Mimarlık bienalleri mimarlık mesleğine ışık tutacak açılımları ortaya çıkartmak ve bunları tartışmaya açarak görünür kılmak adına önemli buluşma noktalarıdır.
Türkiye’de de ilk defa 2011 yılında düzenlemeye başladığımız Uluslararası Antalya Mimarlık Bienali mimarlık mesleğinde kavramsal, kuramsal yaklaşımları gündeme taşıması kadar deneysel mimarlık başlığı altında çeşitli mimari ve mekansal uygulamalarla da kendinden söz ettirmiş ve mesleğe katkıda bulunarak mimarlık tartışmalarına sahne olmuştur.
Bu sene Uluslararası 2013 Antalya Mimarlık Bienali “Şablon” teması çerçevesinde gerçekleşmektedir. Deneysel Mimarlık İşleri Uluslararası Antalya Mimarlık Bienali’nin önemli bir alt açılımı olup, şablon temasına bağlı olarak üretilmiş işlerle deneysel uygulama ayağını oluşturmaktadır. Kapsamında mimarların kente ve mekana dair, “yer” ile ilişki kuran deneysel çalışmaları kent içerisinde halk ile birebir etkileşimi sağlayacak biçimde seçilen önemli noktalarda sergilenerek bu mekanlar aracılığı ile mimarlık ve kente dair tartışmaların gündeme getirilmesine imkan vermeyi hedeflemektedir.
Deneysel Mimarlık İşleri, “Şablon / Template” teması doğrultusunda ulusal ve uluslarası güncel mimarlık işlerinin ve kentsel üretimlerin, içerisinde yer aldıkları mekân ve zaman diliminde ilişkilerini belirginleştirirken, ‘şimdi’lerini güncelleyerek, 2. Uluslararası Mimarlık Bienali Antalya – 2013 kapsamında deneysellik üzerinden mekânsal kurguların oluşturulmasını amaçlamıştır. Bu anlamda bireysel veya grup olarak, kentle ilişkili tüm disiplinlerden katılıma açık olarak seçilen Deneysel Mimarlık İşlerinin yeni düşünce ve üretme biçimleriyle ortaya konulması, farklı bakış açılarıyla Şablon / Template” temasının Şablon [şimdi] / Template [now] güncelliği ile deneysellik bağlamında ele alınması beklenmiştir.
Deneysel Mimarlık İşlerinin sürecine baktığımızda bu sürecin bir kaç adımdan oluştuğunu söylemek mümkün. Bunlardan ilkini seçim aşaması oluşturmakta.
Bienal temasının belirlenmesini takiben katılımcıların seçilebilmesi amacıyla duyurular açık çağrı olarak kamuoyuyla paylaşılmış ve bu seçime ek olarak davetli katılımcıların da belirlenmesi ile on proje ortaya çıkmıştır. Sürecin ilerleyen bölümünde projelerin değerlendirilmesi ve geliştirilmesi amacıyla SALT Galata’nın da desteği ile 2 toplantı düzenlenmiş ve projelerin gelişim süreci seçici kurul ile birlikte karşılıklı tartışılarak değerlendirilmiştir. Bu süreç Antalya Mimarlar Odası yürütme kurulunun projeleri değerlendirmesi paralelinde uygulamaya konulmuştur.
Deneysel mimarlık işleri şablon teması bağlamında olduğu kadar deneysel süreçleri – gerek yapım yöntemleri açısından gerekse kavramsal olarak- beraberinde sorgulayan mekansal düzenlemeler olarak tartışmaya ve deneyimlemeye açık bir şekilde kamusal alanda yerlerini almıştır.
Hücresel, boşluklu örgün tekil yapı üzerine bir araştırma ürünü. Hem içte hem de dışta kullanılan şişme kalıplara dökülen lif katkılı beton ile üretilen yerleştirmede strüktür/materyal ve form birbirinden ayrı değil, bir bütün olarak ilişkileniyor.
