Şehrin dokusunu oluşturan konutlar, bir şehre ilk girdiğimizde onu güzel, çirkin, yaşanabilir, ferah, karanlık, yorucu gibi sıfatlarla nitelendirmeye sebep olur. Konutlar bir şehrin kimliği hakkında bilgi vermeye muktedirken ona eklenen sıfatın arkasına düşüp bir araştırmak lazımdı. Gaziantep’in de bu yönünü mercek altına almak üzere giriştiğim çalışmada topladığım bilgilere ben dahi şaşırdım. İçinde bulunduğum dekorasyon mesleğim adına her gün sokaklarını arşınladığım şehrimin gelişimi rakamlara dökülünce, yapacağım daha çok şey olduğunu, gelecek nesiller adına daha da sorumlu olduğumu fark ettim.
Türkiye’nin güneydoğusundaki Gaziantep’in çevre illere göre şehircilik, yapılaşma ve sanayisinin hızlı bir gelişim göstermesi onu farklı kılmaktadır. Şehircilik ve konut açısından Gaziantep’in gelişimini sadece son 10 yılını ele alarak anlamamız çok mümkün değildir. Bu, alt yapıya zemin hazırlayan şehrin tarihi hafızasını da araştırmak demekti. Çünkü kent yaşamının gelişmesinin konuta katkısı, konut yaşamının gelişmesinin de kente katkısı iç içe geçmiş kavramlardır. Bu sebeple bu gelişime Gaziantep şehrinde bakmak için geçmişten günümüze onu etkileyen dinamiklerin derinliklerine inmek gerekti.
Amerikalı yazar George Thomas Kurlan’in “Dünyanın En Eski Şehri” adli eserinde 5.600 yıl önce kurulan bir şehir olduğu yazar Gaziantep’in. Şehrin ilk uygarlıkların doğduğu Mezopotamya ve Akdeniz arasında bulunuşu güneyden ve Akdeniz’den doğuya, kuzeye ve batıya giden yolların kavşağında oluşu uygarlık tarihine ve bugüne yön vermiştir. Bu nedenle Gaziantep, tarih öncesi çağlardan beri insan topluluklarının yerleşme sahası ve uğrak yeri olmuştur. Tarihi İpek Yolu’nun da buradan geçmiş olması ilin önemini ve canlılığını devamlı olarak korumasını sağlamıştır.
Gaziantep’te izlerini bugün de görebildiğimiz tarih devirleri; kalkolitik paleolitik neolitik dönemler, tunç çağı, Hitit, Asur, Pers, İskender, Selefkoşlar, Roma, Bizans, İslam –Arap ve İslam-Türk devirleri olarak sıralanabilir.
Gaziantep kentinin tarih içindeki yerini araştırırken ilk olarak karşımıza çıkan yerleşim DOLİCHE, ikinci olarak AYINTAP’tır. Doliche’nin geçmişi M.Ö. 600.000 yıllarına uzanmakta olup dünyanın en eski yerleşimlerinden biri olarak gösterilmektedir. Bu yerleşimden günümüze kalan ise şimdiki adıyla Dülükbaba Tepesi’nde yer alan kaya mezarlarıdır. DOLİCHE (Dülük), Hitit imparatorlukları ve Bizans döneminde kutsal şehir konumunu sürdürmüş, İslamiyet’in yayıldığı dönemlerde şehir el değiştirmeğe başlayınca dini merkez 7.yy’da Zeugma’ya taşınmış, bu tarihten itibaren Gaziantep kalesi ve çevresinde kurulan “Ayıntap” yeni yerleşim merkezi olmuştur.
13.yy – 15.yy arasında Türkmen boylarının gelip yerleşmeye başlaması Memluk ve Dulkadiroğluları zamanındadır. Şehir bu tarihlerden sonra çekirdek olarak kalenin kalması itibarı ile Alleben Deresi etrafında oluşmaya başlamıştır.
