Gaia’da Bir Kıvrım Antroposen’de Bir An*

Kent, doğanın zıt kutbunu oluşturan ve insan işi olan üretimlerin toplanmış olduğu bir kültürel zemini imlemek üzere kullanılmak için artık yarı tükenmiş bir kavram.

Şehircilik disiplini ve kent çalışmaları uzunca bir süre kenti sosyal ve doğal olarak evcilleşmemiş artalanlardan korunmak için sığınılacak birer bölge olarak tanımlayarak kenti doğanın antitezine dönüştürmüştür. Lewis Mumford 1956 tarihli The Natural History of Urbanization1 makalesinde kenti kent yaptığı iddia edilen iki unsurdan bahsetmektedir. Bunlardan ilki “toplumun bütün yapısının çevresinde birleşeceği örgütlü bir sosyal çekirdeğin varlığı” iken diğeri “sakinlerini doğa ile ilişkilendiren bağları gevşeten, toprağa bağımlı yönünü dönüştüren, eleyen ya da yerinden eden, doğal alanı insan hakimiyetini artıran bir yapay çevre ile sarmalayarak doğadan tamamıyla bağımsız olma yanılsamasına inanmaya teşvik eden bir yaklaşımın varlığıdır. Kente biçilen bu karakter kentleşme üzerine toplum ya da çevre merkezli düşünen bilgi alanları tarafından gereğinden fazla işlenerek çevre, yapılı ve doğal olarak bölünmüştür. Kent bu gruplamada yapılı olanın en karmaşık formunu temsil etmektedir.

1960 sonrası bilgi ve tarih yazımının bütün kategorik kavramlarına getirilen köklü eleştiriden kent de payına düşeni almıştır. Doğa da dahil olmak üzere bütün dış dünyamızın toplumsal bir inşa olduğu uzunca bir süre önce Marx tarafından dile getirilmiş olsa da kentsel manzaranın sosyo-doğal içeriğinin, kendiliklerinden toplumsal ve doğal oldukları varsayılan düzenlerin karmaşık süreçlerle tekrar dönüşmesinin sonucu olduğunun yeniden fark edilmesi gerekmiştir. Kentlerin biyolojik gereksinimlerden maddesel özgürleşme sunması bir yana doğa kent peyzajında kalıcı ve sürekli değişen bir mevcudiyettir. David Harvey “New York’ta doğal olmayan hiçbir şey yoktur”2 derken Jane Jacobs kentlerin “sincap kolonileri ya da istiridye yatağı”3 kadar doğal olduğunu hatırlatırken insan aktivitesinin eko-sistemin dışında olmadığını çarpıcı bir şekilde anlatmış olurlar.

Doğadan bağımsız olma yanılsaması sadece kent kavrayışının ve mekânının düzenlenmesi konusunda etkinleştirilmemiştir. Öncelikli olarak zaman-mekânda insanın ayrıcalıklı konumunu tesis etmek için sahip olunması gereken inancın motivasyonunu oluşturmuştur. Antroposen 80’lerden bu yana insanın doğa üzerinde güçlü bir dönüştürücü etkiye sahip olduğu çağı ifade etmek için kullanılmaktadır. Güdüsel belirlenimleri bulunmadığı için kendine ekolojik nişler üretme gereksinimi duymayan insan, ulaştığı her yeri kendi yaşam gereksinimlerine uygunlaştırarak gezegeni uzun bir süredir dönüştürmektedir. Ancak Antroposen özellikle insanın modern çağda ürettiği etkinin boyutunu imlemek için kullanılmaktadır. Bu yüzden çoğunlukla kapitalizmin getirileri4 ile ilişkilendirilmektedir.

