Tasarım eyleminin doğası gereği ve mimari tasarım ürününün toplumun hayatında kapladığı önemli yerden ötürü, iç-dış ilişkisi, mimarlık kuram ve uygulamasında her zaman tartışmaların odağındaki konulardan biri olmuştur. Fonksiyon, strüktür ve form arasındaki ilişki nasıl olmalıdır? Tasarımcı binasını yaratırken bunların aralarındaki ilişkiyi nasıl kuracak, rol dağılımını nasıl yapacaktır? Kentte binasıyla birlikte yaşayacak olan bizlere, o bina aracılığıyla ne anlatacaktır? Bina, içinden geçenlerin ne kadarını bizimle paylaşacaktır, veya bizimle paylaştıkları gerçek düşünceleri mi olacaktır?
Doğada yaşayan tasarım ürünleri olarak bizler de fonksiyon, strüktür ve form ana öğelerinden oluşuyoruz. Bu üç öğenin gereklerinin sonuç ürünlere nasıl yansıtıldığını, her bir canlı türü için ayrı ayrı gözlemleyebiliriz. Bu gözlemler sonucunda pek çok veri elde edebilir ve bu verileri kendi tasarımlarımızda kullanabiliriz. Bunu yüzyıllardır yapıyoruz, yapmaya da devam edeceğiz.
Sonuç ürünler önemli ve öğretici. Fakat en az sonuç kadar önemli olan başka bir şey de süreç, ve iyi öğreticiler size sorunun cevabını söyleyenler değil, soruyu çözme yöntemini öğretenlerdir. Neyse ki doğada bunlardan da var.
Sizi bir tanesiyle tanıştırayım: Physarum Polycephalum.
Ormanda besin bulabildiği karanlık ve nemli yerlerde yaşayan, çok hücreli ama binlerce hücresini tek vücut olarak hareket ettiren bir tür Cıvık Mantar.
Öğrenebilen, hatırlayabilen, karar verebilen, problem çözebilen ve bunları beyni veya merkezi sinir sistemi olmadan yapabilen bir Cıvık Mantar.
Yukarıda saydıklarımı yapabildiğini, son yıllarda kendisi üzerine yapılan çok sayıdaki araştırmadan öğreniyoruz.
Bu araştırmalar sayesinde biliyoruz ki bu mantar, besin aramaya çıktığında çevresiyle kontrollü bir ilişki kurarak, enerjisini en verimli şekilde kullanmayı başarıp yolunu kaybetmeden en kısa sürede amacına ulaşabiliyor.
Besin maddesini bulduğunda, ondan en iyi şekilde faydalanması için gereken yapım/yıkım hesaplamasını, içinde bulunduğu fiziksel çerçevenin özelliklerini de denkleme katarak yapıp, vücut gelişimini buna göre yönlendiriyor. Her farklı fiziksel çerçeve için aynı hesaplamayı yapıp, karşılaşabileceği tüm durumlar için optimum vücut şeklini bulabiliyor.
Önüne çıkan her farklı tasarım problemini çözüp kendisini gözlerimizin önünde tekrar tekrar tasarlıyor ve biz, yaptığı her tasarımda aynı şeyi görebiliyoruz: Fonksiyon/Form/Strüktür üçgeninin ağırlık merkezini bulduğunu.
Bunu nasıl söylüyorum?
Japonya’nın Hokkaido Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, Physarum Polycephalum’un çalışma şeklini incelemek için onu bir dizi teste tabi tutuyorlar. Testlerden bir tanesinde mantar, bir labirentin içine bırakılıyor ve gelişerek yavaş yavaş labirenti doldurması bekleniyor. Sonra bu labirentin seçilen iki noktasına birer yulaf parçası bırakılıyor. Besin maddelerini alan mantar, vücudunu saran damar ağının bazı bölümlerini zayıflatıp bazı bölümlerini kuvvetlendirmeye başlıyor ve bir süre sonra labirentin yolları boyunca iki besin maddesini birbirine bağlayan bir ana arter ortaya çıkarıyor. Labirentte, yulaf parçalarının koyulduğu noktaları birbirine bağlayan birden fazla yol var. Neticede Physarum Polycephalum’un oluşturduğu şekil incelendiğinde görülüyor ki mantar, bu yollar içinde en kısa olanını bulmuş.
Yani labirenti çözmüş.
