"Sizinle, sizde hiç olmayan mimarlık bilgimiz ve kentli olma görgümüz ile mücadele ediyoruz!"
20 gündür ülkenin durmasına, borsanın son on yılın en hızlı düşüşüne, turizm rezervasyonlarının gerilemesine, konser ve kongrelerin iptal edilmesine neden olan Gezi Parkı direnişi bu ülkenin son on yılda yaşadığı en önemli kırılma, sadece siyasi açıdan değil, sosyal açıdan da bir devrim oldu. Genç nüfusun apolitik değil tam tersine sağduyulu bir politik bilinci olduğunu öğrendik. Devlet korkusunun ve toplumu kompartmanlara ayıran önyargıların duvarları yıkıldı. Hiç bir şey değişmese bile bu ikisi yeter. Bu nesil Taksim’i kaybetse bile kendine yeni bir Taksim rahatlıkla yaratır. Bu hareketin sosyal, siyasi, ekonomik hatta psikolojik analizlerini şimdiden onlarca uzman yapmaya başladı. Daha uzun süre bu konu hakkında konuşulacak, siyasi partiler bu ayarla yola devam edecek, hatta belki şirketler bile kendilerine çeki düzen verecektir. Medya ise ümitsiz bir vaka.
Bir imar inatlaşmasından çıkan bu krizin büyümesi ve tüm ülkeyi hatta Avrupa’yı etkileyen siyasi ve sosyal bir olaya dönüşmesi kimsenin de beklediği bir şey değildi. Tenceredeki basınç o kadar artmış ki, düdüğün ötmesi için gerekli bahane, kesilmekten zor kurtardığımız bir kaç ağaç yerine başka bir şey de olabilirdi. Ama madem mimarlık bu krize neden oldu, bu toz duman ortamında gözden kaçan bir kaç hususa bir mimar olarak dikkat çekmek istiyorum.
1- Başbakan, 2011 seçim kampanyasında yanlış yönlendirilmiştir. İstanbul için vaatlerini belirlerken niteliksiz ve cahil danışmanları yüzünden şu anda bir batağa saplanmış ve çıkmak için çırpınırken fazlası ile ortalığı kırıp dökmekte. O kampanyada, hukuken ve mimari açıdan yanlış olan Topçu Kışlası’nın yeniden üretilmesi ve şehircilik açısından da aslında yayalar için bir azap olacak Taksim’i yer altına almak gibi iki vahim yanlış projeyi yapmak için danışmanları yüzünden halka söz vermiş oldu. Bu yanlışta en büyük sorumluluk da Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ındır. Ne yazık ki başbakanın yanlış yaptığını kabul eden bir karakteri olmadığı için de ısrarla bu hataların yol açtığı olaylarla meşgul oluyoruz 20 gündür.
2- Gezi Parkı’nda sürdürülmek istenen inşaatın yürütülmesini durduran bir mahkeme kararı vardır. Bu kararı yok farzedip “Demokratik bir ülkeyiz biz, halka soralım o zaman” demek düpedüz demokrasi kalkanı altından diktatörlük yapmaktır. Kaldı ki uzmanlık gerektiren konularının (mimarlık, şehircilik, peyzaj) yanısıra temel yaşam hakkının parçası olan ağaç, su, hava gibi doğal ve kültürel değerlerin tartışmaya açılması referandum konusu yapılamaz. En fazla Kışla AVM ne renk olsun diye sorabilirsiniz!
3- AKM koruma altında 1.derece tescilli bir kültür varlığıdır. “Yıkıp oraya daha iyisini yapacağız” diyerek insanları kandırmak da hukuku çiğneyen iki yüzlü bir davranıştır. Depreme dayanıksız, o yüzden yıkıp daha iyisini yapalım da diyemezsiniz. Depreme dayanıksız ise güçlendirme ve ya o da olmuyorsa yıkıp “AYNISI”nı yeniden yapmak zorundasınız çünkü kültür varlığı olarak tescilli bir yapıdır.
