Kamuoyu Ekrem İmamoğlu’nun 20 Kasım 2024 tarihli sosyal medya paylaşımıyla Raimondo D’Aronco’nun tasarımı olan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camisi’nin (Karaköy Camisi/Mescidi olarak da biliniyor) yeniden inşa edileceğini (rekonstrüksiyon) öğrendi. Yazının tamamını okumak istemeyenler için en baştan bu proje ile ilgili görüşümü özetleyeyim. Rekonstrüksiyon projeleri güçlü motivasyonlar, iddialar ve gereklilikler içermelidir. Bunların neler olduğunu yazının sonraki bölümlerinde açıklamaya çalışacağım. Karaköy Camisi’nin rekonstrüksiyonu, bu girişimi meşrulaştıracak düzeyde motivasyon, iddia ve gereklilik içermiyor. Bu yüzden de projeyi yanlış (bilim ve teori açılarından), zorlama bir karar ve kaynak israfı olarak görüyorum.
Konuyu takip edenler bu rekonstrüksiyon projesinin ilk defa 2010 yılının sonlarında gündeme geldiğini hatırlayacaktır. Hatta bir süre sonra projeyle ilgili bir bilgilendirme panosu, rekonstrüksiyonun yapılacağı alana yerleştirilmiş ve bir süre kalmıştı. Caminin özgün tasarımında yer alan dükkanların mülkiyetiyle ilgili başlayan bir dava süreci nedeniyle proje 2015 yılında askıya alındı ve pano kaldırıldı. Gerek caminin tarihi ve inşası gerek yıkımı gerekse rekonstrüksiyon projesiyle ilgili detaylı bilgilere İBB Kütüphane’nin düzenlediği Güncel İstanbul Okumaları konuşma serisi kapsamında, Sultan Yılmaz’ın yaptığı “Karaköy Camisi’nin Mimari Biyografisi” başlıklı sunumdan ulaşmak mümkün.
2010 yılının sonlarında gündeme gelen tek rekonstrüksiyon projesi bu değildi. İçinde 30 tane yok olmuş yapının “ihyası” ile ilgili kararlar bulunan 1/1000 Ölçekli Beyoğlu İlçesi Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı Uygulama İmar planı 25.11.2010 tarihinde İBB Meclisi tarafından, 21.12.2010 tarihinde ise İBB başkanınca onaylandı. Bu 30 yapıdan biri olan Fındıklı Süheyl Bey Camisi’ne ait ihya kararı uygulandı ve 2014 yılında, konuyla ilgili kitaplarda yer alacak türden bir rezaletle sonuçlandı. Bahsi geçen plan, Taksim Gezi Parkı’na Topçu Kışlası’nın inşa edilmesinin de yolunu açan plandı.
Rekonstrüksiyon projeleriyle ilgili literatürde bir söylem analizi yapıldığında sıklıkla karşımıza çıkan kavramları iki kategoride toplayabiliriz. Birinci kategori ulus inşası, millet olma hali, toplumsal hafızanın onarılması, aidiyet, ulusu tanımlayan şehirler veya anıtlar gibi rekonstrüksiyon girişimlerinin arkasındaki motivasyon ve iddialar. İkinci kategori ise tarihi dokuya veya anıta zarar veren dolayısıyla rekonstrüksiyon ihtiyacını doğuran sebepler, yani savaşlar, işgaller, depremler, felaket düzeyindeki yıkımlar, yangınlar. Sahte Miras / Neden Anıtları Yeniden İnşa Ediyoruz (Fake Heritage / Why We Rebuild Monuments¹) başlıklı kitabında John Darlington bu kavramları “Toz Duman Yatıştığında” (When the Dust Settles) şeklinde çevrilebilecek bölümde örneklerle inceliyor.
