Her şey düşünmekle mi başlar? Hayal etmekle mi başlar? Yoksa bazı mimarların dediği gibi "her şey yapmakla mı başlar?" İlk hendeğin kazılmasıyla veya ilk taşların üst üste konulmasıyla başlayan "yapmak eylemi" tarihin farklı dönemlerinde farklı coğrafyalarda farklı yapma biçimlerine dönüşmüştür. Yapma eylemi sadece insana özgü bir eylem olmamakla birlikte doğadaki hayvanlar da bu eylemi kendi birtakım içgüdüsel davranışlarıyla yapmaktadırlar. Veya doğanın kendisi de bu eylemi kendi üzerinde gerçekleştirmektedir. Yapma biçiminin coğrafya üzerinden veya bina tektoniği üzerinden nasıl kimlik tanımladığını, bu kimliklerin bir değiştirme aracı mı yoksa bir dönüştürme aracı mı olduğunu? Bu aracın kullanıcıları ve o yeri nasıl dönüştürüp değiştirdiğini, yapma eyleminin etki alanının tanımlanıp tanımlayacağını ve tüm bu belirsizlikler içerisinde yapıların kendi belirliliklerini nasıl yarattığını ve yapıların kendi değişimlerini nasıl oluşturduğunu birbirleriyle kurduğu ilişkiler ağından ve yapma biçimleri üzerinden üst ölçeklerden daha alt ölçeklere inilerek yazılan yazıda, "her şey yapmakla mı başlar?" sorusuna cevap aranmaya çalışıldı.
Yapmak eylemi, üst ölçekte coğrafyaya daha alt ölçeklerde ise bir yere, bir mekana, bir nesneye veya bir şeye müdahale ile başlayan ve müdahale edilen şeylerin bazı özelliklerini geri dönülemez şekilde değişime uğratan soyut fikirlerin, somut temsiliyetlere dönüşme sürecidir. Sadece insana özgü olmayan bu süreç, hayvanların bazı içgüdüsel davranışlarına da yansımıştır. Hayvanların yapma biçimlerinde bir fikir oluşumu görülmese de içgüdüsel bir davranışın somut bir temsiliyeti görülmektedir. Leyleklerin odun parçalarıyla kendilerine yuva yapması, su samurlarının, su ve karanın birleştiği alanlara kendi yuvalarını yapmaları, karınca yuvaları, doğal arı kovanları, farelerin yeri kazarak yuva yapmaları gibi bazı hayvanların doğaya direkt müdahalesiyle bir yapma biçimi sergilediği görülmektedir. Bu yapma biçimi doğayı değiştirici bir hamle olmamakla birlikte yuvalar işlevini yerine getiremez olmaya başladıklarında veya çeşitli dış etmenlerden dolayı terk edilme durumlarında doğada minimum iz bırakarak yok olmaktadırlar. Hayvanların sergilediği bu eylem doğada bir değişimden ziyade bir dönüşüm aracıdır.