Hücresel bir yandan iç kalıpların dış kalıp içinde görece serbest hareketinden ve betonun kalıp içinde akışkan hareketinden ve yerçekimi ve sürtünme etkileri ile gelen kendinden oluşum (self organization) diğer yandan da hem dış hem iç kalıba verilen formun sınırlandırıçı etkisi ile biçimleniyor
İlk prototiplerde modüller iç içe şişme latex kalıp içinde alçı ile, bienal için üretilen ve ölçeği büyütülen prototipler ise neopren ve beton ile denendi. Deneysel Mimarlık İşleri kapsamında bu ağsal yapının 2metre çapında birkaç farklı kalıp alma, şablon çıkarma teknikleri ile lif katkılı beton döküm deneyleri yapıldı.
Araştırmada bir yandan boşluklu yapının doğal biçim alma süreci parametrik tekniklerle simüle edilip dijital platformda üretilen patron birimlere parçalanıp neoprenden kesilip birleştiriliyor. Diğer yandan ise beton karışımın bu boyutta ve formda kalıba dökümü, priz alması gibi analog süreçlerin pazarlıkları deneyimleniyor.
Hücreselin boşluklu yapısı etrafında ve kendi üzerindeki güneş/gölge etkileri farklı yaşamsal potansiyellere; yeşilin üreyebileceği gibi içine girilebilir hacimleri de işaret ediyor. Bu yapının masif çimento katkılı matris ile tekparça oluşumu, statik boyut aralıkları ve malzeme matrisinin bileşenleri iç hacim büyüklükleri gibi başlıklarda araştırma sürüyor.
Sürecin olanaklarını deşifre etmek ile ilgili bu yerleştirme program düşüncesi ile boşluklarının ve strüktürel dolu/boş kalınlık oranlarının tasarımı, tasarımın fonksiyonel talepleri karşılaşması ve gelişimi henüz bir düşünce olarak bekliyor, bu yerleştirme ile ilk kez test edildi, özellikle çocukların tırmanmak, ses yansımalarını fark etmeleri, içinde durmaları ve aynı anda farklı komşu mekanları algılıyor olmaları yerleştirmenin ilgi çekici deneyimleridir.
Günümüzde gerek araştırma alanı olarak sempozyum, kongre, kitap ve dergilerde gerekse bir pazarlama metası olarak medyada çok geniş bir yer kaplayan çevresel sürdürülebilirlik ve ekolojik söylemler gerçek bir samimiyet ve akılcılık içeriyor mu? Yerden yükselerek, hem fiziksel ve hem de bağlamsal olarak doğadan gittikçe uzaklaşan gökdelenler için bu soru kritik. Çoğu zaman gökyüzüne saldırgan denebilecek bir biçimde doğrulan bu binalar cephelerini kuşatan bitki örtüleri ile aslında güncel mimari yaklaşımlara sırtını dayıyor ve bu destekle sayıları artıyor denilebilir. Bugün dünyanın hemen her yerinde aynı/benzer biçimlerde yeşil elbiselerle dekore edilen bir şablon; dECOr-kuleler.
Küreselleşme, tektipleşme. Bu dünya düzenin içinde var olmaya çalışırken kaybolma, yok olma. Bugünün “moda” “güncel” olanını yakalama, giyme çabası. ZORLAMA. İçi boş ya da boşaltılmış günü yakalama endişesi. Boşuna. Gün çoktan geçti. Mimarların yaptığı ise çoğu zaman aynılaştırılmaya çalışılan insanların, yaşamların dECOrlarını tasarlamak ve inşa etmek. “içi dışı bir olmak” “içten gelen güzellik/iyilik” yerine maskeler giydirmek binalara. “Yeşil” maskeler.
