Başlangıçta; tüm enerji ihtiyacını karşılayabilen, sağlığa zararlı malzeme içermeyen, zararlı atık üretmeyen ve deprem riski taşımayan konutların inşası ile çıkılacak yol, bence toplumsal idrake ulaşmanın en kısa yolu olacaktır.
Önce evreni, sonra dünyayı ve bu gezegende milyonlarca yıldır süren yaşamı gözden geçirmeliyiz. Sonra da; bu muhteşem kurgu içindeki insanın yerini! Ardından, yaşam çevresine zarar veren ve enerjiye bedel ödeyen tek varlığın, neden sadece “insan” olduğunu düşünmeliyiz.
Güneşine ve toprağına sahip çıkmak, ülkeye ve dünyaya sahip çıkmaktır. Uzun yıllardır özgün biçimde tanımlamaya ve örneklemeye çalıştığım “Enerji Mimarlığı” da, güneşin ve toprağın temsil ettiği; enerji ve ekolojinin, Einstein’in ünlü e=m.c2 formülünde ifade ettiği gibi; “ayrılmaz bütün” olduğunu idrak eden ve zaten var olan değerleri yaşama yansıtan bir tasarım sürecidir.
Bu çerçevede, felsefi altyapısını tanımlama ve adını koyma şansına sahip olduğumuz “Enerji Mimarlığı”; her türlü bağımlılıktan kurtulmanın, ekolojik dengeleri korumanın, özetle; “hayatta ve ayakta” kalmanın yani “sürdürülebilir yaşamın” yegane yoludur.
Sanılanın aksine fakir değil “kaynak zengini” bir ülkeyiz. Bu topraklar; maddi manevi değerleri ve insan kaynakları ile dünyanın en şanslı ve en zengin ülkelerinden birini barındırıyor. Sadece; “yaşam ve üretim” biçimlerimizi gözden geçirmemiz gerekiyor. Bunu sağladığımız takdirde, nerede yanlış yaptığımızı ve neleri değiştirebileceğimizi göreceğiz. Yeter ki, kullanmayı becerdiğimiz tüm değerleri, hiçbir ayrım gözetmeksizin, “adaletle paylaşmayı” da bilelim!
Dolayısı ile bizce “Enerji Mimarlığı” içeriğinde inşa edilecek olan, yani maalesef alışıldığı gibi “rantsal !” değil ilkesel gayretlerle dönüştürebileceğimiz yaşam alanları, toplumsal barışın da, dünya barışının da en kestirme ve sağlıklı yolu olacaktır.. Çünkü artık insanlar, kendilerine yetmeyi öğrenecektir. Böylece; ne enerji lobilerinin, ne yiyecek sektörünün, ne de kötü yönetimlerin dayatmaları, yaşamsal ölçekteki temel güvenliği etkileyecektir.
“Doğru yön, doğru malzeme ve doğru tasarım” ilkeleri ile özetlediğim “Enerji Mimarlığı”; yapıların, nefes alma doğallığı ve ölçüsünde enerji kullanmasını öngörür. Ne bir fazla ne bir eksik! Ekolojik denge; zihinsel enerjinin, fiziksel ve kimyasal ölçekte işlenip doğal dengeye dönüşmesidir. Tüketirken; sağlığımızı da, çevreyi de tüketmeyen enerji biçimlerinin keşfidir. Dolayısı ile, bir yapının “ekolojik” olduğunu iddia etmek için, önce enerji sınavından geçip geçmediğine bakmak gerekir.
Enerjisini kendisi üretebilmekte midir? Bu bir… Üretebildiği enerjiyi nefes alma kolaylığında kullanabilmekte midir? Bu iki… Ve bu kullanımın çıktısı ya da atığı, çevresinin canına mı okumakta, katkı mı sunmaktadır? Bu da üç…
İşte “Enerji Mimarlığı” dediğimiz şey de; bu üç soruluk sınavdan alnının akı ile çıkmayı becerebilmektir!
Yaşamın çekirdeği olan enerji ve onun ürünü olan ekoloji, çağımızın en önemli gündem maddesidir artık. Yenilenebilen enerjileri kullanarak kendine yetebilirken, yaşam konforunu ve üretimini de arttırmasını öğrenen insanlık, savaşların ve doğal yıkımların temel nedeni olan enerji sorununu ortadan kaldırmayı bilecektir.
