Caminin böylesine çirkin hali, onlar rahatsa ve memnunlarsa mubah mıdır? Cami sadece onların mıdır? Camiye ne kadar çok gidersen, dernekte ne kadar çok çalışırsan ya da derneğe para verirsen, ancak fikrin dikkate alınır, öyle mi?
Nerede ve hangi dernek tarafından yapılacağı dahi bilinmeyen, internette dolaşan bir cami renderı.
2005 yılından bu yana Türkiye’deki ve dünyadaki değerli ya da orijinal bulduğum camileri arşivlemekteyim. O zamanlar Pinterest gibi pano yapılacak ve sunulacak mecralar yoktu. Arkitera’nın Forum’unu kullanırdık. Sonra 2010’da bir Tumblr blogu kurup, www.camigor.com alan adı ile yayına başladım. İlk zamanlar pek rağbet eden olmadı. Sonra, site zenginleştikçe, gitmediğim görmediğim yerlerdeki camilerin fotoğraflarını takipçiler siteye göndermeye başladı. Yavaş yavaş gönüllü bir Camigör! ekibi oluştu.
Aynı zamanda sunulan camilerin durumunu beğenmeyenler, benim camilerle dalga geçtiğimi zannedenler de oldu. Küfür edenleri, saldıranları da gördüm. Ne dedikleri önemli değil. Küfürlerine karşı yazdığım soğukkanlı ve kibar cevapları okumayı bilenlere durumu anlattım. Okumayan, anlamaya çalışmayanlar da oldu. Küfür ve hakaretin beni olumsuz yönde etkileyeceğini zannedenler aslında tatmin edemedikleri egolarını okşuyorlardı, çok dert etmedim.
Sonra Çamlıca Camii yarışması çıkınca, site tuttu ve hatta gazeteler, TV kanalları itibar ettiler.
Camigör’de, aşağıda fotoğrafı verilen Keçirören’deki cami gibi camiler var. Sosyal medyada birileri bu caminin fotoğrafını koyunca kızılca kıyamet koptu.
Sonra takip ettiğim Abdülhamit Kırmızı @hakirim aşağıdaki teweeti yazdı.
Hatırladığım kadarıyla o da beni takip ediyordu ama konu hakkında yazınca takibi bırakıp sessize almış galiba. Sonrasında ise hesabını tümden kilitledi. İyi ki bu teweetinin görüntüsünü almışım, yoksa ulaşamayacaktık.
Kendisi Twitter’da sevilen bir şahsiyet. Fakat kime sinirlendiğini bilmesek de bu cami hakkında yazdığı bu teweet çok şey içeriyor. Bilmeden sayfa sayfa bilgi veriyor aslında.
Öncelikle bu paylaşım 140 karakter içinde olmasına rağmen gani gani Ad hominem içeriyor. Önce bilmeyenler için anlamını Vikipedi’den kopyala yapıştır yapalım:
Ad hominem (/æd ˈhɒmənəm -ˌnɛm, ɑd‐/) ya da argumentum ad hominem, kalıplaşmış bir Latince deyimdir. Bir reaksiyonun, belirli bir kişinin herhangi bir konudaki duruşu yerine şahsına yöneltilmesidir. Örneğin bir argümana cevap verirken, argümanı eleştirmekten ziyade, argümanı ortaya atan kişinin alakasız bir özelliğini gündeme getirerek fikirlerini çürütmeye çalışmaktır. Önerme yerine, önerme yapan kişi tartışma konusu edilerek iddialara karşı çıkmak suretiyle yapılır. Ad hominem, mantıksal bir safsata kabul edilir.
Yukarıdaki tanıma uygun alt anlamsa şu: Şimdi camiyi bu şekilde yapanlarda suç yok da, eleştirenler, jiplerini durdurmayanlar eleştirmekte haksızlar çünkü planlama için bu camiyi yapan halkın yardım çağrılarını geri çevirdiler.
Şimdi söz konusu cami Keçiören’de. Yanlışlıkla yapıldığı ya da eğim yüzünden böyle bir zorunluluk olduğu yok. Keçiören’de gezerseniz altında bildiğin market olan 4-5 katlı apartmanların üstünde kubbe ve minarelerden oluşan başka camiler de görebilirsiniz. Yani bu tür mimariyi “iyi” ve “doğru” buluyor çokça uyguluyorlar. Ortalıkta yanlışlıkla yapılan bir şey yok. Bir miktar m2 açgözlülüğü diyebiliriz.
Örneğin Kuyubaşı Camii. Altındaki markette belki içki satılmıyordur ama çocuk bezi, çiklet ya da prezervatif satılıyordur. Marketin üstünde birkaç kat var ve sonra bildiğiniz cami şapka niyetine en yukarıda konumlanıyor ve minarelerinde de muhakkak birden fazla şerefe oluyor. Camilerin altına akar gelsin diye dükkânlar konabilir, Osmanlı’da da örneği vardır fakat bu akarların ne işle iştigal olacağı bellidir. Nalbant olmaz mesela; uygun olanı vardır, olmayanı vardır. Madem altından gelecek kira bu kadar değerli, o parayla caminin daha iyi tasarlanması için iyi bir mimar tutulamaz mıydı? Bir yarışma düzenlenemez miydi? Bence sorun imkân ya da görgü değil. “Biz bu kadar yıl camiyle uğraştık, dernek kurduk bizim dediğimiz olacak. Kıskananlar çatlasın. 5 katlı apartman diker üstüne de kubbe ve minareyi oturttururuz. Cami için sizin fikrinize veya tasarıma gerek yok. Biz ne dersek, o olur. Çünkü camiyi biz yaptırdık, namaz kılan da biziz o yüzden sahibi biziz” diyorlar.
Yani teweette geçen “kendi imkân ve görgüsüyle” denen halk, böyle camileri imkansızlıktan değil bilerek ve isteyerek yapıyor. Apartman üstü cami bir moda olarak kabul görmüş bile denebilir. “Ne güzel, altta market var. Arada bir sürü kat ve yine en yukarıda cami var süslü püslü, kubbeli, minareli filan. Hatta neden yeni yapılan tüm camiler böyle olmuyor?” diye kendi içlerinde konuştuklarını bilirim. Bunun doğru ve gerekli olduğunu iddia ediyorlar. Yani cami yaptıranlara örnek olduklarını düşünüyorlardır.