Modern endüstriyel kentin yükselişi doğa ve kültür ilişkisinin yeniden şekillendirilmesine sebep olmuştur. Özellikle sanayileşen şehirlerin kırı tahrip ettiği görüşü kent ve kır arasındaki ayrımın daha da derin kazılmasına sebep olurken geçmiş hayalini ekoloji nostaljisi ile birleştirerek güçlendirmiştir. Güzel şehir hareketi 20. yüzyılın bahçe şehir hareketine dönüşerek doğa ve kentsel biçim arasında daha iddialı bir sentez arayışına girmiştir. Ebenezer Howard’ın ütopyacı planlama hayali, Frederick Law Olmsted’in natüralist peyzaj tasarımı ile bir araya gelmiş ve birçok farklı coğrafyada uygulama alanı bulmuştur. Ancak kent ve doğa arasında kurulduğu varsayılan bu uzlaşı, Matthew Gandy’nin5 dile getirdiği gibi kapitalist kentleşmenin etkisi altında doğanın asıl dönüşümünü maskelemiştir. Kapitalizm yalnızca bir üretim biçiminin yöntemleştirilmesi olarak anlaşılmanın çok ötesinde, bizzat doğanın organize edilmesinin yolu olmuştur. Artık metalaştırma ya da emek sömürüsü gibi kapitalist pratikler doğanın incelikli temellük edilmesi edimini içererek işlem yapmaktadır.

Büyük Kent Gezegeninde Mardin
Mardin hem metaforik olarak hem de birincil anlamı ile Gaia’da bir kıvrım. Güneyde Mezopotamya ovası ile kuzeyde Diyarbakır düzlüğü arasındaki yegane geçidi içeren hattı oluşturan yeryüzü kıvrımına Mardin Eşiği adı verilmektedir. Bu eşiğin kapsayıcı adı olan Tûr Abdin plato sekisi üzerinde, Mardin kentinin en eski parçasını oluşturan 1000 m yüksekliğindeki dağ, Diyarbakır’dan Nusaybin’e ve oradan Musul’a giden tarihi yolu denetleyen, bir diğer yandan da Cizre ve Nusaybin üzerinden gelen ve Urfa-Harran ile Halep’e uzanan, doğu-batı aksını gözetleyen önemli noktalardan birisidir. Mardin’deki yerleşimden ilk kez bir 4. yüzyıl coğrafyacısı Mardin Kalesi dolayımı ile bahsetmektedir.6 Bu hali ile Mardin insan merkezli dünyada en az on altı yüzyıllık bir andır. Tarihi insan merkezli yazılan ve dönüşümü insan üzerinden okunan dünya kavrayışının ölçüsünü kapitalizm üzerinden koyan bakışa göre ise onu bir ticaret şehrine dönüştürecek etkilerin ortaya çıkması ile dokuz yüz yıllık bir an da sayılabilir.

Mardin verdiği fotoğraflarda bir çok açıdan pastoral bir görüntü7 çizse de dünyada en haşin kurallarla kentleşen endüstriyel şehirler ile benzer yıkıcılıkta etkilere maruz kalıyor. Ne sayısal veriler ne de elle tutulur gerçeklik Mardin’de geçerli olan kentleşme kurallarının gerekliliğini açıklamaya yetiyor. Muhtemelen bilinçli olarak yerleşmediği büyük kent gezegeninin kadim üyelerinden biri olmanın getirdiği ağ hukukunun kucağına bıraktığı sorumluluk onu pozisyon dahi alamadığı bir sürece sürükledi ve sürüklemeye devam etmekte. Kapitalizmin yönettiği mekâna dayalı uluslar ötesi işbölümünün muhtelif düzenlemelerinde rol almanın Mardin’e sağladığı getiriler kayıplardan çok olmasa gerek.

