Hollanda tasarımının toz pembe dünyasına nefes kesen bir yolculuk.
Türkiye’den bir gazeteci grubu olarak, Hollanda tasarım alemine Ekim ayında yaptığımız gezinin ilk iki gününden kısa notlar:
1. Hollanda’daki mimarlık firmaları kendi vizyonlarını dünyaya pazarlama konusunda oldukça çalışkanlar. Bu vizyonlar çoğunlukla, Hollanda’nın ürettiği teknoloji odaklı tasarım bilgisiyle ilişkili.
2. Hollanda’nın kendine bir tasarım kültürü inşa edebilmesi için Het Nieuwe Instituut’de sıkı bir arşiv tutuluyor.
3. Hollanda Devleti, 2017-2020 arası kültür politikaları çerçevesinde, Türkiye ile tasarım ve yaratıcı endüstriler üzerinden ilişkiler kuruyor (yazının sonunda bir açık çağrı duyurusu var).
4. Good Vibes Only.
Bu notları elimden geldiği kadar açmaya çalışacağım ama önce geziye dair birkaç detay vermek istiyorum. Hollanda Devleti’nin davetlisi olduğumuz (bkz. yukarıdaki üçüncü madde) gezi programı oldukça detaylı ve özenli planlanmıştı. Henüz Hollanda’ya varmadan, tüm gezi programını online takip edebildiğimiz uygulamayı telefonlarımıza yükledik (böylece geziye başlamadan Hollanda devletinin böyle bir uygulama “tasarlatmış” olmasından etkilenmiş halde uçağa bindim). Farklı ölçeklerde ve alanlarda üreten tasarımcılarla görüştük ve nesnelerin tasarımının ötesinde; süreçlerin, kullanımların, geleceğe dair fikirlerin tasarlandığı bir alana girdik. Hollanda Devleti’nin davetlisi olarak gittiğimiz için gördüklerimiz ülkenin tasarıma dair hangi fikirleri ve kişileri öne çıkarmayı tercih ettiğine dair fikir verecektir.
Rotterdam’daki Mc Donald’s hamburgeri.
Türkiye’dekinin bir benzeri.
İlk iki günümüzde Rotterdam’da, OMA (Office for Metropolitan Architecture) ve MVRDV’nin ofislerini ve Hollanda’nın yeni nesil muciti Dan Roosegaarde’nin stüdyosunu (ve aşağıda sayacağım birçok başka kurumu) ziyaret ettik. Üstünkörü bir karşılaştırma yapacak olursam, uluslararası tasarım vitrininde uzun zamandır Hollanda’yı temsil eden starkitekt ofislerinde heyecanın biraz azaldığını; Dan Roosegaarde’nin ise Dünya’nın yörüngesindeki uydulardan kopan atık parçaları havai fişeklere dönüştürecek projesini büyük bir heyecanla anlattığını söyleyebilirim. Mimarların şehir denilen devasa icadın sorumluluğunu hala sırtlarında taşıdıklarını düşünürsek karşılaştırma yapmak fuzuli olacaktır. Öte yandan Roosegaarde’nin (mimar olmadığından olsa gerek) tüm o ağırlığı sırtından hop atarak: “Şehirlerin havasını temizleyip çıkan tozdan yüzük yapıyoruz.” demesinde mimarlığın dertlerini unutturan bir çabasızlık var.
Rotterdam’ın eski bir hangar yapısının çatısına yerleşmiş Op Het Dak‘ta dertlerimizi
unutmuş ve çabasız bir öğlen yemeği sonrası çatı bahçesinde gezinirken
(fotoğraftaki ben değilim). Yaklaşık yirmi yıl önce yıkılıp yerine yeni bir bina inşa edilmesi düşünülen bina yıkılmamış ve tasarım alanında
çalışan genç firmaların kullanabilecekleri ofislere dönüştürülmüş. Rotterdam’a yolunuz düşerse Op Het Dak’a mutlaka gidin
(özellikle vejeteryanlar).
