Cam Pavyon, Bruno Taut
1914 yılında, Köln’ de düzenlenen Werkbund Sergisi için, Franz Hoffmann ile birlikte tasarlayıp inşa ettiği “Cam Ev” adlı pavyon, malzemesiyle ve iç mekânıyla, modern mimarlık alanında dikkate alınması gereken bir yapıdır. Glashaus/Camev, bir yandan teknik ilerlemenin bir örneği, öte yandan toplumu yenilemenin manifestosuydu. Bruno Taut’un bir yapıya ilişkin vizyonu, o yapının müzik de dahil bütün sanatları ışık ve renk tarafından aydınlatılan bir mekan kompozisyonunda eritmekten başka bir işlevinin olmadığı yolundaydı. Alman cam endüstrisi için bir reklam niteliğinde olan bu yapıt, Taut’un kendisine örnek olarak seçtiği dışavurumcu şair ve yazar Paul Scheerbart’in (1863-1915) Glasarkitektur (1914) adlı kitabında cam ve beton mimarlığı üzerinde yazdığı düşüncelerin üç boyutta gerçekleşmesiydi. Taut’un Scheerbart’a armağan ettiği bu yapıtı, beton bir kaide üzerine oturan ondört köşeli beton ve cam tuğladan bir kasnak ve bunların taşıdığı çift çeperli cam kubbeden oluşuyordu. Jeodezik yapıda olan bu yapı ve bunları birleştiren ince beton öğelerden, iç kubbe ise renkli camlardan yapılmıştı. Cam, katı duvar sınırlarını kaldırarak iç ve dış mekân arasındaki bağıntının camla sağlanması ve geçmişte görülmeyen bir kubbe strüktürünün kullanılması yapıyı önemli kılan etmenlerdendir. Taut’un, bir yapı malzemesi olarak camla ilişkisi bu kadarla kalmamış olup; bir yönüyle hayli gerçekçi düşünen ve öyle davranan bu mimar, yüksek bir dağın en tepesine kondurulmuş bir cam kubbeyi de içeren ve “Alpin Architektur” adını taşıyan bir ütopya geliştirmiştir. Aslında, Taut sadece bir mimar değil, aynı zamanda kendi kendini yetiştirmiş bir düşünürdür. Sanatta piramidi andıran bir hiyerarşi olduğunu ve bu hiyerarşiden kurtulmanın yolunun inşadan geçtiğini savunur.Ütopya nedir? Hiç ol(a)mayacak olanın hayalini yaratmak mıdır? Bu hayali gerçeğe aktarmak için yöntemler bulmak mı? Taut’a göre güvenilir, gerçek ütopya, illüzyonun bataklıklarında yüzmez; inancın ve bilginin ışığında varolur. Endüstri devriminin sonucunda, yok olmaya yüz tutan şehirler sıkıcılık kaynağı olmuştur. İşte bu sıkıcılığı ancak, ışıklı, transparan yapılar ve şiir giderebilir. Alpine Architektur kitabında; dünyayı dönüştürerek dağları binalara çeviren hayalî bir şehir öngörmüştür. Bu şehrin amacı halkı birleştirmek olup, planın atom merkezli tasarlanmasından dolayı kent-merkezlidir. Taut aynı zamanda insanların bir arada yaşadıkları evler, kendi ihtiyaçlarını kendi ürettikleri bir şehir hayal eder. Işıldayan bu kristal yapının içinde opera, kütüphane, tiyatro, müze ve restoranlar yer alır. Taut’un mimariye özgü bu düşünceleri daha sonra oluşturduğu şehircilik ilkelerine de yansımıştır. Bahçe-kent ilkesiyle oluşturduğu şehir planlarında, yüksek görüntüsüyle kentin üstünde etkili olabilecek, üzerinde güneş ışınlarının parlayacağı, çevresinde tüm kentsel öğeleri barındıran rengarenk kristal bir yapı öngörmektedir.
1921 yılında Magdeburg kentinin baş mimarı olan Taut, bozulan eski kent merkezini yeniden canlandırmada, bu ütopik düşüncelerini az da olsa uygulayabilme yollarını aramıştır. 1925’den 1932 yılına dek, çoğu bugün de duran onbinden fazla konut yapmıştır. Berlin-Britz’deki (1925-31) ve Berlin-Zehlendorf’taki (1926-31),15 toplu konutu dönemin en iyi örneklerindendi.