Kaldı ki üç hafta öncesine kadar AKM’nin restorasyonu ilerliyor sanıyorduk. Oranın restorasyonunu yapmak için bu hükümet para bulamayıp yarısını bir holdingden istedi. Bir anlaşma yapıldı, bu senenin sonunda açılacaktı. Sözler verildi. Madem yıkıp daha büyüğünü ve daha “barok”unu yapmak için para vardı neden böyle bir sponsorluk anlaşması yapıldı? Ayrıca bütçe mesele değilse neden bir kaç yıl önce yarışması yapılmış Şişhane’deki tiyatro binası inşa edilmiyor? Yeni bir kültür merkezi yapılmak isteniyorsa neden Tepebaşı’ndaki otopark ve TRT binasının yeri kullanılmıyor? Cevaplar yok biliyoruz, ama yine de sormadan olmaz.
4- Gezi Parkı’nın yerine yapılmak istenen Topçu Kışlası bir araçtır. Otoritesini taşa dönüştürmek isteyen bir iktidarın İstanbul’un en önemli noktasına bir bina dikme arzusunun “tarih”i kullanarak meşrulaştırması aracıdır. Kışlanın ideolojik geçmişi de önemli elbette ama amaç bu geçmişe bir referans vermek değil, bildiğiniz düpedüz “edifice complex” denen, diktatörlerin ve otoriter yönetimlerin özelliklerinden biri olan anıtsal yapı inşa etme sendromu. Gezi Parkı’nın yerinde zamanında böyle bir yapı olmamış olsaydı da Taksim’de büyük bir yapı yapmayı başbakan isteyecekti. Yıkılmış olan Topçu Kışlası, bu niyetin meşrulaştırma vizesi oldu. O Topçu Kışlası yapılamasa bile haşmetli bir yapıyı bu meydana dikmeyi her şekilde AKP istiyor. Süreç içinde AKM’nin restorasyonun durdurulmuş olması, tescillendiği halde hala yıkılmak istenip yerine “barok” bir şey dikilmek istenmesi de bu sendromun belirtileri. Sadece Taksim değil, Çamlıca gibi en yüksek tepeye ihtişamlı bir cami kondurmaya çalışmak, hatta Trakya’yı boydan boya yarmayı düşünmek de bu sendromun bariz göstergeleri. Amaç bir ihtiyacı giderecek yapı yapmak değil. İktidarın ve belediye başkanının kafa karışıklığı da bunu ispatlıyor zaten. Bir gün buz pistli AVM, bir gün şehir müzesi, ertesi gün rezidans ve otel olabiliyor bu yapı. Maksat “büyük” bir yapı inşa etmek. İçi boş bile olabilir. Ama ihtişam şart.
Bu konuda daha önce de yazdım; tarihteki tüm örneklerde anıtsal yapı sendromuna giren kişi, kurum, şirket, devlet farketmez, iktidar sahibi her kim ise, bu inadın ürünü ile birlikte tarihin bir sayfası haline gelmekte. O anıtsal yapı, er geç muktedirin mezarı olmakta. Anlayana artık.
5- Topçu Kışlası niyetine yapılacak replika binanın parktaki ağaçlara zarar vermeyeceğini danışmanları tarafından bugüne kadar hep yanlış yönlendirilen sadece Başbakan iddia etse iyi, mimar olan Kadir Topbaş bile hala savunabiliyor. Külliyen yalan ve çarpıtma bir iddia. Gezi Parkı dikdörtgen forma sahip ve en gelişkin ağaçlar bu diktörgenin kenarlarında sıralı. Parkın ortası büyük bir boşluktan ibaret. Topçu Kışlası da diktörgen forma sahip, ortası avlu olan bir yapı. Bu ikisini üst üste çakıştırdığınızda altta kalan ağaçlar elbette kesilecek, kimi kandırıyorsunuz? Uyduruk da olsa belediyenin proje görsellerine baktığınızda ise ortada bir kaç güdük ağaç görebilirsiniz belki. Sizi aldatmasın, çünkü o ağaçlar ancak saksı içinde yaşayabilecek ağaçlardır. Çünkü yer altına otopark yapmak için tüm Gezi Parkı kazılacaktır. Henüz ağaçları beton üstünde yetiştirmek mümkün olmadığı için (gelişkin bir ağaç için en az 1.5-2m toprak derinliği gerekiyor) bu yeni yapının ortasındaki yeşillikler AVM’lerde gördüğünüz o dev saksılardaki bodur süs ağaçlarından farklı bir şey olmayacak.
