Maraş benim için anneannemin evi demektir. Henüz dış dünyayla iletişimin sınırlı olduğu yaşlarda bir çocuk için yaşamın tüm lezzeti bir evin içinde oynadığı oyunlarda saklıdır. 6 Şubat 2023’te elli bini aşkın insanın hayatını kaybettiği depremin ardından Maraş’ta çocukluğumun geçtiği ev hâlâ ayakta.
2018 yılında binaların deprem yönetmeliğine uygun olup olmadığına dair kontrolleri ihlal eden bir “İmar Affı” yasası çıkarıldı. Böylece halihazırda uygulanması gereken standart denetimlerin bile sağlanmadığı inşaat sektöründe geri dönüşümsüz bir ihmal sürecine girildi.
Depremler şehir bağlamı içerisinde “doğal afet” tanımından koparak, insan düşüncesinin sorgulanmasını gerektiren sosyo-politik bir soruna evrildi.
Geçmişte yaşanan büyük depremlerin ardından filozoflar şehir yaşamını düşündüler ve kavramlaştırdılar. Depremin ahlaki sorumluluğuna ilişkin felsefi tartışmalar, doğal afetlerin nedensel koşulları hakkındaki rasyonel araştırmaların yolunu açtı.
Rousseau’ya göre Lizbon Depremi’nde ölü sayısını ağırlaştıran iki faktör mevcuttu: Şehrin maddi yapısı; mimari ve şehir planlaması, diğeri de toplumun ahlaki yapısı ve değerleri. (1) Bugün de bu iki kavram arasındaki ilişki belirgin; rant odaklı anlaşmalar her iki yapının eş zamanlı bozulmasına neden oldu.
Şehirler sanayi devriminden itibaren artan bir hızla kimsenin güvende hissetmediği sönük olanaklar distopyası hâline geldi. İktidarın düşünce ve eylemlerindeki köhnelik küçük bir sokakta bile ayırt edilebilir durumda. Türkiye özelinde düşünürsek şehirlerimiz faydacı, güvenilir ve estetik öğelerden değil, tüketime yönelik kaba ve tekinsiz malzeme yığınlarından oluşuyor.
Henri Lefebvre, Şehir Hakkı adlı eserinde sahte bir “kaliteli yaşam” tarzına hapsedildiğimizin altını çizer, “Onlar (müteahhitler) şehri pazar için, kâr amaçlı tasarladıklarını ve gerçekleştirdiklerini gizlemezler. Yeni olan, yakın tarihli olan şey, artık konut ya da bina değil, şehircilik satıyor olmalarıdır.” (2)
Şehirlere gereklilik veya haz odaklı dahil olamıyoruz. Evler ne satın almak için ne de kiralamak için uygun. Hasbelkader içine girdiğimiz evlerin sağlamlığı konusunda açıkça aldatılabiliriz.
Engels, Konut Sorunu’nda şöyle der, “Eskiden sadece işçiler sağlıksız koşullarda yaşıyor, en ufak sarsıntıda çöken evlerde kalıyordu. Ama şimdi bu sorun orta üst sınıf yaşamını da tehlikeye attığından beri toplumun garipsediği genel bir sorun hâline geldi.” (3)
Evet, artık konut sorunu tüm sınıfları ilgilendiren bir konu. Nitekim tarihteki depremlere ve yeniden inşa aşamalarına baktığımızda faydacı, basit ve ekonomik konut çözümlerine karşı çıkanların aristokrasi olduğunu görüyoruz.
1666 Londra Yangını, 1746 Lima Depremi ve 1755 Lizbon Depremi ardından şehirler, yalnızca mimari olarak değil toplumsal ve siyasi alanlarda da sıfırdan ele alındılar.
Şehirlerin yeniden inşasında aydınlanma çağına özgü iki yöntem hakimdi; kentsel çevrenin mekanik kontrolü ve toplumsal eşitsizlikleri çözmeye yönelik çalışmalar.
17. yüzyılın ilk yarısı, fiziksel dünyayı matematiksel olarak anlamaya çalışan bilimsel devrimin başlangıcıydı. Galilei Galileo malzemelerin mutlak mukavemetini ele alan “İki Yeni Bilim Üzerine Diyaloglar” eserini yayınladı. Filozof ve matematikçi René Descartes Felsefe’nin İlkeleri’ni yazmış, Leibniz kalkülüsü bulmuştu. Bu dönemlerde mühendisler tarafından özellikle kirişlerin esnekliği konusu son derece iyi anlaşılmıştı.
