İstanbul’da Büyük Tufanı Beklerken

İstanbul'un yaşadığı krizin ekolojik boyutu, kentsel ve demokratik boyutundan ayrı düşünülemez. Sadece "İstanbul yok ediliyor" feryatları ise, kentsel ekolojinin korunması ve iyileştirilmesi için gerekli yaklaşımları geliştirmek için yeterli değil.

2 Ağustos Cumartesi yaşanan şiddetli yağış ve hortumun ardından İstanbul’un en merkezi semtlerini ve İstiklal Caddesi gibi ana caddeleri de dahil olmak üzere birçok yerini su bastı, birçok insan mağdur oldu. Sosyal medyada kuraklık ile gündeme gelen İstanbul, bu sefer ‘sel’ ve bu sel ile baş edemeyen altyapısı üzerinden, bol mizah da içerecek şekilde konuşuldu.

Görünen o ki Türkiye & İstanbul’da her geçen gün iklim krizi derinleşiyor ancak iklime duyarlı mekan politika & tasarım uygulamalarını geliştirmek bir yana, tartışması dahi yapılmıyor. Aksine, rant odaklı kentsel dönüşüm uygulamaları ve inşa edilen mega projeler iklim krizini körüklüyor ve bu krizin sonuçlarıyla baş etmeyi de imkansızlaştırıyor. Mekânsal müdahaleler doğrudan kentsel ekolojik yıkımı beraberinde getiriyor. Ekolojik dengeyi sağlayan ve bu yüzden de Çevre Düzeni Planı’nda kentsel gelişmenin sınırlandırılması gereken alan olarak belirtilen Kuzey İstanbul, mega projelerle yok ediliyor. Gayrimenkul geliştiriciler ‘yeşil’ binaları ormanların, tarım alanlarının ve su havzalarının üzerine veya kıyısına kondurmak için birbirleriyle yarışıyorlar. Taksim, Maltepe, Yenikapı Meydanı gibi beton deryalarının ısınma etkisi ve su ile toprak arasına çektikleri set, yani oluşturdukları geçirimsiz alanlar düşünülmüyor bile. Belediyenin ve müteahhitlerin peyzajdan anladığı son derece dışsal, dekoratif, ‘lale dikmek’ veya beton üzerine saksıda ağaç sergilemek ile eş anlamlı indirgemeci bir yaklaşım. Alt-üst yapı, yapılı-doğal çevre, insan-doğa ilişkisinin entegrasyonu yerine, bunlar birbirlerinden ayrı kategoriler olarak ele alınıyor.

Kısaca, İstanbul’un yaşadığı krizin ekolojik boyutu, kentsel ve demokratik boyutundan ayrı düşünülemez. Sadece “İstanbul yok ediliyor” feryatları ise, kentsel ekolojinin korunması ve iyileştirilmesi için gerekli yaklaşımları geliştirmek için yeterli değil. Kentsel ekoloji tartışmalarına katkıda bulunması açısından, önemli bir makalenin alt başlıklarını sunmak isterim. Jeffrey Kenworthy, 2006 yılında Çevre & Kentleşme (Environment & Urbanization) Dergisi’nde “Eko Kent: Sürdürülebilir Kentsel Gelişme için 10 Temel Ulaşım ve Planlama Boyutu” başlıklı bir makale yayınladı. Birer öneri olarak sunduğu ve derinleştirdiği bu 10 başlık, bugün İstanbul ve Türkiye kentleşmesi tartışmalarında son derece eksik bırakılmış olan ‘ekolojik yıkımın ötesinde nasıl bir kentleşme modelini aramalıyız’ sorusuna da iyi gelecek nitelikte. Aşağıda bu başlıkları verip İstanbul ile ilgili yansımalarına yer verdim:

1. Ekolojik kentin gıda üreten alanları, biyolojik çeşitliliği ve doğal çevreyi koruyan ve toprağı verimli bir şekilde kullanan karma kullanımlı, kompakt bir formu vardır.

