“Mimarların sosyal medyayı kullanma biçimleri” hakkında bir yazı yazmaya karar vermiştim. Muhakkak bunun tezi yazılmıştır diye YÖK veri tabanını arattığımda, sosyal medyada konut pazarlaması hakkında bir tez buldum bula bula. Onu da çok derin bir araştırma olarak görmedim diyebilirim.
O yüzden yazıyı ve tabii ki araştırmayı yapılacaklar listesine aldım. Amerikalı bir mimar bu konuda meslektaşlarına uçuk ücretler karşılığı danışmanlık dahi veriyor. Benim “Danışanlarım” diye silkeleyeceğim bir topluluğum olmasını istemediğimden, akademik olmayan ama tecrübelerimi paylaştığım bir çalışma yapacaktım.
Tez demişken. Sormayın hiç sormayın. Derini geçtim sığ sularda dahi yüzemeyen ne tezler yapılıyor bir bilseniz.
Didaktik özet: Böyle tez yapacaksanız yapmayın… Eksik kalsın. Yüksek mimar olmayıverin. İnanın bir manası yok. Hür görüşümü beyan ediyorum, dikkate almayanları bağlamaz. Bu yorumlara itiraz etmeyi düşünen tez sahipleri, siz diyorum. “Cevap hakkı doğdu” diyorsanız burası halka açık bir platform, tezlerinizi yorumla kısmında savunun biraz neşelenelim.
Açıkçası yukarıdakilerden yüksek lisans tezi oluyorsa “sosyal medya ve mimarlık” konusundan çok daha derin doktora tezi çıkardı. Hata tez çıkarsa, ondan çok imzalı, onlarca akademik bildiri yayınlanır da doçentlik için puan biriktirilir.
Tamam, akademik camianın garipliklerini bir kenara bırakalım. Yani tezden, tözden vaz geçelim. “Sosyal medya ve mimarlık” üzerinde durmaya kalksam, tek bir hamlede mimarlık topluluğu ve sosyal medyayı analiz edebilsem ki mümkün değil, daha yapılması gereken çok fazla alt çalışma konusu çıkar. Ben de bu yükün altına giremem diye ertelemeye karar verdim.
Özetle: Mimarlar Sosyal Medya’da nasıl ve ne kadar bulunmalı isimli dosya konusu yine Arkitera’da ileriki tarihlerde yayınlanmak üzere rafa kaldırıldı.
Ben böyle gelgitler içindeyken, yani bu konuyu daha “sonra yazılacaklar” rafına kaldırmaz iken, develer tellal, pireler berber iken, olanlar oldu ve Clubhouse patlaması yaşandı hayatımızda. Bilenler bilmeyenlere anlatmış, yeni öğrenenler davetiye meselesini mesele etmişler, sağdan soldan davetiye beklemişler, bulmuşlar ve çok sevinmişler. Ben de en azından bu yeni ve çok sevilen sosyal medya mecrası hakkında bir şey yazayım dedim. Önce tanımını yaparak başlamak istedim. Fakat Clubhouse’un ne olduğunu herkes biliyor ve çok fazla kullanmayan (sadece bir kez) biri olarak benim açıklama yapmam abesle iştigal ama madde bağımlısı olduğumdan şöyle anlatayım.
1- “Sesli ve toplu sohbet” şeklinde hayatımıza giren sosyal medya uygulamasıdır.
2- “Blog” kelimesi “Web Log”’un kısaltmasıdır. Twitter (önce 140 sona 280) harf kısıtlaması olan bir “Mikro Blog” olarak yaygınlaşmıştır. Akabinde Clubhouse da “Mikro Radyo” gibi çalışan bir haldedir.
3- Pandemi yüzünden eve kapanan kişiler online eğitim ve toplantı meselesini özümsemeye çalışırken, artık formal toplantılardan biraz sıkılmışlar ya da birilerinin devamlı olarak etkinlik düzenlemesinden, “canlı yayın açmasından” sıkılmışlar, her an katılabilecekleri şekilde rahat sohbet etmeyi özlemiş olmalılar ki bu kadar tuttu.