Tamam, amaç hayır işlemek ama ortada öyle yanlışlıkla ya da mecburen oluşmuş “İşte imkânımız bu kadardı, planlı değildi, bizim görgümüz bu minvalde” diye bir durum yok. Her şeyin farkındalar ve derneklerinin garip kararlarına yani camilerine müdahale istemiyorlar. Hiç ama hiç alttan almıyorlar. Eleştirsen dayak yersin öyle. Sonra çıkan sonuç da böyle oluyor. Genelleme yapmıyorum. Ne yazık ki hemen hepsi böyle. Dernek yetkililerine “şurayı da şöyle yapsaydınız” demek, camilerine küfür etmek gibi algılanıyor. Tecrübeyle sabittir.
Caminin böylesine çirkin hali, onlar rahatsa ve memnunlarsa mubah mıdır? Cami sadece onların mıdır? Camiye ne kadar çok gidersen, dernekte ne kadar çok çalışırsan ya da derneğe para verirsen, ancak fikrin dikkate alınır, öyle mi? Öbür türlü eleştirme hakkın yoktur.
Aslında kötü örnekler iyi örnekleri yüceltir. Teşbihte hata yapmadan açıklayayım.
Büyük dedeniz, Çanakkale Savaşı’na katılmış ve madalyası var. Bundan daha gurur verici bir şey var mıdır? O madalyayı yere göre sığdırır mısınız? Hayır. Çanakkale Savaşı’nda subaylara verilen gazi madalyası (Yıldız şeklinde mineli ve ay kısmı gümüşten) daha alt rütbelere “tutya” denilen alüminyum dökme madalya verilmiş. Gerçek imkânsızlık o zaman varmış yani.
Subay madalyası elle Almanya’da yapılmış, kolay değil. Masraflı ama o zamanki şartlarda erler için öyle madalya verilemiyor, onlarınki kalıpla çözülüyor. Şimdi diyelim ki aklıevvel bir gazete, er madalyasının kalıbını alsa ve plastikten er madalyasını binlerce kez döktürse ve gazeteyi alan herkese verse… Zaferin yıldönümünde ortalıkta binlerce madalya dolaşsa plastikten… Sizin dedenizin gaziliği ya da aldığı bu madalyanın değeri düşer mi? Düşmez. Aksine artar.
Aynı şekilde bu tür camiler yapıldıkça ve Camigör’de yayınlandıkça klasik Osmanlı camisinin değeri artar. Hatta eski eser olmasa bile İYİ TASARLANMIŞ camilerin değeri artar.
Bu bina çok kötü bir binadır. Eleştirilmelidir. Eleştirmek de Sayın Kırmızı’nın dediği kadar kolay değildir. Çünkü “Vay efendim bu cami ve cami olduğu için daha çok eleştiriyorsun, eleştirmesen de önceden yardımcı olsaydın” denir. Yine hatalı olan eleştirendir.
Cep telefonlarında istediğiniz ses dosyasını telefon melodisi olarak tanımlama özelliği gelir gelmez, çoğu mütedeyyin ezan sesini, zil sesi yaptı. Camide dahi, telefonun sesini kapatmayı unuttuğunda, iyi okunan bir ezanla ya da ilahiyle gönüller rahat ediyordu.
Peki, tuvalet? Öyle bir ihtiyacı giderirken çalarsa ya? Ya unuturlarsa…
Efendim kutsalınızı korumanız gerekir. Her yerde tüketmeyin, imajını kopya tekrarlarla yerle bir etmeyin, koruyun. Madalyayı plastikten döktüremezsiniz, ezanı ilahiyi ulu orta her yerde çalacak şekilde ayarlayamazsınız. Camiyi böyle apartman gibi çirkin yapamazsınız. Üstüne şaka gibi kubbe ve minareyi koyamazsınız. “Bu benim kutsalım, istediğim gibi olur” diye bencillik yapıp, camiyi şekilden şekle sokamazsınız. Cami bu cami, özel bir villanız, kat karşılığı yaptırdığınız apartmanınız değil!
Eleştirilince sinirleneceğiniz kutsalınıza azami önem göstermeniz gereklidir. Burada eleştirilen cami ya da İslam değildir, caminin halidir. Hatta ben ayrıca kızgınım, cami gibi kutsal olan bir mekanı böyle pespaye hale getirmek kimin hakkıdır? Benim de inandığım değerlerde kutsal olması gereken bir mekanı yani camiyi bu kadar özensiz şekilde ortaya koyma hakkı var mıdır halkın ya da derneğin? Diyanetten, mimarlardan yardım istendi mi? Diyanet tip proje veriyor da “haydi bu özel bir topoğrafyada, bunu yarışmayla yapalım” desek, kabul ediyor mu o halk?
Neden? Yarışmayı kazanan ya içki içen, solcu bir mimar olursa ne olacak? Belki de ateist olacak. Atesit iyi cami tasarlayamaz mı? Alevi çıkarsa ya. Ya da gayrımüslim cami tasarlayamaz mı? Gaziantep’in en iyi camilerinden biri Allaüddevle Camii’nin kalfası Rum, ustası Ermenidir. 1900’lerin başında yapılmıştır. O zaman daha açık fikirliymişiz.
2016’da bir Ermeni cami tasarlasa ne olur acaba? Ne olur? Namaz kılmak istemeyen çıkacaktır muhakkak.
Bir de kalkıp “imkan” bu kadar, “görgü” bu seviyede diye normalleştirmek ise Ad hominem’in en tutarsız yanlarıyla kendini avutmaktır.
Bu garip örnekteki mimari yanlışları sıralamaya kalksak, sayfalar sürer.
