Dönüşmesi Gereken Sadece Kentler Mi?

4. Ormancılık Kongresinde “Kentsel Dönüşüm Ormancılığı” adı altında sunulan bir bildiridir.

Özet 

Değişim ve dönüşüm, doğal ve kültürel anlamda, ekosferimizin hızı sürekli artan en temel sürecidir. Kentler kırsal kökenli insanın doğal yaşama ortamına dönüşürken, ağaç merkezli ormancılık anlayışı da yerini insan merkezli ormancılık anlayışına bırakmaktadır. Kent ile kırsal ayırımı ortadan kalkarken doğa, kırsal ya da orman kent içine monte edilerek melez (hibrit)  kentler giderek  yaygınlaşmaktadır.  Bu çoklu dönüşüm orman ve ormancılara çok yeni ve çok önemli fırsatlar ve sorumluluklar yüklemektedir. 

Anahtar kelimeler: Melez kentler, insan odaklı ormancılık, nicel ve nitel ormancılık, orman kentler, nicel ve nitel kentleşme.

1. Giriş 

İnsan, gezegen üzerinde görünmeye başladığı ilk gününden beri, ekosferin diğer canlı bileşenleri gibi, neslini devam ettirebilme temel içgüdüsüyle, çevresine uyum sağlama çabasındadır. Çevresine uyum sağlayabilmek için çevresini değiştirir, dönüştürür, ancak bu arada kendisi de değişir ve dönüşür. Ağaç kovuğundan başlayıp gökdelenlere, klandan başlayıp milyonlarla ifade edilen nüfusa sahip metropollere dek uzanan konut ve kent olgusu bu değişim ve dönüşüm sürecinin kaçınılamaz sonucudur.

Önceleri barınma ve korunma gibi ağırlıklı olarak biyolojik ihtiyaçların karşılanabilmesine yönelik  olarak gelişen konut ve kent kavramı daha sonraları sosyal, kültürel ve ekonomik ihtiyaçları da karşılamak zorunda kalarak, içinde yaşayanlarla birlikte sürekli dönüşmüş ve dönüştürmüştür. Bugünün kentleri ve kentlileri bu uzun sürmüş değişim ve dönüşüm sürecinin tanıkları ve emanetçileridir.

Dokuz bin yıl öncesinin sokaksız kenti Çatalhöyük’ün içinden otoban geçen kente,  bir metrekare yeşil alanı olmayan 80 bin nüfuslu Perge antik kentinin yeşil alan talebinin giderek yükseldiği iki milyon nüfuslu Antalya’ya dönüşmüş (evrilmiş) olması bu olgunun  yakın çevremizdeki tanıklarıdır.

İnsan, aynı zaman ve mekanda, hem biyolojik ve hem de kültürel değişime (evrim) uğrayabilen özgün bir canlı türüdür. Biyolojik değişim ve dönüşüm göreceli olarak yavaş ilerlerken kültürel değişim ve dönüşümün hızı nerede ise geometrik olarak artmaktadır. Kentsel ya da kırsal, yaşanan sorunların hemen hepsinin kökeninde biyolojik/kültürel değişim-dönüşüme ilişkin bu hız farkının etkilerini görmek olasıdır. Kentlerimizin biyolojik talebimizle yanıt veren yeşil alanlar bakımından giderek fakirleşmesine karşın, kültürel (ekonomik) taleplerimizle uyumlu ağır bir rant baskısı altında  kalmaları bu çelişkinin dışavurumudur. Bir başka ifadeyle, kentler ekolojik anlamda insan yaşamını değil, kültürel anlamda ekonomiyi (rant) temel girdi alarak tasarlanmakta ve inşa edilmektedir.

Bu nedenle,  günümüz koşullarında kentsel dönüşümün insanın biyolojik talepleri ile kültürel talepleri arsındaki asimetrik ilişkiyi dengelemeye çalışan bir yapıda ele alınması gerekliliği vardır.

