Türkiye'deki bir mimarlık yayınının yöneticisi olarak olanı biteni olanca şeffaflığıyla aktarmak zorundayım.
10 işçiye mezar olan torun center’ın mimarı emre arolat, işçilerin mezarlarını da tasarlasın.
Aslında bu acı iş kazasıyla ilgili ne tek bir tivit göndermek ne de konu hakkında yazmak niyetinde değildim. Radikal Muhabiri Elif İnce’nin yukarıdaki tiviti konuya dâhil olmama neden oldu. Elif İnce ve Yaşar Adanalı ile buluşarak bu konuda konuşacaktık.
Buluşma saatine karar verirken akşamüzeri tivite konu olan Emre Arolat aradı. “Nerede buluşacaksanız, önce ofise gelin size durumu anlatayım” dedi. “Ofis olmasın ama dışarıda buluşacağımız yerde, Elif ve Yaşar da onay verirse olabilir.” dedim ve bunun üzerine Elif İnce’yi durumdan haberdar ettim.
Şahsen Elif ve Yaşar’a yazarken amacım olan biteni daha rahat ve Twitter kısıtlamalarının olmadığı bir ortamda tartışmaktı. Elif İnce ve Yaşar Adanalı’nın görüşlerini gerek yayınladıklarından gerekse Twitter paylaşımlarından biliyoruz. Görüşlerini dediysem iş kazalarındaki tasarımcı mimar sorumluluğuyla ilgili görüşlerinden bahsediyorum. Belki de söyleyeceklerinden ikna olacaktım.
Akşam 9’da Galatasaray’da bir kafede buluştuk. Yaşar Adanalı buluşmaya katılmadı.
Elif İnce buluşma sırasında birkaç kez Arolat’a “ben gazeteciyim, sizinle burada buluştuysam pozisyonumu bozamam” dedi. Oysa şahsen benim amacım Elif’in gönderdiği tiviti tartışmaktı. O tivit çok az gündeme geldi, buluşmanın çoğu Emre Arolat’ın sorgulanması olarak geçti. Oradan da Radikal’de “Torun Center’ın mimarı: Denetim firma insafına bırakılamaz” başlığıyla gördüğümüz söyleşi ortaya çıktı.
Bu durumda ben de Türkiye’deki bir mimarlık yayınının yöneticisi olarak olanı biteni olanca şeffaflığıyla aktarmak zorundayım.
Bugünlerde Türkiye’de bırakalım etiği, medyadan söz etmek bile zor. Mevcut iktidarın uygulamaları vatandaşları iki ayrı kutba doğru sert bir şekilde itti. Ancak bireyler bu kutuplara doğru ne kadar gittiklerinin kontrolünü yapmakta da karşılarındakinin ne olduğunu konumlarken titiz davranmakta da şahsi sorumluluğa sahipler. Biraz karışık oldu şöyle anlatayım:
Yukarıdaki Elif İnce’nin söyleşisinden Arolat’a ait bir cümle. Arolat aynen böyle kullandı, ancak bu görüşme hazırlıklı, randevulu bir söyleşi formatında değildi. Arolat, Ali Ağaoğlu gibi basın toplantılarında ya da orada burada bu tip sözleri bolca kullanan birisi olmadığına göre, etik olan bu sözü söyleşide vermemekti. En azından söyleşideki sadece bu cümle yayınlanmadan Arolat’a gösterilebilirdi.n
Aynı şekilde, sohbet arasında ve daha geniş bir bağlamın içinde dillendirilen “Zorlu inşaatında da 2 kişi öldü biri yüksekten düştü, biri atladı. Dünya normlarına göre övünülebilecek bir şey, yapılan iş çok olduğu için.” cümlesini söyleşide aynen kullanmak etik sorunlar barındırıyor.
Bu iş kazaları başka bir iktidar döneminde de olabilirdi. O halde bu tartışmaları başka bir formatta yapıyor olacaktık. Medyanın –arta kalan kısmının- üzerine düşen, popüler olma çabası yerine olan biteni tüm çıplaklığıyla objektif olarak kamuoyuna aktarmak olmalı.
Benim için mesele tam da burada başlıyor aslında. Biraz uzatarak ve daha geniş bir kapsamda ele alarak yazıyorum:
Ali Sami Yen Stadyumu’nun yıkılmasını açıkçası yanlış bulmuyorum. Bugün stadyumun gittiği yer doğru mu, iyi bir yeni yapı sahibi olduk mu? Emin değilim. Tekel Likör Fabrikası’nın yıkılması ise bence kabul edilebilir değil. İddia edildiği gibi sağlam bir yapı değilse olduğu yerde, altına bodrum katlar eklenmeden de yapılırdı. Mesele arsayı, daha fazla inşaat alanı için kullanmak bana kalırsa.
Ne olursa olsun Ali Sami Yen ve Tekel Likör Fabrikası’nın arazileri park olmalıydı. Mezarlıkları yeşil alan olarak saymazsak ve Osmanlı’dan kalan mirası bir kenarda tutarsak kilometrelerce yakında yeni park yok. Burada 50.000m2’lik bir park oluşturulabilirdi.
Arazide yükselen iki yapının geliştiricileri olan Viatrans Meydanbey ve Torunlar GYO’nun açıklamalarında sıkça “kent parkı” açıklamalarını görüyoruz. Sanıyorum geliştiricilerin ve mimarın aklında New York’taki Bryant Park modeli var. Türkiye’nin yapılaşma modeli gereği burada öyle bir parkın ortaya çıkma olasılığı yok. Olsa dahi tasarımın önce E5’e sırtını dayaması ve alanı trafikten arındırması gerekirdi. Hangimiz günde yarım milyon aracın, hem de 15m yüksekten geçtiği bir yola bakarak dinlenmek isteriz ki. Hayali kurulan Byrant Park, bizatihi trafikten yüksekte duruyor, arkasını kentin en önemli yapısı, NYC içinde göreceli çok alçak kabul edilecek New York Halk Kütüphanesi’ne yaslamış.
