Taksim Gezi Parkı direnişi şimdiden birçok kazanımları olan bir mücadele, bir tür Vaka-i Hayriyedir.
Taksim Gezi Parkı direnişi şimdiden birçok kazanımları olan bir mücadele, bir tür Vaka-i Hayriyedir. Ağaç Baharına meydan okuyan iktidar meydanı okuyamamıştır. Ancak bugünden itibaren siyasetçiler üsluplarını, belediyeler projelerini, akademisyenler ders içeriklerini, sivil toplum işlevini, aktivistler eylem biçimlerini yeniden düşünüp güncelleyeceklerdir. Toplum olarak dayanışmanın ve barışcıl tepkinin gücünü, medyanın yüzsüzlüğünü, polis-devletinin sakıncalarını pekiştirmiş olduk. Ölümler, sakatlıklar, ağır yaralanmalar ve çekilen onca acı ve sıkıntının karşı kefesine ne koysanız dolmaz ve bu olaylar hayırlı olmuştur denilemez aslında. Ama yarın başka bir Türkiye, başka bir kent, başka bir şehircilik ve mimarlık olacağını söylemek mümkün.
Taksim bana göre bir hüzün meydanıdır. Bu toplumun bütün çelişkilerinin tezahür ettiği, ideolojik müdahalelerin katmanlaştığı, inatların mekansallaştığı bir yerdir. O yüzden meydana bakan herkes kendi meşrebince bir gerçek ve buna bağlı bir tarih görme eğilimindedir. 31 Mart vakası olarak bilinen ve kışladan başlayan bir şeriatçı ayaklanmayı, parkın eskiden bir Ermeni mezarlığı olduğunu, İnönü’nün törensellik amaçlı planlattığı bir tören alanını, devrimci insanların katledildiği kanlı 1 Mayıs’ı, modern elit kültürün kadersiz mekanı AKM’yi görmek, salt bu tarihi yaşatmak, yeniden üretmek, hakim kılmak istemek bundan kaynaklanıyor. O nedenle Taksim yıllanmış bir kan davası gibi, o yüzden uğruna işlenen töre cinayetleri namus ile meşrulaştırılmaya çalışıyor. Tam da bu yüzden bu hatırlar mekanına yapılan her müdahale vicdanları yaralıyor.
Bütün iktidarlar meydanları önemser, meydanlardan korkarlar.* Hükümetin bir taşla birçok kuş vurmayı planladığı Taksim Projesi de tam bu sebeple bir haysiyet direnişine yol açtı. Konu sadece ağaç olsaydı, gene dikeriz, başka yere taşıyoruz söylemiyle savuşturulabilirdi. Proje kendi Osmanlıcı tarih anlayışını ön plana çıkarıp iktidarın simgesel fetihini ve imzasını koymayı hedeflerken, aynı zamanda meydanı küresel kent vizyonuna uygun biçimde neoliberal anlayışla yeniden üretmek, böylelikle mevcut kullanıcıyı bertaraf eden bir sterilleşme sağlamak, iktidarın bio-politik tahayyüllerine uygun yeni bir kamusallık üretmek isteniyor. Elbette bu taş atılmış iken kentsel rant üretmek ve bunu gönlünce dağıtmak da pastanın kreması olacak.**
Projedeki tarihi ihya anlaşıyışının bilimsel olmaktan ziyade romantik ve hatta rövanşist olduğunu, AKP’nin öteki tarih olarak gördüğü herşeyi çanak, çömlek, ucube, teferruat olarak gördüğünü, Yenikapı, Marmaray, Sulukule, Tarlabaşı, Emek gibi birçok örnekten biliyoruz. AKP politikalarının göbeğinde ihya anlayışından ziyade kapitalizimin yıkıcı yeniden yapıcılığının bulunduğunu, ekonominin bu inşaat motoruna bağlı olduğunu da biliyoruz. Kışla ile ilgili itirazlar bu öznel tarihselciliğe, yapının temsil ettiği militarist-şeriatçı anlamlara, tamamı ortadan kalkmış bir yapının rekonstrüksiyonunun bir samimiyetsizlik ve takiyeden ibaret olmasına, ihyanın bilimsel olmayıp milliyetçi muhafazakar seçmeni okşamak üzere üretilmiş olmasına, işlevi belli olmayan bir yapı ortaya konmasına, buna göre kullanıcı profili, çevreye etkileri ve gerektirdiği donatıları düşünülmeyen, aleni, şeffaf ve hesapverebilir süreçlerde geliştirilmemiş bir proje olmasına dayanıyor.