Her iki kategorideki kavramlar rekonstrüksiyon kararının ne büyüklükte bir sorunu gidereceğinin veya ne kadar derin bir yarayı iyileştireceğinin belirlenmesindeki yükün ağırlığını anlatıyor. Bilimsel literatürde bu kavramları açıklamak için verilen örneklerin çoğunluğu şehir, ülke hatta kıta düzeyinde maddi ve ağır toplumsal yıkımları olan olayların sonucunda alınan kararlardan seçilmiştir. 1. Dünya Savaşı sonrası Belçika’nın Ypres kentinin veya 2. Dünya Savaşı sonrası Varşova’nın yeniden inşası, kentsel ölçekte en bilinen örneklerdir. Glasgow Sanat Okulu ve Notre Dame Katedrali gibi ulusal kimlikte önemli yeri olan anıtların geçirdikleri yangınlar sonrası başlayan tartışmalar, konunun basit bir inşaat faaliyetinin çok ötesinde bir derinlikte ele alınmasının şart olduğunu anlatan örneklerdir.
Ünü nedeniyle Notre Dame Katedrali ile ilgili tartışmalar çok geniş kesimlerin ilgisini çektiyse de daha az bilinen bir örnek olan ve Charles Rennie Mackintosh’un tasarımı olan Glasgow Sanat Okulu ile ilgili tartışmalardaki bir detay oldukça ilginç. 2014 yılında çıkan yangında yapının büyük hasar görmesi üzerine rekonstrüksiyonda izlenecek yönteme karar vermek üzerine başlayan tartışmaya, bu okuldan mezun bir mimar olan Profesör Alan Dunlop rekonstrüksiyonlarla ilgili tartışmalarda pek karşımıza çıkmayan bir boyut katıyor. Dunlop, yapının aslına uygun olarak yeniden inşa edilmesine karşı çıkıyor ve Mackintosh’un bir kopyacı olmadığını, aksine yeni mimarlık formlarının arayışında olan yaratıcı bir yenilikçi olduğunu, aslına uygun bir rekonstrüksiyonun kayıp bir fırsat olacağını, Mackintosh’un kendisinin de buna karşı çıkacağını belirtiyor (Darlington, 2020, 166).
Karaköy Camisi ile ilgili girişimi genelden özele doğru üç bağlamda değerlendirmek istiyorum.
İlk bağlam toplumsal hafıza. Bir rekonstrüksiyon projesinde sorulması gereken ilk soru şu olmalıdır; “Bir anıtın veya bir şehrin toplumsal hafızada kapladığı yer nedir ve yeniden inşa ederek toplumsal hafızadaki hangi gediği kapatacak veya hangi yarayı iyileştirecektir?”. Bu soruyu, örneğin Mostar Köprüsü için sorduğumuzda sayfalarca uzunlukta cevaplar verebiliriz. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Ancak aynı soruyu Karaköy Camisi ile ilgili sorduğumuzda doyurucu bir cevap almak mümkün değildir.
Somutlaştırmak gerekirse, 1957 yılında yıkılana kadar bu camiyi kullanmış ve o zaman, örnek olarak, 20 yaşında olup bugün 87 yaşında olan ve halen hayatta olan kaç kişi vardır? Bu kişilerden kaçının hafızasında bu caminin özel bir yeri vardır? Daha da önemlisi, bu camiye özel bir anlam yükleyen kaç kişi, bu duygularını ailesine, çevresine ve sonraki nesillere aktarmıştır? Hafızanın nesiller boyu aktarılması, toplumsal hafızanın en temel oluşma mekanizmasıdır. Bu mekanizma sayesinde toplumlar ülkelerini kuran veya yıkımına sebep olan, ancak hiç tanımadıkları kişileri minnetle anarlar veya onlardan nefret ederler. Bir kültürel varlık da toplumun hafızasında bu şekilde yer edinir.
İkinci bağlam ise kentsel bağlam. ‘Mimarlıkta bağlam her şeydir’ desem sanırım abartmış olmam. İster bir kentin en yoğun bölgesinde inşa edilsin, isterse bir hiçliğin ortasında, iyi bir mimarlık örneğinin içinde bulunduğu bağlamla ilişki kurması beklenir. Mimarlık becerilerinden şüphe etmediğimiz D’Aronco’nun, Karaköy Camisi’ni tasarlarken kentsel bağlamı önemli bir veri olarak değerlendirdiğini düşünmemiz yanlış olmaz. Muhtemelen bu yüzdendir ki Karaköy gibi yoğun bir ticaret bölgesinde fevkâni bir cami tasarlamıştır.