Şimdi AVM’den vazgeçmiş gibi görünüp bu binaya şehir müzesi fonksiyonu yüklenmeye çalışılıyor. Müze dediğiniz şey salt bir binadan oluşmaz. Kim işletecek bu müzeyi, neler nasıl sergilenecek? Topkapı’da zaten böyle bir müzenin inşaatı devam ederken bir tane de buraya mı yapılacak şehir müzesi? Bir şehrin kaç tane şehir müzesi olur? Şehir müzesi olabilecek onlarca bina, yeni bina yapılacaksa onlarca arsa varken neden kentin en nadide parklarından birini yok edip oraya yapmak istenir? O müzede yok olan parkın maketi de sergilenecek midir? Gibi onlarca soruya cevap vermeleri gereken sayın Kadir Topbaş “taşınacak” ağaçları saymakla meşgul.
6- Olayların ortaya çıkmasına neden olan “sökerek taşıyoruz” dediğiniz ama kepçelerle kırılan Divan Oteli tarafındaki ağaçlar sahiden de kışla inşaatı için kesilmedi. Belediyenin uyduruk proje görsellerinde de görüldüğü gibi, kışla yapılsa bile Intercontinental otelinin yanında kalan parkın bu kısmı yıkılmayacak. Peki neden ağaçlar yok edildi, neden çıktı bu patırtı. Çünkü Kadir Topbaş yönetiminde yapılan Taksim Yayalaştırma Projesi seçim dönemine yetiştirilmek için o kadar alelacele hazırlanıp ihaleye çıkartıldı ki doğru dürüst bir projesi bile yok. Müteahhit firma inşaat safhasında karar veriyor nereye kazık çakılacağını ve kaldırım yapılacağını. Divan Oteli tarafında ise yolun yer altına girdiği kısımda yaya kaldırımı kalmadığı anlaşılınca parkın ucundan traşlamayı denediler ve olaylar gelişti. Bu bile Kadir Topbaş yönetiminin İstanbul’u nasıl yönettiğinin bariz bir ispatıdır.
7- On beş gündür İstanbul’un en önemli meydanı ve trafik kavşağı kapalı. Farkındaysanız İstanbul’da ciddi bir trafik krizi oluşmadı. Araç sahipleri bu duruma göre davranmayı kısa sürede kabullendiler. Yayalar koşullara göre hareket ediyorlar. Gündelik hayat ilk günler aksadı sonra yolunu buldu. Peki neden “yayalaştırma projesi” diye bu kadar zahmetli ve pahalı bir proje, yapılan tüm itirazlara rağmen inşa edilmeye çalışılıyor? Çünkü belediyenin, AKP’nin mimarlık ve şehircilik danışmanları bu konuda cahil ve köhnemiş fikirlere sahip, klişelerle hareket eden kişiler. 1960’larda terk edilmeye başlanan trafiği yer altına alarak yayalara alan açma fikrini hala inatla İstanbul’un meydanlarına uygulamaya çalışıyorlar.
Bu konuda da yıllarca yazıldı, itirazlar edildi: “Taksim Yayalaştırma Projesi Taksim’in katledilmesidir” diye. Araçların giremediği bir meydana yayalar da gelmez. Bu kadar geniş ve amaçsızca düzeltilmiş bir meydanda yayalar güneş altındaki düz tepside gezen karıncalar misali ne yapacaklar? Meydana çıkan yolların tünellere dönüştürülmesi ile kenardaki kaldırım alanları iyice daralacak, yayalaştırmanın ruhuna taban tabana zıt bir sonuç çıkacak. Bu konuda o kadar itiraz edildi ama ısrarlı tutumundan belediye geri adım atmadı.