Ekolojik, sürdürülebilir, yeşil mimari bu mu? Ya da ne aslında? Kentin içinde yok ettiğimiz yeşil alanların suçluluğu mu binalara “yeşil” elbiseler giydirmek. dECOr. Ne’yi sürdürmek/sürdürebilmek? Doğanın bir parçası olmak bir yana doğaya düşman, insana düşman, sağlıksız binalar yapıp, “yeşil dekor” larla donatmak.
Bizim çalışmamız bugün sayıları az gibi görünse de dünyada hızla artan tüm bu ikiyüzlü bakışları sorgulamak için bir araç olarak düşünüldü. Kentin bir yerinde, “herhangi” bir kentin “herhangi” bir yerinde olabilecek olan “yeşil” binaları/kuleleri temsil etmek ve tartışma ortamına katabilmek için yapılan bir yerleştirme. Tartışma içinde mimarlık-ları ve mimarlık ürünlerini konu etse de aslında yüzyılımızın insanının/kentinin genel duruşunu olaylara/mekanlara/doğaya/kendine bakışını “da” dert ediyor. Nerede olursa olsun İstanbul, Pekin, Paris ya da Bangladeş fark etmeyen “yer”le ilişki kurmayan “yer”siz bir mimarlık. Nasıl sokaklarda birbirinin “aynısı” insanlar birbirinin “aynısı” elbiseler giyiyorsa; aynı yaşamı yaşıyor, aynı hızlı tüketim alışkanlıkları ile sürdürüyorsa yaşamını öyle. “Aynı” şablon mimarlığın ya da belki daha iddalı bir söylemle “şablon” mimarlık eğitiminin ürünü olan binalar. Bu binalarla donatılmış, bu binaların dekore ettiği kentler.
Böyle bir alt düşünce ve sorgulama ile temellenen çalışma daha önce de söylendiği gibi günün moda söylemlerinin mimarlıkları nasıl etkilediğinin iyi bir örneğini sunan yeşil yüksek binaların üzerinde durmaktadır ve sormaktadır. Mimarlık insandan ve yaşamdan kopuk düşünülemeyeceğine ve hatta onların bir ürünü/sonucu olarak ortaya çıktığına göre gerçek anlamı ile sürdürülebilir mimari mümkün mü? Günümüzde insanı, onun günlük ve çoğu zaman geçici çözüm bulma alışkanlıklarını ve her yerde hüküm süren tüketimi merkeze alan dünya görüşünü düşündüğümüzde dürüst olarak yeşil mimariden söz edebilir miyiz? Hele de söz konusu yüksek binalar tasarlamak, inşa etmek ve işletmek olduğunda böylesi bir yaklaşımın gerçekçi olduğunu söyleyebilir miyiz? Söyleyebilir misiniz? ::
dECOr, yukarıdaki görselde olduğu gibi kentte uygun bir yere yerleştirilecek 16 kuleden oluşan bir model içeriyor. Burada çim kaplanmış farklı yüksekliklerde pirizma kutular, kuleleri temsil ediyor ve kuleler onların (kulelerin) yer’de meydana getirdiği etkiyi anlatmak için kurumuş/çatlamış toprağı anlatan bir zemin (4mx4m) üzerinde yükseliyor.
Kent her türden bireyin biraraya gelebileceği bir uzamdır. Kentsel mekan, birey ve toplulukların kurallar tarafından organize edilen eylemlerinin alanıdır ve onların ihtiyaçlarını yansıtır. Kolektif yaşam senaryolarının mekanıdır.
Kentten öğrendiğimiz farklı alternatif ve çeşitliliğin birarada olabilirliği bizim için tasarım yaklaşımı olmuştur.
Ele aldığımız ‘kaldırım’ gündelik hayatta kişisel ve toplumsal karşılaşmaların mekanıdır. Şablonlaşmış bir kentsel öge olması ise konuyla bağlantılandırdığımız bir başka tarafıdır. Ancak bireysel ve kolektif eylemlerimizde kaldırımın şablonlaşmış görevine alternatif durumlar da yaratırız. Büyüklerin dünyasında dükkanın önüne atılan tabure ve tavla masası, kurulan boya tezgahı, açılan işporta tezgahının mekanı hep kaldırımdır. Çocuklar ise hem kaldırımda hatta yollarda oyun oynayabileceğimizi hatırlatır bize. Seksek çizgileri itinayla kaldırıma çizilir ya da sokak baştan sona futbol sahası olur.
