Diyarbekir Mala Mine*

Doğup büyüdüğüm topraklardan ayrıldığımda çocuktum. Kente dair bir bilincim yoktu. Zaten konjonktürel olarak Güneydoğu'nun en hararetli şehirlerinden birinde var olma mücadelesi verilirken kent bilinci kimin umurundaydı ki?

Beyin göçünün yaşandığı yıllardı. 20 küsür sene geçti. Artık köprünün altından çok sular aktı. Durum değişti, değişiyor. Yerel halkın kentine sahip çıktığı bir dönemden geçiliyor. Yıllar sonra yanımda fikrine güvendiğim meslektaş dostlarım ile kıymetli insanların rehberliğinde, Belediye Başkanı’nın vesilesiyle memleketimdeydim. Kısa zamana sığdırılmış mimari bir gezi programı ile kitaplara, efsanelere konu olmuş, UNESCO yolcusu beş buçuk kilometre uzunluğundaki SUR içinde yaşanan günlük hayata ve yapılan yeniliklere şahit olurken attığım her adımda geçmiş ile bir bağ kuruyordum…

Diyarbakır; harcı, acı ve hüzünle karılmış ama umudu her zaman diri tutmuş, ebedi kent… Diyarbakır; bedeninde derin yaralar açılmış yaralı kent… Diyarbakır; ahir zamanlardan bu yana, zamanın ve insanın sayılamayacak kadar çok musibet ve felaketine karşı durabilmiş, dayanabilmiş bir kent. Bir erdemli yürek. Diyarbakır; acısı, hüznü ve umudu henüz yeterince seslendirilmemiş kent...
Mehmed Uzun

Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir: DİYARBAKIR **

Gitmeden sorup soruşturdum. Duyduğum bilgiler eskiden sur içinin gezmenin neredeyse imkânsız olduğu yönündeydi. Tüm olumsuzluklar bir yana tekinsiz olduğu kulağıma çalınmıştı. Oysa şimdi benim tanık olduğum “sur içi” bambaşka yer idi. Şehir uysallaşmış, barışın yüzü de görününce yapılan hizmetler daha da hissedilir olmuş. Sokak aralarında ise hayat kendi bildiği gibi tüm renkleri ile devam ediyordu.

Suriçi’nin iki metre genişliği zor bulan taş döşeli dar sokakları (Küçeler), surların kendilerini zoraki sınırlandırdığı yoğunluğa rağmen aniden boşluklar yaratıp küçük avlular ve avlu içinden sokağa taşan hayatları dışarı sunuyordu. Yol üstünde uğradığımız; son dönemde restore edilip kullanıma geçirilen Esma Ocak Kültür Evi gibi avlulu evlerin eyvanları serinliği ile misafirleri sokaktan içeri davet ediyordu. Üç bin yıllık tarihe sahip kendine özgü karakteristiği olan, iyi birer sivil mimari örneği olan bu evler mevsime uygun olarak şekillendirildikleri için sıcağa rağmen ferahlık hissini hala koruyorlardı. Günümüzde kafelere dönüşen; zemini ve duvarları yöreye özgü delikli gri bazalt taşlardan örülmüş eski evler, başta gençler olmak üzere kalabalıklar ile dolup taşıyordu. Her daim avlusunda ses yükselen Dengbej Evi’nin durumu çok etkileyiciydi.

Hem yapının iyi bir restorasyon ile kullanıma açılması hem de şahit olduğumuz karşılıklı savrulan stranlar gözlerimizi yaşarttı. Sur içine dair turistik bilgi merkezinde 40 m² alana yayılı bir maket üzerinden de her şey görülebiliyordu. İyi baskılı broşür ve değerli bilgilerin yer aldığı şehir tanıtım kitapçığı bedelsiz veriliyordu. Şeyh Mutahhar Cami 1500 yılında yapıldığı gibi duruyordu; örneği olmayan, İslam’ın dört mezhebini temsil ettiği düşünülen dört ayaklı minarenin gölgesinde. Hala, Camii ile değil de Minaresi ile çağrılıyordu. İyi mimarisi ile meşhur Cemil Paşa Konağı Haremlik ve Selamlık bölümlerinde süren restorasyon şiir gibiydi. Cemil Paşa Konağı’na yapılmak istenenin büyük vizyon gerektiren bir iş olduğu, her kalem işinde, her detayda kendini belli ediyordu. Sayıları bir çırpıda sayılamayacak kadar çok çocuk ile çevrili kadınlar, kapı önünde elişi yapıyorlar, gelene geçene iki dilde selam veriyorlardı. Diyarbekir’de çocuklar hep kalabalık ve neşelidir zaten. Zaman onları hiç değiştirmemiş. Yine tam o sırada, kah Sinan eseri olan Behram Paşa Camii’nin avlusunda top koşturan, kah bir el arabasının peşine takılan figüranları idiler o sahnelerin.