1487’de Hikmetname adlı yapıtında Antepli İbn Balı, Antep’in “yeşillikler içinde sulak, çok güzel bir KENT” olduğunu yazmaktadır.
16.yy’da ise Osmanlılar, yeni yapılar inşa ederek kenti yenilemeye başlamış.
1671’de Evliya Çelebi’nin anlatımıyla;
Ayıntap, 32 mahalledir. Toprak ve kireç örtülü, bakımlı, yüksek saraysı evler vardır. 300’ü aşkın evin kendi hamamı vardır. 3900 dükkanlı büyük bir çarşıya, açık artırmayla satış yapılan pazarlara sahiptir. 70 adet çeşmesi vardır fakat onlara hiç gereksinim duyulmaz. Her eve hayat ırmağı denginde sular akmaktadır. Her ev bağı bahçesi fıskiyeli havuzlarıyla, servi, çınar kavak ve meyve ağaçlarıyla donatılmış irem bağını andırır. Bu evler kale içindedir. Her sokak başında kapıcıların açıp kapattıkları sağlam kapıları vardır. Geceleri tüm sokaklar kandillerle aydınlatıldığından bekçiler rahatlıkla kol gezebilmektedirler.
Aslında bu konut ve kent yaşantısı modelinin 400 yıl sonra günümüzün site yaşantısına başlangıç olduğunu düşünebiliriz.
Şehrin defterine kayıtlı vergi veren 70.000 bağı vardır. Halkı çok sağlıklıdır şehrin yeme içmesini överler. Üzümden yapılmış pekmezi, cevizli fıstıklı sucukları, pestili vardır ki Arap’a Acem’e Hindistan’a kadar gönderilir.
Şehrin daha birçok özelliğinden bahseden Evliya Çelebi, etkilendiği bu atmosferden dolayı buraya “ŞEHR-İ AYINTAB-I CİHAN” (dünyanın gözbebeği şehri) demiştir.
17. yy ve 18.yy arasında mahalle sayısı 39 dan 53 e çıkmıştır. Kentte ulaşım ve ticari akslar hep dere boyunca olmuştur. 31 adet han kurulduğu bilinmektedir. Bu hanların çoğu restore edilerek günümüze kazandırılmıştır. 1870 yılında ilk belediye kurulmuştur.
Gaziantep bu arada Amerikan misyonerlerin Anadolu’da en çok faaliyet gösterdikleri bölgelerden biri olmuştur. 1874’te Amerikan Koleji Tıp Fakültesi, 1879-1884 yıllarında da Amerikan Hastanesi inşa edilmiştir.
Bölgede kış aylarında kuzeybatı yönünden esen rüzgarın egemen olması nedeniyle konutlar devamlı rüzgar yönü dikkate alınarak genellikle güneye doğru yönlendirilmiştir. Havanın genelde sıcak ve güneşli olması nedeniyle de sokaklar dar tutularak günün her saatinde sokağın iki yanında yer alan avlu duvarlarının gölge vermesi sağlanmıştır.
Halkın yaşadığı tüm evler taş binalardır. 2 ya da 3 katlıdır. Dış sokağa bakan taş duvarlar 2 kat yüksekliğindedir ki bu sayede sokaktan evler görünmez. Dar sokaklar en fazla 2 binek hayvanı geçecek şekilde oluşturulmuştur. Aynı avluyu ortak kullanan 2 ayrı bina tipi olduğu gibi tek avlulu evler de vardır. Sokakla tek bağlantısı yavrulu büyük kapılardır. Bu kapının büyük kısmı her evin sahip olduğu binek hayvanı için diğer evin ahalisine hizmet ederdi. Arsanın konumuna göre düzenlenmiş olan birimler tasarımı etkileyen faktörler olmuştur. Bunlar avlu (hayat), eyvan (livan), mutfak (ocaklık), kiler (mahzen), oda (aşağı ev, yukarı ev), hela (gusülhane), çatı arasıdır (bardakaltı). Yapı elemanları ise kapılar, pencereler, kuş pencereleri (kuş taası), cumba ve çıkmalar, merdivenler, döşemeler, tavanlar, dolaplar (mahmil), çeşmeler, havuzdur (gane).