Neymiş, “…madem çok biliyorsun, yapılırken jipini durdurup, planına yardımcı ol”
Efendim. Öncelikle kime yazdınız bu tiviti onu söyleyin. Mention ile belirtseydiniz keşke. Eğer genele yani tüm eleştirenlere yazdıysanız, kendimi düşünüyorum ve diyorum ki haberiniz olsun ki camiyi ve tasarımını “çok biliyoruz”. Yıllarca klasik Osmanlı cami mimarisini okuduk, okuttuk. Pandantif çizdik, mukarnas, mahfil, mihrap, şerefe, ağırlık kulesi, son cemaat mahali, alem, kündekari detayı… Bunlar gibi yüzlerce detay çizdik, çözdük. Üç boyutlu modelledik. Öğrencilerimize anlattık. Cami arşivi tuttuk. Yarışmalara girdik. Camiler hakkında yazılar, makaleler yazdık. Ben camideki ayakkabı meselesinden, minarenin şerefesinden ezan okunması detayına kadar bir sürü detayla yazı yazdım. www.atkoksal.com adresine bakılabilir.
Plana yardımcı olmayı bırakın, caminin nasıl olacağı konusunda fikir isteyen herkese bedelsiz yardımcı olduk. “Yarışma açalım” dedik, kıyamet koptu. Onlarca örnek var.
Dernek, kesinlikle görgüsüz ya da imkan yoksunu değil. Cuma’da namaz sonrası gönülden ne koparsa toplanan bağışlarla, sırf dernek ya da hoca istiyor diye gereksiz yük ve maddi yük dışında bir getirisi olmayan eski tip ampüllerle donatılıp enerji tüketen avize alındığını bilirim. Evet, bir aratın lütfen “cami avizesi” fiyatları ne kadar çeşitli. 400’lü 750’li osmanlı tipi avize olduğu gibi, şıkır şıkır kristal olanları var. Ederi binlerce liradır ve bir de bunun temizliği var. Öyle toz tutar ki…
Sorarım, hangi yeni caminin aydınlatma planları enerji verimliliği üzerine yapılıyor? Örneğin camiyi X fiyatla aydınlatabilir, ayda Y TL elektrik faturası ödenebilirken, 100 X fiyata aydınlatma tesisatını kurup, 50Y TL fatura ödenebilir. Buna kim karar verir? Dernek yöneticileri karar verir tabii, konu hakkında bilgisi ne yazık oldukça kıt kişiler bu önemli kararları alır. Pek kimseye de sormazlar. O kadar para harcamayın israf desen dinsiz, imansız olursun. “İmkan+görgü” burada nasıl ölçülür.
Elektiriği, avizeyi bıraktım, çoğu caminin statik projesi yok. Bu caminin olduğuna dair şüphelerim de var.
Bakınız bir örnek; Anadolu’da bir ilimizde, bir mahallede 35 yıllık bir cami var. Üst mahallede yeni cami yapılmış. Ancak yeni olanında iki minare yapmışlar. Eskisinde tek minare… Delicesine bir şevkle ve ısrarla para toplanıyor eski mahallede. Hedef: 100.000 TL toplanacak, eski camiye de ikinci minare yapılacak. Dernek Başkanı’na gittim, dedim ki: “İkinci minareye gerek yok, üst mahalleyle yarışacağız diye bunu yapmayın. Minare yapılacak alana, topladığınız bu bağışlarla bir Kur’an Kursu ve taziye evi yapalım. Bila bedel tasarlarım, sadece yapımı için para harcayın. Gerçek ihtiyaç bu ve bunu benden çok daha iyi biliyorsunuz. Sizin dediklerinizden çıkardım. Ben bedelsiz olarak projesini yapayım, yeter ki minare yapmayın bu parayla yararlı bir iş yapın” dedim. Jipim yok ki, kapıda durur şekilde ikna etmiş olayım. Önce kabul ettiler. Ertesi hafta bir baktım ki, arpar topar projesiz, yukarıdaki caminin ustası minareye başlamış. Parayı da toplayamamışlar ama acilen başlamışlar, cemaatten biraz da ısrarla istiyorlar.
Şimdi bu dernek kötü niyetli mi? Kendi cebinden de veriyor ve hatta yaptığı bağışı gizliyor. O kadar iyi niyetli ve bir o kadar da ısrarcı. Camilerinin tek minareyle “eksik” olacağını düşünüyorlar. Camilerini çok seviyor ve kutsuyorlar altta kalmak kabul edilebilir bir şey değil. Fakat sonuç?
İslam’da israf kabul edilemez. Bir lokma ekmeği atmak ne kadar günahsa, gereksiz harcamalar camiye dahi yapılıyor olsa günahtır.
Çoğu zaman bedelsiz danışmanlık veririm. Derneklere, hayırseverlere… İlk sordukları şey, tecrübem bilgim değil, alnımın secdeye değip değmediği, içki içip içmediğimdir. Neden? Cami için çizim yapan adamı seçmek önemliymiş. Camiye girmemiş adam camiyi nereden bilecekmiş. “İmkan ve görgüsü yok” diye hoş görülmesi gereken halktan daha iyi cami mimarisi bilirim dediğimde kıyamet kopuyor. İçki içip içmediğimin önemi yok diyorum. Beni gizli alkolik belliyorlar. Vallahi billahi dış görünümüme bakmayın, ağzıma içki koymam diye yeminler mi etmem lazım.
Eh o zaman cezaevi yaptırılacaksa, hükümlü birileri bulunsun. Cezaevinde yatmamış adam, hapishane mi bilir? Stadyumu da fanatik taraftara yaptırsın. İlkokulları öğretmenler tasarlasın (bir ara üniversitedeki binaları rektörler tasarlıyordu genelde tıp okumuş olurlar)
Kısaca imkan ve görgüsü düşük olan kişiler, cami yaptırabilecek özgüveni taşıyorlar ve bu teweete göre eleştirilmemelidirler.
Jip de nedir yahu? Nasıl bir metafordur bu?