Aynı deneyi farklı zamanlarda, farklı üniversitelerde, farklı labirentlerle de tekrarlıyoruz ve görüyoruz ki, her seferinde önüne çıkan labirenti çözüyor.
Bir diğer deney, ulaşım ağı deneyi. Ülkelerimizin coğrafi koşullarını taklit eden düzenekler kurup, şehirlerin haritadaki yerlerine karşılık gelen noktalara besin maddeleri yerleştirip mantarı bırakıyoruz ve o, labirenti çözerken kullandığı yöntem ile bu kez, bizim yüzyıllar süresince oluşturduğumuz ulaşım ağı çözümünün aynısını, hatta daha iyisini, önümüze koyuyor.
Bunları ve daha fazlasını nasıl yaptığı, karar mekanizmasını nasıl işlettiği üzerine araştırmalar yapılmış ve yapılmaya devam ediyor. Özellikle yapay zeka araştırmaları bu canlıdan çok faydalanıyor ve eminim ki kullandığı yöntemler çözüldükçe teknolojik birikimimize ciddi katkıları olacak, belki ondan öğrendiklerimizi Mars’a yerleşirken bile kullanacağız.
Ancak işin teknolojik yönü, bu yazıda vurgulamak istediğim şey değil. Burada ilgilendiğim, bu mantarın yaptığı şeyin ruhu. Fonksiyonun gerektirdiği formu ve bu ikisini taşıyacak strüktürü oluştururken gösterdiği, en üstün denge noktasını bulma çabası. Fonksiyonu, formu ve strüktürü birbirlerinin içinde mükemmelen eritme becerisi. Bunun altında, enerjisinin tek zerresini boşa harcamama prensibi, tasarım problemine verdiği cevabın içine başka hiçbir şeyi karıştırmama arzusu yatıyor.
Sonuçta, formun ve strüktürün tamamen fonksiyondan kaynaklandığı, iç-dış birliğini tek seferde yakalamış, eke ve süse ihtiyacı olmadan estetiğini kendi içinde bulmuş tasarımı ortaya koyuyor.
Kendisinden bir sanat eseri yaratıyor.
Her defasında.
*
O nedenle gençlere önerim, mimaride form-fonksiyon-strüktür birliği ve iç-dış ilişkisi kavramlarına ilgi duyuyorsanız Physarum Polycephalum’a kulak verin.
Size okulunuzdaki profesörden daha fazla şey söylüyor olabilir.
___________________________________________________________
https://www.youtube.com/watch?v=2UxGrde1NDA
https://www.youtube.com/watch?v=Eas2zOSKIaQ
https://www.youtube.com/watch?v=5UfMU9TsoEM
https://www.pressreader.com/turkey/atlas/20170201/282368334372954
1 Yorum
organcı metaforların kolaylaştırıcı bir ikna becerisi olduğu şüphe götürmüyor. öte yandan meseleyi şöyle görmek de mümkün:
“[pekişme/consolidation kuramı] yaşamın bir merkezden dışşallığa doğru gitmediğini, dıştan bir içe doğru, daha ziyade ayrıksı ve bulanık bir kümeleşmeden bu kümeleşmenin pekişmesine doğru ilerlediğini gösterdi. Bu üç şeyi ima ediyor. Birincisi, hiçbir başlangıçtan çizgisel bir sekansın türemeyeceği, bunun yerine pek çok araya giren olay gibi, yoğunlaşmalar, yeğinleşmeler, pekişmeler, içeri atımlar, sağanakların bulunduğudur (“sadece araya girişler sayesinde büyüme vardır”). İkincisi, ki bu bir çelişki değil, aralıkların düzenlenmesi, eşitsizliklerin belli bir biçimde dağıtılması gereklidir, öyle ki pekiştirmek için bazen bir delik açmak gerekir. Üçüncüsü, hiçbir ölçü ya da fasıla dayatması olmaksızın, ayrıksı ritimlerin bir üst üste gelişi, ritimler-arasılığın içeriden eklemlenmesi vardır. Pekişme sonradan gelmekle yetinmez, yaratıcıdır. Gerçek şu ki başlangıç her zaman arada, intermezzo’da başlar.”
andrew ballantyne, mimarlar için deleuze ve guattari, s.56-57.
uzun lafın kısası form-strüktür-fonksiyon varsayımlarını dayatmak yerine bu varsayımların kavranışındaki düşünce ağını kurcalamak daha anlamlı olsa gerek.