‘devrearası/halftime’ kentliyi kaldırımda oyuna davet etme fikrinden yola çıkmıştır.
Bu vesileyle ‘Boş zamanların değerlendirilmesi tamamen ciddi bir iş. Görevin yeni oyunlar bulmak olduğunu hatırlatalım (Debord&Fillon, Potlach)’ diyoruz. Kaldırıma odaklanıyoruz ve kaldırımın da tüm şablonlar gibi değiştirilebilir, dönüştürülebilir olma potansiyelini kullanıyoruz.
Bilindik ve kanıksanmış bağlamından koparıp farklı bir gözle bakmayı, mekanın yerleşik kullanımını saptırmayı amaçlıyoruz. Yürümek, geçmek yerine kaldırımda zaman geçirmek, takılmak, oyun oynamak, eğlenmek için bir fırsat sunuyoruz.
Kent için ortak alanda, ortak bir oyuna dahil olmak gündelik hayatımızı oluşturan tanımlı mekansal ilişkilerin net, tekil dayatmalarına karşıt oluşturma gücü taşımaktadır. Bu oyun alanının kopuk sosyal hayatların buluşma noktası ve başka eylemleri tetikleyici güçte olması ve açığa çıkacak yeni davranışların, durumların ve ‘devre arası’nın kendisinin kent belleğine yerleşmesini öngörüyoruz.
‘devrearası/halftime’ yer yer kaldırımla bütünleşen ancak malzemesiyle ondan farklı olduğunu gösteren bir platform.
Yaya yoluna yeni bir anlam yüklerken trambolin, ayna ve kullanıcıların çekeceği fotoğraflardan da faydalanıyor. Herhangi bir gündelik eylem (yürümek, bankta oturmak, oyun oynamak) bir performansa dönüşmeye başlıyor.
Ayna performansın hem seyirci hem de performans sanatçısı tarafından seyredilebilmesini sağlarken trambolin sonsuz sayıda zıplama biçimi ve oyun potansiyelini kendi içinde barındırıyor. Fotoğraf ise üçüncü bir bakıştır eyleme.
Aynı zamanda çıkacak eğlenceli görüntülerin saklanması ve bienal boyunca sergilenmesi imkanı sunar.
üretimde standardizasyon, kullanımda kişiselleştirme, malzemede sürdürülebilirlik.. hafızadaki, üretim, mekan, nesne, malzeme, kamusal alan şablonları… kesitte farklılaşan ritimler.
yer: sanayi ve ticaret alanı olarak tarihteki işlevini yitirmiş, sosyo-‐ekonomik bir dönüşüm ile turizm bölgesine evrilmiş, antalya kaleiçi mendirek yapısında, sanayi ve ticarette kullanılan ahşap paletlerin yeniden işlevlendirilmesi.
duvarının tanımladığı, iki yanında, kentin içine kaleiçi limanına, ve dışına deniz ve ötesindeki toros sıradağlarına bakan, bir dizi iç‐dış mekan..
program: su-kara ara-kesitinde mevcut potansiyelin, dönüştürülebilirliğin araştırılması. gezinti, seyir, oturma, dinlenme, güneşlenme, gölgelenme, oyun, muzik, yüzme, balık, sergi gibi açık hava alanlarının kullanım olanakları.
Yoğun yaya dolaşımı olan bir rota üzerinde varolan kamusal davranış alışkanlıklarını vurgulayan, kolaylaştıran, yorumlayan, çeşitlendirerek deneyimleten bir dizi hafif strüktür. beden ile mekan arasındaki ilişkiye katkıda bulunmak.. farkli kotların birbirleri ile, denizin kara ile, insanların diğerleri ile bağlantısını çeşitlendirmek, kolaylaştırmak..