Kullanılan imkanların kısıtlı olmasının avantajı, aynı ürünlerin tekrar edilmesi ve o yerleşim biriminin mimarı kimliğinin oluşmasını sağlamasıdır.
Eski Antep evlerinin içindeki birimler:
1. Mağaralar ve Su İhtiyacının Karşılanması
Binaların yapımında yer alan taşlar çevredeki taş (havara, keymuk, karataş, kırmızı mermer, zeytuni mermer) ocaklarından sağlanırdı. Aynı zamanda ilginç olan, her evin yapımı sırasında kullanılan taşların aynı evin altının ocak gibi kullanılmasını sağlamasıdır. Bu sebeple aslında bodrum katına denk gelen mağaralar, aynı zamanda buzdolabı görevini görürdü. Her daim 12-13 derecede kalan mağaralar, 40-45 dereceyi bulan sıcaklıkta muhteşem depolama alanlarıydı. Senelik depolanan, yöreye özgü Antep peyniri, toprak küplere basılan turşu ve topaç burada muhafaza edilirdi.
Mağaraların en büyük özelliği dünyada eşine zor rastlanacak bir su şebekesini de barındırmasıdır. Hemen her evin altında bulunan irili ufaklı mağaralar kastel denilen yeraltı suyu taksim havuzları ve bu havuzlar arasında bağlantıyı sağlayan “livas” denilen su kanallarına bağlanmıştır. Mahalleler arasında uzayıp giden bu sistemden evlere kiremitten yapılmış su kanallarıyla (künk) hayattaki (avlu) ganelere (havuz) su dolarmış. Su, ganenin bir tarafından gelir diğer tarafından yine künklerle komşuya geçerek akıp gidermiş. Suyun akışı avluyu serinletirmiş. Suyun yeryüzüne çıktığı bölgelerde evler su ihtiyacını ganelerden sağlar, diğer evlerde de mutlaka kuyu bulunur, su tulumba ile yukarı çekilirmiş. O dönemin lüks yapılmış evlerinde el yıkamak için yapılan mermer oymalı lavaboların arkasında bir, iki kova su alacak depo hep bulunurmuş ve şehir 13.yy’dan beri bu kanalizasyon sistemini kullanmaktadır.
Günümüzde bu mağaraların Obruk Mağara Araştırma Grubu ve belediyeler tarafından haritası çıkarılıyor ve mağara turizmine açacak kadar etkileyici bir yapılanmanın varlığından söz ediliyor. İnsan eliyle oluşturulmuş olması farkındalığı da artırmıştır.
2. Hayat (avlu)
Hayatlı evler, tüm ailenin açık havadan istifade edebilmesi için yapılandırılmıştı. Bu hayatlarda yer varsa üzüm dikilir ona da çardak oluşturulurdu; nar, incir, yenidünya, leylak ağaçlarından biri mutlaka vardı. Yaz geceleri kurulan tahtlarda uyunurmuş. Hayat aynı zamanda haftalık ve mevsimlik işlerin yapıldığı yerlerdi. Çamaşır yıkamak kurutmak, sacda ekmek pişirmek, salça hazırlamak haftalık işlerdendi.
Hayata bakan bölümlerden birisi de ocaklık denilen mutfaktı. Odun veya kömür kullanılarak yemek pişirildiği için evden uzak olması tercih edilirdi.
3. Odalar
Evlerde duvarlar kalın, pencere içleri geniş, dışta cam içte tahta kapaklar vardır. Kışın soğuk havalarda çift kat muhafaza, evi sıcak tutardı. Odalar nacarlıdır (ahşap lambiri), tavanlar yüksek (3 metreye yakın) yukarı kısımlarda da kuş pencereleri (kuş taaları) bulunurdu. Pencereler evin hayatına bakardı. Sokağa bakan pencereler genelde cumbalıydı. Zemin katta yer alan odalara alt ev, merdivenle çıkılan odalara üst ev denirdi.
