İstanbul'un kentsel ve mimari estetiği Cumhuriyet sonrası ve özellikle son 30 yıllık dönemde kayboldu gitti.
Vedat Tek, Mimar Kemaleddin, Mongeri sonrası, toplumla özdeş kültürel öğeleri reddeden mimari akımlar yeni bir estetik değer, özgün bir kent dokusu yaratamadı.
Daha da kötüsü 60’lardan günümüze köyden kente akan şuursuz göç, estetik kaygılardan öte barınabilme ihtiyacı üzerine kurulmuş gelişigüzel gecekondular yarattı. Şu an yaşadığımız kentsel dönüşüm de, mevcut gecekondulaşmanın yıkılarak ya da yeşil alanların yok edilerek, yerine yine aynı amaçlı estetik yoksunu plaza gecekonduları, TOKİ ve subay lojmanları estetiğinde yapılandırılan bir kent inşa edilmesinden öteye gidemedi. Yeterli finansal güce sahip olunsa dahi özgüntop bir estetik duygusu, toplumun sosyo-kültürel yapısına duyarlı bir kent dokusu oluşamadı.
Güçlü sosyal politikalarla donatılmadan, demokratik katılımcılığa kapalı bir şekilde uzun yıllardır süre giden dönüşümsel inşa faaliyetlerinin, betonarme-çelik kompozit yapılı binaların, çift cepheli şeffaf gökdelenlerin, yükselen siluetin, yeraltı metro istasyonlarının bugüne kadar hiçbir görsel değeri ve yeri olmadı bu kentin ve toplumun sinematografik temsillerinde.
Çoğunluğu casusluk ve polisiye konulu filmlerin seyrine doyulmayan mekânları hep Osmanlı mirası tarihi kültürel yapılar ve “alla turca” çevre muhitleri oldu. Dünya Bankası küreselleşmiş bir “metropol” talep ederken, kentsel dönüşüme 400 milyar dolar harcanırken; İstanbul’un kabul gören gerçek kimliği-karakteri hep Osmanlı mimari kültürü ve estetiği oldu, olmaya devam ediyor…
İstanbul’un son 50 yıldır dünya çapında gösterime giren suretleri özetle:
Amerikan yapımı projenin çekim tarihi 1963 olsa da konusu gereği 1890’ların İstanbul’u gösterimde. Elia Kazan’ın romanından uyarlanan filmin yapım tasarımcısı Gene Carrahan. 1964 yılında kendisine ‘En İyi Sanat Yönetimi / Set Dekorasyonu’ dalında Oscar ödülü kazandıran film, 2001 yılında Amerikan Ulusal Film Kütüğüne tescil edilerek koruma altına alındı.
“Amerika Amerika” filminde kullanılan İstanbul’a dair film mekânları
Amerikan yapımı proje yaşanmış gerçek olayların konu edildiği bir casusluk filmi. Çekim tarihi 1952 olsa da hikâye gereği 1944 yılının İstanbul’u betimlendi. Film, 2.dünya savaşının en ünlü Nazi ajanı olarak bilinen Elyesa Bazna’nın İngiltere’nin İstanbul Büyükelçiliğinde çalışırken yaşadığı gerçek olayları anlatıyor. Sanat Yönetimi George Davis & Lyle Wheeler, set dekorları ise Thomas Lİttle ve Walter M.Scott imzalı. En iyi senaryo dalında Altın Küre ödülü alan film, 2 dalda Oscar adayı oldu.
“5 Parmak” filminde kullanılan İstanbul’a dair film mekânları
1961 tarihli Belçika-Fransa ortak yapımı olan filmin yapım tasarımcısı Philippe Ancellin. Tintin serisinin 2.filmi olan ve mekânları kısmen film dekoru olarak inşa edilen projenin mekânları ve yapılı fiziksel çevresi, İstanbul’un 1960’larına dair kentsel bir belgesel niteliğindedir. 1960’lı yıllarda sadece Fransa’da yaklaşık 4 milyon kişi izledi.
“Tenten ve Altın Post” filminde kullanılan İstanbul’a dair film mekânları
1963 tarihli İngiliz yapımı, 007 Bond serisinin ikinci filmi olan projenin sanat yönetmeni Syd Chain. Filmin neredeyse tamamı İstanbul’da geçmekte olup, ofisler ve otel odaları film dekoru olarak inşa edildi. Romanı, başkan J.F Kennedy’nin en sevdiği 10 kitap arasında bulunan film, o dönem tam 17 ülkede gösterime girdi.