Bruno Taut, Türkiye ile ilişkisini ilk olarak 1916 yılında Werkbund üyelerinin de mensup olduğu on bir ileri gelen mimarların rol aldığı “İstanbul’daki Dostluk Evi” yarışmasında geliştirme fırsatı bulur. Taut, 1927 yılında uluslarası yapı sergisiyle Werkbund mimari ve ürün tasarımı yenilikçisi olarak ödül almıştır. O zamanda yenilikçi ve tasarruflu yöntemler kullanarak konut yapımlarında gelişim sağlandı ve konutun eski sanayi tipi yapılardan ayrıştırılması sağlandı. Bu arayışa katılan mimarlar şunlardı: Victor Bourgeois, Le Corbusier, J.J. P. Oud, Mart Stam, Peter Behrens, Walter Gropius, Ludwig Mies van der Rohe, Hans Poelzig, Hans Scharoun, Max ve Bruno Taut. 1929 yılında yazdığı ‘Avrupa ve Amerika’da Yeni Yapı Sanatı’ adlı kitabında fonksiyonel olanın daha güzel olacağını vurgularken, modern mimarlığın gitgide artmasından dolayı ortaya çıkacak sosyo-kültürel çeşitliliğin sorun çıkaracağını o tarihte öngörmüştür. 1930’lu yıllar dikkatle incelendiğinde, Taut yapılarında oran ve işlevi ön plana çıkartır.
Bruno Taut’un boğaza bakan evi
Bruno Taut 1931 yılında Sovyetler Birliği’ne bağlı bir acentanın açtığı otel yarışması sebebiyle bir süre Moskova’da kalmıştır. Buradaki ortamın karmaşık olduğunu görünce tekrar Berlin’e dönme kararı almıştır. Fakat 1933 yılında, Almanya’da ortaya çıkan politik sorunlar ve nazi iktidarı orada kalmasına fırsat vermez. Bunun üzerine 1930’lu yıllarda birçok mimar, bilim insanı, sanatçı gibi Taut’ da Almanya’dan kaçmıştır. Böylece Taut için yurtsuz bir dönem başlamış olur. 1933 yılında İsviçre üzerinden Japonya’ya gider. Orada iç mekan ve cephe tasarımı dışında mesleki pratiğini yapamaz ancak Japon kültürü ve yapı geleneği onu çok etkiler. Yaşadığı süre içinde Japonya’nın birçok şehrini gezen Taut “Mimari Öğreti”yi kaleme alır. Bu yazısında “Proportion/Oran” kavramı düşüncelerinde ve kentsel ilkelerinde önemli bir yer tutmaya başlar. 1936’da, Prof.Dr. Hans Poelzig’in ölümü üzerine Taut, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümü’ne öğretim üyesi olarak atanmıştır (Bazı yazılarda bölüm başkanı olarak atandığı yazılır). Aynı zamanda Türkiye Cumhuriyet Milli Eğitim Bakanlığı İnşaat Bölümü Şefi rolünü üstlenmiş olup, kendi yenilikçi fikirlerini eski yapılarda geliştirme fırsatı bulmuştur. Türk Mimarlık alanında hem eğitici hem de uygulamacı bir yere sahip olan Bruno Taut, 1938 yılında basılan ‘Mimari Bilgisi’ kitabında mimarlığın kuramsal alanını kaleme almıştır. Taut’un eğitimci yönü Almanya’da Charlotten Yüksek Fen Okulu’nda profesörlük yaptığı yıllardan gelmektedir. Almanya da iken dogmatik düşünceleri benimsemeyip öğrencileri ile arkadaş gibi ilişkiler kurduğu için insanları sevdiği söylenmektedir. Türkiye kısa süre akademi alanında olmasına rağmen, öğrencilerin de onu çok sevdiği bilinmektedir. Türkiye’de sadece 2 yıl geçirmesine rağmen 24 projeyi uygulamaya geçirmiştir. Bu projeler anlattığı tüm kuramsal yazıların pratiğe geçirilmiş halidir. Yazdığı yazılarda da belirttiği üzere, yapılarında modern ve geleneksel mimariyi birlikte kullanmış olup; renk kullanımı, saçaklar, güneş kırıcılar gibi etmenleri iklim koşullarını da göze önüne almıştır. En önemli yapılarından; Ankara’daki Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi binasıdır. Rebii Gorbon aynı yapıt