Pencere sayısına göre değişen, en fazla 5 pencereli odalar yapılırdı. Odaların içinde derin dolaplar olur oda ahalisinin eşyaları buralarda dururdu. Buralar bazen bir iki camlı dolap bazen de kenarları tahta oymalarla süslü kubbiye (nis) denilen süs eşyası konulacak bölümlerdi. Oda girişinde 1m²’lik alanda odadan 5 cm aşağıdaki bölüme “eşiklik” denir, ayakkabının kiri tozu odaya dağılmasın diye orada çıkarılırdı. Eşiğin hemen yanı başındaki dolapta içme suyu, lamba, çıra mum gibi eşyalar dururdu.
4. Tavanlar
Ahşap yapıların tavanlarında, kalasların farklı formlarda dizilimiyle hoş bir etki yaratılırdı. Bazı evlerde bu formlar cila çekilip açıkta bırakılır bazılarında motifler eklenip boyanırdı.
5. Zeminler
O bölgenin mermer ve taşlarında oluşturulmuş kesme motiflerle büyük alanlar hep süslenirdi. Özellikle hayat denilen avlularda uygulanan iki renkli siyah beyaz çalışmalar o bölgenin mimari üslubuna dönüşmüştür.
Oda içlerinde de ya Halep sivağı denilen uygulamalar vardı ya da motifli karolar döşenirdi.
6. Banyo ve Tuvalet
Eski Antep evlerinde tuvalet bölümü evin en alt başında, hayatta dış kapıya yakın yerde olurdu. Su temini konusunda şimdi bile zor uygulanabilir bir alt yapıyı kuran aklın, pis su atığını evlerin içine sokmamış olmasının tek nedeni hijyen olabilir diye düşünebiliriz. Banyo her evde yoktu. Her mahallenin kendi hamamı vardı. Banyo ihtiyacı gerektiğinde su gideri oluşturulan kapı eşiğinde ayakkabılık denilen yerde yıkanılırdı. Belki de hamam şartlarının evlerde oluşturulması mümkün olmadığından yaygınlaşmamıştı.
Şehir geliştikçe yeni mahalleler oluşmakta, yeni yapı ürünlerinin piyasada yer almasıyla birlikte bu evler yerini betonarme yapılara bırakır. Brikethaneler kurulur, taşların yerini briketler alır. Uygulama süreci kısalır, evlerin yapım şekli yavaş yavaş değişim gösterir. Taş evler yapmak artık maliyetlidir.
Şehrin sanayisi geliştikçe -en çok da dokuma tezgahlarının sayısı artıp küçük ölçekli atölyeler fabrikaya dönüşmeye başladıkça- yeni gelen nüfus konut ihtiyacını karşılamak için kendine betonarme evler yapmaya başlar. Şehrin hem kültürel hem yapısal dokusu kozmopolit bir hal almaya başlamıştır. Antep evlerine benzetilmeye çalışılan, estetik kaygılardan yoksun plansız, birbirine bitişik düzende hayatlı ya da hayat yapacak yer yoksa teraslı (dam) evlerdi bunlar. Antep evlerinin boşta kalan alanlarına bu yapılar geldi. Yeni gelenler kültüre kendince ayak uydurmaya çalıştı. Ekmeğini yapabildiği, salçasını çıkardığı bu yapı tipi şehrin merkezinden (Kale altından) tepelerine doğru kaymaya başladı. Kopyalanan prototip o günün şartlarına göre doğruydu ama yapılar vasıfsız malzemelerle yapıldığından şehrin gelişmesi darbe aldı. Dokunun yayılmasından, bozulmasından rahatsız olunsa da bu yapılaşma siyasi yanlışlar yüzünden 1980’li yıllara kadar devam etti.