4- Podcast, – her ne kadar, ne yapıp ne edip bir şekilde işi sulandıranlar olsa da – olabildiğince ciddi ve oturmuş bir medyadır. İstikrar ister ve teknik açıdan öyle bir çırpıda kurulacak, yayınlanacak bir macera değildir. Ancak Clubhouse’da gerekli olan şey bir telefon ve davetiye… O kadar.
5- Sadece IPhone ve IPad gibi Apple IOS çalıştırabilen aletlerde çalışmaktadır.
6- Odalar var, açık olanlarını görüyor ve giriyorsunuz. Dinleyici oluyorsunuz, ne zaman size moderatör konuşma izni verirse yukarıdaki bölüme çıkıyorsunuz. Yani konuşma hakkınız oluyor bundan sonra. Moderatör isterse kurallar koyar ve sizi yine alta atar. Yani sadece dinleyici konumuna düşer, tenzili rütbeyi yersiniz.
7- Moderatör tek yetkiliyse, başkasına moderatörlüğü paylaşıyor, devrediyor ve gerekirse odadan çıkabiliyor. Moderatör müdahil olmazsa söz dinlemeyen çok fazla konuşan kullanıcılar da varsa, o oda dinlenilmeyecek kadar gürültülü olabiliyor. Kaos severseniz ayrı ama ben sevmem.
8- Evet, odaya girip günlerce çıkmayanların olduğu tahmin etmek zor değil.
Benim de bir tecrübem oldu. Kızım buldu, haber verdi. Mimarlık hakkında oda varmış dedi. İlgisiz kalamazdım. Tanıdık çıktı oda ismi: “Kalebodur’la Mimarlar Konuşuyor” , yıllardır takip ettiğim bir içerik zaten. Aynı isimli odaya, eşimin eski telefonunda yüklü Clubhouse’a ve onun kullanıcı ismi ile katılabildim. Keza ben zavallı bir Android kullanıcısıyım ve tabii ne bu hesabım ne de davetiyem var. Baktım konuşamıyorum ve acemilikten dolayı konuşamayacağım, hemen moderatör Prof. Dr. Celal Abdi Güzer’e Whatsapp’tan ulaştım. San Fransisko’da gurbette olduğumu da dikkate alıp beni yukarı aldı sağ olsun. Çok heyecanlıydı, ilk odaya girişimde konuşmacı olmuştum.
Odada kimler yoktu ki. Büyük mimari ofislerin patronlarından, orta ölçekli ofis sahiplerine, serbest ve tek başına çalışanlara, ortalama büyüklükte bir ofiste çalışıp tek başına Beşiktaş’ta ufak da olsa bir evin kirasını karşılayabilen genç mimara, başörtüsü yüzünden hor görülenlere, o hor görülenin yurtdışına gidip en bilinen bir mimarın en başarılı ülke temsilcisi haline gelmesine ve nihayetinde biraz da kırgın ama bir o kadar kızgın olmasına, eski ve yeni akademisyenlere, yurtdışında çalışan biraz da ülkeye biraz küskün mimarlara ve onları “yurtdışına kapağı atanlar” diye – kötü niyetli olmasa bile- tanımlayanlara, camiada ünlü ve ünsüz mimarlara, belli ki kafası kıyak olduğundan kelimeleri yutanlara (yarasın!), büyük bürolarda var olan kemikleşmiş hiyerarşiden şikayet edenlere, artık mimarlık yapmama kararı alıp başka işlerle geçimini sağlayanlara, büyük şehir yerine Ege’de kalmayı tercih edenlere kadar çeşitli konuşmacılar vardı. Bu çeşitlilik özgürce ve cesurca fikir beyan edildiğinde daha da değerli olduğundan Clubhouse’un çekiciliği ortaya çıkıyordu işte.
