Evimde ve ofisimdeki dergileri sadece son birkaç yıldır okullara, öğrencilere verebilmeyi başardım; hala büyük dergi koleksiyonlarım var etrafımı sarıp sarmalayan... Geri dönüp bunlara bakıyor muyum? Asla hayır! Peki, ama tüm bunların sebebi ne?
Bilmem kaç “tetrabyte”lık “time – machine”im (Apple yedekleme ünitesi) “artık yer kalmadı, en eski tarihlileri siliyorum hafızamdan!” mesajını verdiğinde paniklemeye başladım. Aynı zaman içinde, laptopumu her açtığımda “Your hard disk is almost full / sabit diskiniz neredeyse tamamen dolu” mesajıyla karşılaşıyor ve bağlantılı yavaşlama problemleriyle uğraşıyorum bir süredir. Her tarafta gezinen boy boy, çeşit çeşit tasarımlardaki “hard disk”lerden, “usb’ lerin hangisinde hangi data vardı” türünden bir kafa karışıklığından bir hayli bunalmış durumdayım. “Dropbox” ve çok yeni kullanmaya başladığım “Google-drive”a ise asla güvenmiyorum. Data biriktirme rahatsızlığım bu aralar en üst seviyesinde ve üstelik bu biriktirdiğim “bilgi”lerin çoğunun gereksiz ve çöp bilgi olduğunu da biliyor, yine de duruma bir açıklık getiremiyorum.
Sadece bilgiler mi biriktirdiğim? Elbette hayır. Bu iletişim çağı öncesinde ben de pek çok meslektaşım gibi dergiler ve kataloglar biriktirirdim. Fuarlardan bavul taşımaktan kollarım kopardı bir aralar; yolculuklar için fazla bagaj sorun olurdu aldığım kitaplardan, taşıdığım kataloglardan dolayı. O kataloglara geri dönüp bir iki kez ya bakmışımdır ya bakmamışımdır… Zaten zaman hızla değişti ve internet aslında hepsini gereksiz hale getirdi. Evimde ve ofisimdeki dergileri sadece son birkaç yıldır okullara, öğrencilere verebilmeyi başardım; hala büyük dergi koleksiyonlarım var etrafımı sarıp sarmalayan, kütüphanemi dolduran… Geri dönüp bunlara bakıyor muyum? Asla hayır! Peki, ama tüm bunların sebebi ne? İnternette gezinirken bu meseleyi araştırmak istedim ve şununla karşılaştım:
“Kompulsif veya patolojik davranış bozukluğu: Eski dergiler, kaplar, giysiler, kitaplar, önemsiz e-postalar, faturalar, not tutulmuş ya da liste yapılmış kağıtlar gibi, başka insanlara gereksiz görünen birçok şeyi biriktirmek ya da atmakta zorlanmak”
Açıklamalar tam olarak – henüz- beni tariflemese de geleceğim hakkında pek çok ipucu verir gibi. Söylenene göre, kompulsif olanda, insanlar biriktirdikleri objeler ve nesneler hakkında belirli inançlara sahip olurlarmış için için… Patolojik olanda ise, ailede mutlaka bir biriktiriciye daha rastlanırmış. Ailenin 45’lik plak koleksiyonuna el koyup sonra onu çaldırmıştım bir taşınma sırasında. Rahmetli babamın pul ve para koleksiyonları hala bendedir. Birkaç taş plak, eski bir fotoğraf makinesi, bir cep saati… Birkaç cilt halinde Akbaba dergileri en sevdiklerimdir. Yine aynı şekilde 1950’lerden babamın tek tek ciltlettiği “Muffasal Osmanlı Tarihi” ve “Yeni Dünya” dergileri…
Bu saydıklarım benim bir koleksiyoner olduğumu göstermiyor; aksine hiçbiri ile vakit ayırıp tam olarak ilgilenmediğime göre, babacığımın anısını yaşatan eşyalarım onlar benim için, değerli ve özeller.
Ben bir koleksiyoner değil; biriktiriciyim, sorun burada.