1966 yılında kat mülkiyeti kanunu çıkınca (ki aynı arsada paylaşma hakkı) çok katlı binalara geçiş dönemi başlamıştı. 1935-40’lı yıllarda doğan çocuklar okuyup mimar mühendis olup kendi şehirlerine geri döndüklerinde yeni çıkan yasa rahatlığıyla kendi şehirlerini yeniden imar etmeye hazırdılar İlk müşterileri de şüphesiz eskiden konforlu taş binalarda yaşamış Gazianteplilerdi. Onların talepleri yüksek tavanlı, geniş balkonlu -ki hayatın yerini alması gerekiyordu- evlerdi. Evde mutlaka banyo olacak, misafirin ağırlandığı oda ile aile fertlerinin günlük oturduğu odalar ayrı olacaktı. Bu iki odada sobayla ısınma için baca yeri bırakılacaktı. Mutfağın yanı sıra kiler olmazsa olmazdı. Çiçek pencereleri olmalıydı. Binaların altına odun ve kömürlük yapılacaktı (turşu küpleri burada saklanırdı). Arabaları için bir garaj yeri gerekti. Bu bilgiler ışığında en fazla 2 katlı ve tek katlı evler inşa edildi. Dış cephesinde eski Antep taşına gönderme yapmak adına dokulu mozaik yüzeyler oluşturuluyordu.
Uzun sürmedi bu yapı tipi; şehrin dinamik yaşantısı nedeniyle 70’li yıllarda A2 yapılanma tipi A4 ve A5’e değiştirildi. Şehrin gelişmesine ayak uyduramayan imar planı yeni alanlar açılmadığı için revizyona uğruyordu. Atatürk Bulvarı üzeri, Ordu Caddesi, Kırkayak Parkı, Kavaklık civarıda 4 – 6 katlı kaloriferli apartmanlar yapılmaya başlandı. Asansör yoktu, kalorifer vardı, ama baca her ihtimale karşı yapılırdı. Arsa yapısından kaynaklı evler daha mütevazı ölçeğe indirgenmişti. Her evin yine kendine ait bina girişinde depolama alanları vardı. Bina girişleri ve bahçeleri biber ayıklamak, halı yıkamak için kullanılırdı. Araba yoğunluğu olmadığından bütün sokaklar, ana caddeler hariç çocuklarındı. Bu binalarda “yönetici” kavramı doğdu, çünkü birlikte ortak kullanım alanları vardı ve bunların kontrol altına alınması gerekiyordu. Şehrin sosyal ve yapısal dokusu değişmişti ama eski konut alışkanlıkları devam ediyordu.
O mahalledeki bütün evler aynı avluyu (hayatı) paylaşan ailenin fertleri gibiydiler.
Üç apartman sonraki Fatma teyzeden de, bakkal Mehmet abiden de, bisiklet tamircisi Fuat abiden de herkes haberdardı. 1970 ve 1985 yılları arası (yediği yemeği, tatlıyı paylaşan komşuya boş tabak geri verilmesinin hala ayıp olduğu dönemler) mahallelerde tek katlı -çok katlı evlerde komşuluk ilişkileri hala bozulmamıştı.
1980’li yıllardan itibaren kartopu misali şehir daha fazla göç almaya başladı. Aldığı göç sadece işçi kesimi değildi. Hızlı gelişim, çevre illerdeki vizyoner yatırımcıların da dikkatini çekmiş, sanayi yatırımını bu şehre kaydırmıştı.
Bu şehrin hızlı gelişmesini tetikleyen duygu; yenilenme arzusuydu.
Bu durumun iyi yönü, sürekli yeniyi takip etmesi şehrin bütün dinamiklerini hareketli kılmaktaydı. Sanayisini o kadar güçlendirdi ki bugün 2015 itibarı ile 5. Organize Sanayisini oluşturmaya başladı. Sürekli yenilenmenin kötü yönü ise terk ettiğin mekanların ve kültürel alışkanlıkların değer kaybına izin vermekti. Örneğin Kale altındaki taş evler terk edildikten sonra hor kullanımdan kaynaklı zarar gördüler.