Önce bu yazıda katılanların isimleri sıralamayı denedim. Fakat 3 hafta geçmiş üzerinden. Ve aslında işimi ciddiye almış ve oda konuşması biter bitmez sıcağı sıcağına yazıya başlamıştım ama araya zaman girdi şimdi kesin hatırlamadıklarım çıkar. Yazı yazmak kolay değil, geçen sene Arkitera’nın en çok okunan ilk beş Görüş yazısının ilk üçünün yazarı olan benim için bile zor. (Ukalalığımı bağışlayın ama inanın kolay yazı yazamıyorum, bu saatten sonra da hızlı olacağım diye değiştiremem.)
Zaten nasıl herkesi sıralayayım, odadaki herkesi tek tek tanımıyorum ki. Ekran görüntüsü alsaydım olurdu belki. Akıl edemedim ve edemediğim için böyle idare edeceksiniz artık. Ayrıca kayıt da almadığımdan konuşmaları yanlış hatırlayıp yazarsam şimdiden affola.
Oda kamuya açıksa, kimlerin katıldığı, bir ekran görüntüsü alıp burada paylaşabilir. Yasal açıdan bir sıkıntı yaratmaz. Fakat, aman dikkat: Söz konusu oda kamuya açık değilse, konuşanların kimliklerini ifşa edemez ve hatta ne konuştuklarını sağda solda paylaşamazsınız. Kişisel Verileri Koruma Kanunu’na göre suç işlemiş olursunuz. Oda kamuya açıksa ayrı mesele. Öyle olsa bile moderatörden izin almanız ve sonra bunu kanıtlayabilmeniz gerek. Bu durumda ben isimleri vermeyerek, KVKK’ya göre kendimi korumaya aldım. Ekran görüntüsü alsaydım kamuya açık olsa dahi, Abdi Güzer’den ve Pelin Özgen’den izin almam gerekirdi.
Sonra ileride “Benim dediğimi yanlış anlamışsın hatta çarpıtmışsın” diye tekzip isteyene bile, “Konuşma Patogonya’da Kalebodur diye bir marka daha var. Türkiye’yi aynen kopya ediyorlar. Benim bahsettiğim oda oranın mimarları arasında geçmekteydi, neden üzerinize alındınız ki” diyebilirim. Kamuya açık bir oda olduğu halde bakın odaya kimin katıldığını ifşa etmedim.
Bu vesileyle, bir şekilde size KVKK’nın ortaya koyduğu zorunluğunu anlattım. KVKK sadece tüketiciyi, kişisel bilgilerinizi alıp başka işlerde kullanmak isteyen şirketlere karşı koruyor değil. Sizin de yükümlükleriniz var.
Örneğin size özel mesajla, tacizde bulunan, hakaret eden olursa bile onun tam olarak ismiyle beraber paylaşmanız ileride başınıza sorun çıkartabilir. Ondan izin alırsanız ancak öyle olabilir. “Sevgili sapığım bana dünyayı dar ettiğini, ne kadar rahatsızlık verdiğini, ekran görüntüsü ile ele güne paylaşabilir miyim?” diye izin almanız lazım. Çoğu sapık buna olumlu dahi yanıt verebilir. Ancak etmezse paylaşamazsınız. KVKK’dan sizi dava edebilir. Tabii sizin sapığı dava etme hakkınız saklı duruyor. Davayı kazanırsanız haber değeri bile taşır hem onu hem de aldığı cezayı istediğiniz kadar afişe edin. Zaten davalık olursanız dava sürecinde ayrıca sessiz kalmanız gerek. Avukatınıza danışmalısınız. Bir de bilişim suçlarını bilen bir uzman hukukçu bulmanız lazım.