Çarşısı, hanları, peynircisi, ciğercisi, bakırcısı, hali hazırda restorasyonu devam eden yapıların baktığı küçük meydanları ile hepsi hep bir ağızdan “burada hayat var” diye bağırıyordu sanki. Sanki Katalunya’da yürüyorduk ve her dar köşe yeni bir sürprizini çıkaracak gibiydi önümüze.

Restorasyonu tamamlanan Kiliseler ve devam eden Ulucami

Restorasyon projelerinden burada kısaca söz ederken dini yapılar, ilgimden ötürü öncelik kazanıyor. Çünkü Suriçi sokakları, evleriyle olduğu kadar dini yapıları ile ünlüdür. Kiliselerin çan kuleleri komşu damların seyir hizmetindedir. “Ne kadar çok kilise var, ne farklı kimlikler yaşamış bu topraklarda, kim gerçek sahibi bu mekanların?” diye düşünmeden edemiyor insan o dar sokaklara bakan yüksek duvarların ardındaki heybetli kuleleri gördüğünde. Oysa bugün bir Ermeni’yi parmakla ancak gösterebiliriz kentte. Ben çocukken komşularımız vardı, sonra onlar da göçüp gitmişlerdi. Ne çok çekmişlerdi Ermeniler her iki taraftan! Kitapta anlatıldığı gibi: Söyle Margos nerelisen? Şimdi ise yıllar sonra gelen bir telafi gibi, kiliseler restore edilip hizmete açılıyor.

Surp Giragos Ermeni Kilisesi

Surp Giragos Kilisesi Restorasyon haberleri gazetelere konu olduğunda yerinde görülmesi gerektiğini anlamıştım çünkü çatısının olmadığı halini görmüştüm küçükken. Ve Diyarbakır’da hemen hiç Ermeni vatandaşı kalmamışken böyle büyük çaplı bir yatırım yapılması da ilgi çekiciydi. Hikayesi ilginç; müzeye çevrilmek isteniyor. Ermeni Vakfı ibadethane olarak kalmasını istiyor, kendileri toplanıp kiliseyi yaşatma kararı alıyorlar. Büyükşehir Belediyesi de bütçeye destek oluyor. Böylece Ortadoğu’nun en büyük Ortodoks Ermeni Kilisesi tekrar kullanıma açılabiliyor.

Yaklaşık 3000 m²’lik alana yayılı kilisenin 1610-1615 yıllarında yaptırıldığı sanılıyor. Günümüze ulaşan mimarisi ile 1880 yılına ait olduğu düşünülen 7 apsitli, enine 5 nefli tek kilise olan Surp Giragos Ermeni Kilisesi’nin restorasyon çalışmaları büyük bir titizlik ile yürütülmüş. Yapılan araştırmalar, 1939 ve 1953 yılının sur içi bölgesine ait hava fotoğrafları, “Diyarbakır Kiliseleri” adlı kitaptan ve yapının Mehmet Alper tarafından hazırlanan 2001 tarihli rölöve, restitüsyon, restorasyon projelerine dayanılarak hazırlanmış.*** Diyarbakır Surp Giragos Kilisesi’nin 1914 yılında top atışıyla yıkılan çan kulesi, 2010 yılından bu yana devam eden restorasyon çalışmaları kapsamında yeniden yapılmış. Yıkılma rivayeti biraz tuhaf. Dört Ayaklı Minare’den daha uzun olduğu için yıkıldığı söyleniyor. Neyse ki öyle günler geride kalmış diyorum içimden.

Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı ve yüklenici firma tertemiz bir iş çıkarmışlar. Bir nevi geçmişin telafisi olarak hediye vermişler Ermeni Cemaatine. Kilise, Küçük Kilise, Papaz Evi, misafirhane kısımlarına ilave cennet gibi bahçesinde içilebilen demli çayı ile misafirlerini bekliyor.

Mar Petyum Keldani Kilisesi

12. yüzyılda yapıldığı sanılan Kilise, Katolik Keldaniler tarafından kullanılmış. Kemerler ile bölünmüş dört nefli kilisede, ana malzeme olarak Diyarbakır’da pek çok eski yapıda kullanılan siyah gri bazalt taşları göze çarpıyordu. Bu vesileyle kadim zamanlardaki meslektaşlarımıza yerelliğe saygılarından dolayı övgümüzü, yapılan tertemiz restorasyon için yetkililere teşekkürümüzü bildiriyoruz.

