Kız kardeşimin dört yıl önce Berlin’e taşınmasıyla, sıkça seyahat ettiğim bu şehir benim için bir yavru vatana dönüştü. Berlin’i tanımlamak için tek kelime seçmem gerekse, bu “özgürlük” olurdu. Ancak kentte biraz zaman geçirdikten, turistik vaatlerini tüketip gündelik yaşama karıştıktan sonra kentin görünmeyen katmanlarını, yakın tarihin hayaletlerini, bu özgürlük hissinin arkasında yatan derin yüzleşmeyi daha yakından tanıma fırsatı buldum.
Berlin, iki dünya savaşından yenik çıkmış, 1945’de neredeyse tamamen yıkılarak tam kalbinden ikiye bölünmüş, 1989’da duvarın yıkılmasının ardından bir kez daha inşa edilen, tarih boyunca büyük ideallere sahne olmuş, tüm makyajına rağmen kalben hala yorgun bir başkent. Almanya’nın II. Dünya Savaşı’ndaki tutumunun bugün dünyanın biçimlenişi üzerindeki yadsınamaz ağırlığının hissettiğim kadarıyla Berlinli genç kuşağın üzerinde karmaşık etkileri var. Önemli bir kısmının, kendi büyükanne ve büyükbabalarının II. Dünya Savaşı’nda bilerek veya bilmeyerek oynadıkları role ilişkin bir suçluluk duygusu taşıdığını sezinliyorum. Almanya’nın her yerinde ortalama %12 civarında seyreden sağ hareketin dışında kalanlar, herhangi bir ulusalcı söyleme mesafeli ve bir ulusun çocuğu olmaktan duyulan gururu kategorik olarak reddetmiş görünüyorlar. Bunun Berlin’in çok uluslu kültürünü destekleyen bir yanı olduğu söylenebilir. Ancak yaşananların, birkaç satırla özetlenemeyecek kadar derin etkisi, sokaklara, ağaçlara, evlere, hayatın içine dolayısı ile fiziksel çevreye ve mimarlığa işlemiş durumda. Geçmişle yüzleşme, kendini temize çekme, tarihi tüm zalimlik ve acısı ile tekrar tekrar öğrenip öğretme üzerine kentsel ve kültürel yaşam yeniden inşa edilmiş. Bunun evlerin önünde parke taşlarına kazınmış toplama kamplarına gönderilen insanların isimlerinden, müzelerden, anıtlardan olduğu kadar birçok tekil yapıdan açıkça okumak mümkün.
Berlin sokaklarında, evlerinden zorla alınıp toplama kamplarında ölüme gönderilen Berlinlilerin isimlerinin yazılı olduğu taşları görmek, geçmişi unutturmayarak yüzleşmeyi, acılara sahip çıkmayı simgeliyor.
Ünlü Berlin Duvarı’nın yıkılmasının üzerinden yirmi dokuz yıl geçti. Almanya Avrupa’da örneği görülmemiş biçimde başkentini neredeyse yeniden inşa etti. Kenti ortadan ikiye bölen duvarın yıkılmasının ardından oluşan kıymetli boşluğun işlevlendirilmesinin yanı sıra bambaşka ideolojilerle inşa edilen iki kent parçasının bütünleştirilip, yalnızca Almanya’nın değil Avrupa birliğinin başkenti olma iddiası ile konumlandırılma isteği nedeniyle kent 2000’ler boyunca neredeyse bir laboratuvar, dev bir şantiyeydi.
Berlinliler, kentsel bellek ve kayıp konularında (anlaşılabilir biçimde) son derece duyarlılar. Belki de bu nedenle Berlin’in neredeyse son yüzyılına şehadet eden ve artık asıl işleviyle kullanılmayan Tempelhof Havalimanı etrafında büyük bir mit oluşması da son derece normal. Geçtiğimiz aylarda, kapatılmasından on yıl sonra ilk kez halkın ziyaretine açılan havalimanı terminal binası, Berlinliler’in yoğun ilgisine mazhar oldu. Güvenlik ve kapasite aşımı nedeniyle binaya giremeyen yüzlerce insan saatlerce kapıda bekledi. Sadece toplumsal bellek açısından değil, mimari olarak da son derece önemli bir yapı olan Tempelhof’u Norman Foster, tüm havaalanlarının anası olarak değerlendiriyor. Geçtiğimiz günlerde havalimanına yapılan rehberli bir turla binanın cephesinin ardında gizlenenleri görme şansı buldum. Almanya’nın bu genç hareketli başkentini kavramama yardımcı olan katmanlar bu gezi sayesinde belirginleşti.