hakkında, “…Türk mimarisinden esinlenmek hevesinde idi ve Türk mimarisinin kökenini özel bir altın kesit araştırmalarına bağlı gibi telâkki ediyordu. böyle bir çalışmanın çabaları içinde hazırlanmıştı,” der. Fakülte binasının sol giriş kanadındaki Erken Osmanlı duvar örgü biçimlerinin değişmesinden oluşan duvar şekli Mimar Sinan’a duyduğu hayranlığa örnektir. Taut bu yapıya çok önem vermektedir; çünkü modernizmi ve geleneksel mimariyi sentezleme çabası bu yapıda görülmektedir. Ankara’nın ana aksı Atatürk Caddesi’ne bakan cephesi anıtsallık özelliği taşımaktadır. Ön cephede giriş yükseltilmiş, merdivenler ve saçakla vurgulanmıştır. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, ana aksına bakan anıtsal cephe, Türkiye’nin modernleşme ve batılılaşma döneminde bir simge rolü olmasını hedeflemiştir. Taut’un kendi evi Türkiye’de yaptığı yapılardan özgündür. İstanbul’da Ortaköy Emin Vafi Koruluğu’nda tasarlanmış olan yapı Boğaz’a bakar. Yapı arkadan toprağa otururken, ön kısmı iki ayaklı betonarme kolon üzerinde boğaz manzarasını görmektedir. Taut bu yapısında hem doğu hem de batı kültürlerinden esinlenerek bir yapı tasarlamak ister. iki kolona oturan ön taraf iki katlı ve sekizgen planlıdır. Alt kısım tek kat olarak tasarlanırken, manzarayı görme amaçlı pencerelerin sıraları daha açık biçimde tasarlanmıştır. Bu küçük yapı için, “eskinin gelenekleriyle çağdaş uygarlık arasında bir sentez yakalamaya çalışmalı, ancak bu arayışın tek taraflı olmasından kesinlikle kaçınmalıyız” demiştir. Taut’un en son tasarladığı yapı, Atatürk’ün ölümü üzerine yaptığı katafalktır. Atatürk ile aynı yıl, 24 Aralık 1938’de vefat etmiştir. İstanbul’da, Edirnekapı Mezarlığı’nda toprağa verilmiştir.
Taut’un hayatı göze alındığında, tüm yaşamını mimarlığa ayırması ve aynı zamanda mimarlığın toplum üzerindeki etkileri üzerinde durması dikkat çeker. Bu yönü, hem hayatı boyunca kaleme aldığı yazıları hem de uygulamaya koyulan binalarıyla mimarlık ortamına bulunduğu katkı ile anlaşılmaktadır. Aynı zamanda, 1930’lu yıllarda Türkiye’nin gelişmesi ve ilerlemesi açısından önemli olan anıtsal, neo-klasik tarz yapılar ile devletin otoritesini göstermek dönemin mimarları tarafından hedeflenmiştir. Fakat Taut bu göndermeyi kesinlikle reddedip, 1930’lu yılların neo-klasik havasına karşı koyan tek alman mimardır. Taut’un erken ölümü nedeni ile, fikirleri, mimari anlayışının mimarlık dünyasında önemsenmediği düşünülebilir. Bruno Taut Türkiye ve Dünya mimarisinde, gerek kaleme aldığı yazıları gerek ise dünyada ve ülkemizde yapılmış olan yapıları bizlere kattığı en güzel örneklerindendir.
KAYNAKÇA
1. Boyacıoğlu, E. Bruno Taut https://www.academia.edu/
2. Kunak, G. (2014) Bruno Taut: Bir Ütopya Düşkünü, http://www.e-skop.com/
3. Aslanoğlu, İ. Dışavurumcu ve Usçu Devrinde Bruno Taut. ODTU Mimarlık Fakültesi Dergisi, cilt 2, sayı 1, 1976. http://jfa.arch.metu.edu.tr/archive/0258-5316/1976/cilt02/sayi_1/35-48.pdf
4. Çiftçi, K. Bir Cumhuriyet Sevdalısı Alman Mimar Bruno Taut https://www.marketingasya.com/
5. Tümer, G. (2007). Taut’un “Mimarî Bilgisi” Üzerine Notlar. Mimarlık Dergisi, sayı 337, 2007.
6. SÖZEN, M. ve TAPAN, M. 50 Yılın Türk Mimarisi. İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, n.122, 1973.
7. Tek ve Sıra Evler. Arkitekt, n.8, 1937, ss. 211-218.