“Rusya’dan Sevgilerle” filminde kullanılan İstanbul’a dair film mekânları
1964 tarihli Amerikan yapımı filmin set tasarımları Max Doly ve Andre Labussiere imzalı. Dış sahneler gerçek tarihi mekânlarda çekilirken iç mekanlar Fransa’da Studios de Boulogne’da dekor olarak inşa edildi. Tüm zamanların en güzel polisiye-macera filmlerinden biri kabul edilen proje bir nevi kültürel propaganda aracı olarak uluslararası kamuoyunda İstanbul’u halen temsil etmektedir. Film Peter Ustinov’a En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscar’ını getirdi.
“Topkapı” filminde kullanılan İstanbul’a dair film mekânları
1966 tarihli İtalyan İspanyol ortak yapımı olan filmin sanat yönetmenliğini J.Luis Garsia ve J. Pérez Cubero, set dekorlarını ise Giuseppe Bassan yaptı. Çekildiği dönemde Bond serisine alternatif olarak görülen filmde olabildiğince doğu motifleri ve İstanbul’un gösterişli tarihi mekânları vurgulandı.
“Kriminal” filminde kullanılan İstanbul’a dair film mekânları
1971 tarihli Batı Alman İspanyol ortak yapımı filmde, İstanbul’da bir avukatlık bürosunda çalışan Linda erkek arkadaşını İstanbul Hilton otelinde bırakarak yakın sahildeki Kadidados Adasına gider. Filmin bilinen bir Yapım Tasarımcısı ya da Sanat Yönetmeni yok.
“Lezbiyen Vampirler” filminde kullanılan İstanbul’a dair film mekânları
1971 tarihli İtalyan yapımı filmin yapım tasarımını Giovanni Fratalocchi yaptı. İstanbul’da yaşayan ressamın hayatına dair bir kesit sunan filmin ana mekânları her ne kadar batılı tarzında kurgulanmış olsa da iç mimari öğelerde oldukça sık doğu motifleri kullanıldı.
“The Red Headed Corpse” filminde kullanılan İstanbul’a dair film mekânları
1974 tarihli İngiliz yapımı olan film, Agatha Christie ‘nin Pera Palas oteli 411 numaralı odasında yazdığı aynı adlı romanından uyarlandı. Yapım tasarımını Tony Walton’un yaptığı filmde Ingrid Bergman en iyi yardımcı kadın oyuncu dalında Oscar ödülü aldı. Filmin özellikle tren garı sahnelerinde Osman Hamdi Bey’in resimlerinden çıkma Osmanlı karakterleri görmek mümkün.
“Şark Ekspresinde Cinayet” filminde kullanılan İstanbul’a dair film mekânları
1978 tarihli Amerikan İngiliz ortak yapımı olan filmin yapım tasarımcısı Geoffrey Kirkland. Vizyona girdiği dönemde ve sonrasındaki uzun bir süre Türkiye’nin ulusal imajını zedelediği için oldukça büyük tepki gören filmin Sağmalcılar Cezaevi çekimleri Malta’da yapıldı.
“Geceyarısı Ekspresi” filminde kullanılan İstanbul’a dair film mekânları
1991 tarihli Fin yapımı filmde Finlandiya’dan İstanbul’a kaçan ana karakterin depresif, tabiri caizse ‘looser’ yaşantısı işlendi. Film mekânlarında ağırlıklı olarak Eminönü, ara sokaklar ve köprü altı kullanılırken, karakterin psikolojisine paralel olarak İstanbul’un bulutlu, gri, renksiz yüzü yansıtıldı.
“Zombi ve Hayalet Tren” filminde kullanılan İstanbul’a dair film mekânları
1997 tarihli İtalyan, Türk, İspanyol ortak yapımı olan filmin sanat yönetmenliğini Virginia Vianello ve M. Ziya Ülkenciler yaptı. Bir kentin insan üzerindeki etkisi ve karakterini dönüştürebilme gücünü yansıtan film Fransa, İngiltere, Hollanda, Almanya, Japonya ve Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere 21 ülkede gösterime girdi. Norveç, İsveç gibi bazı ülkelerde gişe hâsılat rekoru kırdı.
“Hamam” filminde kullanılan İstanbul’a dair film mekânları
1999 tarihli İngiliz yapımı olan projenin bütçesi 135 milyon dolar olup, 007 Bond serisinin 19.filmidir. Yapım tasarımını Peter Lamont’un yaptığı filmin İstanbul mekânları için neo barok, neo klasik tarzda çizgiler tercih edildi. Filmin sadece dvd kopyaları o yıllarda 5 milyondan fazla sattı.