Esasında bir karşılaştırma yapacak olsak iddia edilen kent parkını Bryant Park’a değil, yıkılan Dünya Ticaret Merkezi’nin yerine yapılan yapıların açık alanlarına benzetmek yine göreceli olarak daha fazla mümkün. Kimse oranın kent parkı olduğunu iddia etmiyor mesela. Bizdeki durum kamusal açık mekân fakirliğimizin bir kez daha ortaya çıkmasından ibaret.
Kentin makro formu üzerinden, Belediye tarafından yapılan planlardan bağımsız bir not düşmek de isterim: Zorlu Center’dan başlayarak kuzey yönünde Büyükdere Caddesi boyunca yükselmenin zorunlu ve gerekli olduğunu düşünüyorum. Eski ve yeni Başbakan’ın yüksek yapı aleyhindeki söylemleri trajikomik görünüyor. Lakin Mecidiyeköy’de Quasar ve Torun Center’ın bulunduğu yerde yüksek yapının da son derece anlamsız olduğunu düşünüyorum.
İş kazası kısmına gelmeden önce Türkiye’deki gayrimenkul sektörü profesyonellerinin çoğunun bildiği ama nedense çok az dillendirilen meseleye gelelim.
“Sermaye Piyasası Kanunu çerçevesinde, Sermaye Piyasası Kurulu tarafından düzenlenen gayrimenkul yatırım ortaklıkları, gayrimenkullere, gayrimenkul projelerine, gayrimenkule dayalı haklara ve sermaye piyasası araçlarına yatırım yapabilen, belirli projeleri gerçekleştirmek ya da belirli bir gayrimenkule yatırım yapmak amacıyla kurulabilen ve izin verilen diğer faaliyetlerde bulunabilen, gelirleri kurumlar vergisinden istisna tutulmuş sermaye piyasası kurumlarıdır.”
Cümlenin sonu oldukça açık. GYO’lar birer finans kurumu aslında. Ve yapamayacakları işlerden bizi ilgilendiren bir madde şöyle:
“c) Hiçbir şekilde gayrimenkullerin inşaat işlerini kendileri üstlenemez, bu amaçla personel ve ekipman edinemezler. Yürütülen projelerin kontrol işleri dahili olarak yürütülecekse bu amaçla istihdam edilen personel kapsam dışındadır.”
Yani mevzuat GYO ile müteahhittin ayrılmasını açık bir şekilde istiyor. Yaygın uygulamada ise müteahhitlik hizmetleri GYO’nun hâkim ortağının kurduğu başka bir inşaat şirketi üzerinden yürütülüyor.
Torun Center web sitesinde müteahhit ile ilgili bilgi yok ama büyük olasılıkla yüklenici Torunlar’ın bir başka inşaat şirketi. Müteahhitlerin profesyonelleşmesi inşaat yapma niteliğini geliştirecektir kuşkusuz ve bu paragrafta anlatılan durum profesyonelleşmenin önünde önemli bir engel.
Yeni bir İş Sağlığı ve Güvenliği yasamız var. Yasaya göre bir şirkette, boş bir ofiste, bir masada bir kişi dahi çalışıyor olsa iş sağlığı eğitimi almak ve gereken bürokratik işleri tamamlamak zorunda. Daha büyük ve tehlikeli işler için de geçerli olan aynı yasa bu hizmet, bürokrasi ve kontrolünün ödemesinin işveren tarafından yapılmasını sağlıyor. Tıpkı yapı denetiminde olduğu gibi…
Yani Torun Center inşaatının –kanuni bir zorunluluk olarak da- bir iş güvenliği şirketi var, hizmet alınmış ve bunun da ödemesi Torunlar GYO tarafından iş güvenliği şirketine yapılmış durumda. Tıpkı yapı denetim gibi.
Çok ilgili: Yapı denetiminin ayrıntılı bir mevzuatı var. Mevzuata göre yapı denetim hizmetinin maliyeti –inşaatın süresine göre değişmek koşuluyla- “Yapı Denetimi Hizmet Bedeline Esas Oranlar Cetveli” üzerinden hesaplanıyor.
Ödeme yine işveren tarafından yapılıyor ve bu ödemenin kanunda belirtilen tutar kadar yapılması kesilen fatura ve banka hesapları üzerinden kontrol ediliyor. Yani tıpkı iş güvenliği meselesinde olduğu gibi işverenin ödediği ücretle yapı denetim firması inşaatı kontrol ediyor.
Sonra ne mi oluyor? Yine bütün inşaat sektörünün bildiği gibi pratikte yapı denetim için faturalı ve banka üzerinden yapılan ödeme elden işverene teslim ediliyor. Bu uygulama son derece yaygın ve suç işleme konusunda toplumsal bir mutabakat var.
Var demek pek kolay değil. Şunu önermek elbette kolay: Yapı denetim ve iş güvenliği için işverenlerin ödeyecekleri bedeller bir havuza yatırılsın. BDDK ya da SPK benzeri kurulacak bir inşaat üst kurumunun yetki vereceği, gerçekten yetkin ve donanımlı şirketler yine bu kurumun ataması ile (işverenin seçimi değil) inşaat ve iş güvenliğini denetlesin.
Bu olanaksız bir uygulama değil. Ancak bu yapıldığında inşaat sektörü durur. Bugün Türkiye’nin içinden geçtiği inşaat endüstrisi ağırlıklı ekonomik büyümede de kimsenin bunu kabul etmeyeceği oldukça açık sanırım.