Günümüz ormanları ve ormancılığının temel hizmet alanı, her anlamda, hızla kırsaldan kentsele kaymaktadır. Geleneksel olarak kırsala ve ağaçlara odaklı orman ve ormancılık anlayışı yerini hızla insana odaklı kent merkezli orman ya da ormancılık anlayışına bırakmış bulunmaktadır. Kentsel dönüşüm başlığı altında doğanın, kırsalın ya da ormanın kent içine monte edilerek melez kentler yaratılmasında orman ve ormancılara önemli sorumluluklar ve görevler düşmektedir.   Bu, orman yöneticilerinin gecikmeden uyum sağlaması gereken çok önemli bir dönüşümdür.

2. Gerekçe 

Son yarım yüzyıl, pek çok anlamda ve pek çok alanda hızlı değişimlerin, dönüşümlerin yaşandığı yıllar olmuştur. Her değişim bir dönüşüme karşı gelir. Büyük, sağlam ve kaynakları sonsuz bir dünya algısından, küçük, kırılgan ve kaynakları sınırlı (tüketilebilir) bir dünyada yaşamakta olduğumuz gerçeği ile, bu büyük, sağlam ve kaynaklarının sonsuz olduğunu düşündüğümüz dünyanın güçlü, egemen türü olma kibrinden, sistemin sıradan bir bileşeni olma alçak gönüllülüğüne geçişimiz gibi köklü değişimler bu yarım yüzyılda gerçekleşti. Gelişmişliği ya da mutluluğu tüketim ile ölçen “Ekonomik Paradigma”dan gelişmişliği ya da mutluluğu kaynakların etkin kullanımında (sürdürülebilirlik) gören “Ekolojik Paradigma”ya, nesnelerden ilişkilere, yapılardan işlevlere, kesinlikten belirsizliğe (esnekliğe), yarışmadan paylaşıma, indirgeyici yaklaşımdan bütüncül (sistemik) yaklaşıma geçiş gibi yaşamsal dönüşümler de bu zaman dilimine sığdı. Mal (tomruk) üretim ormancılığı yerini  hizmet, süreç üretim ormancılığına, ne pahasına olursa olsun baş sokulabilecek bir sığınak anlamına gelen nicel kentleşme döneminden, keyifle yaşanabilecek nitel kentleşme dönemine geçildi. Doğrudan insan-orman ilişkisi giderek zayıflarken insanlık tarihinde ilk kez kentlerde yaşayanların sayısı kırsalda yaşayanların sayısını, bir kuşağa sığan bu kısacık dönemde aştı. Kırsal ve ağaç odaklı “nicel ormancılık” tan kent, insan ve işlev odaklı “nitel ormancılık” a dönüşüm de bu kısacık dönemde gerçekleşti.

Her şeyin değişirken dönüştüğü, dönüşürken değiştiği, aynı soruya birbirinden çok farklı doğru yanıtların verilebildiği ve aynı soruna çok farklı doğru çözümlerin önerilebildiği ekoloji merkezli bir dönemden geçiyoruz. Tüm bu değişim ve dönüşümler bütüncül (sistemik) bir yaklaşımla özümsenmeden orman, ormancılık, kent, dönüşüm gibi kavramların anlaşılması olası değildir.

Dünyamız ya da evreni de kapsayacak biçimde tüm ekosfer, tüm bileşenleri arasındaki etkileşimler doğrultusunda bir bütün olarak değişir ve dönüşür (evrilir).  Kentler değişir ve dönüşürken, kentliler de, ormanlar da, iklimler de, ekonomi de, değerler de, vb.  değişir ve dönüşür. Kent ve ormana dair değişim-dönüşümü bu sonsuz değişim ve dönüşüm süreci ile ilişkili olarak anlamaya çalışmak kilit öneme sahiptir.