Bu değişimi sağlamak için birinci hedef; doğrudan halktır. Ne zaman ki, böyle örneklerden yola çıkarak, “ben de artık böyle yaşamak istiyorum !” der, işte o gün gerçek dönüşüm başlar…
Teknik zorunluluk gerekmedikçe projelerimizde, atamızın 120 sene önce dokuz katlısını inşa ettiği ve günümüz dünyasında, otuz katlı binalara kadar önü açılmış olan ahşabı, temel yapı malzemesi olarak seçmeliyiz. Çünkü artık tamamen yanmaz ve çürümez hale getirilebilen ve aynı zamanda en süratli inşa biçimi olan ahşap yapı sistemi, sıfır deprem riski sağlayacaktır.
Bu sistemin yaygınlaşması ile ülkemiz gündeminden hiç düşmeyeceği kabul edilen “depreme” karşı, güvenli bölgeler çoğalacaktır. Sürdürülebilir enerji ve ahşap teknolojisinin yaratacağı istihdam ve yepyeni iş sahaları ise, topluma nefes aldıracaktır.
Böylece, ahşabı konut sektöründe kullanan tüm ülkelerde olduğu gibi, ormanlarımızın da yeniden yapılanmasına ve gelişmesine öncülük yapmış olacağız. Çünkü artık, hayatımızı ve sağlığımızı emanet ettiğimiz ahşabı üreten ormanlara, gözümüz gibi bakacağız. Batı ülkelerinde olduğu gibi, bir tane ağaç kesti isek, yerine on tanesini dikeceğiz ve böylece ormanlarımız, inşaat sektöründeki önemli tüketime rağmen, Amerika’da, Kanada’da Finlandiya’da olduğu gibi, büyümeye başlayacaktır. Gerçek koruma böyle olur… Yandığında dökülen, ama kurur kurumaz hemen unutulan iki damla gözyaşı ile değil!
2012 yılında kaleme aldığım “Enerji Ekoloji ve İslam” başlıklı makalemde şöyle demiştim
“Enerji ve Ekoloji, yeryüzündeki yaşamın temel taşları ve canlılığı sürdürebildiğimiz ortamın olmazsa olmazları ise, hiçbir dini düşüncenin bunu görmezden gelmesi mümkün değildir. Şükrün en anlamlı ifadesi, bu konuda bize sunulan nimetlerin hem farkına varılması hem de hakkaniyetle değerlendirilmesidir.”
Diğer deyişle en doğru ibadet; nimetin idraki ve icabının yerine getirilmesi ile yapılan şükürdür.
Kendimizi çaresiz sanarak; her türlü barınma ihtiyacımızı karşılarken, yanlış malzeme, yanlış enerji ve teknolojilere başvurduğumuz için, taşınamaz giderlere yol açarak, ülkemizi ekonomik yıkımlara ve savaşların eşiğine taşımak, ya da deprem olduğunda tepemize çöken yapıların sorumluluğunu “Allah’ın takdiri !” ifadesine bağlamak, kutsal kitabımızda tanımlanan kulluğa sığmaz.
Elbette tüm olanlar ve olacaklar Allah’ın bilgisi dahilindedir. Ama şunu idrak etmek gerekir ki, yedi kez hatırlatarak bize yüklediği “dünyaya halifelik etmek” görevi, yazılı olanın değil, tüm seçimlerimizin sonucu olan, yani mukadder olanın yaşanmakta olduğunu, artık bize anlatmalıdır.
Güneş, tüm enerjilerin kaynağı… O yüzden, tüm enerjisini üretebilme becerisine sahip olan evlere “Güneş Evi” demek yavaş yavaş yerleşik bir kavram olmakta. Bu tanımını, sadece evlerle sınırlamak doğru olmaz. Çünkü tüm yapılar, yani bir kapalı yaşam mekanı oluşturan tüm binalar, tüm kamusal, ticari, askeri, sağlık ve eğitim amaçlı binalar, hatta bu yapılara ilişkin tüm açık yaşam alanları da; güneşin ve onun temel katkısı ile doğal kaynakların; ısıtacağı, soğutacağı, aydınlatacağı ve havalandıracağı mekânlar olarak, “enerji mimarlığı” başlığı altında çözümler üretmek, kendi ihtiyacını karşılamak zorundadır.