Camiye karar verme sürecinde herkes uzman (!) Zevkler renkler havada uçuşuyor. Kendi hayallerindekinden farklı bir cami görseler asıl kıyameti kopartıp tahammülsüz olanlar en bilgisizler oluyor. Bir kemer yapma, kubbe yapma ya da tek minare yap da hemen sana düşman olsunlar. Yoldan geçen adam cami konusunda o kadar keskin bilgiye sahip ki, karışmadan edemiyor. Kalfa projeye (o da elinde fotokopi varsa) dahi uymuyor. Farklı iş yapmayı sevaptan sayıyor.
Herkesin her şeye karışması aslında caminin çoğunluk tarafından kabullendiğini gösterir. İyi bir mimar bundan haz alır. Kendini elit tabakadan görmez.
Şimdi bir cami tasarımı yapıyorum, dernek başkanını dinlediğim gibi toplantıda bize çay dağıtan kişiyi de dinliyorum. İkisinin fikri de önemli benim için. Cami ortaktır, birinin fikrine teslim değildir. Caminin mimarisini, çevrede otursun oturmasın, bir hristiyan, budist, musevi eleştirebilir. Cami mimarisi konusunda uzman bir deist, ateist her zaman bu uzmanlığını belirtebilir, camimin daha iyi olması için fikrini ortaya koyabilir. Dalga geçtiğini düşünseniz bilr tahammül edip ne diyor diye dinlemek gerekir.
Evet, bazı kötü niyetli eleştirenler olabilir. Yaptıkları ilk iş, söz konusu caminin mahallesinde okulları, hastaneleri sayıp, cami sayısıyla karşılaştırmak olur. Cami yapılmasına her şeyden önce karşıdırlar. Kötü niyetli de oldukları bellidir. Sekülerlikle, inanan kişilerin ibadethane yapma özgürlüğünü karıştırırlar. Bu caminin çirkinliğini bahane edip, cami yaptıranları aşağılayanlar da vardır. Cami düşmanı olanları da biliriz. Onlara fırsat verip bir de “jip, mip” demek…
Bu tivitin de, biraz da böyle kişilere yazıldığını az çok tahmin ediyoruz. Ediyoruz da daha bitmedi.
Aynı kişi şöyle devam ediyor. “Mimarlar ultra lüks gökdelen yapmakla meşgul, camide para yok. O zaman katlan bu manzaraya kardeşim, o cami derneğinde olmamanın maliyeti bu.” (Direkt cevap teweetinden alınmıştır)
Abdülhamit Kırmızı tarihçidir, o genelleyerek tüm mimarları harcamış, biz de tek kalemde tarihçileri harcayalım. En kolay iş, hem de bilmeden etmeden.
Ultra lüks gökdelen yapmakla meşgul olmayan mimarlardanız (ki ultra lüks gökdelen yapmak da suç değildir. Yerine göre yapılabilir) derneklere düzgün cami yapın diye aşağılanma ve hatta dinsiz yaftasını yapıştırmalarına rağmen bastırıyoruz. Biz peşlerinden koşuyoruz, aman şöyle edin böyle edin diyoruz. Bizi kovmasınlar diye kibar davranıyoruz, aynı cenahtan bakıyoruz camilerin iyi olmasını istiyoruz diyoruz. Bildiklerini okuyorlar. (Bkz: İkinci minare meselesi) Evet, ısrar edip çıkan kötü sonuçları gösterince hem de öyle sinirleniyor, öyle kızıyorlar ki. Mütedeyyinlere göre biz, ultra lüks gökdelen peşindeki paragöz mimarız.
Bu caminin ortaya koyduğu tarifsiz kötü manzarayı Kırmızı’nın kendisi de beğenmemiş ki, “Bu manzaraya katlan bakalım, sana oh olsun, derneğe girmezsen böyle olur” diyor. Çok açık ki bu caminin hal-i pür melalinden başta rahatsız olan kendisi.
Peki dediği gibi camide para yok mu? Öyle bir var ki?
Derneğin içindekiler, planlamaya, mimariye, enerji etkin tasarıma bir kuruş vermezken gereksiz ikinci minareye, daha süslü diye garip halıya, kristal avizeye nasıl para harcıyorlar. Çoğu cami için harcanan paranın hesabı dahi yok. İyi bir tasarımla maliyeti milyon TL seviyesine indiren tasarımcıya para vermeyi israf sayıyorlar.
Haşa, kimseyi çalmakla suçlamıyorum. Muhakkak kimse çalmıyordur ama çalmak ne kadar suçsa, cemaatini hayırseverin gönlünden kopup verilen bağışların israfı da o kadar suçtur.
Artık daha da uzatmak istemiyorum. Uzar gider çünkü.
Belli ki Sayın Kırmızı mimari, planlama konularında bilgili değil. Belirli bir sinirle elitist cami karşıtlarına yanıt vermeye kalkmış. Eh kendisi de görüyor, örnek olarak gösterilen caminin tutar yanı yok. Çok çok fena. Kabul edilecek ya da savunulacak tarafını da bulamamış. Yaptıranın imkân ve görgüsünün kıt olmasına sığınıp onları korurken, jiplere binen ve ultra lüks gökdelenlerde para var diye camiye burun kıvıran mimarlara oh olsun, katlanın bu manzaraya diyor.
Nasıl böyle yazıyor? Nasıl böyle, camilerin iyi olmasını isteyen ve eleştiren bizlere de ad hominemin feriştahını gani gani yapıyor, şaşırmadım değil.
Kendisi Twitter hesabını kilitlemiş ama iyi bir hocaysa, öğrencilerinin de okuduğunu düşünüp buraya cevap verebilir.
9 yorum
Abdulhamit Kırmızı, kolaycılığa kaçan her yorumdan kaçan, ezber kıran bir hoca. Tvitır performansı da bu lezzeti taşıdığından, her yazdığı çok konuşulur. Alkışlanacağını bildiği yâveleri tekrar etmez, ters köşeleri sever, şaşırtır, diriltir, fikri diri tutar. Alanındaki ağırlığını ölçmek benim takdirimin ötesinde kalır, ama akademik ciddiyetle büyük bir tevazu içinde dalga geçişi herkese bir derstir.