Tempelhof Maketi, Ernst Sagabiel
Kartal kollarından esinlenen Tempelhof maketi, Ernst Sagabiel
20.yüzyıl başında Wright kardeşlerin gösteri uçuşları yaptığı bir havacılık merkezi olan ve ilk kez 1927 yılından kullanıma açılan Tempelhof, dünyanın en eski havalimanlarından biri. Yapının bugün gördüğümüz hali, mimar Ernst Sagebiel (1892–1970) tarafından 1934–1936 yılları arasında Nazi Almanyası’nın baş mimarı Albert Speer denetiminde tasarlandı. 1941’de II. Dünya Savaşı’nın yarattığı ekonomik bunalım nedeni ile inşaat durdurulan ve tamamı hiçbir zaman hayata geçemeyen Tempelhof, Adolf Hitler’in mimarı Albert Speer’in, Germania adını alacak yeni Berlin hayalinin önemli ikonlarından biri olarak planlanmıştı. Tempelhof, inşa edilecek yeni Germania (Welthauptstadt Germania) kent meydanında, görkemli Nazi bakanlık binalarının girişini vurgulayacak şekilde kanatlarını açmış bir kartal formundan esinlenilerek konumlandırılmıştı. Bakanlık binalarından hala ayakta olan Goering’in kıymetli Hava Kuvvetleri Bakanlığı da mimar Ernst Sagabiel tasarımıdır ve halen Maliye Bakanlığı olarak kullanılmaktadır.
Havaalanı ile aynı dilde tasarlananan, Germania hayalinin kent merkezinin günümüze ulaşan parçalarından Maliye Bakanlığı, Berlin, mimarı Ernst Sagabiel
Tempelhof Havalimanı 300.000 metrekarelik kapalı alanı, 1.2 km’lik oluşan görkemli apron ve hangar binaları ile bir dönem dünyanın en büyük yirmi yapısı arasında yer alıyordu. Apronun üzerinde yer alan 80.000 kişi kapasiteli tribünlerin bugün yalnızca inşa edilebilmiş birkaç kulesi görülebiliyor. Sadece bu tribünlerin dolup taştığı anın hayali bile, bir yapıya yüklenen ideolojik yükün boyutunu hayal etmek için yeterli. Bu büyüklüğü çıplak gözle görmek benim için Nazi rejiminin gözü dönmüş ideallerini fiziksel olarak somutlaştıran ilginç bir deneyim oldu. Alman mühendisliğini iliklerinize kadar hissettiğiniz bu strüktürün bir bölümü II. Dünya Savaş’ı sırasında Berlin’in içindeki tek toplama kampı olarak ücretsiz iş gücü ile savaş uçağı üretimi yapılan bir fabrikaya dönüştürülmüş.
Dönemin mühendislik harikası, çelik strüktürlü, apronlar
Apronların devamı hangar binaları
Hiçbir zaman inşa edilmemiş de olsa, Nazi toplantıları için tasarlanan 80.000 kişilik tribünlerin izi ve tamamlanmamış merdiven kuleleri bugün hala görülebilir.
Tempelhof Havalimanı ve Hava Kuvvetleri Bakanlığı’nın mimarı Ernst Sagabiel’in, Nasyonal Sosyalistlerin iktidara geldikten sonra Yahudilere uyguladıkları baskı nedeniyle kariyerinin zirvesinde İngiltere’ye iltica eden Erich Mendelsohn’un ofisinin bir süre yöneticiliğini yaptığını da belirtmek gerek. Zira Tempelhof, hem ölçek, hem cephesiyle tipik faşist Alman mimarisi örneği olsa da özellikle ana salon ve terminalin iç örgütlenmesinde, 1920’lerde Almanya’da filizlenen, Mendelsohn’un da temsil ettiği modernist akımın izlerini görmek mümkün. Aslında Nazi Almanyası’nın ideallerini yansıtma hevesindeki ölçek ve cephe tasarımını bir kabuk olarak görürsek, süsten arındırılmış görkemli çelik iskelet ve fonksiyonel tasarımı ile 1930’ların en modern ve ihtiraslı havaalanı yapısı olduğunu söylenebilir.
