Beyoğlu'nun farklı sermaye gruplarının istilası sonucu çeşitli projelerle ‘’Soylulaştırılmasına’’ tepki gösteren güzel insanlara ithafen...
Banker ailelerin, nüfuzlu elçilerin, varlıklı beylerin evladı olarak doğdu Beyoğlu, adından belli… 7 sülalesi de soylu, yabancı sermaye. Bugün içinde yaşadığımız semtin kuruluş ve imar sürecine, kurucu sermaye gurupları ve ailelerinin tarihi öykülerine ‘geniş ölçekte’ baktığımızda günümüz Beyoğlu’nda kentsel ve sosyal ölçekte süre giden dönüşüm operasyonlarının psikolojisini daha net okuyabiliyoruz.
Galata semti, Bizans döneminde tüccarların ve bankerlerin merkezi olarak ünlenen bir semtti. İstanbul’un fethinden sonra Rum, Venedikli ve Cenevizli birçok tüccar ve bankacı şehri terk etmişti. Kanuni Sultan Süleyman döneminde Fransa’yla yapılan sözleşme ve uygulamalar ile sermaye sahibi banker ve tüccarların tekrar işleri başına dönmeleri teşvik edildi, bunların cemaat teşkilatı kurmalarına, örf, adet ve dinleri kadar iktisadi faaliyetlerini de serbestçe icra etmelerine izin verildi. Bu uygulamalar Osmanlı İmparatorluğu’nun mali yönden güçlenmesine büyük katkı sağlarken, aynı zamanda İstanbul’da ve Doğu Akdeniz’in liman kentlerinde daha sonraları Levantenler olarak anılan azınlıkların güçlü bir konum kazanmasına zemin hazırladı.
1854 yılında Devlet, Kırım Savaşı sırasında ilk kez dışarıdan borç almak zorunda kaldı. Bunu ikinci (1855), üçüncü (1858), dördüncü (1860), borçlanmaları izledi. Galata sarraflarından alınan borçlar da 80 milyon altın lirayı aştı. Bunlar için rehin verilen mücevherlerle borç senetlerinin bir bölümü yabancı tüccar ve bankerlerin eline geçti.
1856’da İngiliz sermayesiyle kurulan Osmanlı Bankası’nın İngiliz ortakları, şirkete yeni katılan Fransız ortaklar ve Osmanlı makamları tarafından imzalanan sözleşme ile 4 Şubat 1863 günü Bank-ı Osmanî-i Şahane kuruldu. Banka, Osmanlı İmparatorluğu’na borç kaynağı yaratacak, borçlanmalarda aracı rolü üstlenecek ve gerekli gördüğünde para basma hakkını kullanacaktı. 17 Şubat 1875’te imzalanan yeni bir sözleşme ile Banka, imparatorluğun hazinedarı konumuna getirildi. Böylece bütçenin hazırlanmasında ve uygulamasında söz sahibi olarak, hazine işlemlerinde de tekel durumuna geldi.
Bank-ı Osmanî-i Şahane İlanı ve 1876’da darbe ile indirilip öldürülen Sultan Abdülaziz Han
20 Aralık 1881’de imzalanan Muharrem Kararnamesi’nin 15. maddesi gereğince Düyun-ı Umumiye İdaresi kuruldu. Yönetim kurulunda İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan, Avusturyalı ve Hollandalı alacaklıların temsilcileri vardı. Bu kurumla birlikte Osmanlı ülkesine “yabancı sermayeli işletmecilik” geldi, doğrudan yabancı yatırımlar başladı, büyük ve hızlı bir gelişme gösterdi.
19. Yüzyılın ilk yarısında, bankerler yavaş yavaş Galata ve çevre sokakları içinde yeni bir ticari koloni oluşturmaya başladılar. Osmanlı dış ticareti daha önceki dönemlere göre hiç görülmemiş boyutlarda büyüdü, dünya kapitalist sistemi ile bütünleşti ve Beyoğlu uluslararası bir ticaret merkezi haline geldi. 18. Yüzyılın sonunda henüz yollarının dahi düzensiz olduğu bir banliyö görünümündeki Beyoğlu artık Fransız, İngiliz, Hollanda, Venedik, Rusya, İsveç, İspanya, Prusya ve Napolili diplomatların kışlık malikânelerinin bulunduğu, yabancıların, tüccarların, bankerlerin, armatörlerin ve kozmopolit bir çevreye yerleşmek isteyen zenginlerin Paris modasını taklit ederek yaşadıkları bir yer olmuştu.