Önceliği OMA’ya veriyorum ve ciddileşiyorum. Proje geliştiricileri, kamu ve yerel yönetimler gibi çok partili proje yönetimi konusunda deneyimli Mariano Sagasta ile OMA’nın Bajes Kwartier projesi üzerine konuşma fırsatımız oldu. Amsterdam’ın güneybatısında 1970’lerde inşa edilen hapishane yerleşkesini, mahkum sayısının azlığı nedeniyle dönüştüren proje, Hollandalı gayrimenkul geliştiricisi AM tarafından geliştiriliyor. OMA projenin master planını ve bir bölümünün mimari tasarımını üstleniyor. Hazırlanan master plan, bağdaşmaz gözüken işlevlerin yan yana, üst üste, iç içe kullanıldığı karma programlı yapılar öneriyor. Yapı programlarındaki cambazlıklar OMA tasarımlarının alametifarikası. Yaklaşık beş senedir proje üzerinde çalışan Mariano Sagasta proje paydaşlarının iletişimi, herkesin memnun edilmesi, paranın nasıl geri döneceği, halkın nasıl mutlu olacağı, kentsel yoğunluğun ne şekilde arttırılacağı, sosyal donatılar, alanın kentle kuracağı ilişki üzerine net fikirlere sahip ve sorularımıza bir teknotrat eminliğinde cevaplar veriyor ancak Evrim Altuğ’un sorduğu, hapishaneden konuta dönüşümün manidarlığına dem vuran soru havada bırakıyor.
Hollanda mimarlığında OMA ile başlayan ve OMA’dan türeyen ofislerle devam eden ekolünün global ölçekte piyasa ile yakaladığı mutlu birlikteliği düşünüyorum, Mariano’nun kendinden emin ve detaylara hakim tavrı beni de etkisi altına alıyor. OMA’nın tasarladığı bir kent parçasının içinde kendimi mutlu bir vatandaş olarak hayal ederken uyanıyorum… Rem Koolhaas ofiste değil. Koolhaas’ın vizyonunu anmadan geçmemek adına şuraya bir videosunu bırakıyorum.
Videodan: “Mimarlık başkasının dürtülerini destekleyen bir meslek
olduğundan kritik mimarlık yapmanın mümkün olduğunu düşünmüyorum;
fakat yaptığımız mimarlık, her girdiyi analiz edip masaya yatırarak
yeni bir yolla tasarlamayı aradığı için kritik.”
MVRDV… Birkaç sene önce Türkiye’ye de gelen Winy Maas’ın kurucularından olduğu ofis (Bjarke Ingels gelmeden önce) bir süre Kuzey Avrupa’nın en hızlı ve hınzır ekibiydi. Winy Maas’ın Why Factory’sinin, 10 sene önce şehirlere tarım ve hayvancılığı entegre etmek için önerdiği ahır/gökdelenleri ilk gördüğümde etkilendiğimi hatırlıyorum (domuzların kaldığı gökdelenler değil ama şimdilerde Hollanda’da ineklerin otladığı yüzen meralar inşa ediliyor). Ofisin, kente (ve kent olmayana) dair alışkanlıkları yıkan fikirleri ile mimari tasarımları uçlara taşıyan provakatif ve oyuncu tavrı hala hoşuma gidiyor. MVRDV’nin çalışma mekanı, dünyanın her yanına ithal ettikleri projeleri gibi, zihni ve duyuları gıdıklayan mimari unsurlara sahip. 2009’da TU Delft’in içinde inşa edilen The Why Factory tribünlerini andıran büyük merdivenlerle asma kata çıkılan geniş hacimde, atölye benzeri bir atmosferde çalışan proje ekiplerinin çoğu gençlerden oluşuyor. Eski bir yapının içine yerleşen ofisin geniş çalışma mekanından ayrılan toplantı, maket, dinlenme odalarının tavan ve zemin de dahil tüm yüzeyleri MVRDV’nin dikkat çekici paletinden seçilen renklerle boyanmış.
The Why Factory’nin provokatif başlıklı kitaplarından biri.
Dijital tasarım çağında kopyalamanın anlamı ne olabilir?
Hollanda mimarlığında da kopyalamak Türkiye’deki kadar tabu mu?