Öte yenden doğanın kendi üzerindeki yapma eylemleri ise çeşitli doğal süreçler sonucu birtakım değiştirici müdahalelere neden olmaktadır. Bazen sel sularının yeri aşındırmasıyla oluşan, kayaçlar üzerindeki değiştirici etkiler sonucu peri bacaları oluşumları bazen ise çeşitli gaz tepkimeleri sonucu oluşan travertenler, kıyıya çarpan dalgaların kıyıda bazı yer şekilleri oluşturmaları doğanın kendi üzerindeki yapma biçimlerine örnek verilebilir. Bu doğal etki örnekleri, çeşitli afetlerin o coğrafyayı geri dönülemez şekilde değiştirmesiyle de çoğaltılabilir. Bu değişimler topoğrafya ve iklim gibi kentlerin oluşmasında etkili olan doğal olaylarla da bazı değişimler meydana getirmekte ve kentlerin kimlik özellikleri kazanmasını sağlamaktadır. Bir yere kıyı kenti, deprem kenti, engebeli araziye sahip kent veya plato kenti gibi bazı karakteristik tanımlamalar yapmamızın özünde doğanın kendi üzerindeki yapma biçimlerinin bir sonucu olduğu görülmektedir. Bu doğrudan o kentin bazı ekonomik faaliyetlerini, yapı tipolojilerini, insan karakterlerini ve tüm bunlar arasındaki ilişkiler ağını şekillendirmektedir. Herhangi bir yerdeki bir kişinin yaptığı hayvancılık faaliyetlerinden, yürüdüğü yolun eğimine kadarki ilişkilerin özünde doğanın yapma biçimi ve bunun sonuncunda gerçekleşen ve birbirini etkileyen birtakım süreçler zincirini yatmaktadır. Ben neredeyim? Sorusuna verilen cevaplarda da o yerin bu karakteristik özelliklerini tanımlanmaktadır aslında. Bu karakteristik kimlik ögeleri de bir toplum kimliği bir aile kimliği dolayısıyla bir kişi kimliği tanımlamaktadır. Bu tanımlamalar kesinlikle bir ötekileştirme anlamı taşımamakta tam tersi o coğrafyanın o insan üzerindeki etkilerine dikkat çekmektedir. Doğu insanı sıcakkanlıdır derken. Coğrafyanın, afetlerle kendi üzerinde bir yapma eylemi gerçekleştirdiği bu değişimin yer şekillerine yansıması ile toplu yerleşmelere imkan tanımayan arazi yapısının, insanların birbirleriyle daha samimi bir ilişki kurmaya başlamasına neden olmakta ve doğal bir süreç sonucu oluşan yapma eyleminin insanlar üzerindeki direkt etkisi görülmektedir.
İnsana özgü yapma biçimlerinde ise özne insan olduğu için yapma eylemi daha kompleks bir hale gelmeye başlamakta. Çünkü insanı diğer canlılardan ayıran özelliklerle birlikte bu eylem geniş ölçekte birçok farklı sonucu olumlu-olumsuz anlamda beraberinde getirmektedir. Bilinçli olarak yapılan müdahaleler veya bu müdahalelerin bazı anlamlar kazanması, eylemlerin sonuçlarının öngörülmesi ve fikir üretimi gibi insani özellik süreçlerinin, somut temsiliyetlere dönüşmesiyle yapma eylemi de başlamaktadır. Bu temsiliyet süreçleri, akıldaki fikirlerin çeşitli sunum araçları ve teknikleri ile algılanabilir hale gelmesinden yapıdaki son inşa etme aşamasına kadar geçen süreci kapsamaktadır. Yapma biçimleri, coğrafyadan coğrafyaya değişebildiği gibi kişiden kişiye de değişebilmektedir. Mimar kendi deneyimlerini, coğrafyanın sundukları ile harmanlayıp yapma biçimlerini çeşitlendirmektedir. Bu dinamik süreç, olumlu veya olumsuz anlamda çeşitli etkiler doğurabilmektedir. Bu etkiler, coğrafya üzerinde değiştirici, yapı üzerinde ise dönüştürücü olabilmektedir. Coğrafya üzerindeki değiştirici müdahaleler topoğrafyaya müdahale ile çevresel olabilirken bu çevresel müdahalenin toplumsal yapıyı da etkilemesiyle toplumsal da olabilmektedir. Bu müdahaleler ile kimi zaman yapının yakın çevresi etkilenmekte kimi zaman ise etki çerçevesi ölçeksizliğe ulaşabilmektedir. Parsel içindeki küçük ölçekli bir müdahale, kent ölçeğinde değiştirici etkiler doğurabildiği gibi bir kent dokusu da tanımlayabilmektedir. Parsel içinde yapılan müdahalenin, etki sınırlarının bilinmez oluşu ve tüm eylemlerin kelebek etkisi ile birbirini tetikleyebildiği müdahaleler, bize kentin sürekli bir devinim ve dönüşüm halinde olduğunu gösterir niteliktedir. Diğer yandan çeşitli tüketim odaklı müdahaleler ile ölçek kavramı sorgulanmaktadır. Zincir markaların, dünyanın her yerinde neredeyse aynı mekanları tasarlatması ölçeksizlik üzerinden ait olma durumunu yeniden tanımlatmaktadır. Kent içindeki tüm bu ilişkiler ağı dinamik olup yapılan değiştirici müdahalelere kent, çevresel-toplumsal anlamda tepki vermekte ve kendini yeniden şekillendirmektedir. Coğrafya üzerindeki dönüştürücü müdahalelerin bir sonucu olarak kent kimliği ve buna bağımlı olarak toplumsal kimlik oluşmaktadır. Yapma biçimlerinin bu denli çeşitlenmesi ve beraberinde farklı alanlarda tepkiler oluşturabilmesi yapılan müdahalelerin önemli olduğunu gösterir niteliktedir.