Diyarbakır Ulu Cami

Önce Pagan Tapınağı, sonra Mar Toma Kilisesi, 639 yılından beri de Cami-i Kebir… Diyarbakır Ulu Cami, Anadolu’nun en eski camilerinden biri. Hatta beşinci Mukaddes Mabed olarak sayılıyor. Caminin dört cephesi Müslümanlığın dört ayrı mezhebini temsil ediyor. Hanefiler, Şafiler ayrı namaz kılabilmişler burada. Uzun zamandır kullanılamaz ya da başka deyişle ibadet edilemez haldeydi. En son geçen sene geldiğimde içinde bile duramamıştım. Şimdi ise restorasyonu biten kısmın tertemiz bir ibadethane olarak kullanıldığına şahit oldum.

Cami hakkında restorasyon çalışmalarını meslektaşımız Diyarbakır Milletvekili Mine Lök Beyaz’dan dinledik. Kendisi Sur içi ile bizzat ilgilenenlerden biri. Daha yapılacak çok iş olduğunu anlattı. Ulu Cami arkasında silüeti bozan yüksek katlı yapıların yıkımlarına başlandığından ve Cami çevresinin dokuya uyumsuz yapılardan zamanla arındırılacağından bahsetti.

UNESCO yolu için adım

Diyarbakır’ın tarihi çok eskilere dayanıyor. Kadim uygarlıklar mesken tutmuş bu şehri. Tüm mirasına rağmen uzun zamandır kentin çektiği sıkıntılar herkesin malumu. Etnik kimlik konusu gündemin en üstündeydi. Gün gelecek sıra UNESCO’ya başvuruya gelecek deseler inanmak güçtü eskiden. Şimdi öyle değil. Yerel yönetim ve ilgili kurumlar sıkı çalışıyor. Surların diplerine yapılan gecekondular yıkılmış yer yer. Bilinçli bir farkındalık programı yürütülüyor. Konu Cumhurbaşkanı’na ve Başbakan’a kadar taşınmış, onaylanmış. Yakın geçmişe dayanan bir mazisi var bu çabanın. Büyükşehir Belediyesi, Surlar ve Hevsel Bahçeleri ile ilgili çalışmasına önce İmar Planı oluşturulması ile başlamış. Planın bir parçası olarak oluşturulan Sur İçi Koruma Amaçlı İmar Planı, “Diyarbakır Surları UNESCO Dünya Miras Listesi” için taslak dosyaya eklenmiş. Bu arada Sur İçi Alan Yönetim Planı hazırlıklarına hız verilmiş. Eylül 2013’te Kültür ve Turizm Bakanlığı üzerinden UNESCO Dünya Kültürel Miras Sekretaryası’na iletilen taslak dosya UNESCO uzmanları tarafından incelenmeye alınırken, asıl dosya Şubat 2014’te aynı yolla UNESCO’ya sunulacak. Hayırlara vesile olmasını diliyoruz.

Sur İçi: 158 Hektar

Diyarbakır’daki mimari gelişmeler çok sevindirici. Yetkililer ile hemfikirim; yapılacak çok iş var ama istek de var. 1914’ten beri yerde olan çan takılmış semalara daha ne olsun! Ancak yapılan bunca iyiliğin yanında yapılacakların sabır, planlama, uzlaşı ve dayanışma gerektirdiğini söylemek gerekiyor. Çünkü Sur içi, kendi içinde küçük, farklı bir şehir gibi. Eski dokunun korunması baz alınarak Sur içi için yoğun bir dönüşüm programı yürütülüyor. Bizzat ilgililerinden dinledim. 1952 tarihli tapu kadastro haritaları, 1953 tarihli hava fotoğrafları doğrultusunda hazırlanılan imar planına dayanılarak Sur içi için planlı gelişim sürecinin takip edilmesi ve önünün açılması gerektiğini önemle vurguladılar. Kentler dönüşür, değişir, evrilir bunlar gayet anlaşılır. Değişimi kucaklayıp dönüştürmektir mesele. Yıkmak en kolayı. Söz konusu olan, binlerce yıllık tarihe tanıklık eden Diyarbekir Sur içi bölgesi olunca konu daha fazla önemli hale geliyor. Fazlalıkları yıkıp yerine sadece yeşil alan yapmak için alan çok büyük, onun yerine orantılı olarak yeşili barındıran sosyal alanların da olduğu mevcut dokuyu kısmen tutup dönüştürmek çok daha önemli görünüyor.

 

Notlar:

* Diyarbekir Mala Mine: “Diyarbakır benim Evimdir”. Ciwan Haco’nun gurbette memlekete yazdığı bir eseri.
** Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir: DİYARBAKIR, Şeyhmus Diken’in eserinin ismi.
** Surp Giragos Ermeni Kilisesi Röleve Raporu, Hazırlayan: Meral Halifeoğlu, Belda Kıran

Teşekkürler;
Osman Baydemir, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı
Murat Alökmen; Mimar, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Daire Başkanı
Orhan Balsak; mimar, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı, KUDEB Şube Müdürü
İrfan Uçar, Gazeteci, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Basın Danışmanı

Etiketler

1 Yorum

Bir yanıt yazın