Bugün direnişin 20.günü. Taksim’i kullanan 70’e yakın otobüs hattı 20 gündür Taksim’i kullanmıyor. Ama toplu taşıma işliyor. Taksim’e erişimde ciddi bir sıkıntı yok. O kadar yazıldı, anlatıldı. Yayalaştırma trafiği yer altına saklamakla değil, yer üstündeki trafiği kısıtlamak ve düzenlemekle mümkün diye. Gezi Parkı’nın önünü tıkayan otobüslerin tarifelerini ve hatlarını düzenlemek, meydana yayaların konforu için oturma elemanları ve gölgelikler yapmakla Taksim zaten istendiği gibi yayalaşacaktı. Taksi ve toplu taşıma araçları hariç Taksim’i trafiğe kapatmak bile mümkün olabilirdi. Hala bu hatadan geri dönülebilir ve tüneller kapatılarak trafik eskisi gibi yer üstünden düzenlenebilir. Çok ihtiyaç duyulan(!) “şehir müzesi” de istenirse bu tünellerde çok da güzel bir şekilde açılır çünkü müzeler zaten doğal ışığın olmadığı mekanlardır. Ama gelin görün ki Belediye Başkanı Topbaş’ın ve AKP hükümetinin niyeti gerçekten yayalar için bir şeyler yapmak değil; niyet her koşulda inşaat yapmak. En büyük inşaatlar en iyi projelerdir mantığının bizi getirdiği noktadayız. Türkiye uydurulmuş bir kavram olarak “faiz lobisi” ile değil bildiğiniz, çok daha tehlikeli “gayrimenkul ve rant lobisi” ile bir inşaat cumhuriyetine dönüşerek mahvolmakta.
8- Şu anda Yenikapı ve Maltepe sahillerine, İstanbul’daki bütün inşaatların molozları ve hafriyatları dökülmekte. Çok kişi farkında değil ama bu da en az Gezi Parkı’ndaki kadar büyük bir çevre felaketi ve Taksim ile ilişkili. Amaç ise masum gibi duran sinsi bir bahane: İstanbullular için bir milyon kişinin kullanabileceği dev miting alanları yapmak. Artık herhalde herkes “miting alanı” denen şeyin böyle cetvelle çizilmiş sonradan imal edilmiş bir şey olmadığını anlamıştır. Bu tip miting alanları ancak taşıma kitlelerin otobüslerle getirildiği, kontrolü kolay, müsamere alanları olarak işe yarar.
Bu Taksim arenasının kodlarının arasında Tarlabaşı’nın hijyenleştirme projesi; İstiklal’deki işletmelerin ruhsatlarının değiştirilmesi ile çok fonksiyonlu yapısının homojen açık bir AVM’ye evrilmesi; Demirören’den sonra Emek ve Serkldoryan’ın da konvansiyonel bir AVM’ye dönüştürülmesi ve Elmadağ’dan Tünel’e dek tek tip, salt tüketici formuna uygun bir fiziksel ortam yaratılması da var. Bütün bunların Y.Mimar olan bir belediye başkanının kenti yönettiği bir dönemde olması ise “keşke sadece ironi olarak kalsa” diyeceğimiz bir çelişkidir.
Kadir Topbaş, bir yandan otobüslerin rengini halka sorarken, bizzat Haliç’in üstündeki metro köprüsünün tasarımcısı olduğunu hiç çekinmeden beyan edebiliyor. Kendisine sormak gerek. Süleymaniye silüetini ortadan yaran, gereksiz büyüklük ve yükseklikte, egoistçe gösterişli ve kent için çok önemli bir köprü nasıl olur da kimseye danışılmadan “tarihe çok saygılı, korumacı” bir belediye başkanı ve onun yakın arkadaşı olduğunu herkesin öğrendiği mimar Hakan Kıran tarafından tasarlanabilir? Kadıköy’deki Salı Pazarı’na yapılması son anda durdurulan AVM’nin mimarı Hakan Kıran’ın, ihaleyi alan Taş Yapı’nın sahibi Emrullah Turanlı ile ortak olması tesadüf müdür örneğin? Nasıl olur da Muhsin Ertuğrul Sahnesi ve Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nin projelerini, ve Seyrantepe’ye yapılması planlanan İBB’nin yeni merkez gökdelenini yine Topbaş’ın yakın arkadaşı Erol Kuzbaşıoğlu tasarlar? Nasıl bir tesadüfle Topçu Kışlası’nın yeni projelerini çizen Halil Onur’un 2012 sonunda yeni kurduğu şirketinin ortağı aynı Erol Kuzbaşıoğlu olur? Cevaplarını bildiğimiz sorular işte. Bu çok tartışmalı ve iri projelerin neden hep Kadir Topbaş’ın çevresinde dönen ihale zincirinin içinde işlediğini penguenlere soralım iyisi mi?
