Bir kitap, bir masa, bir atölye ve bir ekol (Akademi)
“1. Sınıfların projesi 2 saat daha onaylandı, öğrenciler saat 9’a kadar çalışabilecekler.”
Bruno Taut, günlüğünün son cümlesi, 13 Aralık 1938
Mimarî Bilgisi, Bruno Julius Florian Taut (1880 – 1938) tarafından Güzel Sanatlar Akademisi (günümüzde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) muallimleri, talebeleri ve onların ardılları/çırakları için kaleme alınmış ve 1938 yılında yayımlanmıştır. Aynı zamanda yuvasını arayan, bulan ve inşa eden bir göçebenin gözünden “Vatan neresidir, mutluluk nerededir?” sorusuna verilen cevaptır. 1
“Patt! Japonya bitti” ile sonlanan Japonya günlükleri, 1936 yılında kalkan bir tren ile yeni maceralara “Boğaziçi’ndeki yeni Dessau’ya”2 yelken açmaktadır. 1883 yılından beri eğitim vermekte olan Mekteb-i Sanâyi-i Nefîse-i Şâhâne, bu yolculuktan sekiz sene önce Güzel Sanatlar Akademisi unvanını almıştı. Taut’un Akademi’ye gelişi mimarlık bölüm kitapçıklarına basılmış, gerçekleştireceği reform gazetelerde ilan edilmişti. Ernst Egli’nin yerine vazifelendirilen Taut, yeni kurulan Cumhuriyet için çeşitli yetkilerle donatılmıştı: Eğitim vermek, eğitimi kurgulamak ve eğitime uygun bir altyapıyı tasarlamak. İşte bu amaçla nihayete erdirilmiş olan Mimarî Bilgisi, ülkemizde mimarlık bağlamında yayımlanmış ilk kuramsal kitaptır. Kitabın taslaklarını Japonya’da hazırlamaya başlayan Taut, metnin kuramsal altyapısına, kendi adıyla kurduğu Atölyesi aracılığı ile mekânsal bir gerçeklik kazandırmıştı. Çifte Saraylar arasındaki boşluğu yıllar önce tanımlayan Taut Atölyesi, Akademi’nin yanı başında, boğaza nazır, fakat bir o kadar da içe dönük bir yapıya sahipti. Cemile Sultan Sarayı’ndan girilen iki kat yüksekliğindeki atölyeye, küçük bir sahanlık ve peşi sıra gelen birkaç basamakla çıkılmaktaydı. Rıhtım ve bahçe arasında bir köprü gibi uzanan atölyenin ışık ve gökyüzü ile olan ilişkisi, Taut’un kıblesi Kant’ın Königsberg’deki mezarını anımsatmaktadır. Taut Atölyesi, ilk defa 1937 yılı sonbaharında öğrencilerini karşılar. Taut mekânsal düzenlemelerin yanı sıra, öğrencilerin kullanacağı masaları da tasarlamıştır. Maruf Önal anılarında bu deneyimini şu sözlerle dile getirmiştir: “Taut birinci sınıfları ben okutacağım demiş. Âdeti ilk sınıflara gitmekmiş. Muntazam masalarımız var, ön kapak açılıyor, proje koyuyoruz, çekmeceli. Herkese bir masa verdiler, ıhlamur masalar, 90×150.”3
Öğrencilerin öğrenimi üzerinde hassasiyetle durur, “küçük Tautlar”4 yetiştirmek istemez ve raporlarıyla mevcut düzene eleştiri oklarını yöneltir. Uzmanlık alanlarının özerkleşmesine vurgu yapar ve öğretim üyelerini de eleştirmekten geri durmaz: “Sonuçlar doyurucu olmadığı takdirde, sonuçlar ve tek tek öğretim elemanlarınca uygulanan yöntemler tartışılır olur.”5
Yabancı mimar sorununun yaşandığı bir ortamda, elbette ki mevzu bahis Taut değildir. Yarışmalardaki jüri üyelikleri, Anıt Koruma Çalışmaları için hazırladığı raporlar, tarihi bölgelere yaptığı teknik geziler, meraklılar için düzenlediği yaz okulu ve 1938 yılı Haziran’ında açılan sergisi ile Akademi dışında da hayranlık uyandırır. Dönemin mimarlık belleğini tutan Arkitekt dergisinin müellifi Zeki Sayar, Taut’u şu sözlerle anlatmıştır: “Hiç kuşkusuz Türkiye’deki en enteresan binası Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’dir. Bu yapıda E. Egli ve C. Holzmeister’de gördüğümüz ‘kuruluk’tan söz edilemez. Söz