İstanbul özelinde, gıdanın kente entegre bir şekilde üretilmesi ‘kentlileşme’ ve ‘modernleşme’ önünde bir engel gibi sunulsa da, asıl olarak muazzam arazi rantı barındıran bu alanların korunmasından duyulan bir korku açığa çıkmaktadır. Kent merkezinde yer alan tarihi ve aktif bostanların ise, ya belediyelerin parklar ve bahçeler müdürlüklerinin ‘peyzaj’ projelerinin ya da müteahhitlerin emlak projelerinin tehdidi altındadır. Mevcut kapalı site, rezidans, AVM, kampüs hastanesi, tema parkı gibi ‘kent adacıkları’ şeklinde mono fonksiyon ve yaygın bir şekilde izlenen kentsel gelişme modeli ise kompakt olmaktan çok uzaktır.

2. Ekolojik kent ve hinterlandı kentin gıda ihtiyacının büyük bir kısmını karşılarken doğal çevresi kenti kucaklar, kentsel mekana nüfus eder ve yapılı çevrenin içine sızar.

Bu oldukça önemli bir kentsel ekolojik prensip. İstanbul’da durum tam tersi vaziyettedir. Kentin yapılı çevresi, doğal çevresinin içine her geçen gün daha da fazla sızmakta, ekolojik alanlarını darmadağın etmektedir.

3. Özel olarak raylı taşıma vurgusu ile, bisiklet, yürüyüş ve aktarma altyapısı öne çıkartılacak şekilde karayolu altyapısının önemi azaltılır. Otomobil ve motosiklet kullanımı minimum seviyede tutulur.

Her ne kadar raylı sisteme yatırım yapılıyor olsa bile, bu otomobil kullanımını dengeleyip caydıracak bir politika çerçevesinde yapılmamaktadır. Haliyle, raylı sistemin genişlemesi trafiği de rahatlatamayacaktır. Örneğin, Marmaray ile raylı tüp geçidi devreye girerken, Avrasya Tüneli ile lastikli tüp geçidi de hemen projelendirilerek bireysel araç kullanımı teşvik edilmektedir. 3. Köprü ve bağlantı yolları, ve çevresinde gelişecek yeni kentleşme ile otomobil kullanımı azalmak yerine artacak, bu da genişlemekte olan karayolu kapasitesini de hızla dolduracaktır. Ayrıca otomobillerin ihtiyaç duyduğu park alanları da kentlinin kamusal mekanlarından, kentin ekolojik kaynaklarından karşılanmaktadır. İstanbul bisiklet ve yaya dostu olmaktan çok uzaktır. Mevcut bisiklet altyapısı ise sadece göstermelik bir şekilde, turistik bir makyaj olarak kurgulanmaktadır. Kent ulaşımının yükünü kısmen de olsa taşıyacak bir çözüm olarak düşünülmemektedir. Aktarma ise başlı başına bir sorundur: Mevcut toplu taşıma sistemi ne entegredir ne de ücretlendirmesi hakkaniyetli bir şekilde yapılmaktadır.

4. Ekolojik kentte atık, enerji ve su yönetimi için çevre teknolojileri yoğun bir şekilde kullanılır – kentin hayat destek sistemleri kapalı döngü sistemleri haline getirilir.

Kentin hayat destek sistemlerinin kapalı döngü sistemi olarak planlanmadığını, en son su baskınlarında da net bir şekilde gördük. Ayrıca yağmur suyu ile kirli suyu ayıracak, tekrar kullanacak bir altyapı mevcut değil. Kentsel müdahaleler sanki özellikle geçirimsiz yüzeyler yaratmak için yapılmaktadır. Yeni yapılan projelerin hemen hepsi yerin altına 20, 30 metre inmekte, ticaret alanı, kapalı otopark alanı derken suyun toprak ile bağını kopartmaktadır.

5. Ekolojik kentin merkezi ve alt merkezleri, istihdam ve konut alanlarının büyümesinin önemli bir kısmını özümseyecek şekilde, otomobil dışındaki ulaşım biçimlerini öne çıkartarak, erişim ve sirkülasyonu vurgulayan insan odaklı merkezlerdir.