Yapı: mendirek duvarına zarar vermeden güç alacak şekilde eklemlenen, moduler ve esnek strüktürler. geri dönüşümlü ahşap sanayi paletleri, ve demirden imal standart bağlantı elemanları.
1930’lu yıllardan itibaren ‘malzeme taşmacılık ve depolama ekipmanları sanayinin’ temel taşlarından olan ahşap paletler, kamusal açık alanlarda gündelik kullanıma uygun konforlu malzeme..
Antalya Mimarlık Bienali kapsamında ele alınan bu çalışma’Deneysel Mekân’ tarifini ve bu kavramın önceki dönemlerde ürettiği genel temayülü sorgular. Bu temayülün ortak özelliği, mekân ve içerisinde yaşanılan ‘deneyim’in genellikle strüktürel ve fiziksel bağlamlar üzerinden üretilmesidir. Bu oluşumda mekan, anlamaya yönelik olmaktan çok görmeye, zihinsel bir ilişki alanı oluşturmaktan ziyade fiziksel bir yaratım ve deneyim alanına dönüşmeye meyillidir.
Antalya Kaleiçi bölgesi tarihsel kentin bir bütün olarak okunması konusunun sorunsallaştırılmasına ön ayak olabilecek önemli bir tarihi bölgedir. Burada, geçmişten günümüze kadar korunmuş ve geçmişe dair değerlerini halen kaybetmemiş çeşitli yapılar bulunur. Bu yapılar bütüne ve dokuya dair ‘izler’ taşısa da kentin genel yapısı ve dizgesi zaman içinde çok büyük farklılıklardan geçtiği için, bir tür “nesne” haline dönüşmüşlerdir. Bu nesnelerin tek başlarına korunması ve kentin genel dokusunun bu denli bozuntuya uğramış olması, geçmiş Kaleiçi mekânının bir bütün olarak algılanmasını güçleştirmiştir. İçinde daha önce hiçbir zaman yaşanmamış olan bir zaman ve mekânın algılanmasının bir yolu, o zamandaki nesnelerin ortaya konması ve bu mekânla ilgili “imge” silsilesinin olabildiğince su yüzüne çıkarılması olabilir.
Mekân, her zaman boşluğun fiziksel bir yapı kullanılarak oluştuğu ve deneyimlendiği bir yer değildir. Birey için bir yerin bir mekâna dönüşebilmesi salt strüktürel yapı üzerinden gelişen bir sürece bağımlı olmak yerine, o özgül mekâna dair verilerin, bir bütün olarak algılanma kapasitesine ulaşacak kadar güçlenmesi ve ayırdedilebilir hale gelmesi haliyle ilintili olabilir. İşte tam da bu tür bir tahayyülle oluşturulan önerinin ana kurgusu olarak, buradaki deneyim strüktürel bir çatkı yerine hissiyat ve algı bağlamında üretilirken aynı zamanda tarihsel bir katmanlaşma potansiyelini devreye sokar. Böylelikle ziyaretçi bir tür kurgusal bellek üzerinden, geçmiş zamana ve mekâna dair özgün algısını oluşturur.