konusu yapı, geleneksel mimarimizin etkisiyle daha sıcak, insani ve duyarlı bir karakter sergiler. Bruno Taut’un Akademi’de açtığı kişisel sergisini hatırlıyorum. Gerçekleştirdiği projeler yanında tasarladığı mobilya, aydınlatma elemanları ve hatta kumaş desenlerine yer vermişti. İlk defa o zaman bir mimarın kumaş desenleri de tasarlayabileceğini görmüştük. Çok hoşumuza gitmişti. Prof. Taut Türkiye’de Mimarlık [Mimarî] Bilgisi başlıklı bir kitap yayınlamıştı. Kitabın bazı bölümlerini Arkitekt dergisinde yayınlamıştım.” 6
Şüphesiz ülkenin ilk ve tek mimarlık kurumunun başında olduğunun farkındadır. Bu mesuliyet ona Japonya’dan sonra ilaç gibi gelmiştir ve köklerini salmak üzere Ortaköy sırtlarında bir yuva inşa eder. Bakanlıktan on yıllık bir sözleşme talep eder. Vefatından kısa bir süre önce bu sözleşme bakanlık tarafından beş yıl olarak kabul edilmiştir. Bu, Taut’a olan güvenin göstergesi olarak bir ilktir. Bir yandan eski çalışma arkadaşlarını Türkiye’ye davet eder. Carl Krayl’a yazdığı mektupta içinde bulunduğu koşulları şu sözlerle anlatmaktadır: “Özgürce mimarlık yapıyor ve ders veriyorum, dış etkiler açısından özgürüm, çünkü Atatürk uzmanlık alanlarına karışmıyor, manen ise – kendi sınırlarımın içinde- özgürüm.” 7
Bu onun eski başkente ilk gelişi değildir. Savaş nedeniyle gerçekleştirilemeyen Türk – Alman Dostluk Yurdu Yarışması vesilesiyle çıktığı doğu seyahati, Reiseeindrücke aus Konstantinopel (1916) izlenimlerinden de anlayabileceğimiz üzere, Alpler Mimarisi (1919) ve Kent Tacı (1919) kitaplarındaki ideallerine esin kaynağı olmuştur. Meçhule değil ütopyalarına, kendi deyimiyle “yaşarken bir büyüklüğe yerleştirildiği”8 bir yolculuk olmuştur. Öyle ki çalışma arkadaşları ve dostlarına İstanbul’a gömülmek istediğini vasiyet etmiştir. Berlin’in dışında küçük bir kasaba olan Chorin’de başlayan pastel çalışmalarının sonuncusunu Cumhuriyet’in kurucusu için başkent Ankara’daki bir otel odasında hasta haliyle gerçekleştirmiştir. Anıtkabir çalışmalarına katılabilmek için yaşamının son ayında İstanbul-Ankara arasında mekik dokumuştur. Bir sinema dönüşü Ortaköy’deki evinde vefat etmiştir.
Cenaze töreni ile ilgilenme görevi çok yetenekli bulduğu öğrencisi Mehmet Ali Handan’a verilmişti. Taut ile ilişkisini usta-çırak ilişkisi olarak tanımlayan Handan, o günü şu sözlerle aktarmaktadır: “Naaşı Akademinin deniz yönüne bakan çıkmalarından birine getirildi. Nika [Licco] Amarisimli Musevi kemancı J.S. Bach’tan kısa bir parça çalmıştı. Hüzünlü bir seremoniden sonra Edirnekapı Şehitliği’nde toprağa verdik. Daha sonra ben Avrupa’ya gittim. Oralarda kendimi Auguste Perret, Le Corbusier gibi çok ünlü mimarlara Bruno Taut’un talebesi olarak tanıtırken hep gurur duydum. Bugün hala aynı gururu taşıyorum.”9 Mezar taşı Mebani Bilgisi Piri Arif Hikmet Holtay tarafından tasarlanmıştır. Bir devlet nişanesi olarak olsa gerek Edirnekapı Mezarlığı’na defnedilen ilk gayrimüslim olarak devlet kayıtlarına geçmiştir. Mezarı başında yapılan törende Taut’un bıraktığı ayak izini, asistanı Şinasi Lügal şu sözlerle ifade etmiştir: “Memleketimize gösterdiği muhabbetin samimiyetini hayatından sonra da topraklarımızdan ayrılmamak arzusu ile ispat etti. Biz de onu kalplerimizden hiçbir vakit ayırmayacağız…” 10
