Bu yazıda iklim değişikliği konusundaki 40 yıllık uluslararası gündem 4 ayrı periyotta ele alınmıştır. Bununla birlikte Türkiye'nin bu gündem içerisindeki konumu ve izlediği politik yörünge yorumlanmıştır. İklim değişikliği konusunda uluslararası gündem ve bu gündem içinde Türkiye'nin konumu, yazıya ek olan şekilde detaylıca incelenmiş ve 40 yıllık bir döküm yapılmıştır.
İklim değişikliği meselesi uluslararası düzeyde ilk kez, 1979 yılında düzenlenen ‘Birinci Dünya İklim Konferansı’ ile gündeme gelmiştir. Hemen ardından 1980 yılında, Birleşmiş Milletler (BM) Çevre Programı (UNEP) ve Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) tarafından bu konuda ilk uluslararası bilimsel komite olan Uluslararası Bilim Konseyi (ICSU) kurulmuş ve Dünya İklim Araştırma Programı (WCRP) oluşturulmuştur. 1980 yılından itibaren ilk 10 yıllık periyotta (1980-1989) söz konusu olan önemli gelişmeler sırasıyla; OTİM’lerin azaltılmasını vurgulayan (ÇŞB, 2020) Viyana Sözleşmesi (1985) ve Montreal Protokolü’nün (1987) kabul edilmesi ile Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) (1988) kurulmasıdır. Uluslararası gündemin ilk periyodundaki gelişmelere Türkiye herhangi bir şekilde dahil olmamış, davet edildiği IPCC’ye ise katılım göstermemiştir.
On yıllık bir politik gecikmenin ardından, Türkiye uluslararası gündeme ilk kez 1990 yılında WMO ve UNEP tarafından Cenevre’de düzenlenen İkinci Dünya İklim Konferansı’na katılarak dahil olmuştur. Sonrasında Türkiye OTİM’lerin (ozon tabakasının incelmesine neden olan maddeler) azaltılması konusunda çeşitli taahhütlerin verildiği Montreal Protokolü’ne de gecikmeli olarak taraf olmuştur.
Uluslararası gündemin 2. periyodunda (1990-1999) Türkiye süreçte görece daha aktif bir şekilde yer alıyor gibi görünse de, bu yıllar aslında Türkiye için bir çeşit mücadele yılları olmuştur. 1992 yılında seragazı emisyonlarının azaltılması konusunda kabul edilen BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne (BMİDÇS) ancak 2004 yılında taraf olan Türkiye için ikinci bir on yıllık gecikme söz konusu olmuştur. Türkiye’nin sözleşmeye böylesi bir gecikmenin ardından taraf olabilmesinin arkasında, sözleşmenin EK-2 listesinden çıkmak için verdiği mücadele yatmaktadır. Gelişmekte olan ülkelere emisyon azaltımı için mali kaynak ve teknoloji transferi sağlayacak ülkelerin yer aldığı EK-2 listesinde bulunan Türkiye, kendini de bir gelişmekte olan ülke olarak gördüğü ve sağlanacak fonlardan yararlanması gerektiğini düşündüğü için, bu konumunu kabullenmemiştir (ÇŞB, 2020). EK-1 listesindeki gelişmiş ülkeler arasında ise farklılaştırılmış konumunu kabul ettirmeye çalışmıştır. Tüm çabaların ardından 2001 yılında Türkiye’nin EK-2 listesinden çıkmasına ve EK-1 listesinde ise farklılaştırılmış konumunun kabul edilerek kalmasına karar verilmiştir (Şekil 1). Kararın ardından, uluslararası gündemin 3. periyodunda (2000-2009) Türkiye 2004 yılında sözleşmeye taraf olmuştur.
BMİDÇS’ye taraf olmak her ne kadar Türkiye için çok taraflı politik gündemin başlangıcı olarak kabul edilse de, uluslararası gündemin 4. periyodunda (2010-2019) ülkeyi ikinci 10 yıllık gecikmenin söz konusu olacağı bir yörüngeye daha sokacaktır. Bunun nedeni EK-1 ülkeleri arasında yer alması nedeniyle Yeşil İklim Fonu ve Temiz Kalkınma Mekanizması’ndan yararlanamayan Türkiye’nin, bu ve benzeri desteklerden yararlanamadığı için Paris Anlaşması’nı (2015) onaylamamış olmasıdır (Url-1). Aynı periyot içinde Türkiye için olumsuz bir durumu tanımlayan başka bir koşul, ülkenin Kyoto Protokolü kapsamında ülkelerin emisyon azaltım yükümlülüklerini tanımlayan Protokol EK-B listesine dahil edilmemesi olmuştur (ÇŞB, 2020). Bu nedenle protokolün 2008-2012 ve 2012-2020 olmak üzere 2 ayrı yükümlülük dönemini oluşturan yıllarda, Türkiye’nin herhangi bir azaltım yükümlülüğü olmamış (ÇŞB, 2020); Türkiye politik anlamda pasif bir yörüngede kilitli kalmıştır.
Sonuç olarak yukarıda betimlenen söz konusu durum, bize Türkiye’nin BMİDÇS’nin hazırlanması için Hükümetlerarası Müzakere Komisyonu’nun oluşturulduğu 1990 yılından sözleşmeye taraf olduğu 2004 yılına kadar, uluslararası gündemin oldukça gerisinde kaldığı ve yalnızca gözlemci bir ülke konumunda bulunduğu bir yörünge izlediğini söylemektedir. Son yıllarda ülkenin iklim değişikliği konusunda izlediği kurumsal, teknolojik ve davranışsal yörüngeler üzerine çeşitli ulusal raporlar yayınlanmıştır. Bu raporlardan birinde (Şahin, 2018) Türkiye’nin emisyon değerlerini azaltmak bir yana, yüksek düzey emisyon salımının gerçekleştiği bir yörüngeye kitlendiği ifade edilmiştir. Uzun yıllardır ulusal ekonomik büyüme hedefleri ile iklim değişikliği kapsamındaki hedeflerinin çatıştığı Türkiye’nin Paris Anlaşması’na halen taraf olmaması, ülkenin aynı kapsamdaki gelecek önlemleri açısından bir belirsizlik ortamı yaratmaya şüphesiz devam edecektir.
Şekil 1: Uluslararası İklim Değişikliği Gündemi ve Türkiye’nin Konumu (Gezer, B., 2020)
Kaynakça (açıkça belirtilmiş hali):