Banker Kamondo Ailesi; yaptırdığı han ve apartmanlar ile Galata’nın kentsel gelişiminde büyük rol oynadı. İstanbul’da ilk belediye ve modern eğitim kurumlarının oluşumunda da rol alan Abraham Salomon de Kamondo’nun daha düne kadar metruk halde çürüyen Han’ında bir zamanlar Padişahın diş doktoru Hantz Von Der Heyde, Kamondo’nun mimarlarından Gustave Tedeschi, İstanbul kulübü yöneticisi Zankovitch, kuyumcu Neubauer gibi seçkin şahsiyetler otururdu. Kamondo ailesinin İstanbul’daki apartmanlarının sayısı bir dönem 255’e ulaşmıştı. (Onca varlıktan ve şöhretten sonra ailenin bir Nazi kampında yok olup gittiği de yazılıdır.)
Solda; Abraham Solomon ve Nissim Kamondo. Sağda; Moise de Kamondo
‘Sarıca zadeler’ olarak da anılan Sarıca Ailesi; Moda, Caddebostan, Beyoğlu ve Elmadağ’ da yaptırdığı köşk, apartman ve pasajlarla İstanbul’un kentsel gelişimine damgasını vurmuştu. Ailenin küçük oğlu Sarıca Arif Paşa padişahın özel doktorluğunu yaptı. Ailenin büyük oğlu Ragıp Paşa ise Sultan Abdülaziz sonrası dönemde sarayın başmabeyincisi oldu. Saray politikalarına olduğu kadar ticarete de yatkındı. Madencilikle uğraştı, Umurca Rakı Fabrikası’nı kurdu, Beyoğlu ve bazı diğer semtlerde Ragıp Paşa Apartmanı, Anadolu, Rumeli ve Afrika Pasajları gibi birçok gayrimenkul yatırımları yaptı. (İkinci Abdülhamid’in 1909’da tahtından indirilmesinden sonra rütbeleri alınan Ragıp Paşa Midilli’ye sürüldü.)
Sarıcazade Ragıp Paşa’nın üçüncü kuşaktan 7 torunu, üzerinde dev Adliye Sarayı inşaatı devam eden Şişli’deki 55bin m2 Abide-i Hürriyet Meydanı’nın mülkiyetinin kendilerine ait olduğunu öne sürerek 2010 yılında mahkemeye başvurmuştu
Thomas Tucker ve mülkiyetindeki arazinin haritası (Istanbul,1900’ler)
Lorando ve Tubini aileleri, Whittall’ler, Lafontain’ler, Tucker’lar 1870 sonrası Moda semtinin gelişmesinde, sosyo-kültürel şeklini almasında etkili oldular. (Lorando ve Tubini adındaki Fransız Bankerler, Sultan Abdülaziz’e verdikleri 500 bin altın, faiziyle birlikte 750 bin altın borcu geri alamadıkları için, Fransa kanalıyla alacaklarına karşılık Midilli Adası’nı 1901’de işgal ettirmişler, ada’daki Osmanlı gümrüğüne el koydurmuşlardı.)
Solda; Whitehouse, Woods, Sağda; Tubini, Whittall, Lafontain aile fertleri ve cemiyet mensupları (Moda)
Balyan, Araboğlu, Aslanyan, Beyleroğlu, Camcıoğlu, Cezayirli, Zildjian aileleri fotoğrafçılık, matbaacılık, tiyatroculuk müzisyenlik ve mimarlık gibi meslek ve uğraşlarıyla İstanbul’un kültür ve sanat ortamını geliştirdi. Blumenthal, Çituri, Glavani, Gritti ailelerinin pek azının üyeleri bugün İstanbul’da yaşasa da bu ailelerin yaptırdıkları binalar İstanbul’un dört bir yanını süslemekte. Tanzimat’la birlikte mülk edinme haklarını edinmiş geçmişin nice aile ve cemiyetleri, Beyoğlu’nu şekillendirip geliştirerek bugünün Paris’ine çevirdi.