Çünkü maalesef gelecek; fosil yakıt kaynaklarının gittikçe azalacağı, buna bağlı olarak fiyatlarının yükseleceği, uluslararası enerji lobilerinin siyasal baskılar oluşturacağı ve sözde çözüm niyetine nükleer dayatmaların ve savaş çığlıklarının sıklaşacağı karanlık günlere gebedir. Bir yandan çevresel felaketlere ve ölümlere neden olan fosil yakıtların tükeniyor olmasına sevinirken, diğer yandan, temiz ve sürdürülebilir kaynaklara geçiş sağlanana kadar yaşanacak maddi, manevi ve siyasi dayatmalara da yaşamsal çözüm üretmek zorundayız. İşte o yüzden “Güneş Evi”, hem geçiş dönemine hem de sonrasına, yaşamsal anlamda simgesel bir model ve başlık olacaktır.
Başlangıçta; tüm enerji ihtiyacını karşılayabilen, sağlığa zararlı malzeme içermeyen, zararlı atık üretmeyen ve deprem riski taşımayan konutların inşası ile çıkılacak yol, bence toplumsal idrake ulaşmanın en kısa yolu olacaktır. Hele bu konutların, belli bir eğitimden sonra, bizzat o evde yaşayanlarca üretilebilir olmasının farkındalığı, konut sektöründeki haksız kazançları da önemli ölçekte frenleyecek, toplumsal barışa ivme verecektir… Hemen ardından, bir ev alanı kadar elverişli toprağın, o evde yaşayanları doyurabileceği öğrenildiğinde, “karada ölüm yok !” halk deyişi artık gerçek olacaktır.
Beklediğimiz köklü değişimin güneşi; piramidin tepesinden değil, bu ve benzeri örneklerdeki gibi halkla bütünleşmiş deneyimlerden, yani tabanda oluşan bilgi ve bilinçten yükselecektir.
Her fırsatta tekrarladığım gibi, aklın yolunda buluşacağımıza inanıyorum!
4 yorum
Ahşap konusundaki iyi niyetli yorumlarınıza çok katılmasam da insanlardan beklediğiniz duyarlılığa katılmamak mümkün değil. Siz muhakkak biliyorsunuzdur, ancak bilmeyen okuyucular vardır belki diye paylaşmak isterim: http://www.thevenusproject.com
Örnekler çoğaltılabilir. Gelecek ile kaygılar ciddi, mimarlık/mühendislik -daha önce belirttiğiniz gibi en temel ihtiyaçlardan biri olması nedeniyle- geleceğimizi şekillendirmede önemli yer oynuyor. Bizler ise hala yarını sorgulamadan dünün yanlış öğretileri ile başarı peşinde koşuyoruz. Ancak devrim yalnızca yapı sektörü ile olursa başarılı olmaz. Beslenme kültürümüzde devrim olmalı, enerji üretimimizde devrim olmalı, ve kentleşme-yapılaşmada. Sanırım modern dünya filozoflarına bu konuda çok iş düşüyor. Ama ben inanıyorum, içinde bulunduğumuz bu hantal sistem değişecek, her ne kadar küresel üretim/tüketim mantığı aksi yönde hareket etse de kıvılcımlar yok değil.
Cem bey, bu konuya gösterdiğiniz ilgiye ve değerli katkınıza teşekkür ederim… Öncelikle ahşaba ilişkin birkaç açıklama yapmama izin verin.. Daha sonra, enerji üretimine, beslenmeye, kentleşmeye ve Venüs projesine dair paylaşacaklarımız olacak..
Ahşap yapım sistemlerine dair bilgilerin toplum beleğimizden silinmesi ve yerini betonun alması 2. Dünya savaşı yıllarına isabet eder.. Evet bu işi Hitler başlattı ve beton teknolojisi onun sayesinde çok hızlı gelişti.. Çıkarmayı tasarladığı savaşın tek kazanılma çaresi idi çünkü.. Üç kara sınırına da hızla sevk edebilmeliydi tankını topunu.. Şimdiki zamanın uzay teknolojisi gibi idi beton o günün Almanya’sında.. Teknik Üniversitemize taşınması da, savaş rüzgarı ile yurdumuza gelen Yahudi asıllı bilim adamları ve Almanya’da eğitim almakta olup mecburen dönen öğrencilerimiz sayesinde oldu.. Oradaki talep, şer amaçlı idi belki, ama bence hayra dönüştü.. Otobanlar oluştu. O yüzden, beton yollara, köprülere hiçbir itirazım yok.. Ben sadece betonun tepemize çıkmasına karşı oldum.. Depremde iskambil kağıdı gibi üst üste yapışmasına ve binlerce can almasına isyan ettim. 1924’de babamın, 1957’de ağabeyimin betonarme ihtisaslı inşaat mühendisi olduğundan bahsetmiştim.. Dolayısı ile; en az altmış yıldır dinledim, izledim ve bir ömür yaşadım betonu.. Ahşaptan betona dönüş adeta, başat gözlemim oldu..
