Platon’un Academia’sının girişindeki meşhur yazıyı bilirsiniz. Geometri bilmeyen giremez yazar.
*Ageometretos medeis eisito!
*Geometri bilmeyen giremez!
Platon’un Academia’sının girişindeki meşhur yazıyı bilirsiniz. Geometri bilmeyen giremez yazar. Platon burada sanki lisede gördüğümüz geometriden bahsediyor gibi dursa da aslında davet ettiği insanlarda aradığı şey biraz daha derindir. Demek istediği daha çok “matematiksel olanı kavramamış olan giremez” dir. Platon, doğanın temelinde de geometri ve matematik olduğunu düşünüyordu. Beş düzgün çok yüzlü (dört yüzlü, küp, sekiz yüzlü, on iki yüzlü ve yirmi yüzlü olarak isimlendirilen Platonik Cisimler) dünyayı oluşturan beş elementin kökeniydi ona göre. Antik Yunan evreni ikiye ayırmıştı. Dünyadan aya kadar olan kısım yeryüzü iken sonrası Kozmos’tu. Ve Kozmos da ancak matematik ve geometri ile tanımlanabilen, mükemmeli temsil edendi. Platon ahlak felsefesini de hocası Sokrates’ten miras alıp geometrik bir evrenselliğe oturtmuştu. O yüzden matematik ve geometri ile ilgilenmek demek dünyayı ve evreni anlamaya çalışmak, varoluş üzerine düşünmek ve evrensel bir ahlak yasası üzerinde hareket etmek demekti aynı zamanda. Ve eğer öyle biri değilseniz Antik Yunan’da pek de muteber biri sayılmazdınız. Çünkü dünyevi işlerde “el ile uğraş” zaman kaybından başka bir şey değildi.
İmparatorluk dönemi başladı. Romalı bir imparator Platon’un Academia’sını kapattı. Çünkü alacağı kararları sorgulayacak, onları matematikle, geometriyle, felsefeyle çürütebilecek kişilerin varlığı tehlikeliydi. Peki Academia’yı kapatan Romalı İmparator ve halefleri neler yaptı? Yollar yaptı. Meşhur Roma yolları. Su kemerleri, hamamlar, Colosseum, Panteon vb. yapılar. Antik Yunan dediğimizde ilk akla gelenler filozoflar, matematikçilerken; Roma dediğinizde aklınıza ilk gelenleri bir düşünün gladyatörler, aslan dövüşleri, hipodrom yarışları, inşaatlar, fetihler, savaşlar. Ama ne bir Roma felsefesinden ya da filozofundan; ne de bir Roma matematikçisinden pek bahsedemeyiz. Çünkü artık insanlar yüzünü Kozmos yerine dünyevi işlere çevirmeyi yeğlemişti. Böyle bir dünyada Academia’ya da gerek yoktu. Matematik ve geometri artık pragmatik ihtiyaçlara cevap verip, köprü yapmaya, kubbe inşa etmeye, yeni yerler fethetmeye yarar ise anlamlıydı. Evreni ve dünyayı temsil eden geometri gitmiş yerine dünyevi hırsların aracı olmuş bir işlemler kümesi gelmişti. Ardından bu anlayışa bir de dogmatik bir inanç sisteminin sirayet etmesiyle uzun, karanlık bir Orta Çağın başlangıcı kaçınılmazdı. O dönem Doğu’da ise tam tersine İslam filozofları Platon ve Aristo’nun felsefelerini yorumluyor, kendi düşüncelerine entegre ediyor, mihenk taşı olmasa da pırıltılı felsefeler geliştiriyorlardı. Saf matematik ve geometri kendine doğuda yer bulmuştu. Cebir, geometri ve felsefe doğudaki Academia’lara taşınmıştı. Taşındığı her yeri yeşertiyor, ayrıldığı her yerde düşünce kuraklığına, kıtlığa neden oluyordu. Batı’da Orta Çağ, birkaç tekil aydın kişilik dışında aklın kümülatif kaybedilişiydi. Çok uzun süren bu karanlıktan çıkmak ise Rönesans ve Aydınlanma döneminde tekrar ve ancak Platon’a, Aristo’ya geri dönmekle mümkün olabildi. Skolastik düşüncenin çarpıttığı fikirleri bir kenara bırakılıp, eserlerinin orijinallerine dönüldü. Aslında geri dönülen şey saf geometri ve matematik yani analitik aklın, mantığın kendisiydi. Gün ışığı ancak ondan sonra Avrupa kıtasında görünür kılındı: Aklın her özneye sirayetiyle.