Aşağıda isimleri ve işleri bulunan mimarlık öğrencileri tarafından gerçekleştirilen Gaia’da Bir Kıvrım Antroposen’de Bir An başlıklı proje, yukarıda bahsedilen doğa-kültür ayrımında somutlaşan ikiliklerin Mardin kenti üzerinden tartışılmasını konu edinmiştir. (https://antroposendemardin.wordpress.com)

Abdülkadir Demirkol | MAKAVÇATÜS (Mardin Kanalizasyon ve Çöp Atığı Üretim Suyu)
Ayşe Narin | Bakırın Dolaşımı
Bawer Ulaş | Sınırda Bir Kent
Büşra Şık | Yıkımı Çizmek
Hatip Abak | Elektrik Oyuna Geldi
Metin Kaplan | Mardin’in Negatifinde Gezinti
Ömer Vehbi Hakseven | Süper Vinç
Ramazan Yılmaz | Üzümün Kartezyen Mekânı
Selin Yılmaz | Yapay Köy
Sümeyra Çiftçi | Yeraltı Atık Dünyası
Şeval Suçin | Yürüyen Silo

Proje süreci başlangıçta böyle belirlenmiş olmasa da üç aşamadan oluşmuştur. Üç aşamanın ortak noktasını oluşturan ise doğal ve kültürel olanı ayırarak kenti tanımlamakta kullanılan unsurların birbirleri içinde aranmasıdır. Doğal olanın karmaşık süreçlerle temellük edilme yöntemleri ya da amaç edinilmese de toplumsal pratiklerin yönetilemeyen doğallaşma süreçleri olağan olmayan açılardan gösterilmeye çalışılmıştır.

İlk aşamada Mardin’in kentsel doğasından bahsetmenin yolları aranmıştır. Yazılan foto-denemeler kentin manzarasının çerçevelenmesinden çok bir araya gelerek yeni bir manzara üretme denemeleri olmuştur. Sonrasında kentsel doğaya ilişkin sözcük dağarcığı artırılmak amacıyla, farklı bilgi alanlarının terminolojileri tasarımın alanında melezlenerek mimarlığın kenti kavrama araçlarına dönüştürülmüştür. Örneğin Žižek’in bireyi, çevreyi dönüştüren bir aktör olarak yeniden ürettiği jeolojik fail‘i8 Mardin’de farklı rollerde teşhis edilmeye çalışılmıştır. Fail bazen karşımıza Bakırkırı’nın batı yamacındaki taş ocaklarından çıkarılan hammaddeyi Mardin şehrine dönüştüren taş ustası olarak, bazen de Mardin’in çöpünü potansiyel Mardin’in altına gömen temizlik görevlisi olarak çıkmıştır.


Mardin’in Negatifi | Metin Kaplan

Kent ile neredeyse tarihsel bir öncelik sonralık ilişkisi tanımlamayan kır hayatı ve ürünlerinin, kentte bir doğallık nostaljisi olarak çeşitli şekillerde bitimsizce üretildiği kültürel pratiklerin oluşturduğu yapay köy etkisi kentsel kır/kırsal kent ikilemi bağlamında el alındı. Nesneleri metaya dönüştürerek onları dünyada dolaştıran, kurallı ya da kuralsız şekillerde sınırlar aştıran ekonominin kurduğu mekânsallık nesnelerin izleri sürülerek gözlemlenmeye çalışıldı.


Görüş Hattım |  Selin Yılmaz

Sınırda Bir Kent | Bawer Ulaş

İkinci aşamada Mardin’e çok yakın mesafede bulunan ancak kentten topografik olarak ayrılan ve doğal olanın alanına düştüğü varsayılan merkeze bağlı bağ bölgelerinden biri olan Bakırkırı’nda kentin ve tarihsel olanın izinin doğal olan üzerinden sürülmesini sağlayacak olan dolayımlar ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Özellikle birbirine geçen süreçlerin karmaşıklığı somut ve maddesel olanın kısaca mekânsal olanın kişisel gözlemler yolu ile incelenmesi üzerinden ortaya konmuştur. Bu aşamada kişisel bakış9 daha baştan uzak durulan tarihselci araç ve kategorilerin yokluğunda başvurulacak yegane dayanağa dönüşmüştür.