Diğer yandan yapmak eyleminin, yapılar üzerinde dönüştürücü etkilere sahip olduğu söylenebilir. Yapılar üzerindeki dönüştürücü etkiler ise bina tektoniği dediğimiz malzemeye ruh verme, yapıyı oluşturan elemanların birbirleriyle ve diğer bileşenlerle kurduğu ilişkiler ağı ve tüm bunların birlikte uyum içerisinde çalışabilmesidir. Yapmak eyleminin bir sonucu olarak coğrafya ve bina tektoniği üzerindeki tüm bu değiştirici ve dönüştürücü etkiler ile yapı atmosfer tanımlamaktadır ve kendi kimliğini oluşturmaktadır. Kimlik ögeleri, kentle kurulan ilişkiler ağı, yapının formu, yönelimi, malzemesi, mekânsal özellikleri, kullanıcısı ve yapma biçimleriyle yapıya kimlik kazandırmakta, kentteki değişimi tetikleyebilmekte ve etki çerçevesinin sınırlarını oluşturabilmektedir. Örneğin Göbeklitepe’deki yapma biçimleri üzerinden o dönemki coğrafyanın etkileri ile farklı bir dönemde farklı bir coğrafyada yapılan Eyfel Kulesi’ndeki yapma biçimleri arasındaki farkların neler olduğu sorulunca karakteristik özelliklerin cevap olarak verilebildiği görülmektedir. Veya Zumthor’un yapma biçimlerinde gördüğümüz malzemeyi kullanma şeklinin, kompozisyonunun, insanda duyusal tepkiler oluşturması, malzemenin insanla ruh kazanması, arkitektoniği tanımlar niteliktedir. Öte yandan Uzakdoğu mimarisinde gördüğümüz, esnek yüzeyler tasarlama, yere yakın tefriş kullanımları, uçan kuş hissi uyandıran çatılar ve taş bahçeleriyle kendilerine ait bir mimari kimlik ve yapma biçimi tanımlamaktadır. Türk evleri dediğimiz yapılarda ise alt katta bahçe veya ahır, üst katta sofa, sofanın etrafına farklı şekiller de yerleşen yaşama alanları yapıyı tanımlayan bir bahçe veya avlu, bahçeye açılan farklı açıklıkta kapılar ile kendi yapma biçimini tanımlamaktadır. Bazen aynı coğrafyada da farklı yapma biçimleri de görülmektedir. Akdeniz evleri ve Karadeniz evleri Anadolu coğrafyasında bulunan farklı yapma biçimlerinin bir sonucudur. Metropollerde ise yapma biçimlerinin karakteristik özellikleri daha muğlaktır kolayca tanımlanamaz veya okunamaz. Dolayısıyla yapıda yapılan bir açıklığın, bir yeşil alanın, bir girişin veya bir sınırın, insanın üstünde oldukça fazla etkiye sahip olması bu etkilerin, insanın mekanla kurduğu fiziksel etkileşimine ve buna bağımlı olarak mekanla kurduğu psikolojik etkileşime neden olmaktadır. Bu etkileşimler ile mekan insanın duygu ve davranışlarında değişimler oluşturur. Yapıdaki dokular, renkler, ışık kullanımı, malzemenin karakteristik özellikleri insanın çeşitli duyularına hitap eder ve yapı sadece görsel bir obje olmaktan kurtulur. Aslında tüm bu yapma biçimleri ile her yapı kendi değişimini oluşturur.