Öte yandan mimar olan bir belediye başkanı nasıl olur da Fikirtepe gibi koca bir mahallede hesapsız bir şekilde imar artışı verir; insanları ve şirketleri 3 sene boyunca zor durumda bırakır? Başbakanımızı küstüren Zeytinburnu’ndaki Sultanahmet’in arkasından sırıtan gökdelenlere nasıl da izin vermiş olabilir? Zorlu Center, Mecidiyeköy’deki Likor Fabrikası Arazisi’ndeki kuleler, Feneryolu’ndaki Four Winds kuleleri, Kadıköy Salı Pazarı’nda yine Hakan Kıran’ın tasarladığı AVM gibi bir sürü şaibeli ve kentin dengelerini alt üst eden proje ile Kadir Topbaş’ın kabahatler listesi uzar gider.
Artık bu son olaylardan da anlaşılmış olduğu gibi Kadir Topbaş, insiyatif kullanamayan ama ustaca arkadaşlarına proje dağıtımı yapabilen, hem meslek etiği hem de kamu yöneticisi etiğinden uzak, Başbakan’dan önce istifası istenecek, bu kenti yönetmekte yetkinliği sorgulanması gereken ilk sorumlu. Başbakan ne de olsa teknik biri değil, mimar hiç değil, danışmanları ise yetersiz ve bilgisiz. Bir seçim yatırımı olarak önüne konan projeleri seçmenine vaat ederken, en azından mimar olan Belediye Başkanı Topbaş’ın başta Topçu Kışlası’nın hayaletini inşa etme ve diğer tartışılan pek çok sakıncalı proje konusunda gerekli uyarıları ve itirazları yapmış olması gerekirdi.
Ama ne yazık ki İstanbul hala Başkent’in gölgesinde ve biz referandumla oyalanmak istenen, bir avuç çevreci çapulcular olarak görülüyoruz. Sayın başbakan ve hükümet arkadaşları, sayın belediye başkanı siyasi olarak çok iyi manevralarla duyarlı vatandaşlarını ve biz mimarları ezebilir; hatta gazları ile boğabilir ve TOMA’ları ile dövebilirler. Ama biz de sizinle, sizde hiç olmayan mimarlık bilgimiz ve kentli olma görgümüz ile mücadele ediyoruz. Bizim paramızla bize rağmen doğayı katledip, kenti talan edip istediğiniz kadar barok kütür merkezi, tarihi kışla ve AVM yapsanız da bu mücadelede kazanma şansınız yok. Silip kazımaya çalıştığınız Taksim Meydanı’ndan, yok edip yeniden üretmeye çalıştığınız AKM’den daha iyisini yapma ihtimaliniz ise hiç yok. Çünkü 10 senelik performansınızın ispat ettiği gibi mimari ve şehircilik görgünüz yetersizsiniz ve bilgiye saygınız yok, niteliğe değil niceliğe önem veriyorsunuz ve kimseyi dinlemiyorsunuz. Alkol yasası gibi yeri geldiğinde referans verdiğiniz Avrupa gibi niteliğe önem veren tüm ülkeler, mimari rüküşlüğünüz ve şehircilik facialarınızı gözleri açık ve üzülerek seyrediyorlar. Görgüsüzlüğünüz ve kibriniz dünya çapında ün saldı. Ne yazık ki tüm gücünüzle kentlerimizi, coğrafyamızı, doğamızı mahvettiğinizde iş işten geçmiş olacak. Sonuçta rant faizi ve gayrimenkul lobisi ile birlikte çirkinleştirdiğiniz kentlerdeki kartonpiyerlerle süslü uyduruk kopya bir camiden sizi ebediyete uğurlayacağız. Hatalarınızı düzeltmek şu anda Gezi Parkı’nda direnen yeni nesile düşecek.
