Birey, içinde bulunduğu mekana fiziksel gereksinimler dışında anı anlamları da türetir. Bu anılar, yapının ta kendisi olarak da ortaya çıkabilir. Tahrip edilen her tuğlada, dökülen her sıvada o toplumun belleğinden de bir şeyler koparırsınız.
Din, ırk, milliyet, yaşam biçimi ve fikirlerin farklılıkları; toplumlararası hoşgörü ve zenginleştirici öğeler olarak kabul görmelerinin yanı sıra tarih boyunca ayrılıkçı, kışkırtıcı, karşıt taraflar yaratıcı potansiyel suiistimal unsurları olarak da kullanılmaktan sıyrılamadılar.
Coğrafya olarak çokuluslu, çok dinli, çok dilli toplumların kendilerine yurt edindiği Balkan yarımadası ve üst kimlikte Balkan toplulukları arasında da şiddet uygulamalarına ve maddi – manevi kayıplara varacak derecede oldukça yoğun olarak kullanıldılar.
Özellikle 1789’daki Fransız Devrimi’nin su yüzüne çıkardığı hürriyetçilik – bağımsızlık, milliyetçilik, özgürlük gibi toplumsal olguların, yarımadanın yakın geçmişindeki Balkan Savaşları, bağımsızlık mücadeleleri, Dünya Savaşları ve son olarak siyaset literatürüne Balkanizasyon olarak geçen Güney Slavların konfederasyonu Yugoslavya’nın bölünmesinde katkısı inkar edilemez.
Bütün siyasi ve ekonomik çıkarları bir kenara bırakacak olursak, Balkanizasyon’un şimdilik son meyvesi olarak görünen Kosova’nın mimarisine bu gelişmelerin ne gibi bir etkisi oldu sorusuna cevap arayalım.
Etnik ve dini temelli aşırıcı ve ayrıştırıcı kesimlerin oluşturduğu toplumsal tahribat sadece insan kaybıyla sınırlandırılamayacak kadar geniş bir anlam barındırıyor. Bir insanı öldürmek başlı başına simge isimleri kapsam dışı bırakacak olursak bir fikri yok etmek için yeterli bir hamle değildir. İnsanları; kutsallarını, sevgi ve saygı beslediği şeyleri tahrip ederek de öldürebilirsiniz. Bu tür bir tahribat, birey aşamasından ziyade toplumsal düzeydeki bellek için sarsıcı, öldürücü etkidedir.
1998’de başlayan çatışmalar ve sonrasında 99’da NATO’nun müdahalesine varan Kosova Savaşı sırasında oldukça yoğun bir Sırp baskısına maruz kalan Drenica kentinden, Kosova’nın bağımsızlığını savunan Arnavut güçlerinin gösterdiği direniş sayesinde ‘Kosova’nın bağımsızlığı’ fikri için manevi değeri yüksek bir sembol olarak söz edebiliriz.
Bireyler, sınırlarla kendi amaçları doğrultusunda birincil gereksinimlerine cevap verecek nitelikte mekanlara ihtiyaç duyar. Ancak mekan, zaman içerisinde toplumların içinden geçtiği gelişmelerin kitlesel belleğe yükledikleri anlamlarla farklı boyutlar kazanabilir. Bir fikri, bir düşünceyi, bir inancı veya bunları savunan bir kişiliğin kendisini temsil etme niteliğini kazanabilir.
Drenica’daki Kosova Kurtuluş Birlikleri’nin ve Bağımsız Kosova fikrinin liderlerinden biri olarak görülen Adem Jashari’nin ve Jashari ailesine ait ev için de böyle bir temsil gücünden bahsetmek mümkün. Savaş boyunca, Sırp güçlerince oldukça büyük bir kayba uğrayan Jashari ailesinin fertleri kadar, bu evin duvarlarına isabet eden her kurşunda Kosovalıların bağımsızlık umutları da oldu.
Savaşın NATO müdahalesiyle sona ermesinden sonra yakınındaki aile üyelerinin mezarlarıyla birlikte bir anıt-müze haline getirilen evin anlam önemi Kosovalıların elde ettikleri bağımsızlıkları için oldukça hatırı sayılır ölçüde.
Birey, içinde bulunduğu mekana fiziksel gereksinimler dışında anı anlamları da türetir. Bu anılar, yapının ta kendisi olarak da ortaya çıkabilir. Tahrip edilen her tuğlada, dökülen her sıvada o toplumun belleğinden de bir şeyler koparırsınız. Tarihini, yaşam döngüsünü, geleneklerini de yok edersiniz. Yok edemediğiniz ölçüde de, fikrin ‘gazisi’ olarak yükselir ve yaşantıları anımsatmak için canlı duran çalar saat gibi karşınıza dikilirler. Tıpkı kayıplar veren Jashari ailesinin, elde edilen bağımsızlık sonrası tahrip olmuş hali korunarak ziyaretçilere açılan evi gibi. Fikirleri yaşatırlar. Tüm gerçekliğiyle anımsatırlar.
Farklı bir boyuttan ele alacak olursak, kutsalın ‘din’ boyutu için 17-18 Mart 2004’te Kosova genelinde yaşanan provokasyonlar sonucu Sırp ve Ortodoks kimlikli yapılara verilen tahribatı örnek gösterebiliriz. Her ne sebeple olursa olsun, topraklar üstlerinde yükselen insan yapısı çevreyle kimlik kazanır ve her kim tarafından yapılmış olurlarsa da, beslendiği toprağa aidiyet duyarlar ve bütünleşirler.
Bu olaylar sırasında çok sayıda ‘öteki’ tarafa ait kilise, manastır ve kimi sivil yapılara zarar veridi. Yapılar, tıpkı Jashari ailesinin üzerinde yükseldiği topraklar aynı zemini paylaşıyordu oysa ki. Yüzyıllar boyunca ulus ve dinler arası diyalogu yürütebilmiş bu toplumun tolerans ve hoşgörüsünün en büyük göstergesi nerdeyse dip dibe inşa edilmiş cami, kilise vd. dini yapılarken, farklı temsiller yaratılmaya çalışıldı. Farklı etnik yaftaların yapıştırılması suretiyle tahrip edilen bu yapılar neyse ki uluslararası kuruluş ve yerli halkın sağduyusuyla büyük oranda onarıldılar.