Nefes bile alamayan bir beton duvarın, hele hele özensiz dökülen, sulanması unutulan, eksik dozajlı, belki demiri bile paslı ve hesap hataları içeren, yani ortalama bilimsel ömrünü bile tamamlayacağı şüpheli bir tavanın, yaşama hakkımıza tecavüz ettiğini düşünmekteyim.. Yani ayağımın altında; beton yol olarak, toprağın hemen üstünde; tabanımda veya bodrumda ve temelimde başımın tacı.. Ama tepemde asla !.. Tıpkı Amerika ve Kanada’da %90’ları geçen, deprem riski yüksek kentlerinde ise % 99’a varan oranlarda ve aklı başında tüm ülkelerde kullanıldığı gibi ahşap; yaşam, sağlık ve deprem güvencesidir. Bu ülkelerin hiçbirisi geri kalmış ya da aptal değil.. Çürüme ve yangın sorunu çözüleli çook oldu.. Üstelik ormanların büyümesi bile, bu teknoloji sayesinde hızlandı.. 9 kat yüksekliğinde olanı atalarımız 120 sene önce zaten inşa etmişti ve çağdaş dünyada çoktan, 40 katlılara sıra geldi bile.. O yüzden artık ahşap, en doğru ve en güvenli yapı malzemesidir dünyada..
Ahşabın mühendisliğini ve mimarlığını bizden öğrendiklerini itiraf eden birçok yabancı mimar ve mühendise rağmen, toplum belleğimizden, anlattığım nedenlerle maalesef en az altmış yıldır, silinmiştir.. Dolayısı ile bazı tereddütleri anlıyorum, fakat bu kuşkuları başarılı örneklerle kolayca aşacağımıza da güveniyorum.. erengezgin.net sitemizde MAKALELER bölümünde 04-AHŞAP ana başlığı altındaki makalelerime göz atınız.. Atölyesinde, 45 yıl öncesi ahşabın tozunu yutan, marifetini yıllar boyu sınayan kardeşinize lütfen kulak veriniz..
Enerji üretimi ve beslenme kaygılarınız da çok yerinde. O konuda da yine aynı bölümde, bu defa 05-YENİ YAŞAM ana başlığı altında, 2004’de yazdığım ve 2013’de revize ettiğim “05-03- Hayata Yeniden Bakmak” başlıklı 10 sayfalık makaleye göz atınız lütfen.. Orada hem enerji hem kentleşme hem de beslenme adına benzer endişeleri taşıdığımızı göreceksiniz.. Ve birçok kişinin bu konudaki samimi beklentilerine şahit olacaksınız.. Özellikle sizin de önerdiğiniz beslenme konusuna dair önerilerimiz, hasbel kader 33 yıldır yaşadığımız köyde, toprağın bize doğrudan öğrettiği bilgiler ve sınadığımız çözümlerin paylaşılmasından ibarettir..
Evet “Enerji Mimarlığı” bir bütündür.. Ne enerjiyi ne ekolojiyi ne beslenmeyi, ne de tümüne bütüncül bir çözüm üretmesi gereken kentleşmeyi ikinci plana atabiliriz.. Bu konuya dair tüm yazılarımda, sizin de işaret ettiğiniz gibi bu dört unsurun, daima bir bütünü ayakta tutan başat faktörler olduğunu anlatmaya ve projelerimde örneklemeye çalıştım..