Filmlerden gördüğümüz, havaalanının ana yolcu salonu göz okşayan ve biz Türklere Cumhuriyet döneminde Alman mimarların Türkiye’ye kazandırdığı yapılar nedeni ile son derece tanıdık oranlarla zaman içinde donmuş gibi duruyor. Galeri katında bir restoran, yanında asimetrik bir kompozisyonla yerleştirilmiş büyük bir saatin süslediği galerili ana salon, ikinci dünya savaşında bombalardan epeyce zarar görmüş ve aslına uygun olarak onarılmış.
Yolcu salonu iç mekan
Yolcu salonu merdivenler
Savaşın ardından Berlin halkı için hayati önem taşıyan ve adeta özgürlükle özdeşleşen Tempelhof, Sovyet ambargosuna karşı Amerikan hava kuvvetlerinin şehri ayakta tutmak için taşıdığı yakıt ve gıda yardımının üssü olarak hizmetini sürdürdü. Dönemin en önemli simgelerinden biri olan “Candy Bomber” uçaklardan biri hala apronda sergileniyor.
Candy Bomber
Propaganda konusunda Nazilerden kalır yanı olmayan Amerikalılar, tesisi devraldıklarında halkın sevgisini kazanmak, bombalamalar nedeni ile uçak sesi duyduğunda korkan çocukları sakinleştirmek için mini paraşütlerle bu uçaklardan 80.000 ton şekeri Berlin semalarından şehre dağıtmışlar. Belli yaştaki Berlin’liler için bu anılar hala canlılığını koruyor. Bizimle birlikte gezen Alman arkadaşımız, anneannesinin bu şekerleri toplamak için Tempelhof etrafında beklediğini anlattı. Berlin’de Amerikan desteği ile 1948-49 yılları arasında süren direnişin anısına yapılan duvar resmi, ana terminal binasının içinde görülebilir.
Ana terminal binası duvar resmi
II. Dünya savaşının sonlarında artan bombalamalar ve kimyasal silah tehdidinden korunmak için bazen dört güne varan sürelerle saklanılan sığınaklar da bugüne kadar korunmuş. İnsanları sakinleştirmek için duvarlarına resimler çizilmiş, sloganlar yazılmış, hava geçirimsiz, brüt beton bu duvarların imalatındaki presizyon maalesef 2018 Türkiye’sinin üst segment yapılarını bile kıskandıracak düzeyde.
Tempelhof Sığınakları
Yapının katmanlarını daha net anlamak için ikinci dünya savaşı sonrasında Berlin’de bulunan havalimanlarının durumu ve kullanım amacını kavramak büyük önem taşıyor. Berlin’in ikinci havalimanı Tegel, Tempelhof üzerinden yürütülen ve kentin can damarı olan hava koridoruna destek amacıyla 1948’de hizmete alındı. 1975 yılına kadar Berlin’de batıda Tegel ve Tempelhof, doğuda ise Schönefeld olmak üzere üç havalimanından ticari uçuşlar sürmekteydi. Pan Am ve British Airways’in gelişen teknoloji ve büyüyen uçaklar için daha kullanışlı, güvenli ve uzun pistlere sahip Tegel Havalimanı’nın tercih ederek Tempelhof’u kullanmamaya karar vermesinden sonra Tempelhof bir Amerikan Askeri üssüne dönüştü. Berlin duvarının yıkılmasının ardından kısa mesafe iç uçuşlar için kullanılmak üzere 1981’de tekrar ticari uçuşlara açılan Tempelhof, bugün kırk yaş ve üstündeki Berlinlilerin anılarında canlılığını korumasına rağmen 2008’de tamamen kapatıldı.