“Dünya Yetmez” filminde kullanılan İstanbul’a dair film mekânları
2001 tarihli Hong Kong yapımı filmin yapım tasarımını Kenneth Mak yaptı. Dünya çapında dağıtımı yapılan filmde Kapalıçarşı, Yerebatan Sarnıcı, Pera Palas Oteli, Aya İrini Kilisesi, Çemberlitaş Hamamı gibi tarihi İstanbul mekânları kullanılırken, Sarıyer Garipçe köyünde dev bir iskele inşa edildi. Banka’nın kasa dairesi de yine film dekoru olarak Tepebaşı’ndaki TRT binası içinde inşa edildi.
“Altınyumruk İstanbul’da” filminde kullanılan İstanbul’a dair film mekânları
Eric-Emmanuel Schmitt’in 2001 tarihli çok satan romanından uyarlanan film, 2003 Fransız yapımı. Omar Sharif’e 2004’de Cesar Ödülü kazandıran filmin yapım tasarımcısı Katia Wyszkop, set dekorları ise Sandrine Mauyezin tarafından yapıldı. Hikayenin son durağı olan Istanbul için; balık-ekmek, turşu suyu, Haliç Eminönü ve farklı ibadet mekanları ön planda tutuldu.
“İbrahim Bey ve Kuran’ın Çiçekleri” filminde kullanılan İstanbul’a dair film mekânları
2003 tarihli Yunan Türk ortak yapımı filmin set tasarımları Olga Leontiadou’ya ait. 2003 yılında Selanik Film Festivali’nde En İyi Sanat Yönetimi ödülü dâhil tam 10 ödül birden aldı, 4 kıtada 45 ülkenin sinema seyircisi ile buluştu.
“Bir Tutam Baharat” filminde kullanılan İstanbul’a dair film mekânları
2009 tarihli Amerikan Alman İngiliz ortak yapımı olan proje 2010 Berlin Uluslararası Film Festivalinin açılış filmi oldu. Yapım tasarımını Uli Hanisch, set dekorlarını Simon Boucherie’nin yaptığı filmin finali Süleymaniye, Yerebatan sarnıcı, Eminönü ve Kapalı Çarşı çatılarında geçti.
“Uluslararası” filminde kullanılan İstanbul’a dair film mekânları
2011 tarihli Fransız İngiliz Alman ortak yapımı filmin yapım tasarımını Maria Djurkovic, set dekorlarını ise Tatiana MacDonald yaptı. Observer okuyucularının 2003 yılında dünyanın en iyi 100 romanı arasında saydığı John Le Carréın casusluk romanından sinemaya uyarlandı, aynı roman 1979’da 7 bölümlük bir dizi halinde BBC tarafından, 80’lerde ise TRT tarafından yayınlandı.
“Köstebek” filminde kullanılan İstanbul’a dair film mekânları
2012 tarihli Fransız yapımı filmin yapım tasarımını Sébastien Inizan yaptı. Filmin İstanbul sahneleri açılışı lüks bir otelden yapılsa da, konusu gereği Arnavut mafyasının İstanbul’da ikamet ettiği ve hikâyenin izlendiği diğer tüm mekânlar kentin en bakımsız, kentsel dönüşümden henüz hiç nasibini alamamış bölgeler içinden seçildi. “Taken2” film mekânlarıyla belki de İstanbul’un şimdiye kadar hiç gösterilmeyen, saklı kent kültürünü tüm dünyaya izlettirerek bir ilki başardı.
“Takip 2” filminde kullanılan İstanbul’a dair film mekânları
2012 tarihli İngiliz Amerikan ortak yapımı filmin 25 Ekim 2012’de ilk gösterimi yapılacak. Yapım tasarımcısı Dennis Gassner. İstanbul yine en klişe haliyle tüm dünyada gösterime giriyor.
“Skyfall” filminde kullanılan İstanbul’a dair film mekânları
Filmler kitlesel etki gücü olan ürünlerdir ve küresel bellek üzerinde önemli rol oynarlar. Kitle iletişiminin gelişmesiyle görsel kültür egemenliği de etkin hale geldi. Filmler, sosyal gerçekliğin kurgusal inşaatını gerçekleştirirken, mevcut durumun ya da geleceğin ne olduğuna ilişkin öngörüleri yönlendirerek küresel toplum belleğini de şekillendirir.