Türkiye’den gelen bizler, baştan aşağı Hollanda turuncusuna boyanmış toplantı odasına alınıyoruz. Turuncu dünyanın dışarıya açılan bant pencerelerinden ağaçların yeşili gözüküyor. MVRDV ekibinden Arjen Ketting bize üzerinde çalıştıkları projelerden bir seçki sunuyor. Renderlarda OMA’ya kıyasla daha fazla renk, ağaç, çiçek ve otlak görüyoruz. Arjen Hollanda’da enerji dönüşümüne verilen önemden, 1950’lerde inşa edilen binaların enerji dönüşümüne uyum sağlamazlarsa gelecek 50 yıl içinde yıkılmak zorunda kalacaklarından bahsediyor. Bugünlerde Hollanda’ya giderseniz bütün tasarımcılardan duyacağınız bir kavram olan döngüsellik (öyle ki ya kavramın içi biraz boşalmış ya da hakikaten bir norm halini almış, bilemiyorum) MVRDV’nin de gündeminde. Tasarımcıların iktisatçılardan ödünç aldığı döngüsellik kavramı, dünyadaki kaynakların yeni ürünler için tüketilmesi yerine elde olanların sonsuz kere dönüşerek kullanım döngüsünde tutulmasını öneriyor. Hollanda’daki yapı sektörü de, kullanıldıktan sonra kolayca döngüye katılabilecek malzemelerin ve binaların (sökülüp başka yapılara dönüşebilecek şekilde tasarlanan yapılar) tasarımına yönelmiş gözüküyor. MVRDV’nin ofisinden ayrılmadan önce, Hollanda kırsalındaki arsa sahiplerinin kendi enerjilerini de üzeten otonom bir modele geçmelerini öneren Almere Oosterworld projesinin birkaç fotoğrafını çekiyorum. Ofisi gezmek isteyenler için link bırakıyorum.
Minke van Wingerden’in Rotterdam’da hayata geçirmeyi planladığı
Floating Farm / Yüzen Çiftlik projesinin kartpostalını elimde tutarken.
Ardından Hollanda’nın mimarlık ve tasarım arşivini tutan Het Nieuwe Instituut‘e (Türkçesi: Yeni Enstitü) geçiyoruz. Devlet tarafından finanse edilen arşivin koleksiyonunda Hollandalı mimar ve plancılardan çizimler, maketler ve fotoğraflar bulunuyor. İnternet sitesinde dünyanın en büyük mimarlık arşivlerinden olduğu söz edilen koleksiyon 1.4 milyon çizim, 2.500 maket, 70.000 kitap ve dergiyi kapsıyor. Bunun yanında enstitü Hollandalı tasarımcıların dünya tasarım sahnesiyle olan ilişkilerinde arabuluculuk görevini üstleniyor; önemli etkinlik ve sergilere Hollanda katılımını koordine ediyor (yani İKSV’nin Venedik Bienali sürecinde yaptığı işi Hollanda’da Het Nieuwe Instituut yürütüyor). Bir de müze bölümü bulunan Enstitü’de şu an devam eden Spekülatif Tasarım Arşivi sergisi, ünlü tasarımcıların elinden çıkmış objelerden kimsenin bilmediği bir maket malzemesi koleksiyonuna, oradan artık kullanılmayan video kasetlere uzanan bir yelpazede “Kim, neyi -ve neden, ve nasıl- gelecek jenerasyonlar için koruyacak?” sorusunu ortaya atıyor.
Het Nieuwe Instituut’te beğendiğim bir sürahi fotoğrafı
Serginin küratörü Job Meihuizen bizi gezdiriyor ve bitmek bilmez sorularımıza cevap veriyor. Bütün cevaplar Hollanda’nın tasarımının geçmişinden gelen referanslarla kendisine bir tasarım kültürü oluşturmasında ve bunu geleceğe taşımasında arşivlemenin önemini vurguluyor. Böylelikle, bir çeşit tasarım tarihi yazılıyor. Türkiye’de devlet eliyle inşa edilen yapılar ve söylemler üzerinden yazıldığını gördüğümüz tarihten farkı, iyi tutulan (ve çok yönlü) bir arşivin beslemesiyle meslek insanları tarafından yazılıyor olması. Atlamadan: devlet eliyle olmasa da Türkiye’de de bazı bağımsız ve kapsamlı arşivler oluşturuluyor; son yıllarda SALT’ta toplanan mimar ve tasarımcı arşivleri ve 3. İstanbul Tasarım Bienali kapsamında başlayan “Türkiye Tasarım Kronolojisi | Deneme” adlı proje, meseleyi ecdadımıza kadar götürmeyen daha güncel tasarım bilgisinin geleceğe taşınmasında önemli olacak. Türkiye Tasarım Kronolojisi çerçevesinde Studio X’te başlayan oturumlar, Meraklısına Tasarım Tarihimiz serisi ile devam ediyor (2016’da yapılan tasarım kronolojisi sergisi için hazırlanan metne de şuradan ulaşabilirsiniz).