Ormanlar ve ormancılar bu değişim-dönüşümün en etkin aktörleri konumundadır. Ağaç odaklı ve nicel karakterli kırsal Ormancılık hızla insan odaklı ve nitel karakterli kentsel ormancılığa dönüşürken, kentsel dönüşüm süreci orman mühendisliği alanına çok yeni ve kaçınılamaz işlevler, sorumluluklar yüklemektedir.  Ormancılık eğitimi bu değişim dikkate alınarak yeniden tasarlanmalı ve uygulanmalıdır.

Bu bildiri, ülkemizde kentsel dönüşüm kavramının yoğun olarak tartışıldığı ve öncü uygulamaların başladığı bir dönemde, bu değişim ve dönüşümleri özümsemeye çalışarak, orman ve ormancılık dönüşümü, kentsel dönüşüm ve kentsel dönüşüm ormancılığı konularını değerlendirme amacındadır.

3. Kentsel Dönüşüm 

Kentler statik değil aksine çok dinamik yapılardır ve insanın evrimine (biyolojik, kültürel) koşut olarak değişir, dönüşür yani evrilirler. Ünlü İngiliz devlet adamı Winston Churchill’in dediği gibi, “şehirlerimize biz şekil veririz, ardından onlar bizi şekillendirirler.

İnsan yaşamında ilk önemli dönüşümlerden biri yaklaşık 10 bin yıl önce ilk hayvanın evcilleştirilip ilk tohumun toprağa ekilmesiyle gerçekleşti. Yerleşik düzen ya da kent bu dönüşümün kaçınılamaz bir sonucu olarak ortaya çıktı. O dönemlerin, ihtiyaçları (maddi, manevi) bağlamında, tümüyle kendi gücü ve kırsala bağımlı insanı günümüzün kente ve teknolojiye  bağımlı insanına dönüştü. Kent bağımlısı olmak kırsalla ilişkinin tümüyle koparılması anlamına gelmez, doğrudan ilişkinin  dolaylı ilişkiye dönüştüğünü ifade eder. Kentlerde tüketilenlerin neredeyse tamamı kırsaldan gelmektedir.

Binaları, yolları, kirlilikleri, yeşil alanları, stresi, AVM’leri, vb. bileşenleriyle  kent günümüz insanın doğal yaşama ortamına (habitat) dönüşmüştür. Bu yaşama ortamı ağırlıklı olarak kültürel taleplerimizi tatmin edebilirken biyolojik taleplerimizi karşılamakta yetersiz kalabilmektedir.

Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan raporlar, kentte yaşayan insanların sayısının, dünya tarihinde ilk kez, kırsal alanda yaşayanların sayısını geçtiğini ve önümüzdeki 10-15 yılda kentsel nüfus payının gelişmiş ülkelerde %84’e gelişmekte olan ülkelerde ise %56’ya yükseleceğini ortaya koymaktadır (BM Dünya Kentleşme Beklentileri, 2014).  Bu durumda kent günümüz insanı için vazgeçilemez doğal yaşama ortamına ve kısa süreli kaçamaklar dışında zamanının tümünü geçirdiği inşa edilmiş bir ekosisteme dönüşmektedir. Günümüz insanının kent dışında ve teknolojinin sunduğu imkanlardan uzakta yaşamını sürdürebilmesi, bireysel ve romantik istisnalar dışında, olası görünmemektedir.

Kent ile orman ya da kırsal arasındaki mesafenin giderek açılması ve ulaşımın giderek zorlaşması (maddi ve manevi olarak) da kısa süreli kaçamaklarla orman ya da kırsala ulaşım hevesini kıran  ve bunalım yaratabilen bir etken olarak ortaya çıkmaktadır.