Dünya sinema endüstrisi tarafından biçimlendirilen Türk sivil toplumu ve İstanbul kenti, kurgulanmış ve yeniden düzenlenmiş görüntüleriyle ticarileşen, marka değeri olan ve tüm dünyada gösterime giren bir fenomen. Dünyanın estetik belleği İstanbul’un sinematografik temsillerinde kısır döngü içerisinde hep ayni mekânları görüyor 50 yıldır. Özgün estetik değeri olan yeni bir kent dokusu oluşamadığından, var olan mevcutla yetinmek zorunda kalıyor sinemacılar. Sebebi amacı her ne olursa olsun…
5 yorum
Osmanli doneminde Istanbul mimarisi altin donemini yasiyordu her nekadar cumhuriyet sonrasi estetik degerini kaybetsede DUNYA BASKENTI ISTANBUL O mistik havayi daima kendisinde barindiracagina inaniyorum . Son donemlerdeki altyapidaki gelismeler de Istanbulun gelecegine fener tuttuguna inaniyorum en azindan umit var diyebiliriz fakat yine bu biz mimarlarin calismasiyla gerceklesir , sloganimiz “ISTANBULU YASATALIM” olursa gerisi kolay ….
Konuyu azıcık dağıtmak pahasına: Son dönemdeki iyi gelişmeler bir yanda dursun, yok değiller. Ama İstanbul’un tüm cumhuriyet dönemi kayıpları kadar kaybı var son 10 yılda. Bunun farkında olmak lazım.
Fazla mimar-merkezli bir bakış olmuş sanki.. Bu filmlerdeki İstanbul temsiliyetini açıklamak için ‘Cumhuriyet döneminin mimari bir dil üretememesi’ tezini kullanmak bence hatalı, en azından eksik. Edward Said ve oryantalizm eleştirisine başvurmak gerekir diye düşünüyorum. Bütün bu filmler oryantalist bir görsel dil kullanmakta, oryantalist bir hikaye anlatmakta. ‘Batı’ ile ‘doğu’ arasında keskin bir sınır çizip, kesinlikle uzlaştırılamaz ontolojik ve epistemolojik ayrımlar iddiasındadır. ‘Orient’ / Doğu zamanda asılı kalmıştır, insanları, gelenekleri, zihniyeti belli kalıplar içinde bu filmler için anlamlıdır. Occident’in / Batının anti-tezidir ve modernleşme açısından gerisindedir. Cami, hamam, kaotik çarşı ortamı, çarşaflı kadınlar, bıyıklı ve göbekli erkekler, barbar polisler bu kalıbın ürünleridir. Ve asıl sorun bu temsiliyet ‘masum’ değildir.
@YasarAdanali : Said, oryantalizm çalışmalarında daha çok Ortadoğu ve Hindistan üzerinde durmuştur. Konunun entelektüel yönünü Adorno ve Benjamin’in ‘Kitle Kültürü’ ve ‘Kültür Endüstrisi’ bağlamında değerlendirmeyi çok daha doğru bulurum.
Batılı olmayan bir modernliğin etki alanında ağır bir estetik ameliyata yatan İstanbul’un fiziksel sureti, mekansal formları ve içinde yaşayanların sosyo-kültürel haleti ruhiyesi Mimar’lar tarafından şekillenmekte. Merkezi konumdalar. Bazı iktisadi politikalar çerçevesinde bir emlak lobisi yönetiminde devam eden ve özgün kent kimliğine büyük hasarlar veren anti-demokratik dönüşüm hareketi, her şeye rağmen yerel kültürel bir estetik üsluba sahip olursa değer kazanacak. Naçizane naif bir görüş..
İstanbul’un fiziksel suretinin sıkıntıları ve yerel kültürel bir estetik üsluba sahip olmasının faydası noktasına katılıyorum. Ayrıca yazıdan ve kolajlardan da son derece keyif aldım. Elinize sağlık!
Vurgulamak istediğim, bugün İstanbul Osmanlı kimliğinin ötesinde veya onun devamı olarak özgün bir mimari üretmiş olsaydı bile yukarda bahsi geçen filmler için (en azından izlediğim birçoğu için) önemli ve görünür olmayacaktı. Çünkü bu filmler İstanbul’u ve Türkiye’yi ‘batı’ kimliğinin ötekisi olarak ve son derece özcü bir şekilde ele alıyor, dertleri de o zaten. Bu öteki de ‘şark’tır. Ama nüanslı bir şark değil, aksine son derece kaba, geçişken olmayan bir şark. Dolayısıyla İstanbul dekorunu yeniden üretirken de sürekli genellemelerden faydalanıyor. Böylesine genellemelere başvuran bir anlatım dili için de İstanbul ‘dekoru’nun ‘tarihi’ İstanbul ötesi bir anlamı olamıyor haliyle..