Yaklaşık 50 yıl kadar önce takıldığım kimi batı metropollerinden anımsadığım bir görüntü...
Yaklaşık 50 yıl kadar önce takıldığım kimi batı metropollerinden anımsadığım bir görüntü:
Elinde davul, ağzında düdük, üzerinde çıngıraklar, “The End is Near” (sonumuz yakındır!) yazan bir meczup meydanlarda sokaklarda dolanır. Muhtemelen dini içeriği de olan bir mesaj?
Bu yazıyı yazarken öylesine aklıma geliverdi, güldüm. Acaba yaşadığımız koşullar da bizi biraz meczup olmaya mı zorluyor diye.
Farkında mıyız, günümüzde İstanbul kadim uygarlıkların çökme ve yok olma nedenlerinin neredeyse tümünü birden yaşıyor.
Felaket haberciliği yapmak istemem ama izninizle ben de “kadim” bir İstanbullu olarak kimi gözlemlerimi paylaşayım.
Bu topraklar hep saraylar ile varolageldi ancak insanlık çağdaş demokrasilerde olması gerektiği gibi saray kültünü (Elysee, Buckingham… filan yani) bu çağda hala tarihe gömemedi. Bu topraklarda ise Edirne, Beyazıt, Topkapı, Dolmabahçe, Yıldız ve tam bu dönem bitti derken yeni oligarşi ve yeni saraylar. “Kadim Uygarlık” demişken İstanbul’un ilk sarayını Jüstinyen’in yaptırdığını hatırlayalım ve sarayın içindeki sefayı ve dışındaki yaşamın sefaletini gözümüzün önüne getirelim. Pek hayra alamet değil, bakalım.
Tam da zamanında sefaletimize tuz biber eken bu yeni salgın, 16. Yüzyılın vebası gibi ayırım yapmaksızın hepimizi tehdit ediyor, can alıyor. Dünya tarihi ve arkeolojik bulgular, tarihteki benzer salgınlar sonrası nice medeniyetin çöktüğünü bizlere hatırlatıyor. Veba yanı sıra çiçek, kabakulak, kızamık… Aztek, Maya, İnka… Daha niceleri Avrupa’dan taşınan mikroplar ile çöktüler. Roma imparatorluğu 1200 yıl arayla salgınlar nedeniyle perişan oldu.
Pek yakın veya belki biraz uzak gelecekte metropolün en az beşte birini yere serip onbinlerce belki de yüzbinlerce cana malolacak deprem riski (ve olası sonuçları, yine salgın, yangın, çökmüş bir altyapı) uyarılarına karşın inşaat, beton tapıcılığı, yağma tüm şiddeti ile sürüyor. Bunca yoğun ve denetimsiz yapılaşmaya karşın bir de can güvenliğini hiçe sayarak adeta haraç toplayan imar afları hesaba katılmalı. Ege ve Akdeniz kıyılarımız darmadağınık olmuş antik kentler, yok olmuş uygarlıklar ile dolu. Bunca uzağa gitmeye de gerek yok. İstanbul surlarına bakmak bile yeter.
16 milyon kişi, tek bir merkeze “üşüşürse” olacağı budur. İstanbul’un çevre olanakları (hinterlandı) coğrafi konumu nedeniyle kısıtlıdır. Kuzeyi ve güneyi denizdir ve özellikle su konusunda ancak doğu ve batı yönlerinden beslenebilir. Bunca yıl “kuzeye dokunmayın” doğal alanları yapılaştırmayın uyarılarına karşın bölgenin neredeyse tüm kaynakları yok edilmiştir. Betonlaşmanın da etkisi ile küresel ısınma ve çölleşmeyi en hızlı yaşayacak bölge doğu Marmara ve İstanbul olacaktır. Kuraklığın vuracağı nice tarım alanı hem kıtlığa hem de görülmedik bir göç dalgasına neden olacaktır.
Kuzey, güney, doğu, batı denizler dağlar… Kendi topraklarımızda da bitmeyen kavgalar… İnsan düşündükçe bunalıma giriyor. Burada duralım artık.
Ne yapmalı? Derhal Bu gözlemler üzerinden tartışmalı, yeni ve radikal çözümler üretmeliyiz. Uygarlık çöktüğü zaman artık kaçacak, göçecek yerimiz de olmadığını bilerek.
Ne dersiniz bu distopya sürecini tersine çevirmek elimizde mi?
Biraz ümit?