İki Baraj İki Yeni Şehir: Yusufeli ve Hasankeyf

2.000’lerin başında Fırat Zeugma’yı yutmuştu, çoğumuz hatırlarız. Öncesinde yine Fırat üzerindeki Keban, Karakaya ve Atatürk barajları bölgedeki onlarca kültürel mirası sular altında bıraktı. Zeugma biraz hafızamızda diğerleri tarih oldu bile.

Enerji başlığını havzalarını gördüğüm bugünlerde tamamlanan iki baraja değinerek oluşturmak istiyorum: Yusufeli ve Ilısu.

Prof. Dr. Oluş Arık başkanlığında yürütülen “Hasankeyf Kazı ve Onarım Çalışmaları 1991”e katılmış da olsam yazının omurgasını koruma oluşturmayacak. Bu konuda çok söz söylendi zaten, tekrarlamanın lüzumu yok. Bu barajların yapılıp yapılmaması gerektiğinin tartışmasını da yapmayacağım. O da çok tartışıldı. Barajların neden olduğu yeni yapılaşmanın nasıl yapıldığını ve sonucu tartışmak istiyorum.

Yusufeli Barajı

Su tutmaya başlamak üzere. Türkiye’nin 1. Dünyanın 3. en yüksek barajı. Kurulu güç bakımından da Türkiye’nin 10. büyük enerji üretim tesisi.

Yusufeli ilçesi ve Erzurum – Artvin karayolu su toplama havzası içinde kalacağı için yeniden yapılıyorlar. Yeni şehir de yollar da tamamlanmak üzere.

Mülkiyet ve imar gibi sorunlardan bağımsız; bağlamı nedeniyle “kentsel dönüşümün” sosyal tartışmalarına kapılmadan yeni baştan bir ilçe kuruluyor. İdarelerin ve tasarımcıların önünde çözülmesi gereken tek engel topoğrafya. Buna rağmen ortaya çıkan şehir cumhuriyetin ilk yıllarından kurulanlara ya da 1960’lar modernizmine göre bile çok gerilerde. Yöresel mimari kalıbıyla Türkiye’nin dört bir köşesinde rastlanacak TOKİ blokları; hiçbir yenilik getirmeyen, yapılaşmayı sorgulamayan alışıldık betonarme apartman mimarisi karşımıza çıkan. Yeni Yusufeli, imar planından mimarlığa köhnemiş yaklaşımların sonuç ürünü.

Karayolu ise bunun tam tersi bir mühendislik eseri. Tünelleri ve viyadükleri ile etkileyici.

Neden?

Ilısu Barajı

Bir süredir su tutan barajın havzası şekillenmeye başladı. Türkiye’nin kurulu güç bakımından en büyük 4. barajı. Ilısu Barajı’nı Yusufeli’nden ayrıştıran önemli bir kültürel miras alanı Hasankeyf’i sular altında bırakmış olması. Zeynel Abidin Türbesi, Artuklu Hamamı, El Rızk Camisi, Koç Camisi, Hasankeyf Kalesi & Köprüsü sular altında kalanlardan bazıları. Bunlardan bazıları büyük emek ve bütçelerle taşındı. Yeni yerlerinde turistleri bekliyor.

Ilısu havzası Hasankeyf ilçesini yuttuğu için tıpkı Yusufeli gibi yeni bir Hasankeyf de kuruldu. Ha bir de yeni Hasankeyf Köprüsü’nü yaptık. Eski köprü çok özeldi, bir dönemin simgesi betonarme kemerli köprülerdendi. Yeni köprü de bu dönemin simgesi olabilecek nitelikte. Sahte bir taş köprü de yapıldı.

İki Deney Faresi

Yusufeli ve Hasankeyf yeniden kuruldu. Birisi Kuzeydoğu Anadolu’nun sarp dağları, melankolik yeşil, sarı ve kahverengisinin hakim olduğu coğrafyada. Ötekisi Güneydoğu Anadolu’nun tam kalbinde; daha sarı, daha ağaçsız, daha az dağlık bir coğrafyada.

Farklı iki doğal ve kültürel coğrafyada iki yeni şehir kuruluyor. 70 yıldır şehirleşme sorunları ile mücadele eden bir toplum için bulunmaz bir fırsat. Bütün sosyal bilimciler, fen bilimcileri, tasarımcılar devreye sokularak bu iki süreç bir laboratuvar gibi kullanılabilirdi. Dahası bu uluslararası katılımla yapılabilirdi.

Bugün imar planları askıya çıktıkları mavi ozalit kadar değerliler. Mevzuatın emrettiği teknik özellikler ve sürece uygun olarak tamamlanıyorlar. Nitelikli kent oluşturmakla ilgili bir dertleri yok. Statükonun öyle bir kapasitesi de yok zaten. Oysa Yusufeli ve Hasankeyf imar planları bunları sorgulamak, tartışmak, bundan sonra üretilecekler için örnek oluşturmak için ne büyük fırsattı. İmar planının varlığını tartışarak başlardık belki de!

Mimarlık farklı mı? Her iki coğrafyada üretilenlerin ne mimarlık kültürü ne de şehir konforu açısında özel bir yanı yok. Türkiye’nin başka yerlerinde nasılsa o nitelikte.

Düşünsenize bir hiç otomobilin girmediği bir şehir yapılabilirdi. Her cm2’sine bisikletle ulaşılan, yayanın her yere yürüyebildiği bir şehir neden olmasındı?

Betonarmeye mahkum değiliz diye haykıran bir kitle var. Kerpiç, alker, ahşap, çelik, prefabrikasyon, 3B yazıcılarla üretim… Neler denenirdi.

Bakanlığın adına bile İklim Değişikliği eklediğimiz bu günlerde bu kobay şehirler enerji üretimi, tasarrufu ve kullanımı açısından örnek olabilirdi. Önce çöp üretmeyen ürettiğini dönüştüren iki şehrimiz olurdu belki de.

Akıllı teknolojiler, yeni yapı malzemeleri & yapım teknikleri, yeni ulaşım sistemleri ve nicelerini denemek için daha iyi bir fırsat olamazdı. Ama hep olduğu gibi bu fırsatı da kaçırdık.

“Karayolu ise bunun tam tersi bir mühendislik eseri. Neden?” diye sormuştum. Kafamın karışıklığı ile yanıt vereceğim ama yanıtı kültür. Mimarlık ve sonucu olan şehirleşme kültürün bir parçası. Mühendislik ise tüm dünyada evrensel. Bu nedenle köprüler, tüneller cillop gibi şehirler birer felaket.

Avrupa’nın doğusunda; Ortadoğu’nun batısında liderlerimizin bizi bir batıya bir doğuya çekiştirdiği ortamda uzayamıyor ya da kısalamıyoruz. Belki de olduğumuz yeri kabul etme zamanıdır.

Etiketler

Bir yanıt yazın