Köyü bilen gerçek bir şehirli, şahit olduğum kadarıyla hakiki bir estet olan hocanın ‘seçkinci ego’yu, kendi deyişiyle ‘münevver kibri’ni eleştirdiği bu tvitini görünce de sevinmiştim. Sevinmekte haklıyım, kötüyü işaret etme hastalığı o kadar main-stream oldu ki, aynı fotoğrafı yüzlerce kişinin paylaşıp, bir günah keçisine dönüştürmesi ve geri kalan her şeyi -başta kendini- aklaması size de sıkıcı gelmiyor mu? Böyle karikatürize örnekler ortalıkta dolaşmaya başladıktan sonra, ‘birazdan şu ünlü düşünür de aynı fotoğrafı bir kınama notuyla paylaşır’ diyorum, ve paylaşıyor gerçekten. Dün buna benzer bir konu daha gündeme geldi, Mimar Kemâleddin’in 1. Vakıf Han’ındaki Yapı Kredi şubesi ile ilgili bir fotoğraf dolaşıyordu ortalıkta. Yapı Kredi bankasının bu güzel binaya uymayan gerçekten zevksiz cephesi kınanıyordu. Ama tvitleri yazanların, rt edenlerin ciddi bir eksiği vardı, ne o fotoğrafı çeken, ne orayı gidip gören kimselerdi bunlar. Bahis konusu banka şubesi orayı boşaltalı neredeyse iki yıl oluyor, bina tamamen soyulmuş, restorasyon projeleri hazırlanmış durumda, ç/alıntılanan tvit ve ekindeki fotoğraf iki yıl öncesinin. Ama vicdan rahatlatan rt’lerin duyarcı şehveti, içine düşülen komik durumu anlamaya bile engeldi.
Fotoğraftaki caminin nasıl bir anlamsızlığın ifadesi olduğunu bilmeyecek insanlar değiliz. Bunu hocanın bilmediğini düşünmek de safdillik olur. Böyle bir ortamda içine düştüğümüz elitist çok bilmişliğin eleştirisini haklı bulup bulmamak, bu konuda görüş ayrılığında olmak normal. Ama elbette ki ben de dahil kimsenin savunmasına ihtiyacı olmayan bir hocanın tvitini sanki şahsî bir ofansmış gibi algılayıp, onu ‘ad hominem’le itham etmek, hatta baya baya saldırmak için bir yazı yazmayı da pek yakışık aldıramadım. Yazının provokatif olması, tartışma başlatmak istemesini anlayabilirim, ama bunu ‘öğrencileri de okuyordur nasılsa, bunu da göz önünde bulundurarak bir cevap yazsa iyi olur’ tehdidi ile yapmak sanırım hocayı en fazla gülümsetir. Umarım gülümsetir, çünkü ciddiye alınırsa çok kırıcı bir cümle.
Hem tvitin sahibi, hem bu yazının sahibi ahbabımdır, ikisi de kıymettir. Meslektaşım ve arkadaşım olan Ahmet Turan hoca cami konusunda emekler verir, bu meseleye kafa yorar, çoğu kez maddi beklentiye girmeden. Bu emeklerine saldırıldığını hissediyorsa dahi şahsî kanaatimi mazur görünüz, heyecan duyduğu bu konuda fazla alınganlık yapmış, yazısı ve üslubu abartılı, haksız ve açıkçası kırıcı.
Öncelikli olarak Celâleddin’in yaklaşımı çok doğru. Abdülhamit Bey’in oldukça iyi vasıfları olduğunu tahmin edebiliyorum. Zaten şaşırmak, şaşırmak ve hatta bir daha okumak gereği duydum yazdıklarını.
Yine de Celâleddin’in görüşünde de önceden Abdülhamit Bey’i tanıdığı için bir SONSUZ SINIRSIZ hoşgörü var. Keza ironi dahi olsa “Münevver kibrini” yermekten öte geçen bir haldedir yazdıklerı. Ki sonra bu konuda ironi yapmadığını attığı cevap şeklindeki tivitlerinden de görüyoruz. Yani şu “ultra lüks gökdelen çizen paragöz mimar” tanımı benim tanımın değil onundur.
Yazımda cevap olarak yazdığı tivitin de bir görüntüsünü koyayım ki, hani “tek bir tivitle belki de ironi yapmıştır” tahmininin doğru olmadığını belirteyim dedim. Aaa bir baktım ben takipten atılmışım, sessize alınmışım büyük ihtimal ve tabii hesap kilitlenmiş. Çok şaşırdım. Bu da gösteriyor ki basit bir fikir sunma ya da ironi değil yaptığı.
O yüzden kendisini 140 karakter sınırı olmayan bu yere davet ediyorum. Elim kalem tutar. Kırmızı’nın da tutar. Keçiören’deki cami tipolojisini biliyorum diyebilirim. Bu tür cami “tasarımının(!)” tipik “UYANIKLIK” ve söz konusu olan cami olduğundan imar kanunlarına uymasa bile itiraz edilemeyen tipik ÖZELLİĞİDİR. Basit bir imkan+görgü eksikliği değildir.
Gülüp geçme konusuna gelince. Söylediği sözün arkasında olmak ile “Yahu bunlar konuyu bilmez demogoglar bunlarla uğraşılmaz” arasında fark vardır. Magazin muhabiri değilim ben. Eğer istiyorsa kendisi ile sizlerin de bulunduğu bir ortamda medeni şekilde sözlü de tartışırım. İyiye iyi, kötüye kötü demeyi bilir, gerekirse yanlış eleştirimiz varsa geri alırız. Özür de dilerim. Görünen o ki böyle bir durum yok.
Fakat söylediği sözün arkasında durmak gerek. Eleştireni görmezden gelmek kişinin kendine vereceği değerdir. Benim için en önemli özelliği HOCALIK olan biri için öğrencilerinin de okuduğu yorumları ve eleşitirilerin arkasında durmasıdır. Öğretim görevlisi olmaksa ben de öyleyim. Ne yazık böyle olduğum halde çok itiliyor kakılıyorum.