1868 yılında Paris Büyükelçisi Cemil Paşa ile Hariciye Nazırı Fuad Paşa’nn katkı ve girişimleriyle Sultan Abdülaziz Han tarafından hizmete açılan Mekteb-i Sultani, devletin önemli kademelerindeki eğitimli eleman açığını kapamak amacıyla, Osmanlıca ve Fransızca eğitim veren ve her dinden öğrenci kabul eden bir eğitim kurumu olarak 600 öğrenci ile ilk eğitim yılına başladı.
İlk müdür Mösyö De Salve’nin çabalarıyla okula, ders araç ve gereçlerinden karyolalara kadar bir çok eşya Fransa’dan getirtilerek öğrencilere seçkin bir ortam sunuldu.
Abdullah Biraderlerin objektifinden ilk öğrenciler ve bugünkü adıyla Galata Saray Lisesi
Sadrazam Mustafa Reşit Paşa’nın da bankerliğini yapan Abraham Salomon de Kamondo’nun katkı ve girişimleriyle bölgedeki ilk kentsel tadilat ve reformlar 1857 ve 1858 tarihli nizamnamelerle başladı. İstanbul, 14 belediye dairesine ayrıldı. Beyoğlu, ilk uygulama olmasına rağmen buraya “6. Daire” denildi. Nedeni ise Fransa’nın Paris’indeki “Sixeme Arrondissement” (6. Bölge) diye bilinen belediye biriminin kentin en çok imar gören bölgesi olmasıydı. Belediyenin temel amaçları ticareti düzenlemek ve Avrupai kent hizmetlerini getirmek olarak belirlendi. 6.Dairenin en önemli icraatlarından biri 1864 yılında Galata Surlarının yıkımı oldu. Belediye binası 1869’da inşa edildi. Beyoğlu Belediyesi’nin ilk başkanı Blacque Bey.
Adını Paris’in en çok imar gören belediyesinden alan 6.Daire binası (Beyoğlu Belediyesi – 1869)
1869 yılında kurulan ve tramvay tesis ve işletme imtiyazını alan “Dersaadet Tramvay Şirketi”‘ kurucu hissedarları arasında Societe Generale de L’Empire Ottoman, Banker Hristaki Zağrapos, Banker Baspalli, Avusturya-Türk Bankası kurucularından Banker G.Casanova Ralli, R.Edwards, Mösyö Kzano, Mösyö Zarifi, şirketin müdürü tüccar Viterbe ve şirketin temsil hakkını elinde tutan Konstantin Karapano Efendi ile birer ikişer hisse ile halk grupları bulunmakaydı.
Fransız mühendis Eugéne- Henri Gavand, Galata-Pera arasında demiryollu taşıma projesi hazırladı ve Sultan Abdülaziz Han’dan 1869 tarihinde gerekli imtiyazı alarak 1871’de “The Metropolitan Railway of Constantinople From Galata to Pera” isimli bir İngiliz şirketi kurarak metro inşaatına başladı. 573 metre uzunluğundaki tünel 1875 tarihinde açıldı. 150 CV. gücündeki iki buhar makinesi Creusot Şirketi’nin, vagonlar David Desouche ve Ortakları’nındı. (1971’e kadar buhar gücüyle çalıştı.)
1875-1971 yılları arasında buhar gücüyle çalışan Galata-Pera tramvay hattı.
Ermeni banker Agop Köçeyan’ın kışlık aile konağı olarak 1870’lerde inşa edildi. Bugünkü pasaj kısmı aslında at ahırı olarak yapıldı. Zamanla ihtiyaçlar doğrultusunda binanın mimari şekli değiştirilerek bugünkü pasaj kısmına ilaveler yapıldı ve konak kısmıyla birleştirildi. Konak daha sonra Köçeyan tarafından Taksim Vosgeperan Ermeni Kilisesi’ne hediye edildi. 1985’te ise yapıyı devlet hazinesi devraldı.