Başka bir örnek: kankanızla çektiğiniz bir fotoyu Instagram’da iyi niyetle paylaştınız. Sonra öküz öldü ortaklık bitti, kanlı bıçaklı oldunuz. Ya da olmadınız o çok ünlü oldu filan. Samimiyetinizden paylaştığınız fotoyu onun menajerinin avukatının gönderdiği ihtarname ile kaldırmak ve üzerine cezasını çekmek zorunda kalabilirsiniz. Mümkünse kimsenin fotosunu paylaşmayın. Sözlü dahi olsa şahit varken ona sorun, bak bu pozu paylaşıyorum diye. Ona bir gösterin, gösteremiyorsanız daha iyisi paylaşmadan önce ona özelden mesaj atın bak bunu Instagram’a koyuyorum diye. Olumlu cevap verirse, yazılı teyidiniz vardır, haber verdiğiniz mecralarda kullanın. Bu herkes için geçerli. Aile fertleri ile bile geçerli. Bu paranoyaklığı ben diretmiyorum, KVKK öyle diyor.
O yüzden size “sosyal medya ve mimarlık” diye bir yazı yazarken ne kadar büyük işe kalkışmış olacağımı özetledim.
Ara not bitti. Nihayet.
Konu Clubhouse (CH). İlk tecrübemde söz konusu odaya girer girmez KABUL EDİLEBİLİR BİR MİMARLIK KONUŞMASI (paneli) olamayacağını anladım. Tabii ki Abdi Güzer’in ve Kalebodur’un CH gibi yeni bir mecra sayesinde deneysel takıldığını yani katılımcılığı test ettiğini tahmin etmiştim. Yani odanın amacı formal bir kayıt almak değildi. O yüzden maddelerimin bu odaya ve moderatörlüğüne bir eleştiri olarak kabul edilmemesini rica edeceğim.
1- Konu neydi? Genç mimarlar. Ancak ülkede mimarın genci yaşlısı değil, neredeyse her yönüyle sorunları dizi dizi, boy boy. Üst üste istiflense tavana vuracak kadar olduğundan konu ister istemez diğer dertlere bölündü ve oraya buraya dağıldı. Pek normal. Dağılan konular, takip edebildiğim kadarıyla
1.a. Genç mimarların iş bulamaması
1.b. Bırak işi yaz stajı bile bulamamaları
1.c. Bu sebeple yalvar yakar girdikleri mimari ofisten asgari ücret dahi alamamaları. Ücretsiz çalışan mimarların dahi olduğunu.
1.d. Çoğu kişinin iyi mimar olduğu halde mimarlık yapamadığını, vaz geçtiğini ve mecburen bazen alakasız başka yan işlerle hayatını sürdürdüğü
1.e. Bazılarının yurtdışına “kapağı” attığı (*)
1.f. Bazılarının başörtüsü önyargısı yüzünden bunu tercih ettiği
1.g. Bazılarının ofis sahibi tarafından taciz edildiği için mecbur kaldığı
1.h. Büyük ofislerin kurumsallık adı altında çalışanlar arasında mobbinge varan hiyerarşik durumlar maruz kalındığı
1.i. Büyük ofislerde bu tür garip hiyerarşinin var olduğu ve çalışanlara işe girmeden bunun söylendiği (olumlu manada değil, mecburen uyarıldığı şeklinde düzeltildi)
1.j. Beşiktaş’ta tek başına bir evin kirasını karşılayabilen genç ve tecrübesiz bir mimarın aslında babasıyla iç mekân mobilya ve uygulama işi yaptığı ve eksiğini öyle kapatabildiğinin anlaşılması
1.k. Sorunun mimarların ücretlerinin düşük olmasından öte, çok fazla üniversitede fakülte olduğu ve ok varmış gibi (yay eksik sadece ok var) mimarlık diploması dağıttıkları, piyasanın durumunun belirsizliği, yapı sektörünün durumu ve mimarların sayıca ihtiyaçtan onlarca kat fazlalığı
1.l. Eğitimin bu sebeple çok düşük seviyelerde yapılması
1.m. Hocayım diye geçinenlerin düşük seviyede mimarlık öğrencisinden daha düşük seviyelere kadar gelmesi
1.n. Mimarlar Odası’ndan hiçbir şekilde medet umulmamasını
Şimdi bunlara konuşa konuşa mı çözüm bulunacak. İmkânsız. Ki bunlar aklımda kalanlar bir de ben odayı bulmadan önce konuşanlar ve TR saati ile 1:30’dan sonra katılanların yani dinleyemediklerimin de açtığı konular olabilir.