Tahmin edileceği gibi, Amerikan kuvvetleri 1945’de havaalanını devraldıklarında yapı bombalamadan dolayı ciddi şekilde zarar görmüştü. Yapının bu dönemki restorasyonu sırasında giriş holünün ana yolcu salonuyla aynı yükseklikteki tavanı neredeyse 10m’den fazla alçaltılarak, üst kotta kalan taşlar sökülmüş ve tamir için kullanılmış. Halen üst kota eklenen döşeme üzerine çıkıp, hayal edilen grandiyöz girişin izlerini görmek mümkün.
Giriş holü üst kot, çıplak kolonları, taşlar sökülüp, tamirat için kullanılmış
Sonradan kapatılan giriş holünün orjinal tasarımı
Eklenen döşemeyle alçaltılan alan giriş
Amerikalıların CIA dahil olmak üzere birçok kurumu ile Tempelhof”ta geçirdiği yetmiş yıl boyunca kullandıkları spor salonu, bowling alanı gibi bölümlerin bir kısmı da hala görülebiliyor.
Havaalanının en üst katında bulunan Amerikan askerlerinin kendileri için yaptığı spor salonu
1970’lerin dilini yansıtan bowling salonu
Kent merkezinde, Tiergarden’a 15 dakikalık bisiklet mesafesinde olan Tempelhof Havalimanı arazisi üzerine birçok farklı proje geliştirildikten sonra yapılan oylamada; Berlin halkı, alanın park olarak kullanılmasına karar verdi. 7 km’lik pistte bisiklete, kaykaya binen, piknik yapan ve akla gelmeyecek bin türlü aktivitesiyle özgürce vakit geçiren Berlinlilerle Tempelhof’ta buluşabilirsiniz.
Mimari olarak önemi yadsınamaz Tempelhof Havalimanı Avrupa’nın en önemli ve yeniden inşa edilmiş başkenti olan Berlin’in tüm dönemlerini eş zamanlı yaşatan bir zaman tüneli gibi. Berlin halkı için ise ulusun tüm yara izlerini apaçık gösteren bir simge niteliğinde.
Son dönemde bazı bölümleri geçici mülteci kampı olarak da kullanılan Tempelhof bizim alışkın olmadığımız bir tür yüzleşme, sorgulama ve rehabilitasyon anıtı olarak kentin ortasında tüm ihtişamı ile ayakta duruyor. Mimarlığın gücü, yıkıcılığı ve iyileştiriciliğini tek hamlede insanın yüreğinde hissetmesini sağlayan Tempelhof Havalimanını gezmek, yeni dünya düzeninin hemen her adımına şahitlik etmek, her gün kentte kendi kişisel geçmişine dair bir anıyı toprağa vermek zorunda kalan benim gibi bir fani için adeta taze bir nefes.
Havalimanının son sakinleri, mülteciler
Geçmişin Hayaletlerinin Peşinde; Berlin Tempelhof Havalimani
Kız kardeşimin dört yıl önce Berlin’e taşınmasıyla, sıkça seyahat ettiğim bu şehir benim için bir yavru vatana dönüştü. Berlin’i tanımlamak için tek kelime seçmem gerekse, bu “özgürlük” olurdu. Ancak kentte biraz zaman geçirdikten, turistik vaatlerini tüketip gündelik yaşama karıştıktan sonra kentin görünmeyen katmanlarını, yakın tarihin hayaletlerini, bu özgürlük hissinin arkasında yatan derin yüzleşmeyi daha yakından tanıma fırsatı buldum.
