Fin Hamamında Mâaile Çıplaktık

Fin Hamamı birbirinden hiçbir şey saklamamak isteyen eşlerin, aile üyelerinin, yakın arkadaşların buluştuğu yerdir.
Osmanlı Hamamı’ndan farklıdır bu yönüyle…
Bizdeki hamamlarda peştemal bir sır perdesidir, becerebildiği kadar peştemalına sahip olan kusurunu ötekisinden saklar.
Fazlasını göstermek isteyen için de peştemal bir tür sahne perdesidir; seyredilmesine müsaade edilecek kadar açılır, kapanır.
Fakat buna Finlandiya’da müsaade etmezler, orada Âdem Baba-Havva Ana kıyafetiyle dolaşması gerekir.

Finlandiya’dan kız almak zor iştir.

Saunaya cıscıbıl girmesi gerekir; yoksa olmaz!

Evlenmeye giden delikanlı kızın ailesiyle evin sauna gibi karides haşlaması yapılan Fin Hamamı’nda tanışır; çırçıplak…

Maksat, damat beyin bedenini görmektir herhalde!

Hani bir tarafında Şark Çıbanı var mı, elbisesinden görüldüğü kadar kaslı pazulu mu, alet edavatı yerli yerinde mi diye kız tarafındaki dünürler damadı görmek isterler; sanıyorum…

Haksız sayılmazlar, ne de olsa gül gibi kızlarını teslim edeceklerdir.

Bu nedenle Türk delikanlıları bir zamanlar sık sık Fin Hamamına girip çıkmıştır.

Zira Fin kızı almak modası bir ara İstanbullu gençlere nasip olmuştu. İstanbul’un dönem dönem ecnebi gelinler tarafından dolup boşaldığı devreleri vardır, işte Fin gelinler modası da 1970-80 arasında yaşanmıştır.

12 Eylül evveliydi, yurt dışına çıkış öyle kolay şey değildi.

Bunun kambiyosu var, pasaport işlemleri var, bir dolu vize meselesi vardı. Lakin Avrupa ülkeleri arasında, bir tek Finlandiya, Türkiye’den gelenlere kolaylık sağlıyordu; o da kısıtlıydı aslına bakarsanız…

O nedenle Avrupa’yı gezdim gördüm demek için, bir de sarışın, hafif çilli, azıcık Tatar bakışlı, çıtırık kızlarına kancayı atmak üzere Türk talebelerden epeyi gideni olur; gidenlerden evlenip döneni çıkardı.

Benim gazetecilik dönemlerimden tanıdığım, kulakları çınlasın, bir ağbimiz de Finlandiya’ya bir kurs, burs vesilesiyle gitmiş, orada bir süre dolaştıktan sonra Helsinki yakınlarındaki bir diskoda tanıştığı Fin kızına abayı yakmıştı. Geri döndüğünde deli divâne gibiydi, Mecnun olsa ondan daha akıllı görünürdü,

Kerem’in Aslı’ya kavuşmak üzere dağları delmesinden geri kalmaz biçimde Finlandiya’nın soğuk ve beyaz gecelerinde bekleyen yavuklasına kavuşmak üzere her şeyi göze almaya hazırdı.

İstanbul’lu, hâli vakti yerinde bir ailenin çocuğuydu, anası babası onu kıracak değillerdi ya…

Razı oldular, gidip kızı almaya…

Kız ise çoktan hazır!

Türkiye’ye gelin gelmeye can atıyor…

Anne baba bu, n’apsınlar? Fin kızının fotoğraflarına bakıp müstakbel gelini pek sevdiler, içleri ısındı. Eh ne de olsa, yalan yanlış duyulduğu kadarıyla Fin ulusunun Türklerle bir Orta Asya akrabalığı da varmış deniliyordu; demek kızı Müslüman yaparlarsa, iyi kötü Türk gelini olacaktı. Bavullar toplandı, yol hazırlığı yapıldı, mektup teatisi tamamlandı iki aile arasında ve bizimkiler uçağa atlayıp Finlandiya’ya ayak bastılar.

İzzet ikramla karşılandılar; şimdi Allah için evsahiplerinin hakkı yenmez, eğri oturmalı doğru konuşmalıdır.

Bizimkiler Hacı Bekir‘in çifte kavrulmuş lat-i lokumu, Kuru Kahveci Memed Efendi‘den mis gibi Türk kahvesi, bir iki şişe Kulüp Rakısı, Kayseri Pastırması, halisinden Türk sucuğu, şeker meker hediyesi yanında, söylemedi demeyiniz, bir de Kapalıçarşı işi bir küçük seccade halısıyla, evin küçük kızlarına başörtüsü yemeniler, babaya sigara ağızlığı, tesbih, hasılı Türkiye Hükümeti Kültür Bakanlığı elçisi gibi ülkeyi tanıtacak ne varsa taşıdılar.