Yığılmak ve Düzenli Saçılmak |  Büşra Şık


Ses Manzarası  |  Şeval Suçin

Teknolojinin, politik öznenin, zanaatkâr insanın, toplumsal sesin, sadece kırda atık karakteri taşıyan nesnelerin, kent ile aitlik ilişkisi kurmuş olanın kır ile ilişkisinin, yapı malzemelerinin, üzüm çubuklarının ekiminde aranan mantığın, tarımın 12000 yıllık geçmişinin Bakırkırı’ndaki görüntüsünün psikocoğrafik harita ve diyagramları üretildi.

Son aşamada ise ikiliklerin bulanıklaşan sınırları üzerinde, kent dinamiğinin oluşturduğu doğa hakkında düşünme olanakları tasarımın alanında aranmıştır.

MAKAVÇATÜS | Dünya domates üretiminin %7,2’sini karşılayan Türkiye, ihracatta da 5. sırada bulunmaktadır. Ancak üretim miktarındaki bu iddiasına karşın modern insan domatesin eski tadını hiç bir mevsimde yakalayamamaktan şikayet etmektedir. Bu tadı maskeleyen kimyasalların karşısında eski tada ulaşmanın hatırına Mardin’de zaten iç içe yaşadığı bazı olumsuz şartlara karşı farklı bağlamda göstereceği tahammül sahip olduğu tat nostaljisi ile kurduğu ilişkiyi ne kadar etkilerdi? Bunu sınamak şüphesiz kolay değil. Ancak bu alandan bir hikaye yazmak mümkün. Mardin’in güney karşı yamacından akan kanalizasyon suyunun arıtım süreci içinden geçerek, o su ile üretilmiş ve yıkanmış domates ürünlerini, kentte zaten defalarca tekrar kullanılan endüstriyel kapların içinden tüketmek kimyasallar kadar zararlı olmazdı ancak tat duyumuza ne kadar hitap ederdi?

Üzümün Kartezyen Mekânı | Üzüm, Mardin ve geniş çevresinde öncelikli yere sahip olan bir üründür. Ekim yöntemi toprağa dokunan insanın elinin topoğrafyaya eklediği rasyonel aklını göstermektedir. Mardin’deki üzüm türlerinin sayısındaki çokluk (deywani, kerkuş, tayfi, mazrone, dewırışo, zeynebi, haseni, boğazkere, öküzgözü), üzümü uzun ömürlü tüketme yollarının arayışı ile oluşan çeşitlilik (şarap, pekmez, cevizli sucuk, pestil, kuru üzüm, üzüm reçeli, sabun, ilaç, kozmetik ürün) ve bu çeşitliliğin bir de kültürel farklılıklardan kaynaklanan yöntemlerle katlanmış olması şaşırtıcı bir üzüm manzarasının oluşmasına sebep olmuş. Antik dönemden beri toprağı ve verimini son hasat ile kutlamanın simgesi olan üzüm için Mardin’in gökyüzüne soyut bir üzüm mekânı tasarlamak gerekli oldu.

Yürüyen Silo | Buğday tarımının en erken yapıldığı topraklarda artık neredeyse o topraklara özgü yerli buğday tohumu yok. Ya da ekilmediği için ancak eser miktarda kavanozlarda saklanmakta. Bu bütün dünya ve tarımsal ürünler için geçerli olsa gerek. Ancak buğday uzun süredir dünyayı dolaşarak biyolojik çeşitliliğe sahip olacağı yerde sürekli tek tipleşen önemli bir gıda ürününe dönüştü. Buğdayın dolaşımı buğday piyasaları dışında bir güzergahta gerçekleşseydi serüveni farklı olurdu. Bu projede depolandığı silo ayaklanıp dünyayı takas için dolaştı. Mardin’den New York’a gitti HRS buğdayını alıp, karşısında siyez buğdayı tohumlarını verdi.

Yeraltı Atık Dünyası | Mardin yakınlarında bulunan ve çöplerin yalnızca toprak altına gömüldüğü bölgeye Atık Tesisi adı verilmekte. Yaklaşık yılda 300.000 ton atık üreten bu şehrin kendisi atığına tesis olduğunda tüketim pratiklerini değiştirecek bir mekânsallık da tesis olurdu şüphesiz.