Projenin yanlışları bir yana süreçte kent planlama ilkeleri açısından da devasa sorunlar sözkonusu: Başbakanın hala Belediye Başkanı gibi davranması, projenin Parti imalatı olması (ben şahsen ilk kez AKP resmi sitesindeki tanıtım videosu ile tanıştım), projedeki yol ve kışlanın bağımsız olarak üretilmesi, bu parçacıl projelerin çevre ile etkileşiminin analiz edilmemesi, üst ölçekli planlarla, ulaşım planlarıyla ilişkisinin kurulmamış olması, Belediye meclisinde onaylanmasının meşruiyet açısından yeterli görülmesi, hiçbir katılımcı mekanizmanın kurulmamış olması majör hatalardır.
Gelişmiş demokrasilerde, kentsel mekanın üretiminde, hele ki kentin tamamını ilgilendiren projelerin üretilmesinde ortak aklın devreye sokulduğunu, toplumsal meşruiyet garanti edilmeden hiçbir işe başlanmadığını, sürecin şeffaf ve hesap verebilir şekilde yürütüldüğünü görüyoruz. Tıpkı Çevre Etki Değerlendirmesi ÇED gibi bir Toplumsal Etki Değerlendirmesi yapılarak, kullanıcalara etkisi, ekonomik fizibiletisi, istihdam olanakları gibi toplumsal sonuçlarının önceden hesaplandığı ve kamuoyu ile paylaşıldığı, gerekirse mutabakat oluşuncaya kadar projenin sürekli revize edildiği katılımcı süreçler görüyoruz.
Taksim meydanı nasıl düzenlenmeli sorusu öncelikle iyi bir meydan nedir sorusuna verilecek cevaba bağlıdır: Eğer demokratik bir toplumdan söz ediyorsak iyi bir kent meydanı erişimi kolay, toplumun farklı kesimlerine ve çeşitliliklere açık, her türlü rekreatif (eğlence-dinlence) etkinliklere izin veren bir kamusallıktır. Taksim özelinde bakacak olursak Prost’un 2 no’lu parkı tarih boyunca yapılan müdahale ve yatırımlarla gerçek bir kent parkı olamayacak denli küçültülmüş, parçalanmış bir alandır. Meydandaki kötü kullanımlar ve eşikler nedeniyle sınırları belirsiz bir haldedir. Taksim Meydanı kentin kalbi ise İstiklal Caddesi oksijenlenmiş kanı vücuda dağıtan aorttur. Meydan tüm bu damarlar ile ilişkiselliği bağlamında düşünülmelidir. Dalış tünelleri meydanın yaya erişimini kısıtlayacak bir tehdittir. Biliyoruz ki her yol kendi trafiğini yaratır. Bu nedenle tüm dünyada kent meydanlarına toplu taşıma ve yaya erişimi modelleri ile yaklaşılmakta, özel araçla meydana gelişim kısıtlanmaktadır. Yine meydan düzenlenirken Taksim’in topoğrafyası, güneş, rüzgar, soğuk ve sıcak hava akımları analiz edilmelidir. Mevcut projedeki ferahlık getireceği iddia edilen geniş açıklıklar faşizan tören meydanlarına özgüdür. Kanımca, Taksim Meydanı mevcuttan daha büyük bir yeşil alana ihtiyaç duymaktadır.
Taksim meydanının planlanmasında bu alanın Sit niteliği kadar Gezi direnişinde ortaya çıkan özyönetim anlayışı, kullanım talepleri de değerlendirilmelidir. Örneğin Berlin’deki kapatılan Tempelhof Havaalanı bir kent parkına dönüştürülürken, Gezinin yaklaşık 20 kat büyüklüğünde bir alan olmasına rağmen, hiç bir yapı yapılmadan tamamen uzlaşılmış kamusal kullanımlara ayrılmış, hatta Türkiyeli göçmenlerin mangal talebi kültürel bir hak olarak uygun bulunmuştur. Bir kent merkezinin, meydanının ve parkının tasarlanmasında mutabak-özyönetim o alanın kullanılacağının, hem de iyi kullanılacağının temel garantisidir. Bu nedenle siyasetçinin vizyonuna, yerel yöneticinin projeciliğine, uzmanın aklına, yarışma sürecine, ankete, referanduma bırakılamayacak kadar önemlidir.
Umuyorum ki Türkiye, Taksim Meydanı örneğinde yeni, çoğul, demokratik proje üretme ve karar geliştirme sürecini öğrenecek, bu katılımcı kent yönetimi modeli dalga dalga diğer kentsel mekanlara yayılacaktır.
* Çavuşoğlu, 2008. Kent ve İktidarların Meydan Korkusu: http://www.mimdap.org/?p=115952
** Bu konuda etraflı bir değerlendirme için Bkz: Esen, 2013. Taksim 5 Kasım: Bir Darbenin Şifreleri, Birikim sayı 286.