Yolun başında, yani kentleşmenin göreli olarak çok uzun sürmüş ilk aşamalarında “nicel kentleşme” olarak adlandırabileceğimiz, insanların ne pahasına olursa olsun başlarını sokabilecekleri bir sığınağı, bir evi ifade eden kavram  kentleşmenin temel dinamiğini oluşturmuştur. Depreme dayanıklılık, yeşil alan, estetik, temiz hava, gibi talepler bu dönemin kentsel konuları, talepleri arasında yer almazlar.

“Baş sokulabilecek” sığınak aşamasından “saygın ve keyifle yaşanabilecek” konut talebine geçişi tanımlayan  “nitel kentleşme” aşamasına geçiş ülkemizde yeni binyıl ile çakışmıştır. Deprem korkusu gibi tekil bir talep üzerinden yaygınlık kazanmaya başlayan “kentsel dönüşüm” kavramının ortaya atılışı da aynı tarihlere denk gelmektedir ve özünde çoğul kentsel olumsuzluklara güçlü bir tepkiyi ifade etmektedir ve böyle anlaşılmalıdır.

Kentsel yakınmalarımızın büyük bölümünün temelinde, kentlerin ağırlıklı olarak insanın, ekonomik paradigmanın bir uzantısı olarak kültürel boyutuna odaklanarak, ancak ekolojik boyutunu göz ardı ederek tasarlanmış olduğu  gerçeği yatmaktadır. Kentlerin ekolojik anlamda insan yaşamını değil, kültürel anlamda ekonomiyi yani rantı temel alarak tasarlanıyor olmaları da aynı gerçeğin uzantılarıdır. Kentsel dönüşüm bu nedenle tekil ekonomik kentleşmeden çoğul ekolojik kentleşmeye dönüşümü de ifade etmektedir, etmek zorundadır.  Ülkemizde kentsel dönüşüm kavramının deprem odaklı algılanması ve uygulamaların ağırlıklı olarak bu tekil amaca yönelmiş bulunması günümüz ihtiyaçlarına yanıt veremeyecektir. Depremden etkilenmeyen ancak her türden (trafik, kirlilik, sıcaklık, gürültü, kalabalık, sıcaklık, vb.) bunalımın en ağır biçimde yaşandığı kentler ve kentliler yaratılması kaçınılmaz bir son olarak görülmektedir.

Orman sadece ağaçların bir arada bulunduğu bir mekan olmadığı gibi kentler de sadece bina, sokak ve park toplamından ibaret değillerdir. Nasıl toprak, kuş, kuzey, güneş ışığı, dökülen kuru yapraklar, tavşan, yağmur vb. ormana dahil ise, okul, hastane, fare, ağaç, rüzgar,  güney, gürültü, asfalt, yağmur, atık vb. de kente dahildir. Kent tasarımı insanın biyolojik ve kültürel ihtiyaçlarını olduğu kadar bu tür canlı ya da cansız ekolojik bileşenleri ve karşılıklı etkileşimlerini de göz önünde bulundurarak gerçekleştirilmelidir.

İnsanın kendi yaşama ortamını belirleyen bu tasarım motor gürültüsü ya da trafik sıkışıklığı gibi olumsuz etkileri minimuma düşürmeye olduğu kadar, kuş seslerini duyabilme, mevsimlerin değişimini bitkiler üzerinden keşfedebilmeye de açık olmalıdır. Bir başka anlatımla kentsel dönüşüm tasarımları kent ve orman ya da kırsalı mekânsal olarak ayırarak değil aksine birleştirerek, orman ve kırsalı kent içine, hatta bina içine monte edebilecek biçim ve kapsamda gerçekleştirilmelidir. İnsanın bidayette ait olduğu ekosistem özelliklerinin çağdaş anlayışlarla yeni yaşama ortamına dönüşmüş kent içine yerleştirmenin insanın kendini daha rahat, gerginliklerden uzak ve yaşama sevinciyle dolu hissetmesine yol açtığını ortaya koyan bilimsel çalışmaların sayısı hızla artmaktadır. Bir başka ifade ile, kent ile kırsalı birleştiren ekolojik temelli melez kentlere dönüşüm, arı kentlerin yaratığı pek çok maddi yada manevi 8ruhsal) sorunun tedavi aracı olarak da düşünülmeli ve teşvik edilmelidir.