Yukarıdaki sorunun doğrusu “İş güvenliğinden tasarımcı mimar sorumlu mu?” Basit nedenleri var: İnşaatın şantiye şefi, proje yöneticisi hatta iş güvenliği uzmanı mimar olabilir. Bu nedenle tasarımcı kelimesini kullanmadan soruya cevap aramak tartışma zemini sabitlemeyi olanaksızlaştırıyor.
Yaşar Adanalı Arkitera’daki köşesinde Metsan Lexus şantiyesindeki kazayla ilgili olarak Libeskind’e sorduğu soruları sıraladı. Libeskind’in ofisine soru göndermedim ama Twitter’dan bu konuda çok mesajım oldu. Kartal’daki bu gayrimenkul geliştirme projesinin lansmanına Daniel Libeskind bizatihi katıldı. Ancak güncel mimarlığı takip eden her mimar tasarımlara baktığında bu işte bir absürtlük olduğunu düşünmüştür sanıyorum.
İşte tam bu noktada gayrimenkul geliştirmede sadece “star” olduğu için isminden yararlanılan bir mimardan bahsedebiliriz. Yaşar Adanalı’nın soruları ve bu sorulara Libeskind ofisinin verdiği cevaplar da bunu destekler yönde.
Libeskind’in durumunu Emre Arolat’a aynen tahvil edebilir miyiz? Hiç sanmıyorum. Emre Arolat ve EAA’yı buradaki projeleri tasarladığı için gelecek eleştirilere ben de katılırım. Gerçekten hiç kimse çizmese burası orada 50.000m2‘lik bir park ortaya çıkabilirdi.
Lakin Emre Arolat’ı tanıyoruz. İş güvenliği konusunda Libeskind örneği ile Torun Center örneğini yan yana getirmenin de açıkçası hileli bir davranış olduğunu düşünüyorum.
Torun Center vakası EAA ofisi ve Emre Arolat’ın geçirdiği 3. büyük iletişim krizi diyebiliriz. İlk ikisi birbiririyle bağlantılıydı. Mimarazzi ve Zorlu Center’ın açılışı. Üçüncüsü de Torun Center’daki kaza oldu.
Mimarazzi’nin en azından EAA için olumlu yönde dönüştürücü bir rolü olduğuna kuşkum yok. Zorlu Center Emre Arolat ARKIMEET’te 4 saat anlatmış olsa da bazı açılardan hep kapalı bir kutu olarak kalacak. Ancak EAA’nın Torun Center kazasından da öğrenerek çıkacağına kuşkum yok.
Bugün önemli projelerin çoğu yabancı mimarlar tarafından tasarlanıyor. 10 sene önce “böyle böyle olacak” denen olumsuz tablonun tam da içindeyiz. Güçlü mimarlık ofislerine ihtiyacımız var.
Elbette hata varsa mimarları eleştirmeliyiz, tasarımcılar elbette her işi tasarlamamalı. Ancak tasarımcıyı hiç de sorumlu olmadığı alanlardan, asansörün güvenliğinden, koğuşların niteliğinden sorumlu tutarak adeta linç etmek oldukça sorunlu.
Amacım konuyu dağıtmak değil ama bu zaten doğası gereği dağınık bir yazı: Trump Towers da Quasar ve Torun Center kadar sorunlu bir yapı. Doğan Grubu’nun en keskin yayını Radikal’de ne Elif İnce imzasıyla ne de başka bir imzayla yazı yok.
Meseleleri kişileri veya kurumları hedef tahtasına oturtarak çözmemiz olanaksız. Daha iyi bir imar yönetişimine sahip olmak için neler yapmalıyız üzerine kafa yormaya devam edelim.
Emre Arolat söyleşide bu benim bildiğim en iyi şantiye diyor. Ben şantiyeleri bilmiyorum iyilerden birisi olduğuna eminim. Türkiye’de geliştirici olsun mimar olsun büyük aktörler elbette örnek olsunlar ama bu büyük aktörlerin Türk inşaat piyasasının çok çok küçük bir kısmını oluşturduğunu unutmayalım.
Büyük tabloda işçiler SGK’sız, iş güvenliği eğitimi olmadan; ana yükleniciler, taşeronlar büyük oranda kara ekonomi içinde; inşaatlar kaçak ya da alengirli çeşitli numaralarla yapılıyor. Tüm bunları yukarıdan regule etmesi gereken imar yönetişimi ise bitik.
29 yorum
Arkitera’da yayınlanan söyleşilerde en çok dikkat ettiğimiz konu, her söyleşi için deşifre ve kontrol sonrası, karşı tarafa gönderilip teyid alınmasıydı. Yayıncılık ve gazetecilikteki etik değerler için bunun çok önemli olduğuna inanıyorum. Elif İnce, kentin sorunlarıyla yakından ilgilenen ve görünür kılmaya çalışan, deneyimli sayılabilecek bir gazeteci, alelacele bu hareketi biraz şaşırttı.
Bir de aklıma şu soru geliyor, projenin mimarı Emre Arolat değil de x bir kişi olsaydı yine bu şekilde mi davranılırdı?
Davranılmazdı ama bu star mimar olmanın dayanılmaz sorumluluğu. Dolayısıyla bu soru benim için de geçerli olsa bile Emre Arolat’ın yüzleşmesini olağan karşılayacağımız bir durum olmalı.
Arzu Hanım’ın sorusuna katılıyorum. Mimari EA olmasaydı başka biri olsaydı bu kadar gündemde olur muydu? Olmazdı.
Neden?