15 Nisan 1871’de törenle açılan pasajın yatırımcısı, Rum bankerlerinden ve Adalar’ın eski belediye başkanlarından Kiryako Hacopulos (bir başka kaynağa göre Yorgo Hacopulo). Pasaj, İstanbul modasını belirleyen bir özellik taşıyordu. Ünlü kadın ve erkek terzileri, şapkacılar, düğmeci, işlemeciler ve namlı modelistler buradaydı. Has ipekten astarlar, ibrişim ve kordonetler burada satılırdı. İstanbul’un sanat ve kültür hayatında derin izler bırakmış mekânlardan biri olarak tarihe geçti.
Rum banker Hacopulo’nun 1871 yılında Galatasaray’da yaptığı gayrimenkul yatırımı.
1875 yılında Tüccar Theodor Sıvacıyan tarafından aile konutu olarak inşa ettirildi. Fransa’da imal edilen kapılarıyla, İtalyan ressamların uyguladığı tavan bezemeleriyle donatılan binanın üst katlarında Sıvacıyan ve ailesi otururken, giriş katı da Bay Apolonatos tarafından ecza laboratuarı olarak işletildi. 1907 yılında Hüseyin Hasip Efendi binayı 13 bin 500 liraya satın aldı ve Beyoğlu Posta-Telgraf Merkezi’ne dönüştürdü.
Bugün meyhane olarak bilinen pasaj aslında 1876 yılında Osmanlı’nın Rothschild’leri olarak adlandırılan “Galata Bankerleri” cemiyetine mensup Rum banker Hristaki Zografos Efendi tarafından pasajlı konut olarak yaptırıldı. Yanarak yıkılan Maruni Naum Efendi’nin ünlü ahşap tiyatrosunun arsasını satın alarak Paris esintisinde yapılan 24 dükkân ve üstünde 18 lüks daireden oluşan binasının girişine “Cite de Pera” adı kazındı. Binanın mülkiyeti 1908 yılında Sadrazam Said Paşa’ya geçti.
Cite de Pera ön cephesi ve pasaj iç koridorlardan birinin görünümü
Sultan II.Abdülhamit’in dış ilişkiler temsilcisi, aynı zamanda Sarıcazade’lerin büyük oğlu olan Ragıp Paşa tarafından Beyoğlu’nda yaptırılan pasajlı konak üçlemesinden ilkidir. 1878 yılında Fransız ve İtalyan mimarlarının ortak çalışmasıyla yapılan binanın tuğlalarının üzerlerinde Marsilya’dan gelip Constantinopol’e gittiğini belirten mühürler yer alır. Zemin ahşaplarının ise Afrika’dan geldiği söylenir. Orjinal adı ”Cité de Roumélie” olup 3 bloktan oluşan 7 katlı binanın her bloğunda 21 daire bulunur. Bina girişinde ise dükkânların bulunduğu bir pasaj yer alır.
Sarıcazade Ragıp Paşa’nın Beyoğlu’nda yaptırdığı pasajlı konak üçlemesinden ilki: Cité de Roumélie
1884 yılında ‘Club des Chasseurs de Constantinople’ (İstanbul Avcılar Kulübü) adıyla Ermeni Katolik Abraham Paşa tarafından inşa edildi. Paşanın İstanbul’da çok sayıda arazinin, apartmanların sahibi olduğu bilinir.
Bu binada, üyeleri İstanbul’da yaşayan Avrupalılardan ve gayrimüslimlerden oluşan o zamanların soylular kulübü ‘Cercle D’Orient’ yada ilk adıyla Cercle A’Pera faaliyet gösterdi. Kulüp, her yönü ile cemiyet hayatına ve diğer sosyal kulüplere örnek teşkil etti. Toplumsal tarihimizde büyük değişmelerin yaşandığı süreçlerin tanığı olan kulüp aynı zamanda bu olaylarda aktif rol üstlendi. Günümüzde Şehir Tiyatrosu ile Emek Sineması’nın bulunduğu alanlar o dönem kulübün bahçesiydi.
‘Cercle D’Orient’ Fransızca adını Cumhuriyet’in ilanından sonra ‘Büyük Kulüp’ olarak değiştirdi. İran, Rusya, Fransa, İtalya, Avusturya, Macaristan ve Almanya büyükelçileri kulüpte başkanlık yaptılar. Prens Aziz, Cemal Enver, Talat Paşa, Damat Ferid Paşa gibi tanınmış Osmanlı erkânı da bu kulüpte yer aldı. 60. kuruluş yılına kadar diğer pek çok üst düzey ismin yanı sıra 33 bakan ve 148 büyükelçi bu seçkinler kulübüne üye oldu.