Doğa temelli fiziksel ve ruhsal iyileşme- iyileştirme yöntemlerinin kapsayan bir kavram olan ekoterapi hızla yaygınlaşmakta ve psikoterapi ve psikiyatri alanlarının doğa ve doğa insan ilişkilerini yeni bir bakış açısıyla yeniden ele alması gereğinin önemine işaret etmektedir. Örneğin, kent parkı ve AVM’ yürüyen insanlar üzerinde gerçekleştirilen bir araştırmada parkta yürüyenlerin %71’i  depresyon seviyelerinin azaldığını beyan ederlerken AVM’de yürüyenlerin %22’si depresyon seviyelerinin arttığını işeri sürmüşlerdir. İlginç bir örnek, parka, ağaçlık bir alana bakan koğuşta kalan tutukluların, hapishane avlusuna bakan mahkumlara oranla daha az (%24) hasta olduklarının belirlenmiş olmasıdır. Yine Amerika Birleşik Devletlerinde yürütülen bir çalışmada yeşil çevrelerde yaşayan çocukların aşırı kilolu (obez) olma  risklerinin düşük olduğunu ortaya koymuştur.  Örnekler çoğaltılabilir. Ancak görünen o ki, ormandan, yeşillikten, doğallıktan uzaklaşan kentler giderek artan oranlarda depresyon kaynaklarına dönüşmektedirler.

4. Orman Dönüşümü 

İnsan, evriminin ilk aşamasından günümüze sürekli olarak doğa ve ormana yabancılaşma süreci içinde olmuştur. Kuzenimiz olan Australopithecus’tan atamız olan Homo’ya evrimleşme sürecimiz ardında, iklim değişimine bağlı bir ormansızlaşma, ormanın savana dönüşümü yatmaktadır. Avcı-toplayıcı toplum düzeninden günümüze uzanan sürecin en belirleyici özelliklerinden biri insan ile kırsal ya da orman arasında yaşanan sürekli bağımlılık azalışıdır. Başlangıçta tüm yaşamsal ihtiyaçlarını doğrudan kır ya da ormandan karşılayan, ormanın sunduğu ürünler olmadan yaşamını sürdürmesi mümkün olmayan insan yerini ormanı genellikle bir estetik ya da rekreasyon değeri olarak gören insana bırakmak zorunda kalmıştır.

Bir başka anlamda, artan makineleşme, sayısallaşma ve tüketim kent ve kentlinin doğaya olan bağımlılığını azaltmadığı gibi çoğalmasına da yol açabilmektedir. Yaşam alanı olarak kente bağımlı hale gelen insanın, kent yaşamının sürdürülebilirliği bağlamında, kent dışı kırsal alan ve orman desteğine olan bağımlılığı da artmaktadır. Örneğin Londra kenti ve kentlilerinin ihtiyaçlarını karşılayabilmek için kentin kapladığı alandan (1500 km2)  120 kez daha büyük bir kırsal alan desteğine gerek duyulabilmektedir. Dünyanın en mutlu insanlarının yaşadığı Kanada’nın Vancouver  kenti için bu alan kent alanının (114 km2) 180-200 katına ulaşabilmektedir (Reader, 2007). Bu nedenle, bütüncül ekolojik kentsel dönüşüm kent sınırlarının da ötesine taşan çok kapsamlı etkileşimleri de göz önünde bulundurmak durumundadır.

Özellikle gelişmiş ülkelerde doğal ormanlar neredeyse tümüyle insan eliyle kurulmuş plantasyon ormanlarına dönüşmüştür. Gelişmekte olan ülkelerin aksine, bu ülkelerde (Avrupa, ABD; vb.) son on yıllarda ormanlık alan artışı (yaklaşık %4) gözlenmektedir. Ülkemizde de ormanlık alanların artmakta olduğu konusunda iddialar ileri sürülebilmektedir.