Londra’nın mimari stilini belirleyen Christopher Wren ve Robert Hooke, modern mühendisliğin temellerini oluşturan matematiksel yaklaşımı benimsemiş mimarlardı. Yangın sonrası St. Paul Katedrali’nin kubbe tasarımı, malzemenin matematiğini kullanan Wren’in akılcı yaklaşımının en iyi örneğidir.
Londra’nın yeniden inşasında şu amaçlara ulaşıldı: Yapılar dört katla sınırlandı, yangın riskine karşı malzemede sadece tuğla ve taş kullanıldı. Kanalizasyon sistemleri yenilendi, caddeler genişletildi.
1746 depreminde yıkılan Lima şehri 18. yüzyıl İspanyol Bourbon hükümdarlarının idari ve ekonomik reformları (Bourbon reformları) ışığında yeniden inşa edildi. Vali Manso de Velasco’nun “Büyük olması gereken şey tapınakların kendisi değil, inançtır” düşüncesine göre yıkılan kiliseler gösterişli Barok unsurlar kısıtlanarak sade ve rasyonel Neoklasik tarzda yeniden inşa edildi.
Şehrin soyluları geleneklere bağlılık kisvesi altında bu değişikliklere itiraz etti. Çünkü mimari süslemeyi statülerinin bir göstergesi sayıyor, sadeleşme tasarılarını iktidarları için bir tehdit olarak görüyorlardı.
Sonuç olarak Vali, aristokrasinin bazı isteklerine boyun eğmek zorunda kaldı ve en azından yüksek katlarda barok cephelerle karakterize edilen modern bir kent ortaya çıktı.
Lizbon’da izlenen yöntem önemli ölçüde farklı ve çığır açıcıydı. Lizbon’un kentsel reformunda kilisenin ve zenginlerin itirazları tamamen bastırıldı. 1755 depreminin ardından Portekiz Kralı José I, Dışişleri Bakanı Sebastião José de Carvalho e Melo’yu (sonradan Pombal Markisi unvanını alacak) görevlendirdi.
Pombal ekibine üç askeri mühendis aldı: Eugénio dos Santos, Carlos Mardel, Manuel da Maia.
Maia: Yalnızca güvenlik sorunlarını değil, şehrin yeni bir toplumu nasıl yansıtması gerektiğini anladı.
Mardel: Barok stile hakimdi. Kraliyet çevresinde sözü geçiyordu ve radikal sadeliğe giden çözümler sundu.
Santos: Verimlilik ve hıza yönelik pragmatik görüşe sahipti. Lizbon’un yeniden inşasında gerçek ihtiyacı anladı.
Yeni Lizbon Planı için dört seçenek arasından Santos’un “Temiz sayfa” planı seçildi. Buna göre Lizbon aynı bölgede sıfırdan inşa edilecekti. Santos’un önerisi tüm hedefleri karşıladı: “Baixa Pombalina Planı”
Pombalina Planı standardizasyon, sadelik ve akılcılığı temsil ediyordu. Baixa’nın orta çağdan kalma kıvrımlı sokaklarında ızgara tasarımı uygulandı.
Şehir planlamasında ızgara sistemi yeni değildi. Düzenliliğe ilk dikkat çeken şehir plancısı MÖ 5. yüzyılda yaşamış Miletli Hippodamos’un ilkeleri, Halikarnas, İskenderiye ve Antakya’da benimsendi. Rodoslu Dinocrates’in İskenderiye’de ve Xenarius’un Antakya’da uyguladığı ızgara şehir tasarıları ilhamını bu dönemden alıyordu.
Pombalina Planı dört temel anlayışa dayanır; hafıza (değerlerin korunması), plan (metrik standardizasyon), yöntem (teknik bilgi) ve eylem (diğer şehirlere uygulanabilir olması).
Gaiola Pombalina (Pombalin Kafesi): Duvarlardaki ahşap bir iç yapıyı temsil eden bu sistem, ahşabın toprağın hareketine uyum sağlayan esnekliğinden yararlanır. Önemli bir sismik olayda taş cephenin Gaiola’dan ayrılarak yere düşmesine izin verilir. Ahşabın esnekliği bina iskeletini sağlam tutacak şekilde tasarlanmıştır.