Creative Industries Fund NL tarafından yapılan
son başvuru tarihi 21 Ocak 2019 olan çağrıının duyuru görseli
Hollanda’ya dönersek, gezinin Türkiye’deki tasarımcı ve mimarları doğrudan ilgilendiren bir sonraki durağı Creative Industries Fund NL‘in Rotterdam ofisi. Ofiste Türkiye doğumlu olup Hollanda’ya yerleşmiş iki tasarımcı tarafından karşılanıyoruz: Arman Akdoğan ve Ekim Tan. Arman ve İlkay, Hollanda’nın 2017-2020 arası için açıkladığı kültür politikası çerçevesinde, The Creative Industries Fund NL tarafından yürütülen dört senelik “Tasarım Yoluyla Sürdürülebilir ve Kapsayıcı Şehirler” programı dahilinde yapılan açık çağrıya katılıp fon alan Türkiye-Hollanda grubu projelerin Hollanda partnerleri. Hollanda Dışişleri Bakanlığı’nın fonladığı programda partner ülkeler her dönem değişiyor. Bu da demek oluyor ki 2017-2020 arasında Hollanda devletinin fonladığı, Türkiye ve Hollanda tasarım alemleri arasındaki ortaklıkları güçlendirmeye yönelik bir dizi proje hayata geçti ve geçecek. Benim yakından takip edebildiğim Eindhoven Design School’da eğitmenlik yapan Jan Boelen tarafından kürate edilen 4. İstanbul Tasarım Bienali oldu (bienaldeki Hollanda etkisini hepimiz fark ettik sanırım). Fon programının temelinde, kentleşmeyi ve doğurduğu sosyal sonuçları tasarım yoluyla sorgulamak ve çözüm üretmek var. Bir diğer amaç partner ülke ile Hollanda arasında ortaklık fırsatları yaratmak. Yapılan ilk açık çağrı sonucu Türkiye partnerli üç proje seçilmiş. 2007’de Rotterdam’da kurduğu ofisi IND [Inter.National.Design] ile mimarlık pratiğini sürdüren Arman Akdoğan’ın bize sunumunu yaptığı proje, döngüsel bir tarım ve hayvancılık kurgusu öneren bir çiflik bilgisi üretmek (ve tekrarlanabilecek bazı standart yöntemler geliştirmek) üzerine. Proje hayata geçerken Türkiye’den yerel bir yetiştiriciyle çalışılması öngörülüyor. Fon alan diğer projenin yürütücüsü Ekim Tan, “akıllı ve sosyal şehirler için ciddi oyunlar” sloganıyla kent oyunları tasarlayan Play the City isimli oluşumun kurucusu. Tan’ın önerdiği proje Mersin’de yürütülecek CityLab‘ler aracılığıyla şehir planlaması alanında iş birliğine dayalı karar vermeye yönelik bir kültür oluşturmayı hedefliyor. Seçilen üçüncü proje (o gün detaylı sunumu yapılmadı), açtığı yarışmalarla adından söz ettiren Lüleburgaz’da yapılması planlanan bisiklet yolları ağı. Projelerin heyecan verici olduklarını söyleyerek yetiniyorum ve detaya girmiyorum. Turkiye partnerli açık çağrıların ikincisi geçtiğimiz aylarda ilan edildi. Son başvuru tarihi 21 Ocak 2019 olan çağrıya buradan ulaşabilirsiz.
Hollanda tasarım ve mimarlık aleminin toz pembe yanını deneyimlediğimiz seyahatimizin ikinci bölümünü ikinci bir yazıya bırakıyorum. İkinci bölümde daha az mimar ve daha çok eğlence olacak (Dan Roosegaarde ikinci bölüme kaldı). Rotterdam’dan çıkıp Eindhoven Tasarım Festivali’nin kıpırtılı alemine dalacağız ve hep politik doğrucu olacağız. Hollanda tasarım aleminden aldığım bir izlenim ile bitiriyorum: Good vibes only.
*Ortama sadece pozitif enerji ve motivasyonların nüfuz etmesine izin veren, koruyucu kalkan benzeri söz öbeği. Tureng çevirisi: sadece yapıcı düşünceler.