Sokaklarında yürümeyi unuttuğunda anıların bile kayboluyor.
Neyse ki Kale altındaki eski evleri otel yapma talebi o günün belediyesini uyandırdı. Zaten sit alanı ilan edilen alana turizm belgesi verilince asıl Gazianteplinin bile gelmediği sokaklarda yerli yabancı turistler dolaşmaya başladı. Restorasyon için fon da, Avrupa Birliği Kültür Varlıklarını Koruma Birliği’nden de sağlandı.
Sit alanına giren bütün yapılar 2005-2015 yıllarında ikinci hayatlarını yaşamak üzere, üzerine yamanmış bütün fazlalıklardan kurtarılıp turizme kazandırıldılar. Şu anda yılda 200.000’e yakın ziyaretçi müzelerle de desteklenen bu sokakları ziyarete geliyor.
Şehrin kent olma özelliğini ve konut yaşantısı alışkanlığını çok uzun yıllardır koruması ve bu geliştirmesinin sebebini incelerken konuta olan talebi ve nüfusu da sorgulamak gerekmektedir. Geçmiş yıllardaki nüfusu kayıt altına almış olan TDV İslam Araştırma Ansiklopedisi’ne göre 1531 yılında Maraş eyaletine bağlı bir sancakken 1830 yılında Halep’e bağlı bir sancak oldu. 1908 yılında kendisi sancak oldu. Cumhuriyet’in ilanından sonra 1924 yılında il statüsüne dönüştürüldü
1574 yılı_________________ 45.000 kişi
1899 yılı_________________ 85.000 kişi
1927 yılı________________ 40.000 kişi
1935 yılı________________ 50.000 kişi
1945 yılı_________________ 60.000 kişi
1950 yılı_________________ 70.000 kişi
1960 yılı________________ 100.000 kişi
1970 yılı________________ 200.000 kişi
1990 yılı________________ 600.000 kişi
2015yılı________________1.900.000 kişi
Cumhuriyet’in ilk yıllarında 34 mahalleden oluşan şehir 500 -600 m2yi aşmayan bir alan içinde sınırlı kalıyordu. 1933-1935 yılları arasında şehrin ilk imar planını Hermann Jansen (1928 yılında Ankara için açılan yarışmayı kazanan Alman mimar ve şehir plancısı) yapmıştır.
Son yıllardaki ortalama yirmi beşer yıl aralıklarla şehir mevcut nüfusunun 3 katına ulaşmıştır. Bu hızın devam etmesi önümüzde ki 20 yıl içinde 4.000.000 kişiye ulaşması öngörüsünü doğurmaktadır.
Şehrin 1989 yılında büyükşehir olmasından sonraki yıllar içinde yaşadığı dönüşüm dinamiklerini incelediğimizde;
NÜFUS
600.000’den 1.900.000’e yükselmiştir
SANAYİ
PAZAR
Ortadoğu pazarına yakın olması, GAP’ın sanayi ve ticaret merkezi olması gelişmiş alt yapı ve kalifiye işgücü kapasitesi, Mersin ve İskenderun limanlarına yakınlığı önem arz etmektedir. Önemli olan bir konu da Gaziantepli iş adamlarının nakliye maliyetlerini düşürmek için devletten İskenderun limanına ulaşımı kolaylaştırması talebinin kabul görmesi, ihracata giden deniz yolunun 300 km’den 110 km’ye düşmesi demek olacaktır.
