Halife’nin Sanatı

Bir köşk, bir sergi, ve sergiye yapılan saldırı…

Abdülmecid Efendi Köşkü (Fotoğraf: Taner Ceylan Twitter hesabından alınmıştır)

Bu yazı sesli düşünmek için yazıldı. Kendi iç tartışmasıydı yazıcının. Kendi iç çıkarımı…

Abdülmecid Köşkü. Mısır Hidivi İsmail Paşa tarafından yaptırılan, Mimarının Vallaury olduğu tahmin edilen, şu zamana bir kısmı ayakta kalmış köşk. II. Abdülhamid alır Abdülmecid Efendi için. Padişah olmayan Abdülmecid Efendi. Son Halife olan Abdülmecid Efendi. Son Halife ama sanat düşkünü. Ressam. Yapı zaten sanat eseri gibi, Abdülmecid Efendi gibi bir sanatkarın elinde bir sergi salonu gibi. Abdülmecid Efendi’nin yurt dışına gitme mecburiyetiyle bozulur sergi. Köşk sahibini arar zamanla. Elden ele geçer; devlete, Kalkavan Ailesine, Yapı Kredi Bankasına, Koç Ailesine… En son başka bir sanat düşkünü Ömer Koç’un açtığı sergiyle eski değerine kavuşur yapı.

Buraya kadar herşey çok güzel gibidir. Ancak sekel bir durum vardır. Abdülmecid’in son halife olması ile sergilerin mahiyeti örtüşmez. Abdülmecid Efendi’nin hayatına ve yaptıklarına baktığımızda açılan bu sergiden hoşnut olacağı düşünülürken, “Son Halifenin secde ettiği yerde çıplak heykeller konuluyor.” diyerek ayaklananlar olur. Ve saldırı yapılır. Saldıranın secde ettiği yer dediği ocak için yapılan niş… Eleştirdiği çıplak heykeller gibi çıplak resimler yapan Son Halife… Yapılan saldırı cahilce. Daha da kötüsü hala da bunun savunanlar vardır. Çoğunluk ile. Galeyan ile. Madımak’ın faili olan aynı galeyan ile. Hatta daha da kötüsü İslam adına bu saldırının yapılması. Ve utanma anı… Başkasının yerine utanma. İslam adına utanma. Müslümanların içinde münafıkların varlığını bildiği halde kimseye bilgi vermeyen Peygamberin örnek olduğu İslam adına… 

Konuyu sanat çerçevesine çekersek dünya görüşü ve sanat bağlamında, çıplaklığın sanat içinde yer almasını eleştiririm içimden. Sanatı nesnellik boyutuna çekerek çıplaklığı eleştirmek değil bu. Sanatı çıplaklık ile birlikte ele alanların kapıldığı nesnellik durumunu eleştirerek. Yani sanatın çıplaklık ekseninde sığlaştırarak nesnelleştirilmesini. Halbuki sanat çerçevesinde çıplaklık bebeğini emziren bir anne profili gibi olmalı. Konu çıplaklık değil, konu bebeğin ab-ı hayatı olan sütü en saf, en temiz şekilde memeden emmesi. Yani hayat bulması. Hem de insan vücudundan, yalnızca o bebek için yaratılan süt ile. Süt kadar naif, süt kadar beyaz…

Veya bir cesedin kana bulanmış vücudundaki çıplaklık. Koyu kırmızı kan kadar ürkütücü… Vahşet, hüzün, korku… Ve başka örneklerle… Amaç teşhir değil, amaç duyguları aktarmak. Düşüncelere boğmak göreni. Anlık görene uzun uzun baktırmak. Şehvetle değil fikirlerle baktırmak… 

Abdülmecid Efendi’nin nü tablosu “Avluda Kadınlar” da bir teşhir. Haremi teşhir. Osmanlı’daki değişimi teşhir. Esasında çıplaklık ön planda değildir ama çıplaklık doğal da değildir. Nesnedir. O yüzden içime sinmemiştir Abdülmecid Efendi’nin Halife olmadan önceleri yaptığı bu tablo.


Atlar, Abdülmecid Efendi

Konuyu farklı bir çerçeveye taşıyarak sergide en dikkati çeken esere, Daphne Wright’ın “Aygır” heykeline odaklanalım. Bulunduğu ortam ve atmosferi açısından da sergideki en uyumlu çalışmalardan biri denebilir. Kendi özelinde yıkılmış ve çırpınan güçlü bir atı göstermesi ile yıkılmayı, ölümü, hüzünlü sonları anlatsa da eser, Abdülmecid Efendi Köşk’ünde bulunması haysiyetiyle bambaşka bir manaya pencere açıyor. Özellikle Abdülmecid Efendinin “Atlar” isimli tablosuyla birlikte bakıldığında. Bir yerde ayakta duran beyaz bir at ve yanında karanlık içinde ön kısmı görülen kahverengi bir tay. Karanlık, loş ortam, düz zemin. “Aygır”ın bulunduğu odadaki kırmızı zemin üzerinde, yine loş ortamda, yine beyaz bir at. Tek ve ters dönmüş. Bazı şeyler ters dönmüş. “Atlar”daki zayıf beyaz at yalnız kalmış, düşmüş, ters dönmüş… Ama güçlenmiş, kalkmak için çırpınan güçlü bir at…


Aygır, Daphne Wright (Fotoğraf: Özlem Avcıoğlu)

Etiketler

Bir yanıt yazın