Son yarım yüzyılda geleneksel tek ürün (tomruk-odun) merkezli orman yönetimi anlayışı çok kaynaklı  (odun üretimi, yaban hayatı, toprak ve su koruma, rekreasyon, biyolojik çeşitlilik, estetik değerler, odun dışı ürünler, karbon bağlama, vb.) sürdürülebilir orman yönetimine dönüştü. Orman kaynağına ilişkin faydacı değer anlayışı gerçek değer anlayışına dönüşürken, tek tür ibreli ormancılığı karışık yapraklı orman yönetimine evrildi. Sürdürülebilirlik artık asla sadece odun üretimine bağlanmamakta tüm ekosistemin kompozisyonu, süreçleri ve işlevlerini kapsamaktadır.

5. Orman Kent

Kırsal kökenli tarım toplumundan kent kökenli sanayi toplumuna hızlı dönüşüm  nicel kentleşme süreçleriyle beton yığını kentler ve kentlerin sunduğu imkanlarla mutlu kentliler yaratmıştır. Bu yeni nesil kentlilerin gerçek yeşil alan taleplerinin olması beklenemezdi ve öyle de olmuştur. Nitel kentleşme aşamasının yaşanmaya başladığı geçiş sürecinde bile yeşil alanların kullanım oranlarının düşüklüğü bu gerçeği destekler. Kırsal alan, orman ya da park gibi yeşil alan talebi kentleşme sürecinin geçmişi ile yakından ilgilidir.  Güneşli bir günde AVM ziyaretçileri ile yeşil alanları kullananların sayısal olarak karşılaştırılması çarpıcı sonuçlar verecektir. AVM ziyareti kentte yaşamanın çekiciliğini, ayrıcalığını ortaya koyarken yeşil alan kullanımı kent yaşamından bunalmanın  göstergesi olarak değerlendirilebilir. Hafta sonlarında kent dışına, özellikle ormanlık alanlara düzenlenen yürüyüş gezilerinde izlenen artışlar da (çarpık) kent yaşamının kentliler üzerinde yaratmaya başladığı bunalım ile ilişkilendirilebilir. Tüm bunlar ülkemizde gerek yapı  ve gerekse kent ekosistemi bakımından nitel aşamaya geçilmekte olduğunun işaretleridir. Bu, aynı zamanda, kırsal ve ağaç odaklı nicel ormancılık anlayışının yerini kent ve insan odaklı nitel ormancılık anlayışına bırakmakta olduğunun da işretidir.

Bu işaretleri kentlerden kaçıp kırsal alana yerleşme ya da, üst düzey yetkililerin önerebildiği gibi, bahçeli yatay yerleşimler oluşturmanın araçları olarak yorumlamak uygun değildir. Kulağa hoş gelse de, yatay yerleşimler günün sürdürülebilirlik kavramına ters düşer. Bu yaklaşım kaynakların bol ve tükenmez olduğu dönemlerin ürünüdür. Yatay yerleşimler, ulaşım, atık toplama,  kanalizasyon, toplu taşıma, güvenlik, sağlık, yaşlı bakımı, ısıtma-soğutma gibi konularda çok ciddi ve masraflı olumsuzluklar sunarlar.

Günümüzde depreme dayanabilen beton ile yeşili barıştırabilecek teknolojiye sahibiz. Beton ile depreme dayanıklı yüksek binalar inşa etmek mümkündür. Japonya bunun örnekleriyle doludur. Beton ile yeşili barıştıran yüksek binalar da dünyamızın her köşesinde hızla yükselmeye başladı. Bu yolla dikine kent ile  dikine ormanlar bir araya getirilerek dikine orman kentler, melez kentler yaratılabilir, hatta yaratılmaya başlandı bile.  Beton ya da cam gibi yapı yüzeyleri, balkonları, çatıları bitkiler ve yerine göre güneş pilleriyle kaplanarak  kendi enerjisini, oksijenini, sebze-meyvesini üreten, ısı adası oluşumunu engelleyen, karbondioksit yutan ekolojik kentler artık hayal değil.