Şimdi yaşadığımız depremdeki bu korkunç yıkımı ne inşaya ne planlamaya ne denetlemeye, ne de politikaya tek başına atfedebiliriz. Bunun sorumlusu beyinlerimizdeki Academia’nın kapanmasıdır. Aklı, bilimi ve etiği özneler arası hale getiremediysek ne anayasa ne hukuk ne yönetmelik bizleri bu açmazdan kurtaramaz. Üzerimizdeki bu kuraklığın nedeni geometrisini yitirmiş bir akıl ve ahlaktır.
Yaklaşık üç sene önce Assos bölgesinde konut projeleri tasarlayıp yapmaya başladığımda bir şey farketmiştim. İnsanlar bir mimarın tam olarak ne yaptığının pek farkında değillerdi. Daha önce büyük ölçekli işlerde (havalimanı, otel, ofis vb) çok daha profesyonel ekipler ve işverenlerle çalışırken farkında olmadığım farklı bir piyasanın dinamiklerini gördüm. Sadece mimarın yaptıkları değil bir inşaatın da nasıl yapılması gerektiği, önemli detayların neler olduğu da büyük bir soru işareti olarak ortada duruyordu. Planlı alanlar yönetmeliğine tabi olmayan belediye mücavir alan dışındaki bu yerlerde işler çok daha kaotikti. Özellikle 500 metrekare altı binalarda yapı denetimi de mecbur olmadığından (plansız alanlar yönetmeliğinde bu şekilde) inşaatlar tamamen sahipsizdi. Özel idareden ruhsat alınması zorunluydu ama sonrası tamamen inşa edenin görgüsüne ihale edilmişti. Gördüğüm örnekler ise çok çarpıcıydı. Hiç kazı yapılmadan direkt toprak üzerinden başlanan temeller, manzarası daha iyi olsun diye toprak dolgu yapılıp yükseltildikten sonra dolgu üzerine koyulan binalar, proje olmasına rağmen ezbere yapılan usta takdiri donatı tasarımları vb uygulamalar. Bunun üzerine, bu yanlışları ya da nasıl olması gerektiğini herkese tek tek anlatmaktansa sosyal medya üzerinden yaptığım işlerin tüm inşaat aşamalarını nedenleri ve sonuçlarıyla paylaşma fikri doğdu. Ve o zamandan beri tüm şantiyelerimin ilk gününden son gününe kadar yayınladığım bir dijital şantiye günlüğü oluştu. Bu son yaşadığımız felakette de merak edip yıkılan ve yeni tabirle sosyal medyada viral olan binaların inşaat fotoğraflarına ulaşıp inşaat sırasında göze batan bir durum var mıydı diye araştırıp, beni takip eden ama teknik olmayan insanlarla paylaşmak istedim. İnşaat mühendisi arkadaşlarımızın yorum katkılarıyla birlikte, uzaktan da olsa gördüğümüz sorunlu durumları yorumlamaya çalıştık. Ve gördük ki daha inşaatı ve müteahhiti eleştirmeye başlamadan bile planlamada birçok sorun var. Yönetmelik sadece spesifik yapı elemanlarıyla ilgili asgari ölçüleri ortaya koyarken, binanın strüktürel geometrisi adeta gözden kaçmış ya da özenilmemiş. Bunları sosyal medyada yayınlayıp tartışırken Arkitera’nın daha fazla kişiye ulaşması ricasıyla burada bir bütün haline getirmeye karar verdik. Şimdi yıkılan binalarda gözümüze takılanlara bir bakalım:
Hatay’da yeni olmasına rağmen yıkılan bu sitenin inşaat resimlerini ararken Facebook sayfasında müteahhitin paylaştığı bir inşaat videosu buldum. Videoyu izlerken gözüme takılan iki nokta oldu. Bunlardan biri binanın toprakla ilişkisinde perdesiz ve yalıtımsız olması, diğeri ise statik ile alakalı bir durumdu. Aşağıda gözüme çarpan bu iki durumu 1 ve 2 no’lu işaretlediğim yerlerden takip edebilirsiniz:
Özellikle 2 numaralı işaretli yerde kolonlar her iki yönde birbirlerine bağlanmamıştı. Bu uygulamayı eski binalarda görüyoruz ama merak ettiğim yeni deprem yönetmeliği ile birlikte buna izin verilip verilmediği idi. Hikayeyi paylaştığım sosyal medyada takipleştiğimiz inşaat mühendisi arkadaşlarımdan bilgi istedim. Cevaplardan gördük ki yönetmeliğin izin verdiği ama hiçbir mühendisin onaylamadığı bir tasarımla karşı karşıyayız. Aşağıda mühendislerden gelen cevapları görebilirsiniz.
