Cami mimarisinde konuyu farklı noktalardan ele almak ve camilerin fonksiyonlarını yeniden düşünmek: Kısır döngüye girmeden, tekrara düşmeden, inatlaşmadan, doğru kabulleri bir kenara bırakarak ve sorunun üstüne giderek... Bir beyin jimnastiği, bir öngörü.
Yol kenarında mahalle camisi
Cami mimarisi konu olduğunda iki meselede takılır tartışmalar: Kubbe – minare. Formla alakalı, altı doldurulmadan gelişen tartışmalar sonuca da ulaşmaz genelde. Aynı sözler devam eder, kısır döngüye girer. Son zamanlarda güncel olan konularda “apartman cami” önümüze çıkıyor. Yine form üzerinden, ama bu sefer önemli bir konuyu teğet geçiyor tartışma; en fazla kapalı alan yapma arzusunu.
Tamamen fonksiyon ve kullanıma dayalı bir akıl yürütmeden ibaret olan alan ihtiyacı, camilerde hep olabileceğinin en fazlası olarak bakılıyor. Genelde küçük ve kıble yönünü tutturamamış arsalarda, parsele tam oturan yapı yapma derdinde olur cami dernekleri. Yapılabilecek en büyük bina, övgü meselesidir; “Şu kadar metrekare cami yaptık” deme imkanıdır.
Halbuki bir mekanın asıl alanını belirleyen camilerin kullanıcılarıdır: Günde 5 sefer kullanan “cami cemaati”, haftada 1 sefer ve 1 saat kullanan “cuma cemaati” ve hatta yılda 2 sefer kullanan “bayram cemaati”. Caminin kapalı alan gereksinimini belirleyecek olan illaki “cami cemaati”dir. Ama “Cuma cemaati”nin haftada 1 de olsa geldiğinde kullanacağı alanlar da tasarlanmalıdır. Esasında en doğrusu açık-yarı açık alan tasarımıdır. Ama günümüzde “Cuma cemaati” namazını dışarıda kılmasın diye her cami büyük yapılıp boş durmakta. Hatta “bayram cemaati” için küçük taş camini yıkıp 3 katlı büyük betonarme camilerin yapıldığı örnekler dahi var. Böyle olunca camiler olabildiğince en büyük gabaride, silueti en çok değiştiren, ama kontrolsüz değiştiren öğeler haline geliyor.
Resim 1: Mevcut taş caminin yanına yapılan 3 katlı betonarme cami
Tarihi şehirlerin kimliğine baktığımızda ise bu konuda çok ilginç bir çözümün olduğu görülüyor: Cuma camileri. Cuma cemaati için bölgede 1 tane büyük Cuma camisi ile küçük mahalle camileri bulunuyor. Bu mahalle camileri birbirine daha yakın, daha küçük ölçekte, birçoğu mescit, hatta kırma çatılı, minaresiz. Ve bu camilerin küçük arsa içinde avlusu, bahçesi ile açık alan – kapalı alan dengesi de kurulmuş. Bursa Ulucamii çevresindeki cami ve mescitler buna en güzel örnek.
Resim 2: Bursa Hisariçi’nde yer alan Nakkaş Ali Mescidi
Şimdiki mahalle camilerinin hepsi Cuma camileri örnek alınarak yapılıyor, sorun da burada ortaya çıkıyor: Kimliğini bilmeyen camiler… Geçmişini sadece şekil üzerinden ibaret gören cami derneklerinin yaptırdığı, şekilde dahi geçmişteki örneklerini tutturamayan camiler…
Kapalı alanlar bu denli orantısız yapılırken ezilip giden, görülmeyen, ciddiye alınmayan bir tasarım öğesi daha var camilerde: Açık alanlar, avlular, bahçeler. Selçuklu Mimarisinde de Osmanlı Mimarisinde de cami tasarımlarında en önemli öğelerdir. Osmanlı klasik dönemi mimarisinde revaklarla çevresi sarılarak tariflenen, ortasına şadırvan konularak tezyin edilen…
Resim 3: Selimiye Camii Avlusu
Esasında cami mimarisi kapalı alanı orantılı olarak nispeten küçük tutarken, açık alana övgüler sunmalı. Çünkü cami bir toplanma yeridir. Çok amaçlı salon gibi toplanma yerlerinde olduğu gibi camiler için de öncesinde hazırlık alanı gerekli. Elzem olan bu alanlar camilerde son cemaat mahfili ile geçilmeye çalışılsa da oran olarak çok yetersiz. Ancak açık alanlarla, avlularla sağlanabilir karşılama alanları. Ayrıca bu açık alanlarda insanlar bir araya gelir, oturur konuşur, çocuklar oynar. Velhasıl camiler toplumda olması gerektiği yere, hayatın tam içine girer. Avlusu olmayan mahalle camileri, cami cemaatinin namaz aralarında oturabileceği alanı bulundurmaz. Mahalleden kopuk ve yalnız durur.
