Dünya’ya Giriş Öğrenci 9, Tam 13 TL

Böyle giderse tüm dünya müzeleşecek mi?

Domus’ta yayınlanan Marco D’Eramo’nun makalesi ile UNESCO dünya mirasına giren kentsel alanların bir donma yaşadığı üzerine bir tartışma başladı.

Bugün hala korumanın bir değer olarak yerleşemediği bir ülkede yaşamanın sıkıntıları içindeyken belki böyle bir tartışma bizim için çok uç denebilir. Ama uluslararası camiada süren bu tartışma UNESCO’nun Türkiye’yi 16/9 kuleleri ile ilgili tehdit etmesi ile başlıyor. Bizim için böyle bir tartışma evet çok zor. Çünkü henüz 50 yıl öncesinin mekansal üretimini bile koruyamazken ve modern dönem yapılarımızı bir bir kaybettiğimiz bir süreç içerisindeyken çok farklı gündem maddeleri ile kentsel pratiği tartışmaya çalışıyoruz, çok farklı mücadeleler veriyoruz. Fakat koruma ilkelerini ve kentsel gelişime nasıl bir yön verdiğini tartışmak da bir okadar sağlıklı ve değerli.

Marco D’Eramo’nun makalesi kentsel korumanın ilkelerinin mekanı dondurduğu, böylece tüm yaralardan, “tü-kakalardan” koruyacağı görüşüne sahip olması ile UNESCO’yu sert bir dille eleştiriyordu ve bu anlamda kendisi de eleştiri konusu olmaya başladı.

Koruma ilkelerinin katılaşması, tarihsel alanların benzeşmesi, bir nevi “korunaklı turistik disneylandlar” yaratılıyor olması da tartışmanın bir başka boyutunu oluşturuyor. Her yerde aynı türden bileziklerin olması, aynı yemek yerlerini kurulması, kentin devingenliğinin azalması daha da önemlisi anıtsallaştırması ve kutsallaştırması üzerine süren tartışmaları şu yönden de ele alalım; Korunacaklar ile gelişimi dengelemek gerçekten mümkün mü?

Paris Her Geçen Gün Daha da Paris

Bu anlamda 21.yy’in en tartışmalı teorileri arasında biraz farklı bir yönde olsa da Rem Koolhaas’ın “Paris daha da Parisleşecek” sözü benim için anlamlıdır… Koolhass’ın tarihsel olanı da tekrar edilebilir görmesi, onu kutsallaştırmaması, yanında yeni ögeler ile kullanması yeni yüzyıl kentini tanımlar niteliktedir. Fakat tabi bu yeni kurulacak kentsel alanlar ölçeğinde daha geçerli olacak bir varsayımdır derseniz, beyin fırtınasına devam edelim.

İnşaat ve koruma arasındaki dengenin, kültür, müze vb gibi yapılar ile sağlanmasının bir çözüm olarak gündemde olduğunu söyleyebiliriz. Bu anlamda ek yapılar gündemde. Fakat bunların da UNESCO bazında bir sınırı oluyor.

Peki neden? Tarihsel olanın sadece ticaret ve turizm ile işbirliği yaptığı alanlarda kültür ve sanatı tam anlamıyla içine alabilecek böylece sadece turisti değil kentliyi de içine alarak yaşayan bir kentsel dokuya nasıl ulaşabileceğiz? Çünkü kentlinin bu alanları kullanımını sağlamak başka türlü zor gözüküyor. Aynı zamanda gelenekselin bir ticari malzeme olarak yeniden üretilmesi ve asıl amacın korumadan ziyade bir marka olarak kentin pazarlanması da gitgide çiğ bir yerel yönetim stratejisi olarak görülüyor.

Bir Gün Her Yer Müze Olacak

Kentin devasa bir müzeye dönüşmesi, hatta bunun kent hakkını işgal edecek duruma dönüşmesi tarihsel alanların turizm ve ticaret ile olan ilişkisi ile de bağlantılı oluyor. Bir yandan sürekli koruma bölgesi ilan edilen bölgeler ile uyulması gereken standartlar, diğer yandan bölgenin gitgide turistlere özgü mekansal bir yapılanmaya girmesi kenti yaşanmışlıktan, disneylandvari bir dokuya dönüştürebiliyor. Aynı zamanda turistik destinasyon olmuş bir tarihsel doku, çevresinde oluşturduğu etki ile mekansal bir dönüşüm süreci başlatabiliyor ve yarattığı soylulaştırma süreci ile kentliyi kendinden uzaklaştırabiliyor. Bunun en önemli örneklerden biri İtalya olarak gösteriliyor.

Domus Yazarı Marco D’Eramo’ya göre insanoğlu her geçen gün üretiyor ve her üretim korunmaya değer olabilir. D’Eroma; “Dolayısıyla her kent listeye aday olmak için yarışırsa, tüm dünya müzeleşecek ve yakında dünyaya girmek için bilet alacağız” diyor.

Devam eden bu müzeleşme süreci üzerine yapılan bir çok eleştirel çalışma da bulmak mümkün. Yazar ve filozof Umberto Eco, kentlerin birer açık hava müzesine dönüşmemesi için Uffiziland’leri önermişti. Eco’nun önerisine göre en çok turist alan bölgelerin birebir ölçekli kopyaları yapılarak, kentler korunabilecekti (Eco,2007) (Koruma amaçlı olmasa da Koolhaas’ın teorisi de yapının aynısını yapmanın Paris’i kendinden korumak olduğunu söyler.)


Aklınıza Uffiziland olarak minyatürk geldiyse korkmayın benim de geldi… Ama Eco birebir kentsel parçalardan söz ediyor.


Çin’in “Copycat” leri ise birebir tanımını karşılıyor fakat yerel bağlamdan tamamen kopuk.

Konuya dair bir başka çarpıcı çalışma 2010 Venedik Bienali’nde OMA-AMO Tarafından yapılan Cronocaos çalışmasıdır. Çalışma “Ya tüm yapılar 25 yıllık olsa” gibi önermeler ile kenti temel tüm zamansal verilerden ve tarihsel kimliklerden sıyırarak okumayı dayatır ve koruma ilkelerinin sorgulatır.


Cronocaos-OMA


Cronocaos-OMA


Cronocaos-OMA

UNESCO ise başlayan bu tartışmalara ” UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne giren kentlerde turist artışı görülmemiştir. Ayrıca tarihi kentsel peyzajın yöntimi yerel yönetime ait bir husustur.” diyerek açıklama getirdi.

Tabiki tarihi koruma alanlarında yaşanan standartlaşma, aynılaşma, soylulaşma ve kutsallaşma sorunlarının tek sorumlusu UNESCO değil. Ve hala kurum kent suçları ile başı dertte ülkeler için yönlendirici ve kurtarıcı bir role sahip. Fakat kentsel devingenliği kısıtlama olarak da okunabilecek bazı başlıklar, fotoğraflara sıkışmış kontrast bir silueti kutsallaştırma hali ve diğer yandan tarihi alanlarda kentsel yönetim ve belki de en önemlisi tarihi kentsel peyzajda çağdaş mimarlık en önemli konular arasında yer alıyor.

Biraz beyin fırtınası iyi olur istedim. Görüşlerinizi yorum olarak yazarsanız çok memnun olurum.

Etiketler

Bir yanıt yazın