Görüldüğü gibi binanın daha müteahhitini konuşmaya fırsat olmadan planlamasında deprem yüklerine karşı zayıf bir geometrisinin olduğu görülüyor ve bu durum yönetmeliğe aykırı da değil. Bunun tek nedeni mühendisler de değil ayrıca. Odanın içinde kiriş görmek istemeyen ama ona göre tasarım yapmayan biz mimarlar ve çıkıntı görmek istemeyen ev sahiplerinin ya da yatırımcının talepleri. Dolayısıyla binanız, bu binanın tanıtım ilanındaki gibi deprem yönetmeliğine uygun, c35-40 beton kullanılmış da olsa, geometrisi deprem sırasında yönetmelikte kabul edilen değerleri çok zorlayacak bir geometriye sahip olabilir.
Şimdi benzer bir durumu farkettiğimiz ikinci binaya bakalım. Yine herkesçe çokça paylaşılıp konuşulan bir bina
Etrafındaki binalar ayaktayken daha üç sene önce yapılmasına rağmen yıkılmış bir site. Bu binanın inşaat fotoğraflarını arayıp yine kendi facebook sayfalarından buldum. İlk bakışta binanın çok uzun olması dikkatimi çekmişti. İnşaat fotoğrafını büyütüp dilatasyon aradığımda görememiştim ve ilk akla gelen acaba bina dilatasyonsuz mu yapıldı sorusu oldu. Ancak paylaşımımdan sonra bir mimar bir arkadaşım kat planını bulup yolladı. Gördük ki projede iki adet dilatasyon var. Google Street View’den baktığımızda dilatasyonun uygulandığını da derzlerden görebildik o yüzden bu olasılığı kaldırdık.
Ancak kat planındaki perdelerde bir inşaat mühendisi arkadaşımızın uyarısı oldu (yukarıda sağda). Dış cephelerdeki perdeler tek yönde ve paralel yapılmış. Burulmayı engelleyecek dik yöndeki perdeler hep binanın merkezindeler yani çok faydalı görünmüyorlar. Bu burulma etkisinin perde uçlarında kopma yaratmış olabileceğini belirtti. Aşağıda konuyu binanın planı üzerine işlediğimiz görsellerden takip edebilirsiniz. Hemen yanına ise Yıldız Teknik Üniversitesi Taşıyıcı Sistem Tasarım Dersi ders notunu ekliyorum. Birlikte iki durumun benzerliğine bakalım:
*Solda Rönesans Residence binasının planı üzerinde tek yönde birbirine paralel dış perdeleri, sağda ise taşıyıcı sistem tasarımı ders notunda kırmızı ile işaretli cümleyi görüyorsunuz: “Perdelerin tek doğrultuda birbirlerine paralel tasarlanması yapının göçmesine neden olabilir.”
Binanın kendi bazasının hemen üstünden kopup devrildiği görseli hatırlarsak gerçekten de kolonlara etkiyen bir burulmanın buna sebep olmuş olması muhtemel. Tabi bunları hesap raporları, teknik inceleme olmadan sadece görsellerden okuyoruz ancak yine de geometrinin deprem hareketlerine karşı zayıf noktaları mühendisler tarafından hemen okunabiliyor. Yıkılan her iki bina için de geçerli bir durum. Ve maalesef her ikisi de yönetmeliğe aykırı değil. Çünkü yönetmelik binanın bütünün geometrisinin deprem davranışını tetkik edecek genellemeye sahip değil. Bunun önce planlayan sonra da denetleyen mühendis tarafından yapılması gerekli.
Çokça paylaşılan ve özellikle teknik olmayan insanlar tarafından ne olduğu çok merak edilen başka bir bina. Bu sefer binanın sağlam ama zeminin sağlam oladığı bir durum söz konusu.