Gelgelelim bu kentsel bağlam bugün mevcut mudur? Cevap basit, hayır, Menderes yıkımlarıyla birlikte bu bağlam tamamen yok olmuştur. 1957’ten bugüne ulaşan tek bağlam Karaköy’ün halen yoğun bir ticaret bölgesi olmasıdır. Ama bu da söz konusu rekonstrüksiyon fikrini destekleyecek kadar güçlü bir argüman değildir.
Üçüncü bağlam ise yapı bağlamı. Bir yapıyı yeniden inşa etmek için hazırlanacak projeler çok sağlam verilere dayanmalıdır. Fotoğraf, resim, gravür gibi görsel malzemeler en temel kaynaklardandır. Rekonstrüksiyon projesi hazırlayan her mimarın hayallerini yapının özgün mimari projelerine ulaşmak süsler. Karaköy Camisi’nin projelerini hazırlayan AGS Mimarlık yetkilisi Sebahattin Değirmentepe’nin bu hayale ulaştığını, projenin hazırlanmasında D’Aronco’ya ait İtalya’daki Udine Kent Müzesi’nde bulunan arşivden yararlanıldığını biliyoruz.
Mimar Mehmet Berksan 22 Kasım 2024 tarihli sosyal medya paylaşımında, AGS Mimarlık tarafından hazırlanmış olan ve 2013’te ilgili koruma kurulu tarafından onaylanan mimari projeyi ve raporunu incelediğini ve “hem restitüsyon hem rekonstrüksiyon için çok iyi çalışılarak doğru kararlar alınmış, iyi bir proje hazırlanmış” olduğunu belirtiyor. Aynı paylaşımdan yıkımdan önce Vakıflar’ın yapının rölövesini aldığını da öğreniyoruz. Nitelikli restitüsyon ve rekonstrüksiyon projelerinin hazırlanmış olması şüphesiz çok olumlu bir gelişme ancak gerek özgün projenin gerek yıkımdan önce alınan rölövenin gerekse toplanan görsel malzemenin çözüm bulamayacağı bir sorun var; yapının doğu cephesi.
Eski fotoğraflara dikkatlice bakılırsa, caminin doğu cephesinin bitişik nizam olduğu görülebilir. Meydandaki yıkımlar sonrası değişen doku nedeniyle, rekonstrüksiyonu yapılacak caminin doğu cephesi sağır olmak durumunda. Rekonstrüksiyon projesinde acaba bu cephe için yeni boşluklar mı öneriliyor? Öneriliyorsa bu kararlar neye dayanarak alındı?
Yukarıda da yazdığım gibi mimarlıkta bağlam her şeydir. Kentsel bağlamın bir verisi olarak arsanızın üç mü, dört mü cephesi olduğu tasarımınızın temel kararlarını etkileyecektir. D’Aronco’nun da bu temel veriyi kullanarak yapıyı tasarladığını düşünmek zor değil. Ancak kaybolmuş bir kentsel bağlamda rekonstrüksiyon yapmaya niyetlenirseniz, yapıya yeni bir cephe tasarlamak gibi sorunlara zorlama çözümler bulmak zorunda kalabilirsiniz. AGS Mimarlık’ın web sitesinde yapıya meydandan bakan iki adet 3 boyutlu görselleştirme var. Keşke yapının doğu cephesi, o cephede oluşacak tanımsız kentsel boşluk ve Karaköy Altgeçidi ile olan ilişkisine ait görsellere de ulaşabilsek.
Rekonstrüksiyon projelerinde diğer önemli bir konu da eğer verilecekse yeni işlevin özgün tasarımla ve işlevle uyumlu olmasıdır. Mahir Polat’ın 20 Kasım 2024 tarihli sosyal medya paylaşımından yapının altında (herhalde zeminde ve harimin altındaki ara katta) bir kütüphane yer alacağını öğreniyoruz. Bir kütüphane işlevinin gerektireceği güncel donatılar muhtemelen yapının narin strüktüründe kapsamlı değişikliklere neden olacaktır. Halbuki Karaköy Camisi’nin inşa edileceği noktadan 300 metre ötede (yaklaşık 3 dk yürüme mesafesi) koleksiyonu zengin ve çok talep gören SALT Araştırma Kütüphanesi var.