Etrafımda da benim gibi insanlar var hep. Pekçoğu mimar, tasarımcı, sanatçı ve bazen de doktor arkadaşlarımda kimi zaman koleksiyonerlik kimi zaman da biriktiricilik ruhuna rastlıyorum. Bu, kendimi iyi hissetmemi sağlıyor. Ama belki de onlar bütün bu biriktirdiklerini daha bir anlamlı olarak koruyorlardır, ara sıra bakıyor, tasnifliyor, ayıklıyor veya göz atıyorlardır? Ya öyleyse? Ya herkes benim gibi dolup taştığı için yerlerde bakılmayı bekleyen dergiler, bilgisayarını kitleyen gereksiz bilgiler, e- posta kutularında 10 yıldan fazladır “belki bir gün gerekli olur” düşüncesi ile saklanan kimi postalar ile yaşamıyorsa? O zaman gerçekten bir davranış bozukluğum olma ihtimali yüksek değil mi?
Biriktirmek, geçmişle olan bağlarımızı korumanın yanı sıra çoğunlukla eksik kalmış bir yanımızın tamamlanma ihtiyacını, bazen de endişe duyduğumuz güven ihtiyacımızı karşılıyormuş duygusal anlamda (bkz: Wikipedia). Psikolojide ise Freud’a referansla “arzu nesnesi” ile ilişkilendiriliyor.
Bir ürün tasarımcısı olduğum için işim, mesleğim eşyanın tam da kendisi demek. Sahip olduğum bu biriktirme duygumu da her zaman mesleğimle özdeşleştirdim; eşyaları nesneleri toplarken veya biriktirirken onlara bir “arzu” da duyduğum doğrudur. Freud her zamanki gibi taa “tuvalet eğitimi”ne kadar uzanan açıklamaları ile beni ikna etmese de Muensterberger’in, her yeni objenin, insanda hayal gücünü tetiklediği ve hayallerine ulaşma hazzı verdiği tezinde biraz daha kendimi bulabiliyorum, bu nedenle.
İleri düzeydeki bilgi, kağıt ve paçavra biriktiriciliğimi bir kenara bırakırsak, hoşlandığım nesneleri biriktirmek benim için, öncelikle estetiğe duyulan özlem, estetik duygumu pekiştiren bir etkinlik olmalı. Etrafımda haz aldığım objelerle çevrili bir dünyada olmak her zaman mutlu edici.
Çok değil, daha bir kaç gün önce, eski ama nitelikli mobilyaları alıp, tamir ettirerek yakın zamanda bir tür “biriktiricilik” işine girecek bir arkadaşımla sohbet halindeydim. Eskicileri, pazarları dolaştığını öğrendiğim bu arkadaşım, çantasından yeni aldığı bir cam şişeyi çıkarıverdi. Bir zeytinyağı karafı olduğunu tahmin ettiğim bu eski ve el yapımı kocaman şişenin çok da başarılı olan konturunda ikimiz de elimizi hayranlıkla gezdirdik ve ne kadar şahane olduğundan söz ettik. Arkadaşımın gözlerindeki ışıltı görülmeye değerdi. Bu arzulu ruh halini pek çok kimse anlamayacak ama sizler (mimar ve tasarımcı dostlarım) yakın hissedeceksiniz biliyorum!
Biriktiricilik hakkında yazılmış en iyi eserlerden birisi kuşkusuz Baurillard tarafından kaleme alınmış: 1968 tarihli “The System of Objects” (les systeme des objects, 1968, Jean Baudrillard), benim gibi her nesne-obsesifin bildiği bir yapıt. Baudrillard burada, objenin subjektif yanından, insan için bir varlık göstergesi ve hatta insanın kendisinin “anlam”ı olması halinden dem vuruyor. Yazara göre, biriktiricilik marjinal bir sistem. Burada temel olarak ele alındığı üzere, bir nesneyi, kendi fonksiyonundan uzaklaştırarak, işe yaradığı biçimden soyutlayarak, başka değerler ile anlamlandırdığınız anda koleksiyonerlikten söz edilmeye başlanıyor: Çocukların oynamadığı oyuncaklar, zarflara yapışmayan pullar, ya da özenle saklanan paralar gibi. Eğer oturma odanızın ortasında içi kitaplarla dolu bir buzdolabınız varsa siz bir koleksiyonersiniz, çünkü artık buzdolabı eşyası asıl fonksiyonunun dışında bir anlam kazanmış durumda. Ancak benim gibi klasörler dolusu gereksiz evrakınız, konser biletiniz ya da sergi broşürünüz varsa ve bunlar klasörlerde kağıt parçaları olarak kalmaya devam ediyorsa benim gibi biriktiricisiniz.