Cercle D’Orient binası ve bahçesine sonradan inşa edilen Tarihi Emek Sineması
Petit Champs des Mort adıyla anılan bu bölge aslında Beyoğlu’nun mezarlık bölgesiydi. 1870’lerden itibaren yavaş yavaş mezarlıklar kaldırılırken, Beyoğlu Belediye Başkanı Blacque Bey döneminde Tepebaşı’nın imarı başladı.
Pera – Haliç arasında Petit Champs des Mort adıyla anılan Mezarlık Bölgesi (Tepebaşı).
Aynı yıllarda Sadrazam Âli Paşa’nın desteğiyle Osmanlı Tiyatrosu 10 yıllık bir tekel ayrıcalığı elde etmişti. Guatelli Paşa’ya tiyatro binası yapıp işletmesi için Tepebaşı’nda bir arsa verildi, Paşa ise İstanbul Şehremaneti’yle sorun yaşayınca imtiyazını Beyoğlu Belediyesi’ne (6.Daire) devretti.
Bölgenin ilk binalarından Palazzo Corpi 1873’te İtalyan mimar Giacomo Leoni tarafından dönemin önemli armatörlerinden Ignazzio Corpi için konut olarak tasarlandı. 1937’de Amerikan hükümetinin dünyada sahip olduğu ilk diplomatik mülk olarak Baş Konsolosluk binasına dönüştürüldü.
Ignazzio Corpi Konutu olarak yapılan binanın kısmi iç ve dış görünümleri.
Çoğunluk kaynaklara göre 1890 yılında inşa edilen Tepebaşı Tiyatrosu’nda, daha çok Avrupa kentlerinde moda olan melodram, duygulu komedi, romantik trajedi, tarihsel oyunlar ve kolay beğenilir vodviller izleyici ile buluştu. (Tepebaşı Tiyatrosu, 1970’lerin başında yaşadığı 2 büyük yangınla tamamen yok oldu.)
Tepebaşı Meydanındaki Tiyatro Binası ve ‘’Marie & Simone’’ oyunu ilanı.
Tepebaşı’ndaki en büyük dönüşüm ise; dünyaca ünlü Orient Express’in 1889 yılında Paris-İstanbul arası direk seferlerine başlaması sonrasında Paris’ten İstanbul’a gelen yolculara, alışmış oldukları yüksek standartta hizmet sunabilecek otellere duyulan ihtiyaçla gerçekleşti. O dönem civardaki tek otel, Ortadoğu’nun ve Balkanlar’ın ilk Avrupai oteli olarak 1841 yılında açılan Hotel d’Angletterre idi.
1892 tarihinde L.Adamopoulos ve N.Apergis adlı iki Rum ortak tarafından inşa edilen Londra Oteli, dönemin en zengin turistleri İngilizler olduğundan, Grand Hotel de Londres adını aldı. 1893 yılında Bristol Oteli (Bugünkü Pera Müzesi) ardından da 1895’de Pera Palas hizmete açıldı.
Orient Express’in o dönemde ki sahibi olan L.A Compagnie Internationale des Wagons Lits, 1896 yılında kendi işletme şirketini kurarak Pera Palace’ın yarı mülkiyetini aldı. Bina 1920’li yıllarda Bodassaky adında İstanbul’lu bir zengine satıldı.
‘’Pera Palace’’ Oteli ve konaklayan Orient Express yolcuları
Binayı 1892’de inşa eden kimliği belirsiz asıl sahipler Beyoğlu’nu terk ederken binayı Halil ve Hamit kardeşlere sattı. Halil ve Hamit kardeşlerin eşleri kavga edince apartman önce ikiye sonra üçe bölündü. Son büyük terk ise 6-7 Eylül olaylarında azınlıkların gitmesiyle oldu. Apartmanın kapısında yazan Musevi tarihi 5652, aynı zamanda apartmanın inşa edildiği tarihi olan 1892 senesini belirtiyor.