Kurgunun başladığı iç mekân, ilk kertede izleyiciyi konunun içine çeker. Bugün varlığını sürdüren ya da artık yerinde bulunmayan yapı, boşluk, insan gibi öğeler, basit bir yansıtma tekniği kullanılarak algının bulanıklaştırılması hususunda devreye girer. Öte yandan bu kurgu, tarih içindeki özgül bir zamanı işaret eder. Hissiyatı daha da güçlendirmek üzere etrafa dikkatlice yerleştirilmiş olan gerçek nesneler, zihinde geçmişle ilgili var olan algı noktalarına atışlar yaparak bunları su yüzüne çıkarmayı amaçlar. Tam da işaret edilen zamana ait olduğu düşünülen ‘nesne’ler, üzerlerindeki patinanın yumuşatıcı etkisi sayesinde yansıtılan öğelerle kolaylıkla iletişime geçer ve algının sürekliliğine katkıda bulunur. Belki de tüm bu hazırlık, dış mekânda ziyaretçiyi bekleyen dingin ve katıksız bir ortamın kana kana içilebilmesi içindir. Zira bu kere koku, ses, rüzgar gibi daha doğal ve doğrudan etkiler sarar izleyicinin etrafını. Aracılar devreden çıkmış, sakin bir avlunun serinliği kalmıştır ortada biricik bir deneyim olarak.
theCube bir kamusal sanat projesi olup, aynı zamanda hem bir heykel hem de bir sanal galeridir.
theCube kavramsal olarak ters-yüz edilmiş (içi dışına çıkmış) bir galeri metaforunu kullanmaktadır. Kübün üç yüzündeki kodlar akıllı mobil cihazlar vasıtasıyla izleyiciyi sanal galeriye bağlar. theCube galeriyi sokağa, kamusal alana taşır, tam anlamıyla kamusallaştırarak gelip geçenlere teklifsizce sunar.
Sanal galeri dünyanın farklı şehirlerine yerleştirilmiş theCube vasıtası ile aynı zamanda bir ağ oluşturur. Her küp izleyiciyi sanal galerinin farklı odalarındaki sergilere götürür. Lahey’deki the(TODAYSART)3 izleyicileri sanal galerinin TodaysArt Festivali salonlarına, the(ISSYK-KUL)3 izleyicileri sanal galerinin Bişkek Çağdaş Sanat Merkezi salonlarına götürür. Lahey’den ve Bişkek’ten gelen izleyicileri de Antalya Bienali salonlarına taşıyacak. Kübün üretimi ve yerleştirilmesinde işbirliği yapılan kurum o kübe bağlı galeri salonlarının küratörü olur. Küratörlere sergileri yönetmeleri için ayrı bir administrator arayüzü verilir. Antalya Mimarlık Bienali de kendi arayüzü üzerinden kendi galerilerini etkinlik süresince ve -etkinlik sonrasında da kalması halinde- yıl boyunca yöneterek farklı sergilere ev sahipliği yapabilecektir.
theCube fiziksel olarak 60 (veya 80) santimetre küplük bir küptür. Bir köşesi kesilerek yere oturtulmuştur. Yukarı bakan 3 yüzünde izleyicileri sanal galeriye bağlayan kodlar vardır. Bu haliyle sanal galeri odaları dünyadaki farklı şehirlere açılan bir galeri gibidir.
İzleyicilerin theCube’ün bağlı olduğu sanal galeriye ulaşarak eserleri izleyebilmeleri için akıllı bir mobil cihaza sahip olmaları gerekmektedir. BlackBerry, iPhone veya Android tabanlı akıllı telefonlar yaygın ve ücretsiz olan QR-kod okuma yazılımı ile kübün yüzünün fotoğrafını çektiklerinde galerinin bağlı salonlarına ulaşırlar ve sergilenen eseri izleyebilir veya dinleyebilirler. Bir odadan diğerlerine geçmeleri ve örneğin Lahey’deki küpten galeriye girip Antalya’da sergilenen eseri izlemeleri de mümkündür.