Süper Vinç | Mardin gelişmekte olan bir sınır kenti. Hem kentteki inşaat faaliyeti hem de üretilen yapı malzemesi kentte sürekli inşai bir hareketin oluşmasına sebep oluyor. Beton, çimento ve taş üretim sektörlerine yapılan yatırım hareketin sürekliliğini sağlamakta büyük bir etken. Taş ocaklarından çıkarılan taşlar Kanada, Beyrut, Irak yolcusu olurken, Mardin’de bulunan bölgenin en büyük çimento fabrikası Mardin’i ve sınır ötesi çevresini yapılaştırmakta. Mardin’de tüm yapı sektörü ve inşaat faaliyetlerini yönetecek merkezi bir akıl bir mega-vinç olarak Mardin Kalesi’nde faaliyetine devam etmekte.

Notlar

1-Lewis Mumford, The Natural History of Urbanizaiton, http://habitat.aq.upm.es/boletin/n21/almum.en.html, ERİŞİM 20 Nisan 2017.

2-David Harvey, Justice, Nature, and the Geography of Difference, (Cambridge, MA:
Blackwell, 1996).

3-Jane Jacobs, The Death and Life of Great American Cities, (New York: Vintage Books, 1992).

4-Benjamin Kunkel, The Capitalocene, LRB, Vol. 39 No. 5 · 2 March 2017, s. 22-28.

5-Matthew Gandy, “Urban Nature and the Ecological Imaginary”, In the Nature of Cities: Urban Political Ecology and the Politics of Urban Metabolism, (ed) Nik Heynen, Maria Kaika ve Eric Swyngedouw, (New York: Routledge, 2006).

6-S. Aydın, K. Emiroğlu, O. Özel ve S. Ünsal, Mardin Aşiret-Cemaat-Devlet, (İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayını, 2000).

7-Kentlerin sunduğu pastoral görüntülerin kent-kır ayrımını aşan çelişkilerine başarılı bir örnek olarak bkz. Alexander Gronsky (fotoğraf), Mikhail Iampolski (metin), Pastoral Moscow Suburbs, (Roma: Contrasto, 2014).

8- Slovaj Žižek , “Antroposen’e Hoşgeldiniz”, Ahir Zamanlarda Yaşarken, (İstanbul: Metis Yayınları, 2010), s. 397-427.

9-Patrick Keiller 2012 yılında Tate Britain’ın desteği ile Duveen Galeri’de The Robinson Institute sergisini gerçekleştirir. Sergi London (1994), Robinson in Space (1997) ve Robinson in Ruins (2010) başlıklı hareketli imge anlatılarının sonuncusudur. Keiller sergiyi Tate Britain koleksiyonundan seçtiği 120 parça sanat eseri ile kurar. Robinson’un bütün bu serideki gezisi peyzaj üretim dinamiklerinin politika ve ekonominin işbirliği çerçevesinde okunmasını amaç edinmektedir. Efsane İngiliz manzarası kapitalizmin gelişim sürecini anlatmak için eşsiz bir mekâna dönüşür. Keiller’a göre her şey birbiri ile bağlantılıdır. Yine de bir şeyin diğeri ile nasıl ilişkilendiği her zaman açıkça ortada değildir. Ancak bir şeye nasıl baktığımız, bizim onunla nasıl ilişkilendiğimiz aynı zamanda onu nasıl dönüştüreceğimizi de gösterir. Robinson ise çevremize yeteri kadar dikkatli bakarsak, onun bize tarihsel olayların mikro dayanaklarını göstereceğini söyler.

* MAU Mimarlık Bölümü’nde Mehtap Serim, Eda Soyal ve Zemzem Taşgüzen tarafından yürütülen dördüncü dönem projesinin başlığı.

Etiketler

Bir yanıt yazın