2- Her söz alan öncelikle kendini bir övdü. Yalan yok mimarlar bunu severler. Çok üzerimize geliniyor çok şey bilmek çok çalışmak zorundayız ya övünmek biraz da hakkımız ama bazen yanlış taraflara da gidiyor. Gizli gizli, lafın arasında yapabilenler dinlenebiliyor ama açık açık olunca sıkıntılı… Neyse, Clubhouse gibi bir mecliste söz alıp da insanın kendini övmemesi zaten zor. İşin doğası böyle. Size söz verileceğini anladığınız da “bakalım bu ne diyecek” diye merak eden topluluğa karşı konuşmak heyecanlı bir durum ve önce kendinizi kabul ettirmek için kendinizi biraz öveceksiniz.
Ben Silikon Vadisi’ndeyim ve Pandemi yüzünden serbest mimarlık yapmak yerine büyükçe bir firmaya girmek zorunda kaldım. 6 ay olmadan, olağan bir iş günü öğle yemeği zamanında patronların tüm çalışanları davet ederek verdiği ucuz pizza partisinde açıklanacak şekilde “Lead Architect” oldum (120 kişilik firmada tek doktoralı mimar benim). Firma yönetimi ne iş olsa yaparım, yalar yutarım şeklindeki Türk tipi sorunu bertaraf edebilme özelliğimi görüp hisse dahi vermek istedi bana. Bu aslında benim şahane biri olduğumu değil, sorumlulukları ve hukuki davaları olan, büyükçe bir sınırlı sorumlu şirketin dertlerini yükleyebileceklerini düşündüklerinden olsa gerek. İşlerin içine daha çok girip “Yok, teşekkürler hariçten dahil olduğum gereksiz sorumluluk gaz yapıyor” diye reddettim. Ancak tabii odada kendimi tanıttıktan hemen sonra, TR’de mimara maaş bile vermemek isteyen yöneticilerin burada tam tersini yaparken niyetlerinin aslında sorumluluktan kaçmak olduğunu söylemek isterken, biraz da lafı uzatmayayım diye hızlı hızlı söyleyince, dinleyenlere pek bir rahatsız edici bir kendinle övünmek gibi geleceğini anladım. Dediklerimi tartınca kendime çok kızdım bakmayın. Enformasyon yanlıştı ama lafın gelişi sırasında söylenebilirdi.
Doğal olarak, herkes anlatmak istediği konuyu metaforlarla açıklarken aklına ilk kendisi gelir. Bu çok tabii ve bu yüzden, konudan uzaklaşmak pahasına mimarın kendini övmesi de normaldir. Sonuçta hepimiz süperegosu çoktan iflas etmiş zavallı mimarcıklar değil miyiz?
3- Kimse sözü kısa tutmak üzere şartlanmamış gibiydi ama bu kadar deneyimli mimarların olduğu yerlerde konuyu tekrara boğmanın da “noramalde akıcı konuşan biriyim ama şimdi konu çetrefilli duraksamış olmayayım” diye “eee” “üüü” demenin de bir limiti olmalıydı. Bir iki dakika sonra dinleyenler sıkılıyor. Benim de sıkıldığım ya da sıktığım olmuştur. Bu limiti geçenlere moderatör müdahil olmazsa biri rahatsız olup sözünü kesebiliyor. Alın size CH’nin bir sorunu daha.