Kamusal sanat eseri olarak theCube akıllı telefon kullanımının yaygınlaşmasını esas alarak teknolojiyi sanatsal bir amaç için kullanmayı önermektedir. theCube kavramsal olarak galeriyi sokağa, kamusal alana taşımakta herkesin çekincesizce ve fakat kişisel kullanımına sunmaktadır.
theCube bir çok hedefe aynı anda ulaşır; hem bir heykeldir, hem galeriyi gerçek anlamda kamusal alana taşır, hem sanal ile fiziksel olanı birbirine bağlar, hem uluslararası hem de yerel bir galeriyi aynı anda gerçekleştirir, hem sanal mecradaki sanat eserlerini internet kullanıcısı olmayan veya internet üzerinden sanata ulaşma alışkanlığı olmayan kişilerin erişimine açar.
theCube 5mm kalınlığında demir plakaların lazer kesimle şekillendirilip birleştirilmesiye üretilir. 80 cm’lik versiyonu dökülen beton zemin üzerine, 60 cm’lik versiyonu 40cm yüksekliğinde beton blok üzerine kurulur.
Frankfurt merkezli üç mimar, Uli Exner (INDEX Architects), Malte Just (Just/Burgeff Architects), Till Schneider (schneider+schumacher architects), mühendis Philip Eisenbach (Bollinger + Grohmann Ingenieure) danışmanlığında Antalya kentini ufuk çizgisi üzerinden Frankfurt kent merkezi ile ilişkilendirmeyi öneren bir proje geliştirdiler.
Çalışma, Antalya’daki en önemli yerleşimlerden biri olan Kaleiçi’nde liman alanını açık denizden koruyan mendirek duvarı üzerinde yer almaktadır. Çalışmada mendirek duvarı üzerinde yer alan yaya yolu, üst kotunda mendireğe dik olacak şekilde yerleştirilen bir platform ile kamu kullanımına açılan bir kuleyle ilişkilendirilmektedir. Bu şekilde ana işlevi korumak ve sınırlamak mendirek alanı, kamusal açıklığı barındıran bir bağlantı noktası ele alınmaktadır. Kule içerisinde yer alan merdiven kullanıcıyı üst platforma yönlendirmekte, bu platformda seyir ise iki farklı yöne, açık denize doğru ve Kaleiçi’ne doğru açılmaktadır. Bu strüktürel yapılanmada özellikle mekanın kullanıcı tarafından deneyimlenmesi amaçlanmaktadır.
Kule, çelik ve ahşap yapım sistemi ile tasarlanmıştır. Düşey yönlerin eğimli yüzeylerde yarı-saydam olarak algılanacak belirgin olmayan bir malzeme ile kaplanması düşünülmüştür. Böylelikle kule dış yüzeyi, olabildiğince açık bir seyir imkanı sunan üst platforma yönelen merdivenler ile ulaşılan simgesel bir ifade elde edecektir. Ancak uygulama koruma kurulu tarafından onaylanmamıştır. Yapının bir modeli şu anda mendirek üzerinde sergilenmektedir.
tabula rasa; II. Uluslararası Mimarlık Bienali Antalya 2013 kapsamında gerçekleştirilmiş bir mimari doğaçlamadır.
Mimarın, kendi zihnindekiler hariç, herhangi bir şablon –dijital, elektronik, basılı malzeme ve araçların hiç bir türünü- kullanmadan nasıl tasarlayabileceğini, ya da bunun olurluğunu sorgular.
Doğaçlama; mimarın, önceden belirlenmemiş herhangi bir mimari tasarım konusuyla ve bununla ilgili talebi olan kişilerle, o anda karşılaşması ve tanımlı bir zaman aralığında diyaloğun kurulmasıyla başlar.
Mimar, karşısında boş bir sandalyenin durduğu masada oturur. 8’er saatlik 2 gün boyunca, bu sandalyenin belirlenmemiş kişiler ve onların mimari tasarım talepleriyle kullanılmasını bekler.
Sadece A4 kağıt ve kalem kullanarak mimar, öngörülmeyen herhangi bir tasarım konusuna nasıl yaklaşır ve karşılık verir… Şablon çözümler kullanmadan ve örnek üretimlere referans vermeden… Daha çok, zihninde taşıdığı birikimi, hatırlamak ve kullanmaktan kendini alıkoymaya çalışarak.