Bu kadar banalliği yakışık görmeyen damat adayımız, kızı almak hatırına ses çıkarmıyordu.

Gidildi, evlerinde kalındı kız tarafının.

Otelde kalmaya dünür peder efendi karşı çıkmış, bir Şark terbiyesi almış gibi ısrar etmişti.

Ertesi gün, kız Türk usulünce anne babadan istendi: ¨Peygamberin kavliyle, Allah’ın izniyle kızının Aida’yı oğlumuz falancaya istiyoruz.¨

Kaynana pek mesuttu, canım! Görülecek şeydi…

¨Adını Ajda yapıveririm, n’olcek! Bizim Ajda Pekkan‘dan daha güzel benim gelinim! Sosyeteden Nermin’le İfikat hanımlar ecnebi gelinim var diye övünmesin artık, karşıma geçip de şişine şişine… Benim de Ajdam var…¨

Kız tarafı, kendilerine öğretildiğince adet usul takip edip, ¨Kızı sizden iyi aileye mi vereceğiz, alın hayrını görün, verdik gitti…¨ demiştir. Aida kayınpeder ve kaynanasının elini şapur şupur öpecektir.

Fakat bu işin bir de hamam kısmı vardır.

Ertesi sabah kahvaltı faslını tamamlar tamamlamaz, evin müştemilatında bulunan Fin Sauna ve Hamamı, bir de ona ilaveten inşaa edilmiş ufarak yüzme havuzuna hâmil bölmeye geçildi.

Kayınpeder zaten akşamdan ateşi külhana vermiş, ortalığı istim kaplamıştı.

Bizimkiler, evvela anlam veremediler; hani kirli falan da değillerdi, hergün abdest alan anne babanın kirinden ne olacak!

Baba, evladını bir kenara çekti, sordu: ¨Bu ne iş, oğlum? Şimdi hamamın sırası mı?…¨
 
¨Babacığım, bunlarda âdettendir, misafiri, hele hele biz gibi dünür dernek kurmaya gelmişleri mutlaka hamama sokarlar…¨

¨Pekala! Eh, n’apalım, gelenek görenek neyse uyacağız… Fakat, ahdım olsun ben dünür kayınpederi İstanbul’a gelince Cağaloğlu Hamamında tellak eline teslim etmez miyim, kemiklerini kırdırana kadar ovdurtmaz mıyım?¨

Zannediliyordu ki içeriye girerken peştemallara sarılacaklardır, heyhat, yanıldılar.

Peştemal düşer müşer diye tedbiren anne omuzdan askılı bir mayo uydurmuştu, onu da giyiverdi.

Baba da uzun şortunu çekti.

Epeyi utangaç, salhaneye giren koyun gibi, hamama girdiler.

Aida’nın anne babası, üç kız kardeşi, iki ağabeyi, teyze ve halalarıyla eşleri, dayısıyla amcası ve yine eşleri de hazır bulunuyordu içeride; anadan üryan…

Havva Anamız biçimdeki dünür hanımlar ve Âdem Baba vaziyetindeki dünür erkekleri görünce bizimkilerden, şimdi rahmetli olmuş, İstanbul’un Şişli’sinde hayatı boyu yaşamakla iyi kötü sosyeteyi bilen teyzemiz bir çığlık attı.

Esnaf çevresinden gelen bizimkilerin babası da gözleri faltaşı gibi açılarak içeri girmişti.

Gelin hanımları Aida ise Botticelli’nin Venüs resmindeki kız çıplaklığındaydı; damadın babası gözlerini indirirken, annesi baştan aşağıya en ufak çürüğüne kadar kızı bir güzel inceledi.

İyi, âla, pelâla işe yarar, gelin olarak alınabilir!

Kız tarafından dünürleri ise kaş çatmıştı, öte yandan…

Damat bey sauna kültürüne ait durumu ebeveyenlerine açıklamamış olmalıydı.

Bu misafirler kendilerini plajda mı sanıyordu; halk arasında değil, aile içindeydiler…

Aida kaş göz edip, damat adayına plaj kıyafetlerini çıkarıp sere serpe kalmaklığı hatırlattı.

Altının bağlandığı zamanlardan beri anne ve babası yanında pipisini ortaya çıkartmamış bulunan damat, Aida’nın sözünü ikiletmeden, kendi iç çamaşırını fora etti.

Bizim gazeteci delikanlı anne ve babasına durumu açıklıyordu.
 
¨Bizim kız isteme ritüelimizdir ya! Hani kızı görmek için hamama götürürler, işte öyle…¨

 ¨Evladım, maşallah görmeyeli pek terbiyesizleşmişsiniz¨ dedi baba, sizli bizli konuşurlardı, ¨En son sünnetinizde küçükle tanışmıştık, o zamandan beri görmüş değildik. Memnun olduk tanıştığımıza!¨

Baba kinayeli konuşuyordu, fakat kadınlar daha yumuşaktır, duruma uymaya can atarlar, hele hayatı boyunca oğlu ve kocasından başkasını görmemiş, lakin şimdi karşısında cıbıl erkekleri gören anne, ¨Aman beyciğim, olan oldu, madem âdetmiş haydi uyuverelim biz de… Yoksa kızı alamayız! Ben Ajda’m olmadan İfakat’ın karşısına çıkamam artık…¨ deyip davete icabet etti.