Emre öyle alttan alayım da ilerideki iş kontaklarımı üzmeyeyim demiyor. Gazetecilerden kaçayım yamuk yumuk cevaplar vereyim işime bakayım demiyor.
hah işbu yazı EA’yı övme yazısı da değildir. Yüzüne söylemeyeceğim şeyleri yazmam. Aşağıda örneğin bu yapıları gereğinden yoğun bulduğum konusunda bana diyeceği varsa ilk karşılaşmamızda laflarımızı hazırladık. İster inanın ister inanmayın böyle.
EA, Zorlu hakkında biri öyle böyle dediyse gel tartışalım diyor. Geçen seneki Arkimeet konferansında dinledim (ama kapalı yerde kalma sıkıntım olduğunda oturulacak değil ilk başlarda ayakta durulacak yer olmaması sebebiyle) çıkmak zorunda kaldım. Fakat uzun süren konuşma sonrası, soru cevaplarda yine salona girdim ama bu sefer oturacak yer vardı ve beni krize sokmadı. Dinledim. (Yukarıda Ömer Bey’in güzel yazısında fotoları var. Ayrıca kendisini yazısını ve çabasını takdir ediyorum. EA ile daha uzun bir geçmişi vardır ama onun yanında Ne Elif hanım’ı ne de Yaşar Bey’i kötü durumda bırakmayacağına eminim. Kendimden emin olmam ondan olurum)
Soru cevapta Arolat mimarlık tasarımcıları seyircilerin önünce tespih gibi dizildiği halde yani istediğiniz kişiye “sen cevaplasana bakayım şu sorumu” denebileceği halde önemli bir soru gelmedi. Acaba Emre milleti korkuttu mu filan derken kimse doğru dürüst “kaçak m2″lerden dem vurmadı. Keza ben Ağaoğlu’nun yaptıklarına karşı Zorlu’yu çok kötü bulmayanlardanım. Hah her ukala mimar gibi bir şey bulurum ama o da yürüyen merdivenlerin ayna detaylarından rahatısız oluyorum. Ama İstanbul 18 milyon olacak ve öyle bir yerinde devlet de sadece bana para ver ne yaparsan yap diyorsa kötü bir şey çıkmaması için dua ederim. 3. köprüyü de istemiyorum. Kanalistanbul’u hele hele hiç. Lastik geçişi hiç istemiyorum. Zorlu o yüzden beni çok irite etmiyor. O kadar hakkaniyetli bir şehir var da Zorlu beni üzecek. I-ıh.
Devlet burayı rekor bir paraya Zorlu’ya sattı. Ahmet Zorlu’nun çevre dostu ya da kent düşkünü olmadığını düşünüyorum. o işadamı parasına bakar. Hem de ne bakar. Bazen söylemlerini çok tutmadığımı da belirteyim. Diğer yandan ben şöyle özgürlükçü eşitlikçiyim demiyor. Benim derdim kar etmek diyor. Bazen de saçma konuşuyor değil.
Ama EA diyor ki ben işimin arkasındayım her yaptığımın arkasındayım diyor. İşte genelde gazetecilerin buna delirdiklerini düşünüyorum. Al işte Halil Onur. Bu beyefendi bir de hocadır. Kendisine Gezi Parkı’nın en fazla konuşulduğu ve Radikal’de iki tam sayfa yazım yayınlandığı gün Kısa mesaj ile ulaştım. Ay bir saçmaladı bir saçmaladı. Bir korktu bir kaçtı ki sormayın. Defalarca kendisini bu konuda tartışmaya çağırdım. tenezzül etmedi. Etmiyor. O gün yediğim 5 kere gaz yüzünden bu cahil (ben) meslektaşını teskin et diyorum. Yağlı güreşte zeytinyağını abartmış kaçak gürşçi gibi kaçtı. Görsen veremeyeceği hesap yokmuş gibi. Aha buradan bir daha gel şu işi konuşalım diyeceğim. Açık açık Topçu Kışlası’nı savun diyorum. Ben projeyi çizdim verdim artık proje onların ben ne derim diyor. Bir mimarın intiharı aslında. Bir ara oğlu mu kızı mı ne birileri dayılandı Halil Onur öyle biri değil diye. Sonra tam onunla yazışacakken o da yokoldu. Geçiyoruz.
Ama EA inadına gelin konuşalım diyor Gazeteciler Halil Onur gibilere alışıkken, EA bu inanılmaz yapılaşmayı (ki bilin ki ben de çok çok yoğun buluyorum) konuşmaya razı oluyor. Genelde hep haklı çıkıyor. Biraz alışılmış rant elde edene giydirmek o da aman konu unutulsun diye çaba sarfediyor susuyor örtüyor kaçıyor iş bitiyor.
Sonra Elif ne yapıyor garip bir laf ediyor. EA işçilerin mezarını da tasarlasın. İlk okuduğumda onu takip eden ve sadece bostanlar için çabasını görüp takdir eden uzaktan inceleyen biri olarak çok şaşırdım. Yahu Sözcü Gazetesi ya da Star gazetesi manşeti gibiydi.
Gazeteci abartır. Bazen durumu egzajere de eder. Fakat bunun kantarı kaçmıştı biraz. itiraz ettim. Sonra bir anda DM’den tanımadığım birkaç kişi laf etti bana. Yahu ne oluyoruz. İşvereni seçebilirmişmiş.
Yahu biliyor musunuz Torun’dan önce başka biri yatırımcıymış. O tüm gayrımenkulu hoopp Torun’a satmış. Diyelim ki EA öncekini tarttı etti ve kani oldu işçi güvenliği hakkında onay verdi. Eh yenisinde ne yapacak onu da mı test edecek. Mimarlık dünyası ne kadar güçlü sizce?