Son olarak, verdiğiniz ilginç linkteki öneriler; kırk yılı aşkın süredir, zaman zaman gündeme gelen ve dünyada yaşanacak yer kalmadığı ve elimizdeki arazilerin, malzemelerin ve teknolojinin bize bir gün yetmeyeceği varsayımı ile sunulan projelerdir.. Ne yaşamsal risk dolu denizler mecburiyetimiz olacaktır, ne de ufo çağrışımlı, salt uçma eylemi dışında fonksiyonel olmayan ve psikolojik sorunlara kapı açtığı araştırma konusu olan; daima yuvarlak hatlı konutlar ve yön kaygısı olmayan, yani genelde dairesel kurgu içindeki, bol cam yüzeyli su üstü kentler… Ne güneş her yönden gelir ne de hakim rüzgar.. Varoluşun temel değerlerini dışlayan dairesel kurgu, mimarlığın temel yanlışıdır.. İyi niyetli bir yaklaşım olduğuna inansam da, yine de topraksız kalma korkusuna vardıran, ismi ile müseccel böyle bir Venüs macerasında değil, ayağı yaşadığımız dünyaya sıkıca basan dünya mecrasında, sizlerle el ele vererek çok değerli çözümler üretebileceğimize inanıyorum..
Bu açıklamalara vesile olduğunuz için tekrar teşekkür ediyorum.. Evet, sıra filozoflarda !.. Siyasiler mi ?.. İnanın bizler, yaşam tarzımız ve taleplerimizle değişirsek, onlar mecburen değişeceklerdir.. Aslolan; güneşine ve toprağına sahip çıkan ve adaletle paylaşmasını bilen insandır.. Evet, katılıyorum. Kıvılcımlar yok değil !..
Gördüğünüz gibi, bu yazının imajına uygun resim olarak Arkitera tarafından Diyarbakır Güneş Evi projemiz seçilmişti. O yüzden bir küçük açıklamaya izin veriniz..
Benim açımdan bu yapı, makalemizdeki tanım çerçevesinde, 2007’de inşa edilen ve eğitim yapısı olarak kullanılmakta olan, “adı güneş evi !” olmayı aşan, ülkemizdeki ilk örnek olmakla önemlidir.. O yüzden, tahmin edebileceğiniz gibi yapım aşamalarında, ilk olmanın tüm sancılarını da yaşamıştır.. Tromp duvarları dışardan temin edilemediğinden, sanayi çarşısında verdiğimiz detaya göre imal edilmiş, yine ilk kez uygulanan rüzgar kepçesi, venturi bacası kombinasyonu da mahallinde imal ettirilmiştir.. Yine örneğin, çatı alanından taşıyormuş gibi duran panellerin görüntüsüne takılan arkadaşlarımıza, “bunları temin edene kadar altı firmanın kapısını çaldık ve sonuncu firma sayesinde, verdikleri ölçüye de uymayan paneller Diyarbakır’a geldiğinde, artık monte etmekten başka seçeneğimiz kalmamıştı..” diye yanıt vermiştik..
72 sponsorla bitirilebilen bu proje, iki kez AB ödülü almış ve bugüne kadar 40.000’i aşkın öğrenciye sertifikalı eğitim vererek bence görevini yapmıştır.. Bu içerikteki 90 farklı projemizin görsellerine, erengezgin.net sitemizden ulaşabilir “Enerji Mimarlığı”nın, mimarca özgürlüğü engelleyen bir dayatma olmadığını görebilirsiniz…
Ne panelin rengine takılın ne desenine. Fotoğrafınızı bile resmederiz çatıya Evel-Allah.. Hatta çatı bile dert değil, duvarlarınız dahi üretebiliyor artık elektriği.. Yani lütfen, mevcut görselliğe aldırmayınız.. Buradaki hiçbir görüntü, mecburiyet değildir.. Malumunuzdur ki, mimarın hikmetinden sual olunmaz.. Yeter ki, sadece dış görünüşe abanıp “kendine yetmenin; bireysel özgürlüğün ve bağımsız ülke olmanın ilk şartı olduğunu” ve anahtarın bizlere teslim edildiğini unutmayalım..
İKLİMSEL VERİLER..
Gelin birkaç değinme daha yapalım.. Şifresi kalmasın Enerji Mimarlığının !..
