Mısır’daki al-azhar parkın hava fotoğrafı
Mimarlık, insanoğlunun yeryüzüne ilk bastığı adımla birlikte varlığını gösteren bir sanatın adıdır. Söz konusu sanat, içten gelerek insan hayatını tasvir etmeyi hedef edinmiş bir insanın eline yansıyan faktörlere bağlıdır. Churchill diyor ki “Biz binalarımızı şekillendiririz, sonra da onlar bizi şekillendirir (bize şekil verirler)”. Bunda ne yazık ki çoğumuzun – mimarlık sevdalısı olarak – dikkat etmediği önemli bir boyut var: insani boyut. Bu amaca uygun olarak her mimarlık öğrencisi, mimarlıkla uğraşan ya da uygulayanın içindeki insanı yeniden inşa etmesi gerektiği üzerine birkaç söz yazmak istiyorum. Çağdaş hayatımızın yoğun ve dolu olması, bu yoğunluk sırasında zaman zaman peşine düştüğümüz yön ve hedefleri kaybetmemize neden olabilir. Bunun üzerine, dinleme yetimiz kaybolur, doğayı dinlememiz, başkalarının isteyip de ayırt edemediklerini dinlememiz, ve en önemlisi kendimizi dinlememiz de kayba uğrar.
İnsani boyutu olan bir mimar olmak, herkesi ve her şeyi düşünmeyi gerektirir. Bir mimar olarak belki de birkaç kişiyle birlikte güneşin ulaşamadığı küçük ve karanlık bir odada yaşaman gerekebilir, ya da birkaç gün için havanın giremediği bir çadırda kalman. Ve kendine birkaç soru sorman gerekebilir. Mesela, “Dünyadaki tüm gecekondularda barınan nüfus sayısı ne kadar?” ya da “Senin ulaşabildiğin eğitim seviyesine ulaşamayan dünyada kaç tane çocuk var?”,”Neden tahsil göremiyorlar?” gibi sorulara yanıt araman da gerekebilir. Çıplak ayaklarla gezerken altlarındaki kumdan gelen sıcaklığı hissetmen, yüzüne vuran güneşin sıcaklığını alman da gerekecek. Bir çubuğun kırıldığı noktayı, boş bir caminin avlusunda sesinin yankısının ne kadar alan kapladığını, uzaktayken seni çağıran babanın ıslığının sesini duyabilmeyi, zor olsa da taş üzerine yazmayı öğrenmeyi, senin ülkende ve diğer dünya ülkelerinde kişi başına ne kadar metrekare yeşil alan sağlandığını öğreneceksin.
Çiçeklere her baktığında ayrı bir güzellik aramayı, renkleri ve mis gibi kokularını unutmamayı, dikenlerine yakalanıp katlanmayı öğreneceksin. Soğuk bir günde pencerenin kenarına yaklaşıp parmakla dokunmayı, pencereden birini farkettirmeden gözlemlemeyi, işçilerle birlikte çalışıp kendi ellerinle taş taşıyarak önceden tasarladığın çizgilerin sadece kafanda bir düş olmaktan çıktığını, günbegün kendini göstererek gerçek olma yolunda ilerlediğini göreceksin. Kendini deniz manzarasına bırakarak üst yüzeyindeki saflığıyla alttan görünen karanlığı arasındaki çelişkinin farkına varacaksın, kezâ sakinliğiyle hareketliliği, durgunluğuyla tedirginliği arasındaki çelişkinin de… Yerinde olmayan (çizilmeyen) çizdiğin her çizgi, sana bu dünyadaki yoksulları hatırlatacak. Şuraya bir taş koydun ya, oradan biri mahrum kaldı ondan, zira ihtiyacı vardı. Tekerlekli sandelyede gezerek bir günün geçsin bakalım, yapmışken de kolay olmasını sağlayacaksın. Çocuklarla bolca zamanını geçireceksin, onlar gibi davranırsan iyi olur. Tenha bir yerde kalarak, tavana doğru yukarı bakacak bir vaziyette bağdaş kurup oturmayı deneyeceksin, o anda ne hissediyorsun? Bunları yazıya dökeceksin. Bu sefer bir bahçede bir ağacın dalına yaslanarak yine aynı vaziyette kalacaksın, renklerle dost olacaksın, nerede ve ne zaman kullanılır, bunu öğrenmeye çalışacaksın. Bu esrarengiz dünyanın gizemlerini çözmeye kafa yoracaksın. Hiçbir zaman soru sormayı, tefekkür etmeyi bırakmayacaksın. Yüzyıllar önce toprakla kaynaşıp üzerine bina kurmanın zorluklarını çeken eski atalarının geliştirdikleri metot ve çözüm yollarını bırakarak, ithal düşünce ürünü olan kısır ve yararsız uygulamalara yer vermeyeceksin. Bir kadının halı dokurkenki hâli, duygusu ve çalışan el hareketlerini inceleyip numuneler üzerinde çizdiği resim ve şekillere bakacaksın. İnsan dolu bir nehir kenarına çekilip orada kalabalığın suya karşı olan etkileşimi dikkate alacaksın. Her bilim dalında okumaya çalışacaksın, hani derler ya, “her bahçeden bir çiçek senin olsun”. Bu dünyada gez bakalım, senden başka nice insanlar var, değil mi? Niceleri… Ayakta duran şu binalara bak! Nasıl da bu hâle geldi, bunu öğreneceksin. Öyle devam edecek mi, yoksa var mı değişme ihtimali? Birden fazla yabancı dil öğreneceksin, sana sağlayacağı katkı, burada uzun uzadıya anlatılmasından bir hayli fazladır. Pruitt–Igoe’da yaşananların asıl musebbi nedir diye merak edeceksin, öyle de öğrenmeye çalışacaksın. Acaba eskiden daha mutlu muydu insanlar? Neden? Bunu da aklından geçireceksin, yanıt ararken de kendini kaybedeceksin. Kalabalık caddelerde bisiklet sürmek zor mu? Hadi dene bakalım, nasıl oluryor.