Şİmdi Elif Hanım gazeteci Radikal’de bir genel yayın yönetmeni değişti. Garip bir haber yapıldı. Elif’in yazdığı yere (Umarım kendisine Elif dedim diye kızmaz ne bileyim içimden öyle geldi. Yok istemiyorum derse hemen Hanım ekine geçebilirim) yakın bir yer de değil. Eh vahim bir gazetecilik kazası oldu. Elif Hanım neden çalıştığınız Gazeteyi iyi seçmediniz dersek. ya da onu çalıştığı yerden istifa etmeye zorlasak olur mu? Olmaz. Seçseydin demek kolay mı?
Öyle bir tivit atılmaz.Belli ki Elif Hanım EA’yı pek sevmiyor (zorunda değil) ama bunu yazması doğru değil. Ben 20-30 dakika Aziz Torun ile de görüştüm. Çok tanımıyorum kendisini. Fakat o kadar sürede ne kadar tanıdın filan demeyin (kendisi ile belki hayatımda hiç karşılaşmayacağım. İş almaya, ondan daire maire almaya gücüm de yetmez ayrıca hiç niyetim yok) gördüğüm kadarı ile o asansörü işçilere tehlikeli halde tutuarak edineceği hiçbir kar yok. Karı bırak böyle bir şey olduğu için sizden çok kendine kızıyordur. Fena biri gibi gelmedi yani kızmak yok Ahmet Zorlu ile karşılaştırıyorum istemedn. Aziz bey daha endişeleri olan biri gibi geliyor.
Yine de iyi biri olması ihmalini sıfırlamaz. Hukuken belki de hiç dert olmayacaktır ona. Asansör denetçilerinin suçudur, sigortasından bilmem nesine kadar o firmanın sorunudur. Fakat her türlü fedekarlığı üzerine alacaktır.
Uzattım. EA işini savunuyor. Elif bana sorarsanız yanlış bir tivit atıyor. Biz mimarlar “İnşaatçının ihmali bizi bağlamaz” demek istemiyoruz. Bir canın kaybı, bir ağaç için oratlığı yıkan bizler için tarif edilemez bir durumdur.
X kadar işi yapılırken oranlı olarak 3-5 işçi ölür demenin tutar yanı yoktur. Denmesini istemiyorum. Denmesin kimse de ölmesin. Fakat bir ihmal için tasarımcının suçu var demek yanlış.
EA bu işi almasaydı alacak o kadar çok kişi tanıyorum ki. Belki daha kötü bir iş çıkacaktı. (yüksek ihtimal) böyle bir ihmal ve suç olduğunda aklınızdan ona bir şey sormayı bırak ismi geçmezdi.
Afet toplanma alanı ilanı ile ilgili bilginizi paylaşır mısınız lütfen. Neresi? Ne zaman ilan edilmiş? Kim etmiş?
Mimarın sorumluluğu tartışıldığı kadar müşterinin sorumluluğu da gündeme gelse keşke. Şehri katleden, bu sırada işçilerinin de hayatına değer vermeyen projelerden gidip daire alanların bu olan bitende hiç mi payı yok? En büyük hissedar onlar değil mi? Gayrimenkul alırken, yüklenicinin o inşaatta aldığı güvenlik önlemlerini sorgulayan bir müşteri var mıdır acaba? Çok beğendiği daireyi almak üzereyken, o inşaatta bir işçinin hayatını kaybettiğini duyan ve almaktan vazgeçen bir müşteri kitlesi olmadan bir şeyin değişeceğine inanmıyorum. Müteahhitlerin reflekslerini müşteri tercihleri kadar etkileyen bir şey daha yoktur.
Ben hala afet toplanma alanı ile ilgili sorularıma yanıt bekliyorum bu arada.
Mehmet Berksan güzel bir konuya değindi. Soru: bu ve bunun gibi bir kompleksten daire ya da pay alanlar bunun vebalini üstlerinde duyarlar mı? Ha şa öyle ölen işçinin ahdı var gibi değil de, “Bu poşet in üretilmesi için hiç ağaç kesilmedi” yazısı görürüz ya, aynı şekilde “Bu inşaat yapılırken hiç işçi ölmedi” gibi reklam malzemesi çıkma olasılığı da var.
Ya da soruyu evireyim. Benim hoşlanmadığım bir argüman var ya. “Bu kadar metrekare bir inşaat alanında bu kadar kişinin ölmesi ortalamaların altında kalmaktadır. Olmaması mucizeydi zaten” Bu bir savunma mıdır. Meşru mudur? Söz konusu olan “şu kadar karbondioksit salmadık” değil candır can. O yüzden hiç hoş bir argüman değil benim için.
Final sorusu: İşçi ölmeyen bir şantiye var mı? Bilmem ne sertifikası aldığını ve enerji verimliliğinde bilmem ne olduğunu söyleyen inşaatçılar, işçinin ölmediği bir inşaat gösterirler mi?
Panama Kanalı’nı önce Fransızlar yapmak istemişler ve hastalık ve kaza yüzünden 22.000 kişi ölmüştür. Bu yüzden Leppes sorumlu tutulmuş 5 yıl hapis cezası almış sonra bu ceza da ertelenmiştir.
Kısaca Türkiye madende olduğu gibi inşaatta da 1800’lerin sonundaki teknoloji ve kavramla mı çalışmaktadır. (Panama Kanalı inşaatı zamanları)
Her şeyden öte bu tür işçi kayıplarında gerçek muhataplar yerine tasarımcının üzerine ne kadar gidilmelidir?
Arada kaynamasın Ömer Yılmaz’ın “Tescillenmiş afet toplanma alanı ilan edilmesi” sorusunu ben de soruyorum. EA’ya sordum anlattı. Acaba böyle bir tescil var mı? Elinizde bilgi var mı? Söylemeden önce paylaşılırsa sevinirim. Keza Mimarlar Odası elinde böyle bir belge varsa kaçırmaz yayınlardı. Onlardan ses çıkmadı. Hemen hüküm vermemek lazım.