Tehdit mi? Bunda bir tehdit görmüyorum. Öğrencilerin okuması neden tehdit olsun. Tam tersi hocasının öğretisinden geçmiş öğrencileri dahi buraya yazabilir demek bu? Ne tehdidi yahu? Rica ederim.
Herkes hata yapar. Bu tür bir sosyal medya paylaşımını yapınca “söz yanlış yere gitti” diyene boynumuz kıldan incedir. Olor böyle şeyler olmuştur. Ben bu yazıyı yazmadan önce kendisini mentionlayan onlarca tivit attım. Cevap vermedi. Evet yazı yazmaya niyetim dahi yoktu.
Sonra bu ad hominem içeren (ki kabul ediniz gani gani) tivit hakkında yazı yazacağımı da söyledim. Bunu da hiç ciddiye almadı.
Ben de yazdım. Provakatif olduğum doğrudur. Ancak herkes huzurluysa bu tür provakatif çağrılar da işe yaramaz. Göreceğiz.
“Fotoğraftaki caminin nasıl bir anlamsızlığın ifadesi olduğunu bilmeyecek insanlar değiliz. Bunu hocanın bilmediğini düşünmek de safdillik olur.” Demişsiniz. Evet zaten yazımda da, caminin tutar yanı yok dedim, Kırmızı bunu göriyor dediö. Hal böyleyken jip, paragöz, ultra lüks gökdelen… Bunlar Ad hominem işte. Kabul etmek de bir erdemdir.
Kusura bakılmasın ben Kırmızı’nın kime sindilendiğini bilmiyorum. Fakat genele yazmış. Ben “bana demiyor ki, başkasına diyor ki” şeklinde boş verecek değilim. Yazısında “Bu camiyi yaptıran derneğin suçu olabilir ama çok önemli değil asıl suçlu onları ötekileştirenlerde” demek istiyor.
Böyle yazmak da safdillik olmaz mı? Aslında söylemek istenen, “Tamam ben adam öldürdüm ama sor bakalım, niye öldürdüm” demek değil de nedir?
Zaten bunu bir başkası yazsa üzerinde çok durmam. Çok var öyle yazanlar. Fakat yazan kişiye bakıyorum ciddi mi acaba diye diğer tivitlerine bakıyorum. Ciddi vallahi.
Onu dinleyen beğenen çok kişi var. Daha da çok olur inşallah. Ben de takip ediyorum.
Fakat yazılanlar yıllarıdır emek veren bizleri arada derede bırakmayı geçtim, silip kenara atıyor. Bila bedel ve bazen hakaret yiyerek, kötü camiyi eleştirdiğimizde eziliyoruz. Hatta dinsiz imansız diye yaftalanarak yine de bir şeyler yapacağız düzelteceğiz ara yolu bulacağız diye derneklerin peşinden koşuyoruz. Sonra Sayın Kırmızı “münevver”leri eleştireceğim diye ben dahil sen dahil her mimarı böylesine harcayacak sonra biz de susacağız. Kutsal saydığım camiler içim böyle bir karşılıksız enerjiyi sarfedip sonra bu enerjiyi baskılayacağız. Niye?
Ayrıca ne YKB’nin işinde ne de Aspendos’daki durumda atlamadık. Emre Arolat bir sunumunda 140 karakterler buna atlayanları eleştirmiş ve alakası olmadığı halde sonra tivitır çok kullanan herkesi eleştirmişti.
Kısacası tabirinizle “vicdan rahatlatan rt’lerin duyarcı şehveti, içine düşülen komik durum” bizimle ilgisiz. Bunu ayırınız rica ederim. Genel böyle yapabilir ama ben yukarıdaki yazımda hala söylediklerimin arkasındayım.
Ne öyle vicdan rahatlatan rt yaptık ne de milletin vicdanı rahatlasın diye iki yıl önceki fotoyu koyduk. Bu caminin fotosunu da ben tivitır’a koymadım. Ben bu camiyi yapanları linç etmedim. Camigor’dekiler durur ve orası bir linç mekanı değildir. İyi cami de vardır orada. Altı yıldır sadece bir farkındalık projesi olarak sürdürülür. camigör’de bir kere adım geçmez. Reklam yoktur.
Bu iki cami de orada. Keçiören’deki her mescidi ve camiyi en azından dışından fotoğrafından taradım ben. İçine girmeye kalksan biraz konuşup eleştirsen iyi davranmıyorlar. Beraber de gider bakabiliriz.
Konuyu araştırdım, bilgi aldım ve hatta Aspendos’un durumu hakkında doğruları bir gazete yazısında sundum. Evet ulusal bir gazeteye yazı yazdım. Lütfen bizi de öyle her şeye atlayanlardan ya da milleti galeyana getirenlerden yapmayınız.
Muhatap burada ironi değil, fikrini beyan etmiştir. Geneli (tüm mimarları elitist diye) bir torbaya koymuştur. Bizi arada harcamıştır. Tüm tarihcileri harcayan bir tivit atsam o da eleştirse haklıdır.
FİKRİNİN YANLIŞLIĞINI söylemek hakkımızdır. Yukarıdaki yazdığım derneklerin durumu hakkında bir yanlışım varsa düzeltirim. Burası mimari konuların konuşuldu bir yerdir. Biz “LİNÇ EDİCİ” tayfadan değiliz. Bilmeden anlamadan eleştirenlerden de değiliz. (YKB ve Aspendos örneği gibi)
Çağrım açıktır. Hiç de ağır değildir.
Sorarım size: Jip ne yahu?
A. Kırmızı isterse özel, ister genel cevap verebilir. Susabilir de. Ben ne reklam ne de medya peşindeyim. İhtiyacım yok. Lütfen seyyar telefon numaramı iletiniz, varsa bir itirazı ve özel konuşmak istiyorsa o kadar da açığım. Ayrıca cidden konuşmak dertleşmek de isterim. Fakat o kapatınca kapıları bana da bunları yazmak haktır.
Akademide bir mekanda sohbet ederim zevk de alırım. Benim yazdığım cevapları okumuş, görmezden gelmiş sonra da hesabını kilitlemiş biri bence gülüp geçmiyordur sevgili Celâleddin. İnan gülmüyordur.