Ayrıca açık alanlar hem sosyal faaliyetlerin yapılabildiği alan olup hem de “Cuma cemaati”nin ve “bayram cemaati”nin de namaz kılabileceği şekilde tasarlanabilir: Güneşten ve yağmurdan korunacak şekilde açılabilir tentelerle, sonradan serilecek zemin halıları ile, hatta bu halıların ısıtma sistemini içinde barındırmasıyla soğuk günlerde ısınmayı sağlamasıyla… Büyük kapalı alan yapmak yerine nitelikli açık alanlar oluşturmak çok daha tercih edilebilir olur. Hem maliyeti düşürüp, hem kullanımı çeşitlendirerek camilere birçok nitelik getirir.
Bir de dükkan koyma arzusu vardır cami derneklerinin. Mantıklıdır ilk bakıldığında. Ama caminin hemen altına konulduğunda, cami avlusunu çay ocağına veya ticaret alanına dönüştürmeye başlandığında ve dükkan için camiye merdivenle çıkılması zorunlu kalındığında faydalarından çok zararları ortaya çıkar. Caminin genel kullanıcıları zaten yaşlılardır. Ve merdiven çıkmakta zorlanır birçoğu. Günde 5 kere gittikleri camiye, ezan vaktinden dakikalar öncesinde çıkar kimisi. Merdivenleri çıkması uzun sürecektir çünkü. Cami, kullanıcılarına göre yapılacaksa ilk başta düzayak olmalı. Yormamalı kendi cemaatini. Dükkanlar ise imkan varsa avlunun dışında, avludan başka yere bakacak şekilde yapılmalı. Hem cami avlusundan ayrılmalı, hem camiyi üst katlara ötelememeli. Selimiye Camii Arasta Çarşısı gibi.
Resim 4: Selimiye Camii Planı. 5 numaralı alan Arasta Çarşısı
Böyle bakıldığında cami tasarımlarında fonksiyona, yaşantıya dair konuşulması, yeniden tariflenmesi gereken noktalar çok. Özellikle Büyükada Camii yarışmasına 1. ödüle hak kazanan proje de avlu veya meydan oluşturma gereksinimi hissetmezken, dükkan yapmak için merdivenlerle “cami cemaati”ne eziyet vermek normal bakılırken, avluları değersiz en büyük camiyi (boş kalacak dahi olsa) yapmak en faziletli görünürken…
Resim 5: Büyükada Çarşı Camii, 1. Ödül
Esasında bunlar çözüldüğünde apartman camiler kendiliğinden yapılmamaya başlanacak, cami mimarisinde kubbe – minare tartışmaları hafifleyecek ve farklı boyutlara taşınacak belki de cami mimarisi.
Resim 6: Öneri cami eskisi
5 yorum
Yazı çok hoş ve bilgilendirici. Ayrıca Büyükada Camii yarışmasındaki birinci projeye getirilen eleştiriye de katılıyorum.
Teşekkürler.
Sağ olun Ahmet Turan Hocam. Mimar ve Yazar kimliği olan birisinin beğenmesine ayrıca sevindim. 🙂
Sağ olun. Cami inşaatlarında “para bulunur bir şekilde” mantığı ilginçtir gerçekten. Hiç para olmaz cami projeleri başlandığında (genelde) ama yapılabileceğinin en büyüğünü isterler.
Hatta hiç para yokken, başlanan yarım yamalak camilerde (sıva yok, B.A. karkas yıllarca su yer çatı örtüsü olmadığından, statik hesabı yoktur zaten su yüzünden statik değerini de kaybeder) Cuma’ya gidersin, hoca yardım edilmiyor diye cemaati fırçalar. Caminin durumunu görmüyor musunuz diye? Ben bunu yaşadım. Her cuma yanlış hesaplar için ve hatta milyarlık avize için Allah Rızası için para istenir. Her Cuma.
Amacım kimseyi kötülemek değildir ama bir bilene (mimar) sordun mu bu kadar büyük bütçeli işe beş parasız atılırken. “Allah yardım eder” demek büyük saygısızlıktır.
Fiili dua etmeden “Allah yardım eder” demek tevekkül’e de aykırı. Bir de üstüne cemaati suçlamak, haksız iken haklı gibi davranmak…
Cami yapıları için para bulmak konusu olmuşken twitter dan Seda Özen’in başka konuda paylaştığı bir yazı üstüne çok iyi geldi. Tarihi süreçte yapılar için nasıl paralar bulunduğu ile ilgili bir yazı. Biraz efsanevi, biraz fantastik, biraz gerçek. Zevkli bir araştırma konusu.
https://goo.gl/nGbdux