ULAŞIM
Karayolu 145 km batı – doğu koridorunda hızlı ve güvenli erişime sahip hale gelmiştir.1976 da hizmete giren havalimanı da
Gaziantep gayrimenkul sektörü değerlendirme ve öngörüler 2020 dokümantasyonundan alınmış bilgiye göre demiryolu açısından yapılacak yatırımlarla İstanbul- Basra arası bağlantı yolu Gaziantep’ten olacak, kuzey-güney koridoru da Karadeniz’le yine Ortadoğu’yu bağlayacak ve Afrika’ya ulaşacak güzergah üzerinde kalacaktır. Bu planlanan hedeflerin gerçekleşmesi o bölgede yaşananlar sebebiyle ötelenmektedir.
OFİS BİNALARI
Yukarıdaki verilere bakarak yerli ve yabancı şirketlerin Gaziantep’i 15 ili kapsayan bölgesel ticaret ve hizmet merkezi olarak kullanmaya başlamaları tesadüf değildir. Bu itibarla önümüzdeki yıllarda nitelikli ofis binası ihtiyacı artacaktır. Ve bunları kullanacak insanlarında nitelikli konut talebi olacaktır.
KÜLTÜR, YEMEK ve İŞ TURİZMİ
Gaziantep 3 adet 5 yıldızlı, 9 adet 4 yıldızlı, 13 adet 3 yıldızlı, 8 adet 2 yıldızlı otel ve, 3 adet de butik otel tesisi, 1 de apart otele sahiptir. 18 adet belgeli otelde 854 yatak kapasitesi vardır.
Gelen turist sayısı yerli-yabancı 2010 yılında toplam 265.000’dir
YÜKSEKÖĞRETİM KURUMLARI
1973’te açılan Gaziantep üniversitesinin (1987 ye kadar ODTÜ) öğrenci sayısı 2009 yılında sadece 17.200 iken yeni açılan 3 üniversite ile sayı 50.000’e ulaşmıştır. Bu öğretmen-öğrenci sayısı şehirde 2+1 planlı bina yapılanmasına yol açmış Karataş bölgesinin bu konuda hızlı gelişimini sağlamıştır. Belediye bu bölgeyi gecekondulaşmaya izin vermeden Akkent,Mavikent ve yeşil vadi olarak imarlı alanı genişletmiştir.
GÖÇ
Şehrin en büyük avantajlarından biri göç vermemesi aksine okuyan nüfusun geri dönmesi çalışan ve işveren nüfusunu daima genç tutmuştur. Aksine bu gelişime müteakip sürekli göç alması belediyelerin bu durumu öz önünde bulundurarak şehrin düzeni açısından da sürekli kontrol altında tutması gerekmektedir. Nitekim şehrin planlamasının önümüzdeki 20 yılda varacağı nüfus öngörüsünde bulunarak yapılması şehir sakinlerinin uzun vadede karşılaşacağı sorunlara da erken önlem olacaktır.
Yukarıdaki verilere bakıldığında gelişimi tetikleyen bütün dinamikler yüzünden oluşan mesken sahibi olma talebinin çok hiza binmesi gecekondulaşmayı da getirmiş, şehrin merkezinde yapıların üçte ikisini kaçak kılmış, altyapı sorunlarını da beraber doğurmuştur. 2012 yılından sonra kentsel dönüşüm onayları alınmış, şehrin yeni bölgeleri imara açılmış şehir bu sorunlu dokusundan kurtulmaya başlamıştır. Uygulanacak yeni projelerin halkın geçmiş kültür yapısına alışkanlıklarına çok da set çekmeden, planlanması olacaktır, bizim temennimiz. Ve yeşerecek yeni kültürlere hizmet verecek donatıda olması şehri yine yukarıya taşıyacak insanlarına ufuk açması için lazımdır.
KONUT ÜRETİMİ ve DEĞERLENDİRME
2013 yılında itibaren nüfusun tamamı il ve ilçe merkezinde yaşar olarak görülmektedir. 2010 yılı verilerine göre şehir 2 il, 7 ilçeden oluşmaktadır.
Konut üretimi adına alınan yapı ruhsat sayısı;
6306 sayılı kanun çerçevesinde 414,27 hektar riskli alan ilan edilmiş olup kentsel dönüşüm çalışmaları sürmektedir.