Ülkemiz deprem tehdidiyle tetiklenen kentsel dönüşüm sürecine tam da nicel kentleşmeden nitel kentleşmeye geçme aşamasında girmiş bulunmaktadır. Bu hem depreme dayanıklı ve hem de tüm yönleriyle ekolojik çağdaş melez kentleşmeye temel oluşturabilecek bir fırsat olarak değerlendirilebilir. Bu yolla doğa ya da orman kentin içine monte edilebilir.

Ülkemizde hemen hiçbir kentin ağaçlandırma, ya da daha doğru bir ifade ile bitkilendirme (ağaçlandırma) planı yoktur. Oysa kent ekosisteminin yaşam kalitesinin, kentlilerin yaşam sevincinin yükseltilmesinde kent bitkileri en azından kent yapıları kadar etkilidir. Bu nedenle kentlerimizin imar planları gibi bitkilendirme planlarının da olması gerekir. Böyle bir planlamanın olmaması durumunda, gelişi güzel kent ağaçlandırmaları kentsel yaşam kalitesini ve estetiğini olumsuz yönde etkileyebilir. Etrafımız bu yaklaşımın her türden kötü örnekleriyle dolu. Kentin cadde ve sokaklarına, parklarına dikilecek ağaç ve bitkilerin türleri kadar belirli boyda ve belirli formda olmaları da önem taşır. Örneğin kentin rüzgar durumu dikkate alınmadan yol kenarları ya da refüjlere dikilecek ağaçlar fırtınalı bir günde yıkılarak can ve mal kaybı da dahil, pek çok  olumsuzluğa yol açabilir. Görüşü engelleyen bir bitki kazaya, bazı bitki polenleri alerjiye neden olurken, bazı bitkiler dikenleriyle yaranmalara yol açabilirler.  İyi planlanmış bir kent ağaçlandırması kente kişilik katabileceği gibi kentle kentli arasındaki ilişkiyi, sevgiye ya da nefrete dönüştürebilir. Paris’in aşıklar kenti olarak ün yapması büyük ölçüde bitkilendirme politikasının bir sonucudur. Hangi mevsimde gidilirse gidilsin bir başka Paris ile karşılaşılır. Eyfel Kulesi ve kent yapıları  yıl boyunca hep aynı görünümü sergilerler. Ancak cadde, sokak ve parklardaki ve bazı binaların üzerindeki ağaçlar ve bitkiler yılın değişik dönemlerinde değişik görünümler sunarak Paris’i, deyim yerinde ise, Paris yaparlar.

Kent içine monte edilen doğa öğeleri kent ekosistemine uyum sağlayabilirler. İlginçtir, bu anlamda kent ağaçları konusundaki bilgilerimiz de yeterli değildir ve genellikle önyargılardan oluşmaktadır.  Pek çoğumuz, kirliğin çok daha yoğun olduğu kent ekosistemlerinde ağaçların olumsuz yönde etkileneceğini düşünebilir. Oysa Amerika’da üç yıl süren bilimsel bir çalışma kent içine dikilen Populus deltoids fidanlarının kent dışına dikilenlere oranla iki kat daha fazla büyüdüklerini ortaya koymuştur (Gregg, J. W., Jones, C. G. And Dawson, T. E., 2003). Yine öngörülerin aksine, bu büyüme farkının kent merkezinin daha sıcak, CO2 bakımından daha zengin olması gibi kent avantajlarından değil, büyümeyi durduran ve çiçeklenmeyi engelleyen ozon yoğunluğunun (konsantrasyonun) daha yüksek olması gibi kırsal koşulların olumsuzluğundan kaynaklandığı anlaşılmıştır. Kırsal alandaki ozon yoğunluğu kent içine oranla daha yüksek bulunmuştur. Bunun nedeni kent içindeki yoğun kirletici gazların çok reaktif bir gaz olan ozonu oluşur oluşmaz parçalayarak ozon yoğunluğunu güney kutbu sevilesine düşürmesi olarak açıklanmıştır.