Diğer yandan TOKİ işin içine girmişse altından her türlü bit yeniği (hem de yaratıcı olanından) çıkabilir. Bunu da belirteyim.
Evet, cevap rica ediyoruz afet toplanma yeri konusunda.
Mecidiyeköy’de Ali Sami Yen Stadı’nın tek potansiyel deprem toplanma alanı olduğu bariz değil mi? JICA Raporu’na da bakarız. ‘İlan edilmemişse’ bile, edilmeliydi. Orada, o yoğunlukta bir noktada, bir stadyumu, yıkım yerine bu kuleleri dikmek her şekilde yanlış.
Ayrıca twitter’da attığım mesajları tekrarlamamk isterim. Burada konu Elif İnce değil. Olamaz da.
Attığı o mesajın, bir gazetecinin değil, bir yurttaşın (haklı) öfkesinden kaynaklı 1 ironi olduğu açık değil mi? Tasarımcının & tasarımın rolü üzerine hem varoluşsal bir eleştiri hem de normatif/hukuki 1 tartışma hedeflediği belli. Bu sorgulama yerli değil, evrensel. Ayrıca yıldız veya değil, herkesi de içerir. Bu sorgulamadan kaçmak ‘muhafazakar’ bir duruştur, ilerletici değildir, akıntıya karşı kürek çekmektir. Ayrıca gerçek mevzuyu örtmekte, olası şüphelileri de ‘aklamaktadır’ diye düşünüyorum.
İnşaat sektöründeki iş cinayetlerinde ‘tüketiciden’ üreticiye, sistemik sorunlardan teknik detaylara, her konu konuşulmalı. İnanın mevzunun ‘mimarların sorumluluğu’ kısmı, zaten en az tartışılan kısmı. Şu mecrada bu tartışmanın yürüyor olması hayırlı. Olması gerkeen tartışma da bu zaten. Başka mecralarda çok daha sert bir şekilde, başka sorumlular zaten tartışılıyor, tartışılmaya da devam edecek.
Bir yerin açık alan olması gerektiğini iddia etmek le -ki bence de öyle olmalı, yukarıda da yazdım, yineleyeyim de- dayanaksız suçlamalar yapmak oldukça farklı şeyler.
Medya sorumluluğu ile ilgili yorumlar yukarıda var, cevap yazmayacağım, bence artık buna okur karar verir.
Ben Elif İnce olsam böyle bir haber yapacaktıysam senin yaptığın gibi o buluşmaya katılmazdım.
Orada öyle bir inş. yoğunluğun olmaması bariz. Seksen defa dedim. Zaten EA’yı öyle bir yoğunluğu yaptığı için yargılamak gerekli dedim.
Ayrıca EA’ya yapılan söylenenlerin, Çamlıca Camii, 3. köprü ve hatta Kanalistanbul, AOÇ’deki konut daha bir sürü şeyde muhataplara dendiğini ve hiçbir işe yaramadığını biliyoruz. Hah EA adam gibi konuşuyor cevap veriyorsa konuşmak lazım. Böyle düşmanlaşmak gereksiz.
Elif İnce bunu diyemez. Benim gözümde tuttuğum Elif İnce değil. Diyemez. Ayrıca haklı bir ironi de değildir. Ben Avni Mutlu’dan ne kadar haz etmiyorum anlatamam. Gazeteci filan da değilim. Fakat bu tür şeyler onun için de demem. Halil Onur için de demedim. Kadir Topbaş için de.
Şimdi Ne demek işçilerin mezarını EA tasarlasın. Yaşar Bey bu söylemi savunmasanız. Saçma çünkü. Yazılmamalıydı.
Neyse oldu bir kere ama EA ben buradayım diyor. Gelin konuşalım diyor. JICA’ya EA’da baksın siz de bakın bununla ilgili bir haber yapın. Ne bileyim aydınlatın bizi.
Biz Elif İnce’yi Fatih Bel. Başk. çaresiz bıraktığı tivitleri ile belliyoruz. Tenzil-i rütbeyi hem de Yaşar Bey’in savunması ile yapacaksak…
Ne yapalım. Öyleyse öyle. Zorlamayız.
Eğer bu alanın deprem toplanma alanı olarak kamuya açık, yapılaşması oldukça kontrollü bir alan olması konusunda genel bir mutabakat varsa, ki olmaması için hiçbir neden yok, ve onun yerine büyük ölçekli konut projesi oluyorsa bu durumu üreten tüm süreçler ve bu süreçlerde doğrudan ya da dolaylı dahli olan herkesin irili ufaklı sorumluluğu vardır diye düşünüyorum. Herkes de dahli ve gücü nispetinde eleştirilmelidir istisnasız. Mimarın gücü ya da etkinlik alanı da ne kadar genişse o kadar eleştirilmelidir bence, ki olan da budur.
İş cinayeti meselenin görünenidir, çok önemli olmasına karşın konunun buraya sıkıştırılıp tartışılmasını da doğru bulmuyorum. Bu durum bütün bu süreçlerin ve anlayışın bir sonucudur.
O zaman tartışmayı anıt mezar ekseninden çıkarıp bu bütüncül sürece nasıl ve hangi tarafından dahil olunduğu üzerine kaydırabiliriz.
Önce konuyu biraz daha dağıtalım: Geçtiğimiz günlerde medyada afet toplanma alanlarının imara açılmasıyla ilgili bir dizi görsel paylaşıldı. Ali Sami Yen’le birlikte Anthill, Zaman Gazetesi, Meydan AVM, Forum İstanbul gibi binaların yerlerinin de öyle olduğu varsayılıyordu bu metinlerde.