Gaziantep’te 2008 yılında 8006 adet iken 2014 yılında 22.169 a yükselmiştir.
2014 verilerine göre konut kredisi kullanımında Türkiye genelinde 13. il konumundadır.
Gaziantep te her yıl 16 -17 bin adet evlilik gerçekleşmektedir. Bu durum evlenme sayısı ile aynı oranda konut ihtiyacı olacağı varsayımını ortaya çıkarmaktadır.
2015 – 2020 döneminde konut ihtiyacının 95.000 adedi hane halkı sayısı artışı 30.000’i kentsel dönüşüm 12.000’i yenilenme kaynaklı toplam 143.000 adet olacağı öngörülmektedir.
2010’lu yıllardan itibaren sosyal donatılı site şeklinde konut yapımı farklı sektörlerde başarılı olmuş firmaların bu sektöre finanslarını kaydırmalarıyla gelişme göstermeye başlamıştır. Bazı bölgelerde 40 katlı bina izinleri çıkmış, şu anda inşaatına devam edilmektedir. Çok katlı binalar şehir merkezine yakın yerler için gerek miydi, bunu tartışmak lazım. Çünkü ulaşım aksları şehir için de geniş değil ve bu yakın bir zamanda bu şehrin en büyük sorununu oluşturmak üzere.
Şehir plancılarımıza, insani özelliklerimize katma değeri olacak bir çevrede yaşamamız adına çok büyük sorumluluklar düşmektedir. Yeni yapılaşmaların içinde geleneksel mimarimize de gönderme yapmak bu şehrin geçmişini gelecek nesillere de hatırlatmak adına önemlidir.
“Mutluluğun Mimarı” kitabının yazarı Alain de Botton;
Eğer bir oda ruh halimizi değiştirebiliyorsa mutluluğumuz duvarların rengine ya da kapının şekline bağlıysa o zaman bakmaya ya da içinde yaşamaya mecbur olduğumuz çevre nasıl etkileyecek bizi?
Mimari, ahlaki mesajlar verebilir ama bu mesajların alınmaması halinde herhangi bir yaptırım uygulamaktan acizdir. Mimari kanun yapmaz, yalnızca öneriler sunar bizi kendi ruhuna öykünmeye davet eder ama asla zorlamaz. Kendine kötülük edenlere karşı da duramaz.
Lois Sullivan da “biçim işlevi izler” der.
Evet, işlev ne kadar güçlü ve derinse biçime o kadar işler ki ruhu işte o zaman ortaya çıkar mimarinin.
Ben de kendi yaşadığım şehrin içime işleyen, araştırabildiğim ve yaşayabildiğim kadarını anlatmaya çalıştım. Araştırmamdan anladım ki ben de bu gelişimle beraber büyümüşüm. Şehreküstü’de dedemin taş evinde damda da uyudum, Kozanlı’daki taş binada büyükannemin evinde sire zamanına da şahit oldum. Öğretmenevlerinde, anneannemin yeni tek katlı betonarme binasının bahçesinde salıncakta sallandım. Mühendis evleri olan ilk 4 katlı kaloriferli binaların sokaklarında bisiklet te sürdüm, biber de ayıkladım. İlk taş binayı restore edip otel dekorasyonu da yaptım. En son teknolojiye ayak uyduran sitenin dekorasyon uygulamasına da eşlik ettim. Hem şahit hem dahil olmuştum. Ama yukarıdaki rapordan da anlaşıldığına göre,
Her şey daha yeni başlıyordu biz tasarımcılar ve mimarlar için. Çünkü tuval çok daha büyümüştü.
Kim bilir, belki bir gün balkonumdaki sardunyalara su verirken Zaha Hadid’in bir projesinin inşaatına da tanıklık edebilirim. İmkansız değil.
Kaynaklar
Kişisel Görüşmeler