Günlük hayatlarımızda her şey o kadar kuşkulu, endişe verici ki, güven ve aidiyet duygumuz hep kaygan bir zeminde gidip geliyor. Sahip olduğumuz nesneler, bizi en güvenli hissettiğimiz geçmiş yıllarımıza, ya da sürekli arzuladığımız hayallerimize taşıyor. Etrafımızı nesnelerle kuşatmak hep bu yüzden aslında. Baudrillard’a göre, insan ilişkileri de benzer bir temele oturuyor. Objesi aşk olan bir ilişkide, aslında yaşanan karşılıklı bir eksikleri tamamlama duygusundan, ya da sahip olma, ele geçirme arzusundan öte bir durum değil. Tutkulu insanlar, aşk ilişkilerinde de eksik kalan duygularını tamamlayacak insanları biriktiriyorlar aslında. Maurice Rheim’ a göre, biriktirmek çocuklarda en çok da 7-12 yaş arasında yaygınca ortaya çıkıyor. Bu dönemde çocuklar dünyaya hükmetme, kontrol etme, sınıflama, sistem kurma arzularını fark ederken biriktirmeye eğilimli oluyor. Yetişkin hayatta, biriktiricilik en çok da 40 yaşından itibaren erkeklerde “tekrar” ortaya çıkıyor. Bu da olabildiğince ilgi çekici bir not değil mi? Yapılan nerede ise bütün çalışmalarda obje, nesne, arzu, seksüel yaşam ve güç ilişkisi ile bunların bağlamında biriktiricilik ve koleksiyonerlik birlikte ele alınan kavramlar. Daha genel anlamda ise özellikle yaratıcı alanlarda çalışan insanların estetik objeler, türlü malzemeler, iyi basılmış yayınlar gibi “nadir” veya “özgün” buldukları nesneleri biriktirme arzusunu bir estetik özlemi, estetik açıdan bir güven duygusu sağlama etkinliği olarak tanımlayabiliriz. Belki de kişiliklerimizi, varoluşumuzu anlamlandırma çabası bir yandan. Bu çok da fena bir şey değil.
Konu belki de benim gibi biriktiriciler için olabildiğince derin oysa.
Benim katman katman biriken kağıtlarım, dergilerim, evraklarım ve eşyalarım hakkında daha ciddi düşünmem gerektiği kesin!
2 yorum
Biriktiricilikteki son noktayı eskiden yan sokaktaki komşum olan, sık sık karşılaştığımız -sohbet etme fırsatı bulduğum için kendimi çok şanslı gördüğüm- Mithat Esmer’in evinde görmüştüm. Kendisi aslında hem biriktirici hem de koleksiyonerdi. Yeğeni Pelin Esmer de daha sonra Mithat Bey’in filmini yapmıştı, 11’e 10 kala. Daha da yakından görmüş oldum bir biriktiricinin hayatını.
Mithat Bey’in evini gördükten sonra, bir türlü atmaya kıyamadığım Frame, Wallpaper, Interior Design… benzeri dergilerimin bir kısmını atmıştım 🙂 İzlemediyseniz filmi izlemenizi tavsiye ederim belki size de böyle bir faydası olur 🙂
Yazınız çok eğlenceli olmuş, elinize sağlık.
Senelerdir kafa yoruyorum ben de buna. Dergiler, dvd’ler bir yana, evdeki her çeşitinden data kablosundan, adaptörlere kadar.
Bir mimar arkadaşım envanteri tutulmayan arşivin kalabalıktan başka hiç bir halta yaramayacağını söylemişti.
Artık google drive’imde çeşitli kategorilerde notepad belgelerim var. Aradığımda nerede bulacağımı hatırlatan cinsten. Şimdilik memnunum. Hiçbirşey biriktirmiyorum, sadece nerede bulabileceğimi not ediyorum.