Tasarım konularına ait tüm görüşme ve çizimlerin kaydedilmesiyle bu çalışma; boş bir levhada, boş olmayan bir zihinle, boş bir kağıt düzleminde tasarlarken, mimarın zihin hareketlerinin izini sürmeye çalışır.
Bellastock atölyesinin konsepti tüketim amaçlı kullanım süreçlerinde faydalanılan malzemelerin yeniden işlevlendirilerek mimari üretim süreçlerinde yinelenerek kullanılması şeklindedir. Tüm dünyaca bilinen bir turizm kenti olan Antalya, bunun yanı sıra tarımsal üretimin de oldukça ön planda olduğu bir kenttir. Tarımsal üretim sürecinde birçok farklı şablona uyacak şekilde ortaya çıkan ve üretim süreçte sıkça kullanılan malzemelerden biri olan plastik kasalar atölyenin şablonu olarak belirlenmiştir. Bu kasalar, oluşumlarını sağlayan bağlamdan kopartılarak birer mimari eleman olarak ele alınmış ve özgün bir proje ortaya konarak malzemenin yapısal kalitesi ön plana çıkartılmıştır.
Atölye çalışması üretim ve tüketim süreçlerinin vazgeçilmez ara elemanlarından olan bu plastik kasalar vasıtasıyla ‘yer’le ilişkili, özgün bir mimari yaratmanın mümkün olduğunu göstermiştir. Tüm bu yapım sürecinin sonrasında plastik kasalar orijinal işlevleri ile yeniden tarımsal üretim ve taşıma sistematiği içerisindeki konumlarına geri döndürülerek, Bellastock atölye çalışmasında bağlamımdan belirli bir süre ile kopartılarak mimari bir üretim sürecinde yer verilen nesneler üzerinden geçicilik vurgusu yapılmıştır.
Mekanik (asansörler, panjurlar), elektronik (otomasyon sistemleri) ve üretken (bitkiler) sistemler bugünün yapı dünyasının ayrılmaz parçaları ve çoğu zaman ardışık hatta kopuk tasarım ve uygulama süreçleri ile gerçekleşiyorlar.
Antalya Mimarlar Odasındaki yerleştirmelerde bugünün kentsel mimari dilini oluşturan ve endüstrileşmiş altyapı ya da üretim süreci ürünler ile pistonları, elektronik devreleri, bitki ve kimyasalları yapısal bileşenler olarak ele alan deney ve ilişkili etüdler sergileniyor.
Postproductions-productive city / Üretim Sonrası Üretken Kent sergisi IAAC küresel yazokulu İstanbul seansları için biraraya gelen ekibin yazokulunun ardından deneysel mimarlık bağlamında ürettikleri sergidir. Serginin kavramsal çerçevesi IAAC küresel yazokulunun Üretken Kent temasına İstanbul seansları için hazırlanan yerel tasarım gündemidir
Endüstrileşmiş malzemeler temel yapım teknikleri ve basit hareket olanakları ile yorumlandığı Arana (Metin Şahin, Osman Koç) arkaik metodlarla oluşturulmuş altyapı materyalinin etkileşimli elektronik devrelerin etki ettiği sıradan pistonlarla canlandırıldığı R.O.A.R.(Koray Bingöl, Deniz Tümerdem, Osman Koç) oksijen ve gölge üreten yosunun ile farklılaşma ve zamana dayalı davranış deneyi Algrid (Burcu Biçer, Irmak Kalkan) ve noktasal uyarlanabilirliği ve tepkimeli akıllı tasarım etüdünü haklı çıkaran mikroiklim verilerinin gün içinde farklılaşmasını sergileyen 3D baskı A day in life (Osman Koç) sergilenen deneysel üretimlerdir.
Türkiye’in tek mimarlık bienalinde her biri görülmeye değer Deneysel Mimarlık İşlerimiz ve diğer sergiler için herkesi 7 Ekim 2013 tarihine Antalya’ya bekliyoruz.