4- Konunun dağılması normaldi ama bu kadar da dağılmalı mıydı bilinmez. Zaten biri kendisini övmeyi bırakın, kendisinin çektiklerinden bahsederken başka bir zümreyi töhmet altına aldığında bu sefer diğer tarafa söz hakkı doğuyor. Bir ara bir hanımefendi oldukça sinirlendi. Sesi titredi. Moderatör hemen müdahil oldu da gerginlik büyümedi.
5- Sadece dertleri söylemek de bitmiyor. Çözüm de ortaya çıkartılmalı. Söz aldığım ve çok hızlı bitirmek istediğim konuşmamda sadece çözüm odaklı olmaya çalıştım ama bir işe yaramadı galiba. Sizden sonra söz alan konuşmacı konuyu daha başka hem de kel alaka bir yere çekince boşa konuştuk yahu biz diyorsunuz.
Siz çözümlerinizin işe yarayıp yaramayacağını, dinleyenlerin bir itirazı olup olmayacağını duymak istiyorsunuz. Onaylanmak istiyorsunuz adeta. Belki sunduğunuz çözümler uygun ama uzun vadede sonuç gösterecek. Belki de acil çözüm peşinde koşanlar var o odada. Bir cevap, bir tepki bekliyorsunuz ama orkestrada solo yapan saksafoncudan sonra, piyanistin sırası gelmiş gibi apayrı bir performans geliyor.
Siyaset Meydanı programında (Liseliler bilmez) gece 02:00’a doğru söz alabilen ve pek kimsenin ciddiye almadığı biri gibi oluyorsunuz.
6- Pandemide o kadar çok dijital etkinlik oldu ki, artık takip edemez olduk. Ne önemli isimler, ne önemli konuşmaları 3-4 kişi dinlerken yaptılar. İlk başlarda genelde katılım iyiydi millet evde hapis, özlediği içeriklere dolmuşa, metrobüse binip trafiği çekip etkinlik mekânında koltuk kapmaya gerek kalmadan erişebiliyordu. Evde bir haftadır çıkarmadığınız pijamayla oturmanın verdiği bu rahatlık sonraları artık Instagram’da canlı yayın açmalara kadar düştü. Herkes bir etkinlik yapma peşinde… Artık kimse dinleyici olmak istemiyor. O yüzden anında hazır dinleyicilere karşı konuşmak Clubhouse sayesinde patladı. Millet dinlemek yerine ne kadar çok konuşma peşindeymiş onu anladık.
7- Sonuçta etkinlik yap yap, nereye kadar. Dinleyen izleyen sıkıldı, çeken üreten de sıkıldı. İçerik üreticileri fazla izlenilmediklerini anlayınca biraz hız kestiler. Tek yönlü bir etkileşim artık cazip gelmemeye başladı. Herkesin katılımcı olarak “konuşabildiği” yani bir şekilde katkı sağlayabildiği platform olarak Clubhouse’un da yıldızı parladı.
8- Bir gün gelecek Clubhouse’dan da sıkılanlar olacak. Açıkçası bazı önemli konularda sözün uçması yüzünden etkinliğini yitirecek gibi. Örneğin krizlerden krizlere giren ve her geçen gün mimarlık mesleğini inadına doğru olarak icra etmeye çalışanlar için, yapı sektöründe çözüm yolları bulmak gibi oldukça sorunlu bir alanda, “uçan söz”lerden ibaret çorbadan sonuç çıkamayacağı bir şekilde anlaşılacak. Bunu “Sadece tecrübe ettiğin tek bir Clubhouse seansıyla mı anladın?” derseniz. Evet, tek bir seans yetti. Baksanıza ne konuşulduğu aklımda ancak bu kadar kalabildi. Günde 4-5 odaya giren orada farklı konularda ahkam kesenler nasıl olacak da bunları akılda tutacak ya da yararlı hale getirecekler.