Yine sanılanın aksine, kent içindeki biyolojik çeşitlilik kırsala oranla çok daha yüksek olabilir. New York Botanik Bahçesinde  bulunan 18 ha. büyüklüğündeki saf köknar ormanının, hiçbir insan müdahalesi olmadan,  elli yıldan az bir süre içinde akçeağaç, kiraz, meşenin de (Quercus variabilis) aralarında bulunduğu karışık bir ormana dönüştüğü gözlenmiştir (Hamilton, 1999).

Yaklaşık yarım yüzyıl önce hava kirliliği nedeniyle binlerce kişinin öldüğü, kirli Thames nehri ile anılan Londra- ki dünyanın ilk sanayi devrimi metropolüdür- bugün bırakın dünyanın en kaliteli havasının solunduğu bir kent olmasını, büyükşehir arazisinin 1/5’i orman olarak nitelenebilecek durumdadır. Yaklaşık 7 bin hektarlık bir alan kaplayan ve 5 bin hektarlık bölümü en az 10 hektar büyüklüğündeki korulardan oluşan bu ormanların eğlenme, spor ve dinlenme amaçlı kullanımını yönetmek üzere bir orman işletme şefi atanmış ve İngiltere’nin resmi olarak tanınan en yeni ormanı olmuştur. Bir koruluğun içinde atılan birkaç adımın nabız ve kas geriliminde ölçülebilir rahatlamalara yol açabildiği, kentsel bunalım seviyelerinin önemli ölçüde düştüğü yaşanarak edinilmiş deneyimlerdir. Bu ve benzeri nedenlerle ormanlar kentlerin içine büyük bir hızla girmekte ve 21. yüzyıl ormancılığının ağaçlardan çok insanlarla ilgili bir alan olduğu açıklık kazanmaktadır.

Uygulayıcı ekolojist olmak durumunda olan ormancıların kent ekosistemlerini önemli ve belki de başlıca çalışma ve sorumluluk alanı olarak görmeleri zorunluluğu kendini hissettirmektedir. Küresel ısınmadan, ısı adalarına, enerjiden rekreasyona, estetikten yaşama sevincine ormancıların melez kentlerde yapabilecekleri çok şey var.

6. Sonuç

Bilinen 21. Yüzyılın büyük kentlerin yüzyılı olacağıydı. Aslında 21. yüzyıl doğayı, ormanı, betonu, insanı uyum içinde bir araya getirebilen  melez kentlerin yüz yılı olacak. Nicel kentleşme aşamasından  nitel kentleşme aşamasına geçmekte olan ülkemizde depreme dayanıklılık odaklı kentsel dönüşüm anlayış ve uygulamalarını ekolojik tabanlı melez kent anlayışına dönüştürmede ormancılara önemli sorumluluklar düşmektedir.

YARALANILAN KAYNAKLAR

Gregg, J. W., Jones, C. G. And Dawson, T. E., 2003. Urbanization effects on tree growth in the vicinity of New York City. Nature, 424

Hamilton, G., 1999. Urban Jungle, New Scientist, 161/2178

Reader, J., 2007. Şehirler. Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve sanayi A. Ş., İstanbul

UN  Department of Economic and Social Affairs, Population Division (2014). World Urbanization Prospects, The 2014 Revision, Highlights (ST/ESA/SER.A/352).

Etiketler

Bir yanıt yazın