Babanın homurdanarak, eliyle mahrem yerlerini kapata kapata soyunduğunu, haşlak suya kendisini bıraktığını, orada saklandığını bize, gazetedeki kahkahadan kırılan dostlarına anlatan damadın böylece işi hâllolacak, Aida’yı alıp gelecek, ama evlilikte her zaman keramet olmadığı cihetle birkaç yıl sonra Fin gelinimiz kocayı boşayıp bir Amerikalının peşinden uzaklara kaçacaktı; buysa başka bir hikâyenin konusudur.

Hasılı, üryan kalan baba dahi oradaki tatlı oyuna iştirak etmiş, hatta biraz bundan hoşlanmıştı bile…

İstanbul’a geri geldiklerinde eşe dosta, tanışlarına Finandiya’yı bire beş katıp anlatırken, ¨Biz bir vakitler, Fin Hamamı’nda mâaile cısçıplaktık, yaaa..¨ diyordu.

Siz şimdi bu hikâyeden hoşlanmadıysanız, eh madem mimarsınız ya, size bu işin mimarisini anlatmak da bize vazife olur.

Aslına bakarsanız, Finlandiya’da sauna lüks bir meta ve pek mâtah bir şey değildir; hemen her yoksul evde bulunur.

17.yüzyıl derinlerine kadar söz ve sözcük derleyen Finlandiyalı dilbilimcilere bakarsanız, eskilerden bir atasözü, ¨Saun on koha apteet!¨ diyordu, Sauna yoksul insanın eczanesidir…

Fin saunasını bir tür buluşma yeri, ibadethane, meditasyon merkezi görmek eğilimi de apaçıktır.

Eski bir Fin fıkrası anlatır ki, güyâ Cehennemden çıkma Şeytan Fin Saunasına uğramış, ¨Şu çok sıcak denilen saunayı bir görelim bakalım¨ diyesi tutmuş. Ev sahibine, ¨Ben sıcağa dayanırım, ateşe kuvvet!¨ diye ricada, hatta talimatta bulunmuş. Birkaç dakika sonra külhanda cayırdayan ateşe dayanamaz hâle gelince, ¨Cehenneme gitsem daha iyi olacak! Orada serinlerim…¨ demişmiş; Finliler buna kasıklarını tutarak güler…

Beş milyondan azıcık fazla nüfusu olan Finlandiya’da 3 milyon hanenin saunası olduğuna bakılırsa, bu işin mimarisi de artık sıradanlaşmış, evin banyosunda musluk takmak kolaylığına dönüşmüştür.

60 ila 100 dereceye kadar ayarlanan bir sıcaklığın korunaklı olması için buna uygun ahşap, taş malzeme kullanılıyor, diye yazsam ¨Daha fazla devam etme! Mimarlık yazısını yüzüne gözüne bulaştıracaksın…¨ diyenler çıkacaktır.

Onlara kalsa, ¨Taşsal yapının ahşaba dönük yüzeysel dokusunda elementlerin eşit dağılımını kucaklayacak renk ve hacim olanaklarına sahiplenip aynı zamanda ses, ışık ve görselin mekânsal yerleşimini boyutsal ve sayısal olarak dağıtan…..¨ filan demem lazım; o zaman mimar yazar olurum…

Fin Saunasının evin bahçesinde, evden azıcık uzakta olmasının nedenini de anlamış değilimdir: Bahçevan kulübesi gibi azıcık uzakta ve asıl evden ırak niye yaparlar, bakın bunu da sormak lazımdır. Hatta gidip buzlu gölün üzerine kuranlar da bulunuyor. Çivi çiviyi sökermiş!

Lakin böyle küçümen kulübecik saunanın da havası bir başka olur.

Kim bilir, belki sauna çıkışında buharı tüte tüte birkaç on metre yolu katedip eve kadar yürürken, sıcak bedeni soğuğa gösterip çeliğe su verir gibi sertleşmeyi mi istiyorlardır; bunu bir Finliye sormalıyız.

Haydi beni daha fazla bu mimarlık imtihanında tutmayın, şabalak olacağım, çok merak ediyorsanız, açın Saunalar ve Hamamlar kitabını oradan bakının:

Benim derdim Fin Saunasında gazeteci ağabeyimizin rahmetli anne ve babasının cıbıl hallerini hicvetmekti, bakın sizin hatırınıza mimarî yazı da çıkarttım; isteyince oluyormuş.

Fakat, benden Fin Hamamına cıbıl girmemi istemeyiniz, vallahi utanırım.

Etiketler

Bir yanıt yazın