İmamoğlu geçenlerde Bayezid Meydanı’na geldi. Medresede yakınındaydım ama internetten izledim. Tespitlerini, sohbetini, tavırlarını biraz çocuksu ve naif buldum. Böyle biri İstanbul’a zarar vermez. Geçmişine, dostlarına ve bilhassa oradaki hocalarına büyüklük taslayan biri aksine söz dinler, kırmak istemez.
Zaten öyle de oldu. Canlı yayında sahaflardan çıkarken yorum yazdım: “Kimseyi dinleme, Cansever ne çizmişse koy yerine kafi” dedim. Ve Bayezid Meydanı’ndan Vezneciler yönüne çıkarken eski meydanın resimlerini gördü, konusu açıldı. Hocalarının ve danışmanlarının sözünü dinledi, bu uygulamayı gündeme getirdi.
Ancak bu söz dinleme hali bir uyku getirir. Bazen kendi sözlerini bile duymaz olursun ve sayıkladığını sanırsın. Beden yaşlandıkça isyandan kaçar ama beyin durmaz, arzular. Zaman geçtikçe arzularını bastırıp içine hapsolursun. Ta ki bir depreme kadar…
İmamoğlu henüz kendi depremini yaşamamış. Çadırcılardan sahaflara girdiğinde esnafın duyacağı şekilde sayıkladığı anıların, resimlerin, kokuların ve dokunuşların Bayezid Meydanı’nı şekillendirdiğinin farkındaydı ama “işte o çocuk, başkan oldu” demek istiyordu. Bayezid Kütüphanesi önünden geçerken cami ve pitoresk peyzajını görebiliyordu ama ağaçların budanması ve belediye işlerine takıldı kaldı. İspark otoparkına kadar hatıralarındaki o abilerinden, teyzelerinden, hocalarından eser kalmadı. Ve meydandan ayrılırken “çizilmişi var” gibi tasarrufcu bir idareci zihniyetle kararını verip gitti.
Mükemmel bir başkan: gözleri açıkken çocukluğunu o mekânda izleyebilendir. Gözleri kapalıyken kitap aldığı amcanın YAŞLANMIŞ olduğunu göremez, zorbalıkla kovulmuş antikacıları var zanneder ve Allah göstermesin meydana kurulmuş tuvaletin deliğine düşer.
Cansever zaten Meydanın çalışmasını sağlayabilecek düzenlemeler yapmıştı. Ve pek karacı düzenlemelerdir bunlar. İnsanlar da onun sayesinde karaya çıktı, meydan insanlaştı. Bayezid Kütüphanesi’nin önünde ağaç yapraklarının gölge dansıyla renkten renge dönen tenteler; camiinin kuzey kapısına doğru yayılmış antikacı dedeler; meydanın ortasına kadar ağaç dikmeyi hayal eden bir imam; her gece diktiği ağaçlara operasyon çeken bir Eminönü Belediyesi; üniversiteden çıkan gençlerin protestosu; kedilerin sakinleştirdiği polislerin Hünkar Kasrı çıkışı dinlendikleri teras; yorgun bitkin her insanın gidip dinlendiği otobüs durağı kenarı gölgelik ağaçlıklar… Öncesi? 20.yy ilk çeyreğinde şatafat terası; saltanat saraya sıkıştığında fakirlerin kurbanlık pazar alanı; para varken devlet merasimi ve törenler, festivaller; Bizansın son dönemlerinde çayır çimen; ilk dönemlerinde güç ve sembol; biraz daha önceye vardığımızda nekropolün teğeti; daha öncesi ise bir yıldırım düşmüş o tepeye ve yerlilerin bir şey diktiği, orayı tanrısallaştırdığı düşünülüyor… Vs.
Cansever evet ama İmamoğlu’nun sayıkladığı güzellikler daha önemli. Karacı Cansever ve zamanla insanlaşmış bir Bayezid Meydanı BİZİ anlatabilir. Veya şöyle söyleyeyim: siz Canseverleşin?