Bazılarının afet toplanma alanı olması bana çok garip göründüğü için merak edip bakındım. Hiçbir yerde bilgiye rastlayamadım.
Yukarıdaki yazımda iktidarın memleketi kutublara ayırdığından bahsetmiştim. Bu afet toplanma alanları ile ilgili yazan kutuptakilerin inandıkları tek şey iktidarın yaptığı her işin yanlış olduğu. Hatta bu örnekte olduğu gibi yapılmayanlar da yanlış olarak adlandırılabiliyor.
Devrim, bir genelleştirme yaparak aktörleri güçleri ve ortamdaki temsilleri kadar sorumlu bulman konusunda kolayca uzlaşabiliriz. Sana katılırım yani.
Lakin bu afet toplanma alanı konusunda işkembe-i kübradan sallamayı aklamayı gerektirmez.
Kentlerin içine eden uygulamaların bu kadar güçlü ve kolay uygulanmasının önüne geçmek için tüm doğruları savunmanın yararına inanıyorum. Tümünü.
CHP İstanbul Milletvekili Faik Tunay, afet toplanma yeri olarak belirlenen yerlerin imara açılması konusunu TBMM gündemine 26 Mayıs 2014’te taşıdı. Dönemim içişleri bakanı Beşir Atalay’ın verdiği açıklamanın ne olduğu konusunda bir bilgi bulamadım.
Bilen var mı?
konu ile ilgili muharrem ince’nin sorularına erdoğan bayraktar yanıtları.
http://rktr.co/Xgye4H
faik tunay’ın sorusu zamanında yanıtlanmamış görünüyor.
http://rktr.co/XgAgSm
Bu belgede afet toplanma alanı hakkında bir bilgi göremedim.
Sanırım demek istediğimizi en kısa yoldan Sinan Bey anlatmış
Neyse benim de ironi yaptığım da anlaşılmıyormuş.
En azından dengeli tivitler hedef saptırmaz. Keza mücadele edilecek muhatabın ekmeğine yağ sürmeye yarar saldırgan tivitler.
İroninin açıklaması olmayanı makbuldür ama anlaşılmıyor diye uyarı geldi. Mecbur kaldım.
spekülatif inşaat ekonomisi’nin yol açtığı işçi cinayetlerinin önüne alaycı tweetler atan bir gazetecilikle geçebiliriz!
Arzu Eralp in belirttiği bu makaleyle ilgili olan cümleye katılmıyorum.
Gazeteci söyleşi veren kişinin baskı öncesi teyidini alması kendi seçimidir, etik kriterlerle hiçbir ilgisi yoktur. Söyleşiyi veren ve gazeteci ile arasındaki ikili anlaşma onların arasındaki protokolü ilgilendirir. Gazeteci gerçekleri söylenenleri yansıtmakla yükümlüdür kimseyi memnun etmek zorunda değildir. Tanık olduğunu yayınlar. Eğer tüm söyleşiler bu format ile yayınlansa, insanların anlık reaksiyonlarını tanıma tepkileri vs gibi fırsatların izleyicilerden saklanması anlamına gelir. Düşünebiliyormusunuz basın demecinde gaf yapan bir başbakanın tüm istemediği yerleri kesip yayınlaması ve tüm halkın bu bültenler ile yaşaması. Asıl gazetecilikte önemli olan bu fark yaratan gerçekleri yakalayabilmek halka sunabilmektir.
Bana damdan düşen birini getirin demişler ya. Ben damdan düştüm. Bir demeç verdim. Bana gazeteci arkadaş unvanımı sordu yrd.doç.Dr. dedim. Ama o ayrıca dekan yazmış. yok denetlemesi geliyordu okula. Uludağ sözlük’te bile konu oldu.
Eğer gazeteci arkadaş basmadan önce bir nüsha gönderseydi sorun olmazdı. Bu basit bir maddi hata. Gazeteci tabii ki yorumlar ama bunu öyle ustalıkla yapar ki muhatap bir şey diyemez. Bunu sansür olarak almamak lazım. Teyp deşifresi bile çok önemli. Diğer taraftan muhatap tekzip yayınlatır ki daha fena. Ben Arzu hanım a cani gönülden katılıyorum. İki taraf arasında bir etik anlaşma olmayabilir.
Gazetecilerin dikkatli olması gerekir.
Sanırım demek istediğimizi en kısa yoldan Sinan Bey anlatmış
Tamam, ironinin açıklmasını bir daha yapıyorum kızmak yok.
1- Gazeteci ropörtaj yapar. Yorum katar. Maddi bir hata yapıp yapmadığının da teyidi için muhataba gönderir. Teyit almak zorunluluk değildir. Olursa örneğin muhatap YÖK denetlemesinden kurtulabilir.
2- Gazeteci eğer iyi gazeteci ise yazdığının muhataba önceden gönderilmesinde bir sorun görmez. Kendine güveniyorsa gönderir. Muhatap “böyle yazma şöyle yaz” diye SANSÜR uygularsa da takmaz.
3- Yine iyi gazeteci ise kendine ayrılmış kelime sayısı geçmeden “Ben muhataba maddi hata olup olmadığını kontrol için gönderdim bana “Off the record” uyarısı yapmadan önceden söylediklerine rağmen (elimde teyp var) muhatap “şununla değiştir” dedi. Her ikisini de size sunuyorum.” der.
Veeeeeee Gazeteci 3-0 önde.
4- Hah bu çok zor, yer yok, zaman yok. Bunu yapmak kolay değil. Tamam biliyorum ama alttakiler neden kolay?
