuş hale gelmesinin temel sebebi, bahsettiğimiz alım-satım ilişkisi içine, sahip olduğumuz değerlerin de dahil olması sonucunda bu değer sisteminden uzaklaşmamız veya giderek aşınmasına zemin hazırlayan bir perspektifle, sürdürmenin giderek zorlaştığı noktaya doğru sürüklenmemiz olarak görünüyor.
Bir mimarlık atölyesi pratiği biçimsel olarak düşünüldüğünde ne tamamen olumlanabilir ne de tümüyle mahkum edilebilir. Bir atölyeyi değerlendirmemizi sağlayacak temel, atölyenin amaç ve hedefleridir. Bu amaç ve hedefler, atölyeyi hazırlayan düşüncenin altyapısına dair fikir vermekle kalmaz, düzenleyicilerin mimarlığa dair perspektifini gözler önüne serer. Belirleyici olan, mimarlık bilgi alanının bilim ve teknik ile bağını kuran bu perspektiftir; zira mimar ya da akademisyen-mimar bilgiyle kurduğu ilişkiyi bu perspektifle kurar. Eğer bu perspektif bilginin metalaşmasının sonucu olan alım-satım ilişkisini temel alıyorsa, bahsi geçen atölyelerin yürütücüleri ve/veya düzenleyicileri bilginin bilim ve teknik ile bağını koparıyor anlamına gelir. Bu durumda hem yürütücü ve/veya düzenleyici rolde olan mimarlar, hem de katılımcı rolünde olan öğrenciler, mimarlar ve ilgililer, yaratıcı emek gücünü önceden belirlenmiş bir tarife üzerinden tüketiyor demektir. Burada bahsi geçen öznelerin bu atölyelerden maddi kazanç sağlayıp sağlamaması ya da katılımcıların ödedikleri katılım payının nasıl tanımlanmış olduğu (masraflar, katılım ücreti, katkı payı vs.) önemli değildir. Önemli olan bu öznelerin bilgiyi metalaştıran bu alım-satım ilişkisi içinde yer almaları ve/veya bu düzenleme perspektifine destek vermeleridir.
Atölyeler geleneksel mimarlık eğitiminden hem biçimsel hem içerik olarak farklılaşan, öğrencilere gerek pratik anlamda üretim imkanı tanıyan, gerekse söylemsel olarak dağarcıklarını zenginleştiren olanaklar sunmaktadır. Bu anlamda atölyeler, mimarlık öğrencilerinin her yaz yapmak zorunda oldukları stajlardan edindikleri bilgi ve deneyimi çoğunlukla nitelik olarak aşan ve diğer öğrencilerle tanışıp kendi deneyimlerini paylaşma imkanı buldukları alanlar olarak değerlidir. Fakat bu atölyeler bir yandan mimarlık öğrencilerine çeşitli ve hiç şüphesiz benzersiz deneyimler kazandırırken, öte yandan da atölyenin temel aldığı perspektifin öngördüğü söylem ile gerçekleşen eylem arasında fark olması çelişki oluşturmaktadır. Atölye düzenleyicileri kabaca ya “toplum için mimarlık” argümanıyla emek-zaman harcayarak, herhangi bir maddi çıkar beklemeden üretimi temel alan bir yolu seçecek, ya da kazanç odaklı mimarlık modeliyle mimarlığın araçsal rolünü devam ettirmek arasında tercih yapacaklardır. Bu iki yolu birden tercih etmek rasyonel bir tutum değil. Bireyin yaratıcı emek gücü bir fiyat tarifesinde değerlendiriliyorsa ve satılabiliyorsa burada atölye süreçlerinden çok, tasarım atölyelerindeki ücretlendirmeyi kabul eden, bu perspektifi normalleştiren akademik tavrı da eleştirmek gerekecektir.
Bir atölye içindeki akademisyenin ücret talep etmesi, verdiği akademik bilgiyi belirli bir ücrete denk düşünmesi demek değil midir? Burada bilginin kime verildiği, kim tarafından verildiği, maddi bir karşılığın alınıp alınmadığı değil, öznelerden ve tekil durumlardan bağımsız bir biçimde büyük bir içerik sorunu bulunması bizleri ilgilendirmelidir. Bilgi kim için, ne için verilmektedir? Bu noktada toplumcu argümanlar ile yola çıkan fakat maddi karşılık bekleyen atölyelerin, bu tavrına sebep olan sorun, yazının başında ifade edildiği gibi salt bir maddiyat sorunu olmaktan çıkıp emeğin metalaşması sonucu insanın kendi emeğine yabancılaşması sorunudur. İnsan evrendeki en yüce değere, insanı insan yapan emeğe yabancılaştığında, insani tüm değerleri yani ”etik, onur, ahlak” gibi kavramları da kendinden soyutlamaktadır. Bu tablo günlük yaşamda akademisyen için akademiyi bir gömlek olarak kullanması, akademi mekanı içinde akademisyen iken, mekan sınırları dışında gömleğinden sıyrılması ve bireyci tavrını takınması olarak gözlemlenir.