Barnathan Apartmanlarının inşaatı ve bugünkü Galip Dede Caddesi’ne bakan cephesi
1894 yılında, daha öncesinde Karaim Yahudi Cemaati Mezarlığı’nın bulunduğu arsa üzerine inşa edilen 49 daireli binanın ilk mülkiyeti Ankara-Bağdat Şimendifer Hattı ve Rumeli, Anadolu, Suriye, Bağdat, Ege, Samsun Demiryolları’nın inşasını da yapan Ali Beyzâde Mehmed Nahid Bey’e ait olup dönemin ihtiyaçları doğrultusunda, Pera’nın seçkinleri sayılan Levantenler, varlıklı Musevi ve Rum aileleri için toplu konut olarak yaptırılmıştır.
Helbig ve Şürekâsı Bankası’nın ortaklarından olan Belçika kökenli Helbig Ailesi Nahid Bey Apartmanı’nı satın aldıktan sonra bina 1902 yılından itibaren Helbig Apartmanı olarak anılmaya başlandı.
1919’da binayı satın alan Botton Biraderler 1929’da binayı 18.800 sterlin bedelle Selânik Bankası’na ipotek etti, ardından ipoteği devralan Victoria Sigorta Şirketi, 1935 yılında esaslı bir onarım yaptıktan sonra 1942’de binayı Kâzım Taşkent’e sattı. Bina o günden bu yana Kâzım Taşkent’in 1940’lı yılların başında Alpler’de geçirdiği bir kazada hayatını kaybeden oğlu Doğan’ın adıyla anılır.
1896 tarihli işletme ilanı ve bugünkü adıyla Doğan Apartmanı Ön Cephesi
Aslında Selim Freige ve ailesi için 1900’lü yılların başında konut olarak yapılmış olan Frej Apartmanı. Kökeni 1150’lere giden Maruni Cemaatinden Beyrutlu Hıristiyan Selim Hanna Freige’in babası Arap, annesi ise Amerikalı. Karısı Pauline ise bir dönem Tepebaşı’nın büyük bir kısmına sahip olan İstanbul’un ünlü İtalyan asıllı Levanten ailesi Glavani’ lerin kızı. Freige’lerin Hayfe ve Trablusgarp’ı da içermek üzere Beyrut ve Cebil-i Lübnan kıyılarının kabotaj hakkını 99 yıllığına isteyecek kadar güçlü bir ekonomik konuma sahip olduğu yazılır. Ailesinin tek kızı Anjel, Dukakinzade Feridun Dirimtekin ile evlenir. Çifti resmi ve diplomatik her davetin görülen ve aranan simalarıdır. 1948′ de Frej apartmanını 150bin liraya satıp Nişantaşı’na yerleşirler.
Sarkusyan, nam-ı diğer Freige Apartmanı (1960’lar)
Dersaadet Ticaret Odası Başkanlığı, Harbiye Nezareti Mubayaa Komisyonu ve Şirketi Hayriye reisliklerinde bulunan Abud Efendi (1855 Mimar Karabet Balyan imzalı Abud Paşa Yalısı’nın da 3.sahibi olup 1981 yılına kadar bu yalıda yaşamıştır.) ve Şam eşrafından Hasan Halbuni Paşa tarafından yaptırılan bina, pasajlı konut özelliğinde olup yapımı 1908’de tamamlandı. Osmanlı Devletinin ilk sinema salonu olan Santral Sineması’na (1910) ev sahipliği yaptı.
Ürdün Kralı Hüseyin’in yakın akrabalarından Hasan Halbuni Paşa’nın torunu Edip Bey’in anılarından aktarıldığı üzere; Odacıbaşının elinde küçük bir çanla “Boş oda, boş oda” diye duyurmasıyla pasajın ilk kiracıları 15 Musevi oldu. 1925’ten 1960 yılına kadar hiç bir kiracıya zam yapılmadı.
Bugün Suriye, Mısır ve Türkiye uyruklu birçok hissedarın ortak mülkiyetinde olan Suriye Pasajı, 1995 yılında Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından 1.derece tarihi eser olarak tescil edildi.
Suriye Pasajı, nam-ı diğer “Cite de Syrie”
Yıkılan Trocadero Tiyatrosu’nun arsasına dönemin Mısır Valisi Abbas Halim Paşa’nın kışlık konağı olarak inşa edildi. Binanın statik projeleri Fransa’da hazırlandı, kullanılan malzemeler de Fransa’dan getirildi. 1910 yılında tamamlanarak Paşa’ya teslim edilen binada önceleri Abbas Halim Paşa’nın kızı Prenses Emine ve yeğeni Said Halim Paşa’nın oğlu Prens Halim oturdu.