Lütfen Kırmızı’ya gösterdiğiniz hoşgörünün daha da azını olsa bile bana da gösteriniz. Çağrım samimi ve çözümden yanadır.
Teşekkürler.
Abdülhamit Hoca bence orada jiplerinden inip cami derneklerine katılmayan onların konuya yaklaşımlarını değiştirmeyen dindar/Müslüman mimarlardan bahsediyor olmalı. Çünkü materyalist bir mimarın cami mimarisiyle ilgilenmeyi cazip bulmamasını anlayışla karşılayabilirim. Bundan ötürü dedikleri çok da abartılı gelmedi o twiti ilk okuduğumdan bu yana.
Bu konuda yazacağım her şey niyet okumadan öteye gitmeyecek ondan bu bakış açısını sunmaktan ileri gitmeyeceğim.
Yalnız benim bir kaç dönemdir merakımı cezbeden bir konu var. Araştırdığım kadarıyla bu konu üzerine çalışılmış, yazılmış hiçbir şey mevcut değil. Bahar dönemi ilk olarak Alev Erkmen hocayla da bunu istişare ettim ama o da yanıtsız kaldı.
konu şu; Kuran-ı Kerim’de geçen bir ayet aslında cami- mescid yapımını çok keskin sınırlarla biçimlendiriyor. Türkçe’sini mealsiz okuduğumuzda çok daha rijid bir karar var. mealler de genelde iki anlamlı ele alınmış bir durum sözkonusu.
Türkçe’sini ve mealini paylaşıyorum, bunun üzerine gelecek yorumları çok merak etmekteyim doğrusu. Yaptığım şey biraz prokatiflik bunu baştan kabul ediyorum. Ancak bugüne kadar bu ayetin hiç konuşulmaması bir nevi es geçilmesi yalnız bana mı ilginç geliyor?
“Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır.” (Tövbe, 9/18) Bu ayette Yüce Mevla mescidlerin yapılmasından bahsetmektedir. “Mescidi imar etmek/yapmak; ona devam etmek, orada kalmak ve Allah’a ibadet etmek, onu inşa ve tamir etmektir. Mescidlerin imarı, maddi ve manevi olmak üzere iki çeşittir. Maddi imar; inşa ve yapımı, temizlenmesi, tefrişi, lambalarla aydınlatılması, mescidlere girmek ve mescidleri doldurmaktır. Manevi imarı ise, namazla, Allah’ı zikirle, itikat ve ibadet için ziyaretle olur. Camide ilim okumak da zikirden sayılır.” (Vehbe Zuhayli, Tefsirü’l-Münir, V, 340)”
Enise Hanım’ın mesajı çok hoş ve bilgi verici.
Abdülhamit Hoca muhakkak bir başka kesime sesleniyor. Fakat arada biz harcanıyoruz.
Hatta ben biraz Dücane Cündioğlu’na laf ettiğini düşünüyorum. Sadece bir tahmin bu.
Ancak kime demiş olursa olsun mimarları genellemesi kanıma dokunduğunu da arada kaynayan ne yazık bizim olduğumuzu göremiyor kendisi. İki taraflı mengene içinde eziliyoruz.
Mesela kardeşim gibi sevdiğim saydığım sadece mimar değil müzisyen ve doğru kişiliğiyle öğrencilerime örnek olarak gösterdiğim bir kişi var. Celâleddin Çelik.
Sayın A. Kırmızı beni olduğu kadar onu da bozuk para gibi harcadı. Evet, bana bu dokunuyor. Haydi ben yaşlı olduğu kadar heyecanlı, bir şeyler yapmaya çalışıp bu konuda çaresiz kalmış bir aktivistim. Belki de hiçbir derneği ya da hayırseveri ikna edip iddialı cami yaptıramayacağım yarışma açtıramayacağım. Ancak Celâleddin Çelik’i neden bir nefeste HARCIYOR. Anlamıyorum.
Enis Hanım’ın bahsettiği bu ayeti devamlı suretle tekrarlar dururlar. İmar ve inşa konusundaki “meal” yaklaşımları farklıdır.
Bir yerin cami olması demek, iman etmek isteyen müslümanların orada birlikte ibadet edip orayı bir yakarış mekanı haline getirmeleri de “manevi imar” eylemidir.
Bu ayeti söyleyenlere Ayasofya’nın cami olmasını istemelerini sorduğum zaman kıyamet kopuyor. Ayasofya’da namaz kılınan ufak da olsa bir yer vardır diyorum. Olay nereler gidiyor.
Abdülhamit Bey’in kaçırıp bizi harcadığı nokta şu. Birilerine laf ederken arada biz kaynıyoruz. Dindar olsun olmasın iyi cami isteyen mimarlar olarak biz eriyoruz. Zaten güçsüzüz.
Bakın bu durum aynen “sınır tanımayan doktorlar” gibi. Girdik derneklerin arasına razı etmeye çalışıyoruz. Doktorlar gibi kafamıza bomba yağıyor. Sana atmadım ben bombayı isyancı teröristlere attım demekle olmuyor. Bomba adres sormadığı gibi bu laf da sormuyor.
Bir de Kırmızı gibi biraz da tuttuğumuz sevidimiz ama uzaktan takip ettiğimiz biri. O bombalayınca…
Hala kabul etmiş değilim “jip ve paragöz ulta lüks gökdelenci mimar” laflarını. Ayıptır.
neyse
Camilerimiz bu haldeyken, iyi niyetli tasarımcılar varken, ortak bir üst akıl ile camilerin daha iyi yapılmasına muhtaçken, mimarın dini görüşü ve dindarlığını ölçerek liyakatı dikkate almadan iş yapmak eleştirilir.
Hala bu tivit ve söylenenler yıllardır bir şekilde çözüm arayan bizi kırmıştır.
Diyanet’in de ayrıca Çevre şehircilik Bakanlığı’nın demeçleri olsa da “BOŞVERİP İŞİNE GELDİĞİNE HE” dediklerini samimi olmadıklarını düşünüyorum. Olan biz mimarlara ve hoş olmayan tasarımlarda namaz kılan müslümanlara oluyor.
teşekkürler.