Sonuç olarak doğanın kendi üzerindeki değişimlerle başlayan ve etkiler zinciri ile kent karakterlerinin oluşmasını sağlayan sonra sırasıyla bu karakterlerin, yapı tipolojilerine, tüm insan faaliyetlerine (ekonomik, politik, siyasi) gibi, daha sonra insan ilişkilerine, bireysel kimliklere, son aşamada yürüdüğümüz yollara kadar yansıyan bu süreçlerle o yapı o coğrafyada atmosfer tanımlayabilmektedir. Tasarlanan atmosfer ile tüm bu süreçlerin bir bütünlük-ayrılmazlık tanımlaması, kentteki olayların etki alanı, kentin yapma biçimlerinin bir birleşimi olup olmadığı, bu birleşimlerin uyum içinde mi yoksa bir gerilimle mi birbirleriyle ilişki kurduğu, toplumsal kimliği değiştiren-dönüştüren müdahalelerin etkileri, yapma biçimlerinin kalıcı olması için tüm bu süreçlerin ne kadarının öngörülmesi gerektiği gibi bazı belirsizliklerin oluşmasına neden olmaktadır. Bu belirsizliklerin giderilmesi gibi bir kaygı gütmek tasarımı zedeleyebilir. Bu belirsizlikler içerisinde tasarım bir etki alanı oluşturabiliyorsa, kendi karakterini tanımlayabiliyorsa kendi belirli olma durumunu yaratmıştır. Orada bir atmosfer ve yapma biçimi konuşulabilir. Her an her şeyin birbirini etkileyebildiği tüm bu doğal ve yapay süreçler içerisinde soruyu tekrar sormakta fayda var.
“Her şey yapmakla mı başlar?”
2 yorum
Paylaşımınız için çok teşekkürler, emeklerinize sağlık. Umuyorum sorduğunuz soruları derinlemesine ele aldığınız başka üretimleriniz vardır ya da olacaktır. Çünkü esas konumdaki sorunuz çok farklı tartışmalara yol açabilecek zenginliği içeriyor. (Varsa söz konusu üretimlerinize nasıl ulaşabileceğimizi yazabilirseniz sevinirim.) Ayrıca metninizi oluştururken özellikle etkilendiğiniz kaynaklar varsa onları da mümkünse paylaşmanızı rica edeceğim. Şu günlerde “yapmak” üzerine düşünen biri olarak sizin paylaşacağınız kaynaklara da bakabilmek isterim. Eğer henüz tanışmadı iseniz Bruno Latour’un metinlerine bakabilirsiniz, özellikle özneye dair bakış açınızda sizi farklı düşüncelere sevk ederken; değiştiren ve dönüştüren olarak kavramsallaştırdıklarınızın Latour’un Aktör-Ağ Teorisi’nde nasıl aracı ve arabulucu olarak ele alındığını görebileceğinizi düşünüyorum. Tekrardan paylaşımınız için teşekkürler.
Teşekkür ederim yorumunuz için. Şuan yeni mezun olduğumdan dolayı üretimlerimi yazarak gerçekleştiriyorum. İlerleyen zamanla ve artan deneyimlerimle, metinde de belirttiğim gibi yapma eyleminin farklı noktalarında kendi biçimimi oluşturup ne yaptığımı bilerek bir şeyler yapmaya çalışacağım.
Bruno Latour’un metinlerini mutlaka okuyacağım. Kaynak öneriniz için ayrıca teşekkür ederim çünkü bu zamanda ‘yapma eylemini’ odağına alan herhangi bir kaynağa ulaşmak ne yazık ki zor olabiliyor.