9- Alakası yok ama bilenler bilir, ben “Düzdünyacı” değilim ama kesif bir “Düzdünyacıcı”yım. Yani Düzdünya inancına sahip olup bunun savaşını her ne pahasına olursa olsun verenlere özel olarak ilgi ve saygı duyarım. (**) Beni bir söyleşilerine çağırmışlar sağ olsunlar. Youtube kayıtlarını dinledim. Hepsi Kur’an’da dünya düzdür yazıyor diye olayı çoğunlukla dindarlık çevresinden algılıyor ve gizli güçlerin güney kutbundaki buzdan duvarların sonrasında yer alan Yecüc ve Mecüc’ün zenginliklerini sömürdüğünden bahsediyorlar. Yahu Kur’an’da yazıyorsa, senin ülkenin Siyasal İslamcı partisinin başında bulunmayı tercih eden cumhurbaşkanı, “Dünya beşten büyüktür” diye BM daimî üye ülkelerine (ABD, Birleşik Krallık, Fransa, Çin, Rusya) kafa tutabiliyorsa… Her türlü ecücdeki zenginliğe göz dikmez mi? Bunu dile getirmez mi? Ya da Düz dünya teorisinde uydu filan yok ya. Hepsi yalan ya. Turksat uydularını atan hükümet o paraları ne etti?
Destekledikleri siyasi partiye muhalif olmak istemiyorlar ben de bu teknik meselenin dini dogmalarla kanıtlanması hakkında konuşmayı ve fikir bildirmeyi sevmiyorum. Gereksiz bir zaman kaybı olacak benin içim. “Bir Diyanetçi çağırın ya da uzay mühendisi” dedim ve kibarca affımı istedim. Ancak bir de Clubhouse’a çağırsalardı düşünsenize kakofoniyi. Andorid kullanıyorum desem, ödünç Iphone gönderirlerdi vallahi.
10- CH’de bir şekilde çok arzuluyor ve sonunda mikrofonu alınca “Bana sıra geldi ben de konuştum” demekle ancak kendinizi yüceltiyorsunuz. Sunduklarınıza en fazla, sizin diğerlerinin konuşmasına değer verdiğiniz kadar, değer verildiğini bilin.
Çoğunlukla kimse kimseyi dinlemiyor. Dinlese bile önemli olanın kendi konuşması olduğunu düşünüyor.
11- Kısacası Clubhouse katılımcı bir platform olsa bile içerik sağlayanların yani konuşanların dediklerini filtre eden, tekrarları bertaraf eden ve mantıklı sonuç noktalarını özetleyen hatta sonraki konuşmaları, öncekilerin üstüne konulabilecek bir değer haline getirebilen bir yönetimle anlam kazanabilir. Hem de ne olursa olsun TARAFSIZ kalacak mekanizmalı bir moderasyon var olmadığı sürece ciddi bir fayda yaratamaz.
12- Tabii, siz geyiğine (hem mecazi anlamda hem de değil) Clubhouse’a takılıp, “Türkiye’den bir Elon Musk neden çıkmaz” konusunda ahkam kesip rahatlayanlardan olmayacaksanız, girişimcilik konusunda “network” yapayım derdinde değilseniz, mimari meseleler öyle konuşarak çözülemiyor. Kolokyumlarda dahil, jürinin projeler üzerinden konuşmasını isteriz ya… Burada da konuş konuş ne olacak? CH dinleyen rektörler, üniversite senatoları ve tabii YÖK kontenjanları azaltacak mı? Yeni mimarlık fakülteleri kurmayı reddedecek mi ya da neredeyse sınavda 300.000 sıralamada olana, dört beş yıl bir vakıf üniversitesinde eğitim bedelini yatırdı diye mimarlık diploması vermeyecek mi?