6 yorum
Five Minutes.
Konuyu mimari açıdan doğru bir biçimde izah etmiş.
AKM’nin bu defa da statiğini bahane etmeleri kamuoyunu kandırmaktan başka bir şey değil. Osmanlı döneminden kalan Sütlüce mezbahasını yıkarken de aynı yalanı uydurmuşlardı.
AKM’nin statik projesi yapıldı. Üstelik bir çok değerli uzman bu çalışmaya katıldı. Ayrıca diğer mühendislik projelerinde de aynı yöntem izlendi. Eldeki projeler son derece yeterli. Bugüne kadar bir kamu yapısı için yapılabilecek en iyi koşullarda geliştirildi, bence gönüllü çabalarla yürütülen bu zorlu çalışma ödül bile almalıydı. Başbakan’ı, iktidar çevrelerini ikna etmek için yüzlerce toplantı yapıldı, büyük bir mücadele verildi. Sonra 1:200 avan projeye göre hazırlanan bir bilirkişi raporu ve mahkeme kararı ile bu çalışmalar heba oldu, Başbakan rahatladı. “Madem istemiyorlar, yapmayacağız” diyerek sivil inisiyatifi dışladı. AKM konusu hala tartışılmış değil. Zaten proje müellifleri olmadan restorasyonun yapılması da mümkün değil. AKM konusunda bağımsız sivil insanlar devre dışı kalınca, o da mümkün olmadı. Yenikapı da öyle oldu, diğerleri de. Bu bir fırsattı.
Sevgilerimle, Korhan Gümüş
sanırım “bir devrin mimari şifreleri” olmalı yazının başlığı zira içeriğinde devrim kelimesi bile geçmiyor.
“Görgüsüzlüğünüz ve kibriniz dünya çapında ün saldı.”
“Sizinle, sizde hiç olmayan mimarlık bilgimiz ve kentli olma görgümüz ile mücadele ediyoruz!”
Bu iki cümleye katılamıyorum. 10 yıldır Dünya’yı gezen, tapınaklara, mabetlere giren, saraylarda kalan biri artık “görgüsüz” değildir. Kaldı ki görgüsüz deme hakkı kimdedir bu da ayrı bir tartışma konusudur. Bir çok “görgüsüz”(?) kişi parkın kalmasını istiyor. Sayın Başbakan görgülü olmasına rağmen, Kasımpaşalı yani Taksim’e aşina olmasına rağmen böyle davranmaktadır. Fettullah Gülen’in Gezi Parkı yorumlarına bakın uyarılar hep nasıldı, “sizin büyük misyonunuz” diyordu. Halkı geçmişe taşıyan zaman makinesini yapmak Erdoğan’ın en büyük misyonudur. Mimarlık da onun zaman makinesi oluverdi kolayca. Zamanımıza çok bilinçli bir biçim dayatması olduğunu düşünüyorum. Keza görgüsüzlükle tanımlanamaz.
Kadrajı kendimize çevirdiğimizde ise, “kentli olma kültürü” dediğimiz şeyi kırmak içindi Gezi’nin bunca sancısı zaten. Sizin görgü dediğiniz modern, çağını yansıtan, cam, beton neyse, yüksek, gökdelen, neyse kenti var ettiği idealize edilen şey ne ise Gezi, Erdoğan’a olduğu kadar buna da karşıdır. Bunu görmeniz gerekir artık.
Gezi Parkı bir anti-mimarlık hareketidir!
İstanbul’da artık görgülü ya da görgüsüz hiçbir yeni yapı yapılmamalıdır. Yeni arsalar imara açılmamalı ve boşluklar korunmalıdır.
Erdoğan’ın görgüsüz mimarlığının yerine Tabanlıoğlu’nun görgülü yapılarını koymak değildir tercihimiz.
okuyun,paylaşın