Anahtar Kelimeler: İstanbullu olmak, İstanbul’un renkleri, gündelik yaşam, yemek kültürü, İstanbul içinde yolculuk
Her şehrin bir hikayesi, geçmişi vardır. Kitaplarla, filmlerle keşfedemezsin sadece. Sokaklarında kaybolmak, lezzetlerinden tatmak, tepelerine tırmanmak, kulelerine çıkmak, kubbelerinden bakmak, müziğiyle dans etmek gerekir. Kendini soyutlamak, yabancı bir şehirde turist olmuşçasına, meraklı gözlerle bakmak gerekir İstanbul’a.
İstanbul’da olmak demek, İstanbullu olmak demek farklıdır.
Eğer İstanbul’daysan, eğer İstanbulluysan;
Yemekten sonra közde bir Türk kahvesi söylersin bol köpüklüsünden, muhabbete eşlik etsin diye.
İlkbaharı hissettiğinde, güneş yüzünü gösterdiğinde kendini Adalar’a atarsın, faytonlu gezilere çıkarsın. Erguvan mevsiminde bisiklete binmektir ada demek İstanbul’da.
Eminönü’nden geçiyorsan balık ekmek yersin, tabureler üstünde denize doğru… Mısır Çarşısı’nda bir tur atarsın baharat kokuları eşliğinde, Yeni Cami önünde kuşlara yem verirsin,
Kapalıçarşı’da mücevherlere, zanaate hayran kalırsın.
Haliç’te balık tutanları izlersin, Galata köprüsünden Karaköy’e yürürsün şehrin seslerini dinleyerek.
Bazen de tarihsel bir yolculuğa çıkmak istersin, İstanbul’un her yeri tarih kokuludur ama yine de ilk durak Sultanahmet’tir hep. Her seferinde ilk defa geliyormuşçasına her yeri fotoğraflamak, bir kareye sığdırmak istersin.
Yerebatan Sarnıcı hep rota üzerindedir, Medusa heykelini görmeden gidemezsin.
Karaköy’den Tünel’le Taksim’e çıkarsın, dünyanın en eski ikinci yeraltı toplu taşıma sisteminde olduğundan habersizsindir çoğu zaman.
Beyoğlu’nda kalabalığa karışırsın, müzik yirmi dört saat hareketlendirir caddeyi.
Bir gün Pera Müzesi’ne uğramadan, Osman Hamdi Bey’in “Kaplumbağa Terbiyecisi’ni ziyaret etmeden geçemezken, bir gün yolunu Saint Antonine Kilisesi’ne çevirirsin, her geçtiğinde bahçesine girmek fotoğraf çekmek vazgeçilmez bir adettir sanki.
Galata Kulesi’nden İstanbul’a bakarsın, güneşi burada batırırsın. İstanbul’un efsaneleri gelir aklına. Rivayete göre Galata Kulesi’ne ilk kez kiminle çıkarsan onun evlenirmişsin, işte İstanbul sevdalar şehri dersin.
Yedi tepeli şehre bugün de hangi tepeden baksam dersin kimi zaman; Topkapı Sarayı, Çemberlitaş, Beyazıt, Fatih, Yavuzselim, Edirnekapı, Kocamustafapaşa, seçmek zordur.
Lale Festivalleri en güzel Emirgan’dadır, lale demek bahar geldi demektir, çekici bir renk cümbüşü demektir İstanbul’da!
Kendine özgü lezzetleri vardır İstanbul’un, her semtine has tatları, sanki kuraldır; Sultanahmet’te köfte Eminönü’nde balık ekmek yemek,
vapurda martılara simit atmak çayını yudumlarken,
Ortaköy’de kumpir yemek caminin önünde fotoğraf çekildikten hemen sonra, Emirgan’da kahvaltı yapmak Boğaz’a karşı,
Maraş dondurması eşlik eder Baklava’ya yazın, kışın ise kestane elinde arşınlarsın sokakları,
Üsküdar’da Kız Kulesi’ne karşı çayını yudumlarsın bazen bir nargileyle beraber, Kandilli’de yoğurt yersin pudra şekerli,
Türk kahvesi ise her yerde güzeldir eğer İstanbul manzarası karşındaysa…
Pierre Loti Tepesi’ne çıkmayan yoktur bu şehirde, İstanbul’a bir de bu açıdan demli bir çay eşliğinde bakmayan olmamıştır.
Eğer bahar geldiyse, güneş ısıttıysa yeniden şehri bir Boğaz turu yapılır, ilk defa görüyormuşçasına bakıp Boğaz’a, havasını içine çekersin.
Arka sokaklarında gezmek, gezdiğin yerlerin adını öğrenmek, her adın bir hikayesi olduğunu bilmek, İstanbul’u keşfetmektir.
Kuzguncuk sokaklarında kaybolmak, başka bir döneme gitmektir adeta, Perihan Abla Sokağı’ndan geçmek, Ekmek Teknesi’nin ahşap sandalyelerinde oturmaktır İstanbul kimi zaman.
Nostaljik Tramvaya binersin İstiklal Caddesi’ni gezmek ya da Moda’ya çıkmak için…
Balat sokaklarını tercih edersin fotoğraf çekmek için…
Her sene Avrasya Maratonu’nda koşarsın, Asya’dan Avrupa’ya, bir köprüdür mesafe yalnızca.
Büyük Valide Han’ın tepesine çıkarsın turistlere özenip, İstanbulluyum ben, zaferim bu benim edasında bir fotoğraf çekilmeden inemezsin kubbeden.
Sahilde uzanırsın denize doğru, bir kitap eşlik eder bazen İstanbul şiirleriyle dolu, ya da korularda bir yürüyüşle başlarsın güne, pikniksiz bitiremezsin günü.
Bazen kendini şımartmak istersin, Tarihi Hamam’da geçen bir gün rahatlamanın yoludur bazen, arınmanın, temizlenmenin, canlanmanın yolu.
Nerede olursan ol gözün bir açı arar, bir manzara noktası hep yakalarsın, kimi zaman Çamlıca Tepesi’nde kimi zaman Topkapı Sarayı’nda.
Kimi yerler vardır ki sanatı iliklerine kadar hissedersin, kimi yerler vardır ki tarihin bir sayfasında kaybolursun. Yolun illa ki düşer bir müzeye, galeriye.
Kimi zamanda seslere kulak kabartırsın, yolunu bulmanı sağlarlar, bir bakmışsın bir semt pazarındasın, bir curcuna, bir telaş, bir koşturmaca içinde kalırsın.
İstanbul’da hayat canlıdır, hızlıdır, her semt başka bir dünyanın kapılarını aralar adeta.
Her yüzü bambaşkadır İstanbul’un; gecesi, gündüzü, yazı, kışı, Asya’sı, Avrupa’sı. Ama İstanbul’da olmak demek, İstanbullu olmak demek her gün gözünü başka renk bir dünyaya açmak demektir, hangi renge uyanacağından habersiz.
İstanbul’a bu renk cümbüşünü veren ise tarihi, kültürü, mirası, mimarisi, dokusu, sokakları, semtleri, Boğaz’ı, insanlarıdır çoğu zaman.