13- İleri de belki bir sonuç bildirgesi gibi konuşmanın deşifresini kendiliğinden verir uygulama. (Bilgisayar tarafından yazıya dökme teknik olarak mümkün sanırım) Fakat kimsenin “uzun metin” okumak istemediği bu zamanlarda, konuşmanın aynen yazılı hale getirilmesi de konuşma içindeki nüansları yok edeceğinden, söz uçacaktır havada…
Kısaca katıldığım bu Clubhouse Programının dertlere çözüm bulup ertesi günü deklarasyon yayınlamak gibi bir sorumluluğu yoktu. Belki de olmalıydı, bilmiyorum, odayı açan ben değildim.
Clubhouse eğer çok iyi yönetilebilirse BELKİ bir faydası olabilir. “Belki” kelimesini büyük yazmamın sebebi var. Zira yazımı buraya kadar okuduysanız pek umutlu olmadığımı anlamışsınızdır.
CH mimarların sosyalleşmelerine yarar mı orasını bilemem ama mimar dediğin projeyle tasarımla konuşur.
Clubhouse’suz kalmayın ama onunla da üst üste gelen sorunlarla çok fazla örselenmiş ve yakın zamanda toparlanamayacak kadar darmadağın olmuş mimarlık mesleğinde önemli bir fayda sağlamayacağını bilin.
Zaten öyle bir amacı olmadı ki diyorsanız yine bendensiniz.
(*) Kapağı atmak ne demek hiç merak ettiniz mi? Ben ettim. Hem onu hem de yurtdışına gidenlerin neden “kapağı atmak” lafına bozulduklarını açıklayacağım.
Kapağı atmak: Büyükbaş hayvanlarda dişlerin durumuna göre yaş tayini yaparken kullanılan deyim. Süt dişlerinin alt-ön iki kesiciden başlayarak yanlara doğru dökülerek ergin dişlerin gelmesi hali. Yani süt dişleri bir kapak gibi atılıyor hayvanın ağzında.
Bunu aşağılayıcı bir tavırla söyleyenleri ARTIK pek ciddiye almıyorum ama alanlar varsa onların sebebi şudur:
Ülkeyi birilerine bırakıp kaçmışlar gibi töhmet altında bırakılmak. Memlekette sorunlarla uğraşırken, kariyeri yakıp yeni bir yerde tutunmak için çalışma izninden oturma iznine kadar, geçinmekten kendini kabul ettirmeye ve hayata sıfırdan başlamaya kadar her konuda daha fazla mücadele etmek. Bunun ceremesini çekip, başarılı olunca küçümsenmek. Belki de mücadeleyi buradan sürdürüp ve kalanlardan daha muhalif ve hatta daha az sessiz oldukları için kariyeri yakmak zorunda kalmışlardır kim bilir. Geri döndüklerinde aman etliye sütlüye karışmayayım modundaki eleştirenleri bıraktıkları gibi bulmaları da an meselesi. Keskin muhaliflerin pasaportlarına el kondu. Konmadan gidenlere dahi “haydi iyisiniz yurtdışına kapağı attınız” denir mi? Denmez. Belki iktidar onları işsiz ve aç bırakacak belki de hapse atacak. Belki de kişi ekmek parası için yurtdışında mücadele ediyor. Türkiye’den gelen sponsorluk parasıyla Barceolana’ya giden futbolcu kahraman ama mimar, bilim adamı, gazeteci kaçak öyle mi?
Kısaca “bizim süt dişleri döküleli çok oluyor” ve mücadeleyi sizden belki de daha keskin kesici dişlerimizle sürdürmek için buradayız derlerse görürsünüz. İster inanın ister inanmayın belirli bir zaman sonra bunu ulu orta söyleyenleri kimse takmıyor ama yine de CH’de de bile olsa bu deyimi biraz dikkatli kullanmayı tercih etmek lazım.
Yine de moderatör size “konuş” demişse, zaten “söz uçar”. Atış serbest…