Paşanın varisleri tarafından apartmana dönüştürülen binada uzun yıllar birçok önemli şahsiyet kiracı olarak yaşadı. Mısır Apartmanı 1940’da Hayri Rüştü Bey’e satıldı. Şeker Kralı ve Atatürk’ün Müteahhidi olarak anılan Hayri Bey, Sultan II. Abdülhamit’in emîr-i ahor’u Mehmet Faik Paşa’nın kızıyla evliydi. 1949’da Amerika’dan gelen oğlu Ali İpar ve Hollywood aktristi eşinin bir dönem yaşadığı söylenen binada ihtişamlı balolar, önemli toplantılar yapıldı.
Bina yapıldığında dükkanlar, zemin ve 6 kat, altıncı katta çamaşırhane ve çevresi ise teras olarak tasarlanmış olmasına karşın, İpar’lar apartmanın terasını kapattı ve 7-8. katları ekledi. 9. katın bile inşaat ruhsatı alındı ancak 3.ek kat inşa edilmedi.
İhtişamlı toplantı ve balolara şahitlik eden Mısır Apartmanı ve İpar Ailesi
Ve daha nice soylu aileler ve bu ailelerin değerli gayrimenkul yatırımları ile bugünkü şeklini aldı Beyoğlu… Yaşadıkları yere damga vuran, bölgesel dönüşümlerde aktif rol oynayan büyük aileler, her dönemde her coğrafyada karşımıza çıktı. Diğer tüm şehirlerde olduğu gibi İstanbul’un tarihi, içinde yaşayan ailelerin tarihidir aynı zamanda. Değişimi, gelişimi ve yok oluşu bu ailelere de bağlıdır. İstanbul’da yürürken gördüğünüz hemen her şey bir ailenin mirası. Misal; Altunizade semti adını Altunizade ailesinden aldı. (Tüccar İsmail Zühtü Efendi, alacağı olan 30.000 altının tahsili için Sultan II. Mahmut’un huzuruna çıktığında Sultan Mahmut’un iltifatından sonra aile bu isim ile anılır.)
1950’ler sonrası artan kırsal göç ve ticaretin, zengin ailelerin yeni yapılan çağdaş alt merkezlere dağılımı sonucunda 1960’larla 1980’lerin sonuna kadar uzanan yaklaşık 30 yıl boyunca belki de en karanlık dönemini yaşadı Beyoğlu. Kimsesizliğe terk edildi, gerçek kimliğinden tamamen uzaklaştı.
Ve kuruluşundan beri yerli ve yabancı halkların hep birlikte yaşadığı, konut, işyeri ve konaklama bölgesi olan semt, 1990-2000’li yıllara geldiğinde, salaş alt kültürleri de içinde barındıran köhne bakımsız, her türlü kirliliğe bulaşmış bir eğlence merkezine dönüştü.
Yeni Osmanlıcılık kavramının zikredildiği günümüzde yine devlet destekli yerli-yabancı sermaye ve günümüz nüfuzlu ailelerin yatırımlarıyla, bugünün şartları ve bölgesel ihtiyaçları doğrultusunda o eski seçkin kimliğine kavuşmaya çalışmakta Beyoğlu. Lakin yatırım sermayelerinin farklı ellerdeki ‘soyluluk’ üslubu, yapısal müdahale iştahı ve dokunuşu geçmişin görgülü adabından, zarif estetiğinden oldukça farklı.
Bugün yaşadığı ve yaşattığı topraklara sahip çıkan Sivil Toplum Birliği; terk edişinden yıllar sonra tekrar evine dönmeye çalışan sermaye yatırımlarının,
– Sosyal ve kültürel hayatı canlı tutan tarihi yapıların fonksiyonlarını menfi çıkarlar uğruna değiştirip yok etmesine,
– Kendilerini dışlayıp ötekileştiren ve kapı dışarı eden kibirli tavrına,
– Ve tüm bunların gerçekleşmesine zemin hazırlayıp destek ve onay veren devlet yetkililerineoldukça tepkili…