4.a- Ağaoğlu, Taşyapı vb. cirit atarken mimarlarının adlarını dahi bilmezken, mimarı biliniyor diye biraz da ortalıklarda “tasarım” diye dolaşıp herkesin göz önündeki işleri alıyor diye EA’yı, tasarladığı binada vahim bir kaza oldu diye topa koymak kolay mı?
4.b- “Afet toplanma yeriydi” orası diyorsanız, bunun kararını göstermeden inanmak kolay mı? Eğer ilan edilmesine gerek yok zaten oradaki yoğunluk anlamsız gereksiz ve çirkin demek neden zor. Neden çarpıtılıyor. Benim hür görüşüm. Orası belge görmediğim için tanımlı afet toplanma yeri değil galiba. Ama böyle bir karara gerek yok ki. Bana sorarsanız bir kent Stadı yıkılınca orası TAMAMEN BOŞ KALMALI.
4.c- Kanalistanbul, lastik tekerlekli geçiş ve bunun gibi daha vahim olaylarla boğuşma enerjisini (ki boğuşmuyorsunuz demiyorum. Şu Bostanlar meselesini takip etmek bile takdir edilmeli) “EA ölen işçilerin mezarlarını tasarlasın” demek neden bu kadar kolay.
4.d- Ben yorumlarım öyle yaparım deyip, muhatap sağırlaşır ve hatta size bir daha demeç vermezse ne olacak. Olacağı da o. bir atımlık barut mu gazetecilik.
Kısaca kimsenin Gazeteciliğine bir laf attığımız yoktur. Gazeteci değilim ama ben de müteahhit değilim. Bizim de yazdığımız şeyler var hiçbiri de “soft” şeyler değil. “Afedersiniz Toki” ya da “Taksim taksim edilemez” diye yazı yazdım ben.
Yine yazarım da. EA’yı da ayrı tutun filan demiyorum. Ama diğer konularda muahatap yok diye, EA’yı bulunca saldırgan tutum beslemeyin. Yine üzerine gidin. İcabında kinayeli yazın. İcabında demediğinizi bırakmayın. Gidip konuşun ama kavga etmeyin. Laf cambazı da olabilir kendisi inanrım öyledir dediklerini iyi tartın savaşın. Hatta kızın.
hatta Ömer Yılmaz dedi ki beraber konuşalım. Davetine icap edin. Zorlayın onu. Fakat siz küsmüş Gazeteci ironileri yaparsanız Mehmet Barlas’a mı başvuralım yani.
Neyse…
1. Toplumdan tepki görmesi olası projelerde, toplum tarafından bilinen, saygı duyulan, (belki) ismine güvenilen ve “bu adam kamunun zarar göreceği bir proje yapmaz” denilen isimlerle çalışılması projeye gösterilen tepkileri azaltır mı?
2. İktidarın (örneğin) “yetmez ama evet”, “çözüm süreci”, “akil insanlar bilmem nesi” kampanyalarında toplumda seveni olan, saygı duyulan insanları toplayıp, resimler çektirmesi, onlara demeçler verdirmesi vs gibi olaylar ile firmaların toplumun güvenine sahip tanınmış mimarlara proje yaptırması arasında benzerlik var mıdır?
Eğer bu iki soruya da evet diyorsak, o halde, proje mimarının ölen işçilerin mezarlarını tasarlaması da olayın “öz”ü itibarı ile son derece tutarlı bir hareket olacaktır.
Oldukça saçma bir çıkarım olmadı mı: Her ikisine evet diyorsak bile ancak mimarın bu binaları tasarlamaması gerektiği sonucunu çıkarabiliriz sanırım. En azından benim kafam bu kadar çalışıyor.
1 biraz karışmış, ona yorum yazamıyorum.
2 de hiç benzerlik yok: Nasıl bir köşe yazarı Yeni Şafak ya da hatta Akit gibi bir gazetede yazdığında sadece kendisinden sorumluysa mimar da iş yaptı, geliştirici ile Başbakan’la fotoğraf çektirdi diye idam sehpasına oturtulamaz. Son derece arızalı ve bugün Türkiye’nin sorunlarının özünü oluşturan bir bakış açısı bence.
Bireyleri kimle yan yana, ne giymiş, ne dili konuşuyor gibi meselelerle eleştiremeyiz. Eleştiri yapılan üzerinden geliştirilebilir ancak.
Kisaca cevap:
1. Evet
2. Evet
Her ikisine de evet diyorsak ve mimar da bu binaları tasarlamışsa, tutarlı olması açısından mezarı da tasarlamalıdır diyorum. Burada “oldukça saçma bir çıkarım” yoktur. Hoşunuza gitmeyen bir çıkarım olabilir.
1 ve 2 sorulardı sadece. Burada mimara birşey söylenmiyor, sistemin işleyişine ilişkin düşünceler bunlar.
Son olarak “eleştiri yapılan üzerinden geliştirilebilir ancak” ifadesi çok sıkı. Onu bold yapın bence.
Anlayacaksanız dilediğiniz kısmı bold yapabilirim.
Esas konuya gelirsek, Elif İnce’nin attığı;
“10 işçiye mezar olan torun center’ın mimarı emre arolat, işçilerin mezarlarını da tasarlasın”
twiti, nasrettin hoca kalibresinde bir ironiyi barındırmaktadır. Oynanan çok boyutlu tiyatro o kadar büyümüştür ki, bunu böylesi bir absürtlük nişanesi ile taçlandırmamak ayıp olacaktır.
Elif İnce bu ucuz ironi gazeteciliğine kendini yakıştırıyorsa ve siz de destekliyorsanız, biz de ona göre payemizi veririz demiştik. Esas konu itibariyle bu tiyatronun söz söyleyen, mücadele eden ve belki de doğruları ortaya koyan değil de, şov gazeticliği tarafında davranacaksa…
Peki…