İnsanlar kışın palto giyiyor kendisini ısıtmak için, yazın da ince şeyler giyiyor terlememek için. Yapısal mantonun yanlışı öğrenildiğinde ise, yapı ve insan sağlığı açısından iş işten geçmiş oluyor maalesef.. Mimarın görevi, kapalı ve yarı kapalı mekanlarda; kışın palto, yazın da mayo giymeden yaşam konforu elde edebilen çözümler bulmaktır.. Hatta açık mekanlarda bile asgari iklimsel konforu “yapısal çözümlerle” sağlamaktır marifeti.. Bütün sorunları makine ve elektrik mühendislerinin gayretine bırakmak değil. Çünkü onların bulacağı çözümlerin çoğu, fosil kaynaklara ya da bağımsızlığın satılması anlamındaki teknolojilerle elde edilen enerjiye bağımlı olacaktır maalesef.. Mimari çözüm ve detayın katkısı olmadıkça, geri dönüşebilen makul bir harcama ile, kendisine % 100 yetmesi mümkün olmayacaktır..
Mimarın bilgisizliği ve kendisini çaresiz sanması, başımıza bela yapı kılıflarına bağımlı hale getirdi bizi.. Çünkü onlara öğretilmeyen buydu.. Bütün coğrafi, iklimsel ve yöresel koşullara rağmen konforlu yaşam standartlarını sağlayabilmektir mimarın görevi !.. Bir kapı dört pencere, iki oda bir salon basitliğinde değildir mimarlık.. Toprak katmanının serinliği, ya da yeraltı su kaynaklarının yaz kış değişmeyen ortalama 15 derece sıcaklıkta olması hiç bir şey çağrıştırmaz nedense.. Çünkü kombi varken, klima varken, kaça olursa olsun elektrik ya da doğal gaz varken, “mimara ne” olan bitenden ?..
Maalesef, bizlere kullanmamız için ne verildi ise, kaynak sorgulaması bile yapmadan, olabildiğince tasarruf etmek öğretilmiştir sadece. Bu tasarrufu belli ölçeklerde becerene de madalyalar verilmektedir malum.. Yani adeta, para kazanmak önemli değil de, babadan kalan parayı tasarruflu kullanmaktır önemli olan.. Hayır, sevgili mimarım !. Sen bizzat kazanmalı ya da kazandırabilmelisin topluma… İşte enerji mimarlığının bir kısa özeti de budur. Sana gereken enerjiyi; doğru yönü, doğru malzemeyi ve doğru tasarımı kullanarak üretebilmelisin.. Bir mirasyediymişcesine, harçlık sanılandan, sadece tasarruf etmek olmamalıdır amacın.. Kerameti mimarından menkul bir kütle ve biçim arayışı uğruna, binlerce metrekare alanı kişisel tercihlere teslim etmemelisin..
“Bir hilal uğruna Yarab ne güneşler batıyor !” cümlesi anlamlıdır. Çünkü oradaki hilal bir şekil şartı değildir.. Arkasındaki kutsal içeriğe gönderme yapmaktadır sadece.. Eğer maddi ve manevi nedenler varsa, uğruna savaş ta çıkabilir, insan da ölebilir.. Ama bir binanın mutlaka bir şeye benzemesi uğruna, yüzeylerin çarpıtılması ya da bir şekli çağrıştırmasının binaya ne kazandıracağını ve elbette ne kaybettireceğini tekrar tekrar düşünmek gerekir. Görselliklerin arkasına sığınmak üzüntü vericidir. Kafamızdaki grafiği ya da üç boyutlu bir plastiği binaya aksettirmeye çalışırken, neleri ıskaladığımızı düşünmemiz gerekir. Örneğin hangi pencereleri cephe endişesi ile açtığımızı ya da vazgeçtiğimizi gözden geçirmeliyiz. Hangi ışık gölge oyununun salt görsellik uğuruna yaratıldığını, bir cam cephenin hangi fonksiyonları zedelediğini düşünmeliyiz.. İşlevsel maksat içermeyen, birtakım harflere ya da peşinen öngörülen biçimlere benzetilmeye çalışılan binalar, bana sorarsanız, şımarıklıktır. Daha da ağırı, taammüden suç işlemektir.. Çünkü yaşam da, ona en uygun kılıfı arayan mimarlık da, şekil şartı değildir. Doğal olması gereken bir akıştır.. Hayatta kalma gayretidir. Güvenli ve konforlu koşullarının oluşturulması ve olgunlaştırılmasıdır.. Dayatma ölçülerine gitmedikçe, elbette estetik kaygıları da taşıyarak !..