Kemer sistemi: Temel, Baixa’nın alüvyal yumuşak topraklarını stabilize etmek için ahşap kazıkların üzerine inşa edilen sağlam bir kemer sisteminden yararlanıyordu. Bu sistem bina tabanında harekete izin verir.
Form ve tasarım: Cephe tasarımı, boyutları ve formu, şehrin orijinal tarihi görünümünden uzaklaşmayan, estetik ve modern standardizasyon yaklaşımlarına zarar vermeyen değişikliklerle korunur.
Lizbon’un yeniden inşasında şu amaçlara ulaşıldı:
• Şehrin mümkün olan en modern düşünceyi yansıtması için geçmiş değerleri ve biçimleri reddeden, dikkatle geliştirilmiş bir hazırlık süreci benimsendi.
• Şehrin estetik formu yeni değerleri yansıtacak şekilde geliştirildi. Lizbon artık Kral’ın ve soyluların şehri değildi. Halkın, tüccarın ve orta sınıfın dahil olabildiği bir “ev”di.
• Şehir Vauban geleneğinde eğitilmiş askeri mühendisler tarafından tasarlanmıştı ancak askeri kavramları yansıtmıyordu.
Lizbon artık modern, fonksiyonel ve iyi düzenlenmiş bir şehirdi.
Lizbon Depremi, risk yönetimi kavramının doğuşuna ön ayak oldu. (4) Güçlü bir rasyonel pozisyonu ifade eden bu kavram, geçmişle (hafıza ve bilgi) ve gelecekle (planlama, önleme ve koruma) yüzleşmeyi sağladı.
Tarihteki büyük depremler aydınlanmacı düşünürler ve siyasetçiler tarafından bilimsel ve kültürel arayışın temelini oluşturdu. Değişmesi gereken şey şehirlerden önce, düşünce yapısıydı.
Aslında Pombal’ın yaptığı, aydınlanmanın benimsediği şeydi: Korkunç ve açıklanamaz olandan sağ çıkmak için dünyayı daha iyi anlama yolunda bilimi ve aklı kullanmak.
Voltaire Candide adlı eserinde Leibniz’in savunduğu tam iyimserlik ve kaderciliğin karşısına şüpheciliği koyuyor, değişim istiyordu. Her şeyin tanrıdan geldiği ve “iyi olduğu” düşüncesiyle yürüyen saf inancın temsili Candide için sonunda iş başa düşer ve “bahçemizi yeşertmek gerek” (5) düşüncesiyle aklını kullanmaya karar verir.
Rousseau ise sorumluluğu eylemlerde arıyordu. Altı yedi katlı yirmi binin üzerinde binayı bir araya getiren doğanın kendisi değildi. İnsanlar daha geniş alanlara yayılarak, daha küçük evler inşa etseydi hasar çok az olacak, belki de hiç olmayacaktı. Felaketin aynı zamanda mevcut kültürel normlara göre sosyal bir inşa olduğu fikrine de işaret ediyordu. (6)
Depremlerle yok olan şehirlerin yeniden doğuşunun sınıf bilincinin oluşumuna katkısını atlamamak gerekir. Meselenin rasyonel bakış açısı olması kadar kraliyete ve hükümdarlara karşı da bir mücadele olduğu tarihteki örneklerden günümüze dek değişmeden geliyor.
Sosyal kuramcı ve antropoloji profesörü David Harvey, şehirleri yeniden inşa ederken kendimizi de inşa edebildiğimiz gerçeğine işaret eder, “Şehir hakkı, kentsel kaynaklara erişim konusunda bireysel özgürlükten çok daha fazlasıdır: Şehrin değişmesiyle kendimizi değiştirme hakkı kazanırız.” (7)
Bir düşünce olarak şehirlerin, siyasal ve düşünsel eleştiriyle güçlenen aydınlık bir toplumun tezahürü olabileceğine inanıyorum.
Lizbon’da Deprem Gerçeğini Unutturmamak İçin Tasarlanmış Merkez: The Quake Project
Kaynaklar:
(1) Letter of Rousseau to Voltaire
(2) Henri Lefebvre, Şehir Hakkı, Sel Yay, Çev. Işık Ergüden
(3) Friedrich Engels, Konut Sorunu, Alter Yay, Çev. Tekin Genç
(4) A. Betâmio de Almeida, The 1755 Lisbon Earthquake and The Genesis of the Risk Management Consept
(5) Voltaire (1759), Candide
(6) Letter of Rousseau to Voltaire
(7) David Harvey, The Right to the City