“Şimdi de dönelim ‘aydın kesimi’ dediğimiz kesime bakalım. Bildiğiniz gibi bizi edilgenlikle, uyuşuklukla suçlarlar; bizim eylem adamı değil, söz ve düşünce adamı olduğumuzu, yaşamı etkileyen bir gücümüz bulunmadığını, kısacası yeryüzünde yeni bir yaşam kurulması savaşımında işe yaramaz yaratıklar olduğumuzu ileri sürerler. Ben bu savların doğruluğunu kabul ediyorum, çünkü bunları ileri sürenler gene aydınların kendileridir. İnsanın kendi kendini suçlaması içtendir, acıdır, bazen de öfke eseridir ama her zaman doğrudur. Evet, doğruluğuna bütün kalbimle inanıyorum! Bizler ne yazık ki acınacak, zavallı insanlarız… Hem sayıca öyle çoğuz ki kelle hesabıyla bir ordu oluşur. Gönlümüzde bir nice iyi soylu istek… Ağzımızda bir yığın laf… Ama işe gelince zerresi yok!” (Gorki. 1989. 23).
Son olarak tekrarlamak gerekir ki, var bu yazının ana teması çoğu atölyenin neden para istediğini tartışmak değil. Aksine burada dikkat çekilen sorun, a, b, c atölyelerinden kaynaklı değil; para hırsının altında yatan birincil sebep olan kapitalizm ve onun kültürü kaynaklıdır. Çeşitli akademik ve mesleki faaliyetlerden katılım ücreti talep etmek, ücretin miktarından bağımsız bilginin paylaşımının karşısına bilginin satılmasını koyması yönüyle, akademisyenlerin içinde olmaması gereken bir tutum olarak düşünmekteyiz. Aksi takdirde bu sorunun daha da uçlaşmış bir örneği olan ve dünyanın çeşitli ülkelerinde neredeyse norm haline gelen, konuştuğu dakika başına ücret tarifesi (speaking fee) belirleyen, hatta bu tarifelerin hangi kriterlere göre düzenlenmesi gerektiği üzerine ortaklaşmaları bulunan (Chronicle, 2013) akademisyenler, profesyonel konuşmacılar ülkemizde de giderek artacak gibi görünmekte. Akademisyenin sorumluluğunun mesleki ve bilimsel bilginin toplumla karşılıksız paylaşımının öznesi olmak olduğunu, mimarlık disiplininden bakıldığında mesleğin halk için yapılması gerektiğini savunduğumuz gibi, bu düşüncenin akademideki karşılığı olan eğitimin de öğrenci için ve öğrenci odaklı yapılması gerektiğini düşünüyoruz.
Kaynakça:
Arkitera. 2017. “Doğal Sıva Atölyesi.” https://www.arkitera.com/etkinlik/4430/dogal-siva-atolyesi
Arkitera. 2017. “Toprak Fırın Atölyesi | Düşlerin Ortasında “Benimle Oynar Mısın?” https://www.arkitera.com/etkinlik/4425/benimle-oynar-misin_-toprak-firin-atolyesi
Arkitera. 2017. “Tasarım Oyunları” Atölyesi.” https://www.arkitera.com/etkinlik/4402/tasarim-oyunlari-atolyesi
Chronicle, 2013. Brian Croxall. “What’s Your Speaking Fee?.” http://www.chronicle.com/blogs/profhacker/whatsyourspeakingfee/52531
Domaine de Boisbuchet. 2017. “Grow the Future Now.” http://www.boisbuchet.org/workshops/
Gorki, Maksim. Mujik. Çeviren: Mehmet Özgül. İstanbul: Engin Yayıncılık, 1989.
İTÜ Sürekli Eğitim Merkezi. 2017. “İTÜ Tasarım Atölyesi – itüTA.” http://www.itusem.itu.edu.tr/egitimler-ve-programlar/mimarlik-fakultesi-programlari/tasarim-atolyesi
Nesin Matematik Köyü. 2017. “2017 Mimarlık Yazokulu 1.” https://www.nesinkoyleri.org/etkinlik-detay.php?egitimkod=197
Nesin Matematik Köyü. 2017. “2017 Mimarlık Yazokulu 2.” https://www.nesinkoyleri.org/etkinlik-detay.php?egitimkod=196
Nesin Matematik Köyü. 2017. “2017 Marksizm ve Bilimler Okulu.” https://www.nesinkoyleri.org/etkinlik-detay.php?egitimkod=202
Spirkin, Alexander. Dialectical Materialism. Progress Publishers, 1983.
Tezek Evleri. 2017. “Doğal Sıva Atölyesi.” http://tezekevleri.gundonumu.biz.tr/dogal-siva-atolyesi/