Berlin, iki dünya savaşından yenik çıkmış, 1945’de neredeyse tamamen yıkılarak tam kalbinden ikiye bölünmüş, 1989′ da duvarın yıkılmasının ardından bir kez daha inşa edilen, tarih boyunca büyük ideallere sahne olmuş, tüm makyajına rağmen kalben hala yorgun bir başkent. Almanya’nın II. Dünya Savaşı’ndaki tutumunun bugün dünyanın biçimlenişi üzerindeki yadsınamaz ağırlığının hissettiğim kadarıyla Berlinli genç kuşağın üzerinde karmaşık etkileri var. Önemli bir kısmının, kendi büyükanne ve büyükbabalarının II. Dünya Savaşında bilerek veya bilmeyerek oynadıkları role ilişkin bir suçluluk duygusu taşıdığını sezinliyorum. Almanya’nın her yerinde ortalama %12 civarında seyreden sağ hareketin dışında kalanlar, herhangi bir ulusalcı söyleme mesafeli ve bir ulusun çocuğu olmaktan duyulan gururu kategorik olarak reddetmiş görünüyorlar. Bunun Berlin’in çok uluslu kültürünü destekleyen bir yanı olduğu söylenebilir. Ancak yaşananların, birkaç satırla özetlenemeyecek kadar derin etkisi, sokaklara, ağaçlara, evlere, hayatın içine dolayısı ile fiziksel çevreye ve mimarlığa işlemiş durumda. Geçmişle yüzleşme, kendini temize çekme, tarihi tüm zalimlik ve acısı ile tekrar tekrar öğrenip öğretme üzerine kentsel ve kültürel yaşam yeniden inşa edilmiş. Bunun evlerin önünde parke taşlarına kazınmış toplama kamplarına gönderilen insanların isimlerinden, müzelerden, anıtlardan olduğu kadar birçok tekil yapıdan açıkça okumak mümkün.
Figure 1 Berlin sokaklarında, evlerinden zorla alınıp toplama kamplarında ölüme gönderilen Berlinlilerin isimlerinin yazılı olduğu taşları görmek, geçmişi unutturmayarak yüzleşmeyi, acılara sahip çıkmayı simgeliyor
Ünlü Berlin Duvarı’nın yıkılmasının üzerinden yirmi dokuz yıl geçti. Almanya Avrupa’da örneği görülmemiş biçimde başkentini neredeyse yeniden inşa etti. Kenti ortadan ikiye bölen duvarın yıkılmasının ardından oluşan kıymetli boşluğun işlevlendirilmesinin yanı sıra bambaşka ideolojilerle inşa edilen iki kent parçasının bütünleştirilip, yalnızca Almanya’nın değil Avrupa birliğinin başkenti olma iddiası ile konumlandırılma isteği nedeniyle kent 2000’ler boyunca neredeyse bir laboratuvar, dev bir şantiyeydi.
Berlinliler, kentsel bellek ve kayıp konularında (anlaşılabilir biçimde) son derece duyarlılar. Belki de bu nedenle Berlin’in neredeyse son yüzyılına şehadet eden ve artık asıl işleviyle kullanılmayan Tempelhof Havalimanı etrafında büyük bir mit oluşması da son derece normal. Geçtiğimiz aylarda, kapatılmasından on yıl sonra ilk kez halkın ziyaretine açılan havalimanı terminal binası, Berlinlilerin yoğun ilgisine mazhar oldu. Güvenlik ve kapasite aşımı nedeniyle binaya giremeyen yüzlerce insan saatlerce kapıda bekledi. Sadece toplumsal bellek açısından değil, mimari olarak da son derece önemli bir yapı olan Tempelhof’u Norman Foster, tüm havaalanlarının anası olarak değerlendiriyor. Geçtiğimiz günlerde havalimanına yapılan rehberli bir turla binanın cephesinin ardında gizlenenleri görme şansı buldum. Almanya’nın bu genç hareketli başkentini kavramama yardımcı olan katmanlar bu gezi sayesinde belirginleşti.
Şekil 1Tempelhof Maketi, Ernst Sagabiel
Figure 2. Kartal kollarından esinlenen Tempelhof maketi, Ernst Sagabiel
20.yüzyıl başında Wright kardeşlerin gösteri uçuşları yaptığı bir havacılık merkezi olan ve ilk kez 1927 yılından kullanıma açılan Tempelhof, dünyanın en eski havalimanlarından biri. Yapının bugün gördüğümüz hali, mimar Ernst Sagebiel (1892–1970) tarafından 1934–1936 yılları arasında Nazi Almanyası’nın baş mimarı Albert Speer denetiminde tasarlandı. 1941’de II. Dünya Savaşı’nın yarattığı ekonomik bunalım nedeni ile inşaat durdurulan ve tamamı hiçbir zaman hayata geçemeyen Tempelhof, Adolf Hitler’in mimarı Albert Speer’in, Germania adını alacak yeni Berlin hayalinin önemli ikonlarından biri olarak planlanmıştı. Tempelhof, inşa edilecek yeni Germania (Welthauptstadt Germania) kent meydanında, görkemli Nazi bakanlık binalarının girişini vurgulayacak şekilde kanatlarını açmış bir kartal formundan esinlenilerek konumlandırılmıştı. Bakanlık binalarından hala ayakta olan Goering’in kıymetli Hava Kuvvetleri Bakanlığı da mimar Ernst Sagabiel tasarımıdır ve halen Maliye Bakanlığı olarak kullanılmaktadır.
