Hasan Çalışlar, yakın zamanda vefat eden Fatih Gorbon'un ardından yazdı.
Akademinin önemli Mimar hocalarından birini daha uğurluyoruz. Fatih Gorbon zamansız yakalandığı hastalıkla uzun mücadelesini maalesef kaybetti ve aramızdan ayrıldı.
Okulun koridorlarında gördüğünüzde şıklığı, yakışıklılığı, enerjik, hatta moda değimiyle “cool” tavırlarıyla öğrencilerine her zaman ilham veren bir figür olmuştu. Ne de olsa okulun kuruluş yıllarının önemli hocalarından Rebii Gorbon’un oğluydu ve geleneksel Türk aydınlarının bir temsilcisi olarak Akademi’de devamlılık ilkesini gerçekleştirmeye çalışıyordu. Buna çok inanmasa da.
Benim de öğrencisi olduğum 80’li yılların sonu 90’ların başında Akademi içinde davetli yarışmalara giren, bürosunda aktif mimarlık yapmaya devam eden ender hocalardandı. Ertun Hızıroğlu ile birlikte başladıkları sanayi yapılarından sonra farklı konu ve ölçeklerde çalışmayı tercih etmişti. O yıllarda üst üste kazandığı Bursa Otogar Terminali, Darüşşafaka Okulları, Darüşşafaka Yaşlılar Evi proje yarışmaları onu oldukça gündemde tutuyordu. O yılların Akademi’sinde mesleki aktivite ve başarı hocalar arasında çok sıklıkla görülmediği için, bir evvelki cümlemde bahsettiğim özelliklerle birleşince kıskançlık oklarını üzerine çekmeye başlaması kaçınılmazdı.
Güncelle ilişki kuran, bunu rahatlıkla ifade eden, gelir-geçer olmasını bilmesine rağmen post-modernite ile barışık bir hoca ile çalışmak, geleneksel Türk mimarisi yorumlamaları ve modernite arasındaki doktrine çizgide kasılı kalmış Akademi mimarlık öğretiminde bir ayrıcalıktı. Renkli cephelere, geometrik formlara, yuvarlak pencerelere, artiküle olmuş geometrik kütlelerle oluşmuş yapı gruplarına ‘yasak’ gelmeden kalem oynatmak mimarlıkla yeni ilişki kuran gençler için değerliydi. Öğrencilerin istenileni değil istediklerini yapmasının daha değerli ve öğretici olduğunu düşünürdü ve yarattığı serbestlik öğrenci başarısında da mesleği sevdirmede de fark edilirdi.
Akademinin skolastik yapısı içinde hep yalnız bir insan olarak kaldı Fatih Gorbon. Sessizce gelir derslerini verir ve kendi deyimiyle ‘sıvışırdı’. Sanki iletişime geçebilecek kimsesi yoktu ve hep sıkılıyordu. Zarafeti ile bunu çaktırmasa da çekingen tavrı dikkat çekerdi. Oysa okulda proje hocaları arasında en popüler oydu ve çok iyi bir kura çekmeden onunla çalışmanız mümkün değildi.
Meraklıları bilir: asıl tutkusu yelkendi ve yat sporu ile ilgilenmek bir yana, ciddi bir yarış kariyeri vardı. Kendi tasarladığı ve sahibi olduğu Regatek tersanesinde inşa ettiği yarış tekneleri ile pek çok yarış kazandı. 1990 yılında benim de ilgilendiğim bu spor dalında birlikte farklı branşlarda Cumhurbaşkanlığı Kupası kazanmış ve peş peşe Sn. Turgut Özal’dan kupa almıştık. Bunu fırsat bilip kendimi tanıtıp okulda gelecek dönem birlikte proje yapmak için yüzümü kızartıp torpil istemiştim. Gerçi kurada dört çıkınca gerek kalmamıştı; sonrasında proje derslerinin çoğunda yelken konuştuğumuzu da hatırlıyorum.
Okulu bitirip mesleki yaşama geçince de Kerem ile birlikte sık sık fikir danıştığımız, ziyaretine gittiğimiz bir ağabeyimiz olarak hayatımızda hep var oldu. Birlikte tekne de yaptık, yarışlara da girdik, onun tasarladığı ve inşa ettiği tekne ile arkadaşlarımla birlikte pek çok yarış da kazandık. Bütün tasarladığı teknelerin yarış performanslarını dikkatle takip ederdi. Açık Deniz Yarış Kulübü ve Deniz Kuvvetlerini Komutanlığı’nın her yıl tekrarlanan Geleneksel Güney Yarışı’na birlikte katıldığımız da oldu, farklı teknelerde karşılıklı yarıştığımız da. Filodaki teknelerin belki üçte birini kendi tasarladığı için zayıf ve kuvvetli noktalarını bilir ve yarış esnasında eğitici yorumlarıyla ufkumuzu açardı.
Akademi’nin son gerçek İstanbullu beyefendisinin de artık aramızda olmadığını kabullenmemiz gerekecek. Eksikliğinin hissedileceği muhakkak.