Kendi atölyesinde gerçekleştirdiği kişisel retrospektifinden 80 yıl sonra, 2018 yılında Prof. Bruno Taut anısına Mimar Sinan Salonu’nda düzenlenen sergi ile birlikte Mimarî Bilgisi’nin yeniden basımı gündeme gelmiştir. Bir duvarcı çırağının 58 yıllık yaşamı üzerine kurguladığı mimarlık öğretisinin özgün ve ilk baskısından 82 yıl sonra yeniden basımı, Akademi’nin koridorlarındaki temenniyi gerçekleştirme arzusundadır. Cumhuriyet’in aleve dönüşen kıvılcımları arasında yer alan Mahmut Sadi Irmak’la başlayan tercüme süreci ihtisas farklılığı nedeniyle, Şinasi Lügal’a devrolunmuş ve akabinde görülen lüzum üzerine Adnan Kolatan tarafından bir yıl gecikmenin sonunda tamamlanmıştır. Türkiye’deki üçüncü yılında Türkçe ders vermeye hazırlanan Taut için, bakanlığın şart koştuğu çevirmenler yardımıyla Türkçe ders kitabı hazırlaması zorunluluğu, Taut’un erken döneminde başladığı yayıncılık kimliği ile tamamen örtüşmüştür. Yaşanan süreç ve beklentiler, çeviride kuşku yaratmakla birlikte, bakanlıkla yapılan yazışmalar gösterilen hassasiyeti de anlatmaktadır. İlk baskısına Beyoğlu Tünel’de (Haşet kütüphanesi), Cağaloğlu Bâb-ı Âlî’de (İkbal, İnkilâp, Kanaat, Suhulet, Üniversite kütüphaneleri ve Necati Memduh Kırtasiye Mağazası) ve Ankara Ulus’ta (Akba kütüphanesi) rastlamak mümkündü. Güzel Sanatlar Akademisi Neşriyatı ile varolan öğreti, Türkçe baskısı ile bir ilk olduğu, günümüz mimarlığını mevcut tercümesiyle biçimlendirdiği ve bu tercümenin tek defaya özgü ifadesinin bozulmaması amacıyla, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Yayınları tarafından 82 yıl sonra tıpkı basımı planlanan özgün bir temel kaynaktır.
Taut Atölyesi maalesef günümüzde fiziksel olarak bulunmamaktadır. Bruno Taut’un yıllar önce Fritz Karsen ile birlikte Berlin’de bir deneme sınıfı ile başlayan pedagojik eğitim çalışmaları Akademi’de vücut bulmuştur, Taut Atölyesi hayalindeki eğitim reformunun fiziksel karşılığıdır. Hafıza mekânı olarak akıllara kazınmıştır. Öğrencilerin eğitim görmesi için tasarlanan masanın son numunesi Resim Bölümü tarafından Akademi bünyesinde korunmaktadır. Beaux-Arts ekolü ile yola çıkan müfredatın ilk çeyreği, Bauhaus’tan esintilerle yeniden şekillenmiştir. Eğitimin özellikle ilk yarısında konuta ve barınmanın kutsallığına atfedilen önem, ikinci yarısındaki dikey proje atölye süresince eskizin önemini sürekli vurgulayan öğrenci atölyeleri ile desteklenmektedir. Atölye boyunca konu-yer-hoca seçiminde öğrenciyi tamamen özgür bırakan yaklaşımı, usta-çırak ilişkisinin altını çizen yelpazesi ile Unesco-UIA onayını Türkiye’de ilk kez alan özgün bir ekol oluşturmuştur. Mahmut Şükrü Işık’ın deyimiyle Hocamız Dâvûd’un11; Mehmet Ali Handan, Muammer Onat, Ataman Demir ve Celal Esad Arseven, Hamit Kemali Söylemezoğlu, Bülent Özer aracılığıyla kuşaktan kuşağa aktarılan Mimarî Bilgisi, kurumun özgün mimarlık öğretisini kurgulamış ve inşa etmiştir. Taut’un Akademi Reformu’nun izlerinin günümüzde hâlâ okunabildiği eğitim-öğretim, Güzel Sanatlar Akademisi Mimarî Şubesi Şefliği yerine Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölüm Başkanlığı çatısı altında yüzyılı aşkın süredir devam etmektedir.
Bir kitap, kitap okumak için bir masa, masada oturan talebeler için bir çatı (atölye) ve okuyucu (talebe) ile muallim arasında tüm bu ilişkilerin nasıl kurulacağına dair bir hayal, Mimarî Şubesi Şefi Prof. Bruno Taut tarafından tasarlanmıştır. Bu renk kartelası içindeki belki de en uzun soluklu olacak eseri Mimarî Bilgisi üzerine düşünceleri ise okuyucuya bırakıyorum.12