Enise Hanım ve Ahmet Bey’in konusuna dönerek; Cami imar etmenin bir ibadet olduğu / dine hizmet olduğu açık (yalnızca mimarlığından değil maddi ve manevi tüm hizmetinden bahsediyorum). Ben bu ayeti ilk okuduğumda anladığım, cami imar etme ibadetini yapmadan önce dinin sana emrettiği temel ibadetleri hakkıyla yerine getirmiş olmak gerektiğidir. Örneğin namaz kılmayan birisinizdir ancak bu oruç tutmanıza mani değildir. Ancak dinen Cami inşa etmeniz için bazı esas adımları geçmiş olmanız gerek. Ki bu esas adımlar Bakara suresinde anlatıldığı gibi öncelikle Tanrı’nın varlığına ve tekliğine inanmak, namaz kılmak (yani kendini yaratanın huzuruna sunup dua etmek) ve zekat vermek yani paylaşmak, yardım etmek.
Bugün bu şartın keskin çizgilere sahip olamayacağını düşünüyorum. Yaptığını anlayan ve daha da önemlisi yaptığı işe saygı duyan, değer veren ve bilgilenmekten çekinmeyen herkesin cami ve diğer tüm ibadet yapılarını imar edebileceğine yürekten inanıyorum.
Diğer yandan, ibadeti fiziken tam olsa bile ahlaken ve düşünsel olarak olgun olmayan kişilerin cami imar etmesinin de İslamiyet için uygun olmadığını düşünüyorum. Kamudan arsa çalarak, insanların tepkisini çekerek ve insanlara dine kötü söz söyletecek şekilde (Çamlıca, Ataşehir vb birçok cami buna dahil); ayrıca yarışarak, başka inanışları aşağılayarak, gösterişsel bir rekabete girerek; veya yalnızca şahsi gösteriş ve nefsi tatmin uğruna cami imar etmeyi din açısından çok sakıncalı ve dahası dine ve topluma hakaret olarak görüyorum.
Din sözkonusu olduğunda işlerin fiziksel görüntüden çok ruhani bilinçle ve niyetle sorgulanması gerekiyor.
Mert Bey Abdulhamit hocadan jipe binen kişilerin ya kadın olduğuna dair bir spolier aldı ya da hala 18. yy erkekleri gibi cinsiyetçi bir yaklaşımı var. Ama şiir şahane. mest oldum.
Keşke bir mısraında hanım, bir mısraında bir bey, yaşlı genç olsaydı. Her birinin jipli olması şart ama.
Neyse bu arada A. Kırmızı beni mentionlayarak bir sürü tivit atıyormuş. Fakat ben göremiyorum. Beni sessize alınca göremiyorum. Eğer bana diyeceği varsa ve gerçekten medeni biriyse benim ne yazdığını görmediğimi anlar da buraya yazar. Öbür türlü “hocalık” vasfı da erimiş olur.
Sevgili Celaleddin Çelik var mı öyle sessize alıp gizli tivit atmak? Sayın Kırmızı neler yapıyor?
Hocalığı bırakınız, öyle yazıp sessize almak, kaçak oynamak etik değerlere sığmaz yahu.
Dediğim gibi ona gösterilen hoşgörünün yarısına razıydım şimdi artık çeyreğine eyvallah diyeceğim.
Birçok farklı cami derneği ile birçok farklı cami ve cami müştemilatı, çevre düzenlemesi vs. çalışmalarında irtibatlı olduk. Birçok dernek ve hatta imam, kendi aklındaki size çizdirme peşinde. Kendine lojman yaptırmaya çalışan bir imamın camiden 3 m. çekip 4 katlı yapıyı dikmek isteğine karşı koyup yapıyı geri çekip planlar çalıştık. İkna ettik zannettik. Projenin detayları ve mühendislikleri çizilirken imam efendi aklındaki projenin temelini attırmıştı. Hasbelkader farkettik.
Bu apartmansı cami örneğnde de, en baştan cami derneğiyle irtibatlı olup projeyi baştan itibaren tasarlayacak kişi olsak da, bu adar yüksek ve niteliksiz bir cami yapmayalım, mahalleye değer katacak bir yapı olsun desek, en kibar yaklaşımlar tamam deyip, kendileri başka proje çizdirir yine yaparlar bu yapıyı. Ahmet Turan Köksal’ın da dediği gibi genellemeyelim ama birçoğu böyle malesef.
Bu tür yaklaşımlar esasında dini kullanmaktır. Yapılan iş cami ama derneğin veya imamın tatmin olması gerekir. Dini bir iş yapıyoruz hayır işliyoruz derken kendileri tatmin etme derdinde olan, sadece kendi bildiklerini doğru kabul eden ihtiyarlar heyeti. Tam bir din istismarı bence.
Bu durumda Enise Kocaman’ın değindiği ayetteki tanımı bu dernekler de esasında tam karşılamıyor. Maddi işlemler yapılıyor görünüşte ama maneviyat boşalıyor.
Bir camide örneğini birebir gördüm. Restorasyonu yapılan ve bizim de çevre düzenleme ve müştemilat işinde pay sahibi olduğumuz caminin imamı cemaat ile kavgalı, maneviyat yıkılmış. Maddi imar konusunda da kendine ikinci lojmanı yaptırma derdinde. Cemaat wc nin üstünde kuran kursu olur mu diye isyanda. Bu örnekten anladığım ayetin 2 türlü açıklamasının da aslında birlikte olduğu. Yani maddi imarı gerçekleştirebilmek için manevi imara önem vermek gerekir. Maddi imar adına ortaya çıkan yapı içinde namaz kılınır ama kavgalı bir cemaat hiç de Allah’ın evine yakışmaz.
Arkitera’ya bu kadar haklı ve uzun bir yazı yazınız sizin blokunuz kaldırayım. Tabii ayrıca çok iyi biliyorsunuz sebebini. Yine de iyi denemeydi.