Adeta enformel ve formel yollardan gelişmiş ‘mahalle’yi tarif eden bu boyut aslında İstanbul’un hızla yok edilen özelliklerindendir. Mevcut model, sürekli yeni kentsel gelişme alanları açmak, kamusal ve ekolojik alanlardan arazi yaratmak üzerine kuruludur. Yeni yapılan site tipi yapılar ise insan odaklı olmaktan uzaktır.

6. Ekolojik kentin, iyi yönetimi, kentte adaleti, toplumsallığı, ve kamusal kültürü dışavuran yüksek kalitede kamusal alanı vardır. Kamusal alan bütün ulaşım sistemini ve onunla ilgili bütün çevreleri içerir.

İstanbul’da kamusallık büyük bir saldırı altındadır. Bir yandan kamusal mekanlar özelleştirilirken öte yandan da kamusal alanlar ‘askerileştirilen’ polis tarafından sürekli bir olağanüstü hal (OHAL) altında kontrol edilmektedir. Bırakın kentlilerin kendisini, kentin seçilmiş yöneticileri bile İstanbul üzerinde söz sahibi olamamaktadır. Hükümetin başı aynı zamanda kentin de başı gibi hareket etmektedir.

7. Kentin fiziki yapısı ve kentsel tasarımı, ve özellikle kamusal alanları, son derece okunaklı, geçirimli, sağlam, çeşitli, zengindir. Görsel olarak ve insan ihtiyaçları için uygun hale getirilmiştir.

Kamusal mekanların ne yönde dönüştüğünü göstermesi açısından Taksim Meydanı’na yapılan müdahaleye veya Yenikapı Dolgu Alanı’na bakmak yeterli olacaktır. Genel olarak TOKİ ile cisimleşen kamu mimarisinin ise tasarım ile ilişkisinin ne kadar sorunlu olduğu, karikatürize edilen ‘Selçuklu – Osmanlı Mimarisi’ ile yeterince vurgulanmıştır.

8. Kentin ekonomik performansı ve istihdam imkanları, inovasyon, yaratıcılık ve yerel çevresinin, kültür ve tarihinin eşsizliği ve kamusal alanlarının yüksek sosyal ve çevresel kalitesi ile maksimize edilmiştir.

İstanbul’un inşaata dayalı ekonomisi kentin yerel çevresinin, kültür ve tarihinin eşsizliğini yok saymaktadır. Adeta kenti Dubai’nin kötü bir kopyası yapmak için bir yarış sürdürülmektedir. Yarışan global kentler söylemi çerçevesinde, uluslararası finans merkezi olma temennisi ve gayrimenkul rantı üzerinden vahşi bir büyüme stratejisi izlenmektedir. İnovasyon adına kayda değer hiç bir gelişme gözlenmemektedir.

9. Kentin geleceğini planlamak, bir vizyoner ‘tartış ve karar ver’ sürecidir, bilgisayar güdümlü ‘öngör ve tedarik et’ değil.

Planlama katılıma kapalı ve çoğunlukla ‘projeleri kılıfına uydurmak’ şeklinde ele alınmaktadır. Planlar, yerleşim yerlerinin mevcut durumlarını ve buralarda yaşayanları yok sayarak yapılmaktadır. Haliyle ‘tartışma’ ve ‘birlikte karar verme’ söz konusu değildir.

10. Bütün kararlar sürdürülebilirlik temellidir, toplumsal, ekonomik, çevresel ve kültürel faktörleri ve kompakt, aktarma amaçlı kentsel form prensiplerini entegre eder. Böylesi karar alma süreçleri demokratik, içerici, güçlendiricidir, umudu yeşertir.

Muhtemelen İstanbul’da umudu yeşerten tek şey, ekolojik yıkım kararlarına karşı verilen, demokratikleşme taleplerini içeren toplumsal mücadele pratikleridir. Yoksa karar alma normu sürdürülemezlik temellidir.

Etiketler

Bir yanıt yazın