Yine mühendis arkadaşlarımızdan gelen bilgiler de benzer oldu:
Şimdi bu depremden çok daha önce Assos bölgesindeki konutlar ve yapım yöntemleri üzerine gördüklerimden derlediğim birkaç hikayeyi yine aşağıda paylaşıyorum. Sadece şehirlerdeki apartmanlar değil mücavir alan dışındaki müstakil konut piyasasının durumunun da çok iç açıcı olmadığını görmek biraz daha fikir verebilir:
Sanki etriyenin bu şekilde bükülmesi benim özel isteğimmiş gibi demirciler benim şantiyemde çok uğraşıyorlar diye söyleniyorlardı.
Yukarıdaki etriye örneği inanın çok önemli olmasına rağmen en masum örnek diyebilirim. Mimarisi bana ait, statiğini ise yıllardır birlikte çalıştığım statik ekibin hazırladığı bu projenin kolon donatılarını kontrole gittiğimde projedeki 16’lık demir yerine 12’lik, 12’lik etriye yerine ise 8’lik kullandıklarını görüp düzelttirmiştim. Bunu maddi bir çıkar için değil projeye bakmadan ezbere iş yaptıklarından dolayı yapıyorlar. Çünkü ustaya göre kolon demiri 12, etriye ise 8 olurdu. Bizim eve harcadığımız demirle de sekiz katlı apartman yapıyorlardı (kendi tabiri ile). İşte siz sahibi olarak projenizin hesaba kitaba göre yapıldığını zannederek huzurla yaşadığınız ev aslında hiç de öyle olmayabilir. Yapı denetiminin gerekli olmadığı (500m2 altı konutlar için), teknik uygulama sorumluluğunun ise tamamen kâğıt üstünde olduğu mücavir alanlar dışındaki bu villa ve konut piyasasında projeyi yönetmeliğe uygun yapmak gördüğünüz gibi çok da anlam ifade etmiyor.
Başka bir yenileme projesinde mevcut bodrum katın perdesine yalıtım yapalım diye açtığımız ama perde olmadığını görüp şaşırdığımız süprize bakalım:
Peki beton, demir işçiliği madem sorunlu o zaman evlerimizi betonarme yapmayalım çok daha hafif malzemelerden yapalım. Ancak bu hafiflik inşai detayların ya da prensiplerin ortadan kalmasına neden olmuyor. Bir başka örnekte, hemen benim şantiyemin altındaki bir arsada karşılaştığım duruma bakalım. Prefabrik tek katlı bir yapı, herhalde çadırdan sonra yapabileceğiniz en hafif binalardan biridir. Şimdi bu yapıyı bile yerleştirirken dikkat edilmesi gerekli ana prensipleri bir kenara koyarsak neler olabilir görelim:
Gördüğünüz gibi 3 numaralı devrilen bina olarak isimlendirdiğim apartman depremde zemininden dolayı yatmıştı. Burada ise tek katlı prefabrik bir evin deprem bile olmadan oturduğu dolguyu hareket ettirmesi ve evle birlikte yarılması durumu söz konusu.
Bu örneklere her meslektaşımız emin olun birçok örnekle katkıda bulunup ekleme yapabilir. Bu örneklerin sayısının çokluğu ve özellikle yaşadığımız acı tecrübeyle ayyuka çıkmaları bizi şaşırtmasa gerek. Hepimizin er geç olacağını bildiğimiz şeyler. Çünkü aslında esas eksik olanın ne olduğunu biliyoruz ve onun tamamlanmasının zorluğu da karamsarlığımızı arttırıyor. Eksik olan şey yazının en başında bahsettiğimiz matematik ve geometri. Ama sadece mühendislerin uhdesinde olan işlemler kümesinden bahsetmiyoruz. Academia’da öğretildiği şekli ile dünyanın, kozmosun, varoluşun, etiğin ve ahlakın strüktürü olan geometriden bahsediyoruz. Eğer bu geometriyi bozmuşsanız ya da kaybolmuşsa, ileride çok daha fazla kötü hikaye görseli paylaşacağımızdan hepimiz eminiz. Çünkü yaşadığımız acının gösterdiği üzere ne yönetmelikler ne kanunlar bizleri insanın bilgisinden, ahlakından daha fazla koruyamıyor. Bu felaketleri önlemek istiyorsak ne kozmosun ne de ahlakın geometrisini bilmeyenler ya da bilmenin gerekli olmadığını düşünenler, umursamayanlar varsa kenara çekilsin.
Geometri bilmeyen de bir zahmet içeri girmesin.