Figure 3. Havaalanı ile aynı dilde tasarlananan, Germania hayalinin kent merkezinin günümüze ulaşan parçalarından Maliye Bakanlığı, Berlin, mimar Ernst Sagabiel
Tempelhof Havalimanı 300.000 metrekarelik kapalı alanı, 1.2 km’lik oluşan görkemli apron ve hangar binaları ile bir dönem dünyanın en büyük yirmi yapısı arasında yer alıyordu. Apronun üzerinde yer alan 80.000 kişi kapasiteli tribünlerin bugün yalnızca inşa edilebilmiş birkaç kulesi görülebiliyor. Sadece bu tribünlerin dolup taştığı anın hayali bile, bir yapıya yüklenen ideolojik yükün boyutunu hayal etmek için yeterli. Bu büyüklüğü çıplak gözle görmek benim için Nazi rejiminin gözü dönmüş ideallerini fiziksel olarak somutlaştıran ilginç bir deneyim oldu. Alman mühendisliğini iliklerinize kadar hissettiğiniz bu strüktürün bir bölümü II. Dünya Savaş’ı sırasında Berlin’in içindeki tek toplama kampı olarak ücretsiz iş gücü ile savaş uçağı üretimi yapılan bir fabrikaya dönüştürülmüş.
Figure 4. Dönemin mühendislik harikası, çelik strüktürlü, apronlar
Figure 5. Apronların devamı hangar binaları
Figure 6. Hiçbir zaman inşa edilmemiş de olsa, Nazi toplantıları için tasarlanan 80.000 kişilik tribünlerin izi ve tamamlanmamış merdiven kuleleri bugün hala görülebilir.
Tempelhof Havalimanı ve Hava Kuvvetleri Bakanlığı’nın mimarı Ernst Sagabiel’in, Nasyonal Sosyalistlerin iktidara geldikten sonra Yahudilere uyguladıkları baskı nedeniyle kariyerinin zirvesinde İngiltere’ye iltica eden Erich Mendelsohn’un ofisinin bir süre yöneticiliğini yaptığını da belirtmek gerek. Zira Tempelhof, hem ölçek, hem cephesiyle tipik faşist Alman mimarisi örneği olsa da özellikle ana salon ve terminalin iç örgütlenmesinde, 1920’lerde Almanya’da filizlenen, Mendelsohn’un da temsil ettiği modernist akımın izlerini görmek mümkün. Aslında Nazi Almanyası’nın ideallerini yansıtma hevesindeki ölçek ve cephe tasarımını bir kabuk olarak görürsek, süsten arındırılmış görkemli çelik iskelet ve fonksiyonel tasarımı ile 1930’ların en modern ve ihtiraslı havaalanı yapısı olduğunu söylenebilir.
Filmlerden gördüğümüz, havaalanının ana yolcu salonu göz okşayan ve biz Türklere Cumhuriyet döneminde Alman mimarların Türkiye’ye kazandırdığı yapılar nedeni ile son derece tanıdık oranlarla zaman içinde donmuş gibi duruyor. Galeri katında bir restoran, yanında asimetrik bir kompozisyonla yerleştirilmiş büyük bir saatin süslediği galerili ana salon, ikinci dünya savaşında bombalardan epeyce zarar görmüş ve aslına uygun olarak onarılmış.