Komşularını tanıyacaksın, sima ve yüzlerini uzaktan idrak edebilmen için ne uzaklıkta durman gerektiğini öğreneceksin. İnsanlara yüksek katlı bir binadan aşağı bakmayı dene, o anda neler hissedeceksin? Neler yapıyorlar diye uzaktan bak onlara, böylelikle uzaklıkla yakınlık kavramı iyi oturacak kafanda. Nesnelerin ne zaman göze çok yakın, ne zaman uzak göründüğünü öğrenmeye çalışacaksın. Kezâ sessizliğe gömülerek kendini yıldızları müşahede etmeye kaptıracaksın. Sıcak bir günde bir ağacın altında yatacaksın, şiir ve roman okuyacaksın, müzik ve sanattan anlayacaksın. Bu dünyada bizimle hayat paylaşan diğer canlılarla tanış olacaksın, onlara karşı duyarlı olup merhamet etmek gerektiğinin farkına varacaksın. İnsan hayatının değerli olduğunu, rahat yaşamasının da gerekli olduğunu bizzat kendin hissedeceksin!
Birinin rahat yatması için ne lazımsa onu yapacaksın, bileceksin ki çizdiğin tasarım binayı kullanacak her birinin üzerine önemli bir etki bırakacak. Yan binalardakiler de bu etkiye maruz kalacak. Çevre ve tüm dünya için aynı durum söz konusu. Gerektiğinde de “evet” ya da “hayır” demeyi öğreneceksin, karşına baştan çıkartıcı bir durum çıksa da. Felsefe ve psikoloji kitaplarını okuyacaksın. Duvar, eşik, kapı ve pencere gibi nesneleri derinlemesine kavrayacaksın. Onları, birbirinden apayrı iki dünya arasında bir geçiş olarak algılayacaksın. Yağmurdan sonraki ıslak yer kokusu burnunu okşayacak. İşte o anda anlarsın belki yeryüzü ahşapla kucaklaşırken neden beton yapılara karşı aynı tepki vermiyor? Korkuyla huzuru yaşayacaksın. Dağa tırmanacaksın, gökteki bulutun birikmesine, denizdeki dalgaların haretlenmesine bakarak doğa unsurlarının ne kadar birbiriyle uyumlu ve bütünleşik olduğunu idrak edeceksin. Sanki tek bir varlıkmış gibi, her biri diğerini ahenkle takip ediyor. Olsa olsa bu da tek olan yaradanını gösteriyor.
Bu dünyada ne kadar küçük (önemsiz) olduğumuzu hatırlayacaksın, senden sonra kalacak bir iz bırakmaya çalışacaksın. Çöl sana ne demeye çalışıyor; bir ormana rast geldin, sana ne dedi; bunları sezerek anlayacaksın. Bebekli anne gördün mü, anne çocuk o anda neler hissediyor? Düşün bakalım. Adını duymadığın, hakkında bilgin olmadığı bir ülkede okuyacaksın. Kültürü, görenek gelenekleri, siyasi durumları, ekonomisi ve her şeyini araştıracaksın. Herkesten önce kendinle barışık olmayı öğreneceksin. Zaman zaman deli olmayı deneyeceksin. Tüm teknoloji araçlarından uzak kalarak tenha bir köyde zaman geçireceksin. Tanımadığın insanlarla konuşacaksın, herhangi bir konuda. Yazacaksın. Kendi kendine konuşacaksın, yine konuşacaksın, gereği gibi sevmeyi öğreneceksin ve bunca şeyi…