Bir İstanbul Masalı

Adeta bir Feodal Beyliği gibi ortaçağ kalesine deplasmana çağırıyordu karar vericiler ve özel sektörden oluşan orduları. Surlara atılan kepçe darbelerine rağmen kapıyı koçbaşıyla kırmaları gerekiyordu. Bu direnç görenlerin gözlerini yaşartıyordu...

Danışıklı dövüşler nedeniyle kafa karışıklığından öteye gidemeyen dönüşüm, yoğunluk, kentsel doku, siluet, emsal, altyapı ve bilumum inşaat haberleri özellikle İstanbul’da bambaşka boyutlara taşındı. Dönüşümü gerçekleştiren aktörlerin arasında olmadan anlayabilmenin neredeyse imkânsız olduğu, bir arkadaşa bile bakıp çıkamayacağımız bar kapısına dönüştü süreç.

Sadece biçimsel anlamda değil, sanat bilinci ve uyumlu bir ritimle yapılması gereken kentler, geçmişten günümüze kadar gelinen süreçte yanlış kentsel politikalar nedeniyle sorunlu kent dokularına zemin hazırladı.

Son yıllarda ise dönüşüm alanlarının bütünsellikten uzak bir şekilde, salt fiziksel mekâna yönelik müdahalelerle ele alınması ve parçacıl bir şekilde sondan başa doğru tasarlanması sonucu, çok boyutlu bir süreç olan kentsel dönüşüm fiziksel iyileştirme çalışmasından öteye gidememektedir. Yani dönüşüm alanları, bir iki kriter dışında “çocuklar kumda oynasınlar işte” tadında planlanarak mini mini müteahhitlere yeni bir dönüşüm rantının tohumları ekilmektedir.

Yenileme stratejisi kadar pazarlama stratejisi de bambaşka tabi. Koca mahalleler adalara ayrılıyor daha sonra birbirinden “farklı” onlarca proje üretilerek pazarlanıyordu. İşin komik tarafı projeler, kullanıcılar sanki uzak galaksilerden göçmen olarak gelmişler gibi farklı bir “dünya” temasıyla pazarlanıyordu. Daha atmosferden bile çıkamadan bu kadar çok metrobüse yakın “yeni dünya” görmemişti bu gözler. Maazallah yabancı biri kazara önünden geçse samanyolu galaksisi Fikirtepe’de falan zannedecek.

Şimdi kimsenin hakkını da yemeyelim. Düşünüldüğünde sosyal donatı alanları, altyapı, yoğunluk, trafik, siluet ve yeşil alanları yeterince düşünülmeden, ekonomik beklenti odaklı bu kapalı yerleşimler nedeniyle oluşacak sevimli dünyalar, bizim bildiğimiz dünyadan kopuk, kendi halinde bambaşka diyarlar yaratacak. 

Velhasıl, bugüne kadar “atlattığımız” bütün kentleşme ve dönüşüm süreçlerine bakıldığında, olayın sadece gayrimenkul geliştirme olmadığı, aksine; sosyal, psikolojik, tarihi, kültürel, ekonomik ve daha birçok boyutu olduğu sonucuna rahatlıkla ulaşılmaktadır.

İşin özellikle sosyolojik ve psikolojik boyutlarını kestirmenin, bunlar üzerinden sağlıklı analizler yapıp doğru sonuçlar elde edebilmenin, hadi bunları geçtim elde etsek bile verileri uygulamanın her alanda zor olduğu toplumumuzda bir soru daha haliyle cevapsız kalıyor.

Gerçekten Don Kişot misali çarpışıyor mu birileri dayatılan bu yaşantılarla? Yoksa bizim bilmediğimiz daha “duygusal” beklentiler mi mevcut? Sadece karar vericiler ve özel sektöre tabi ki yıkılmamalı bu durum fakat tam anlamıyla bir planlama yapılmadan, kullanıcılarla anlaşma sağlanmadan yıkıma geçmek, acele etmek neden?

Ya da hikâyeyi hiç uzatmadan ve dümdüz şekilde şöyle soralım: 

Yahu biz yakın zamanda şöyle eli ayağı düzgün bir masterplan yapıp ne zaman uygulayacağız?

Etiketler

Bir yanıt yazın