Figure 7. Yolcu Salonu iç mekan
Savaşın ardından Berlin halkı için hayati önem taşıyan ve adeta özgürlükle özdeşleşen Tempelhof, Sovyet ambargosuna karşı Amerikan hava kuvvetlerinin şehri ayakta tutmak için taşıdığı yakıt ve gıda yardımının üssü olarak hizmetini sürdürdü. Dönemin en önemli simgelerinden biri olan “Candy Bomber” uçaklardan biri hala apronda sergileniyor.
Figure 8. Candy Bomber
Propaganda konusunda Nazilerden kalır yanı olmayan Amerikalılar, tesisi devraldıklarında halkın sevgisini kazanmak, bombalamalar nedeni ile uçak sesi duyduğunda korkan çocukları sakinleştirmek için mini paraşütlerle bu uçaklardan 80.000 ton şekeri Berlin semalarından şehre dağıtmışlar. Belli yaştaki Berlin’liler için bu anılar hala canlılığını koruyor. Bizimle birlikte gezen Alman arkadaşımız, anneannesinin bu şekerleri toplamak için Tempelhof etrafında beklediğini anlattı. Berlin’de Amerikan desteği ile 1948-49 yılları arasında süren direnişin anısına yapılan duvar resmi, ana terminal binasının içinde görülebilir.
II. Dünya savaşının sonlarında artan bombalamalar ve kimyasal silah tehdidinden korunmak için bazen dört güne varan sürelerle saklanılan sığınaklar da bugüne kadar korunmuş. İnsanları sakinleştirmek için duvarlarına resimler çizilmiş, sloganlar yazılmış, hava geçirimsiz, brüt beton bu duvarların imalatındaki presizyon maalesef 2018 Türkiye’sinin üst segment yapılarını bile kıskandıracak düzeyde.
Figure 9. Tempelhof Sığınakları
Yapının katmanlarını daha net anlamak için ikinci dünya savaşı sonrasında Berlin’de bulunan havalimanlarının durumu ve kullanım amacını kavramak büyük önem taşıyor. Berlin’in ikinci havalimanı Tegel, Tempelhof üzerinden yürütülen ve kentin can damarı olan hava koridoruna destek amacıyla 1948’de hizmete alındı. 1975 yılına kadar Berlin’de batıda Tegel ve Tempelhof, doğuda ise Schönefeld olmak üzere üç havalimanından ticari uçuşlar sürmekteydi. Pan Am ve British Airways’in gelişen teknoloji ve büyüyen uçaklar için daha kullanışlı, güvenli ve uzun pistlere sahip Tegel Havalimanı’nın tercih ederek Tempelhof’u kullanmamaya karar vermesinden sonra Tempelhof bir Amerikan Askeri üssüne dönüştü. Berlin duvarının yıkılmasının ardından kısa mesafe iç uçuşlar için kullanılmak üzere 1981’de tekrar ticari uçuşlara açılan Tempelhof, bugün kırk yaş ve üstündeki Berlinlilerin anılarında canlılığını korumasına rağmen 2008’de tamamen kapatıldı.
Tahmin edileceği gibi, Amerikan kuvvetleri 1945’de havaalanını devraldıklarında yapı bombalamadan dolayı ciddi şekilde zarar görmüştü. Yapının bu dönemki restorasyonu sırasında giriş holünün ana yolcu salonuyla aynı yükseklikteki tavanı neredeyse 10m’den fazla alçaltılarak, üst kotta kalan taşlar sökülmüş ve tamir için kullanılmış. Halen üst kota eklenen döşeme üzerine çıkıp, hayal edilen grandiyöz girişin izlerini görmek mümkün.
Figure 10. Giriş holü üst kot, çıplak kolonları, taşlar sökülüp, tamirat için kullanılmış
Figure 11. Sonradan kapatılan giriş holünün orjinal tasarımı
Figure 12 Eklenen döşemeyle alçaltılan alan giriş
Amerikalıların CIA dahil olmak üzere birçok kurumu ile Tempelhof’’ta geçirdiği yetmiş yıl boyunca kullandıkları spor salonu, bowling alanı gibi bölümlerin bir kısmı da hala görülebiliyor.
Figure 13. Havaalanının en üst katında bulunan Amerikan askerlerinin kendileri için yaptığı spor salonu