Yazının başlarında referans verdiğim kitapta yazar, turizm pazarlaması alanından uluslararası ünlü markaların logolarına kadar, kültürel mirasın yani “eski”nin nasıl bilinçli bir tercihle kullanıldığından bahsediyor (Darlington, 2020, 134). Reklam ve pazarlama çalışmalarının artık neredeyse tamamının sosyal medyada yürütüldüğü bu dönemde, “eski”ye rağbet ve ilgi giderek artıyor. Bu ilgiyi artıran bir unsur da siyah-beyaz fotoğraflar.
Candice P. Boyd ve Andrew Gorman-Murray’ın “Siyah-beyaztaki nostalji: fotoğrafçılık ve hafıza coğrafyaları” başlıklı makalesinde² siyah-beyaz fotoğrafın yarattığı nostalji şöyle tarif ediliyor; “Renkli görüntülerin ‘çılgınca üretildiği’ bir kültürde, siyah-beyaz fotoğrafçılık hoş bir duraksama sunuyor. Siyah beyaz fotoğraflar meşrulaştırma potansiyeline sahiptir, insanlara ve politikalara, kültürlere ve şirketlere arşivsel bir aura kazandırır.” (Boyd& Gorman-Murray, 2023, 80).
Karaköy Camisi’nin yeniden inşa edileceği haberi sosyal medyada çeşitli siyah-beyaz fotoğraflarla servis edildi. O fotoğraflarda görülen İstanbul’a duyulan özlem, böyle nitelikli bir yapının imar faaliyetlerine kurban verilmiş olmasının yarattığı kızgınlık ve rekonstrüksiyonlar sayesinde tarihimize sahip çıkabileceğimiz gibi hisler bir araya gelince, az sayıdaki eleştirel yaklaşımlar dışında, karar büyük oranda memnuniyetle karşılandı. Ama çok iyi biliyoruz ki, sadece caminin inşa edilmesiyle siyah-beyaz fotoğraflardaki gibi bir kentsel imge oluşmayacak. Çünkü Karaköy Camisi, imar faaliyetlerinde meydanda yıkılan onlarca yapıdan sadece birisiydi. Bu rekonstrüksiyon kararı uygulanırsa karşımıza bağlamsız, nereye ait olduğu ve neye hizmet ettiği belli olmayan sahte bir miras çıkacak.
Rekonstrüksiyon haberini duyurduğu paylaşımında Ekrem İmamoğlu şu bilgiyi de veriyor; “1957 yıkımlarından sonra kentsel değeri hasar gören birçok alan gibi Karaköy Meydanı’nı da tekrar tarihi dokusuna dönüştürecek çalışmaları yapmaya başlıyoruz”. Eğer Karaköy Camisi’nin rekonstrüksiyonu daha geniş ölçekli planlamanın bir parçası ise, bunun kamuoyu ile paylaşılması itirazların azalmasına hatta desteğin artmasına katkıda bulunabilirdi. Böyle bir plan varsa ve paylaşılmadıysa ciddi bir taktik hatası yapıldığı söylenebilir. Ama ben bu konuda da olumsuz düşünüyorum. Ne yapılırsa yapılsın Karaköy Meydanı’nın 1950’ler öncesindeki kentsel bağlamını geri getirmek mümkün değil.
Ne kadar vurgulansa azdır, rekonstrüksiyon kararlarının arkasında çok güçlü motivasyonlar, iddialar ve gereklilikler olmalıdır. Toplumsal hafızada son derece sınırlı yeri olan bir yapının, bağlamı tamamen yok olmuş bir kentsel dokuya monte edilmeye çalışılması maalesef güçlü bir argüman değildir. ‘İstanbul’a çok nitelikli yapılar kazandırmış ünlü bir mimarın, sıra dışı tasarıma sahip yapısını yeniden inşa etmek’ de bir gereklilik değildir. Bunun yerine, İBB Miras’ın Botter Apartmanı örneğinde başarıyla gerçekleştirdiği gibi, D’Aronco’nun günümüze ulaşmış yapılarının hakkıyla korunması için çaba harcamak daha doğru bir yaklaşım olacaktır.