Kentleşme kavramını belirleyen teoriler, Fransız İhtilali’nin ardından gelen endüstrileşme döneminden bu yana gelişti. Bu teoriler arasında kent yaşamını belirleyen ana unsurlar önemli bir yere sahiptir. Peki 21. yüzyılın getirdiği global salgın karantinası altında bu unsurların kentsel yaşama etkilerinden nasıl söz edebiliriz?
19. yüzyılın ikinci yarısında, Ildefonso Cerdà “kentleşme” kelimesini ilk kez kullandığında kentsel yaşamı belirleyen iki temel unsurun altını çizer: kent işlevleri ve onu yaşatan toplum eylemleri. “El hombre está, el hombre se mueve: he ahí todo” sözleriyle anlattığı gibi, insan durur, insan hareket eder: hepsi budur [1]. Buradan da anlaşılabileceği gibi, kentsel yaşamı belirleyen iki temel unsuru “hareket” etmek ve “durmak” olarak tanımlar.
Cerdà’nın ardından, Gustavo Giovannoni de kentleri onu oluşturan sokak, meydan, açık alan, park gibi unsurları ile bir bütün olarak tanımlar. Venedik başta olmak üzere ilham aldığı İtalyan kentlerini düşünerek, “vie di movimento” ve “vie di abitazione” kavramlarından bahseder[2]. Hareketin ve yaşamın bir araya gelmesiyle ortaya çıkmış bu Giovannoni teorisinin bilinen amaçlarından biri, kent düzenini toplumun yaşam döngüsüne uygun olarak planlamaktır. Ona göre bu döngü çerçevesinde, insanlar hareket etmeli, durmalı, birbiriyle vakit geçirmeli ve tekrar hareket etmelidir. Kentsel yaşam ancak bir dizi hareketin birbirini bütünlemesi sonucu olabilir. İtalyan teorisyenin aldığı mimarlık eğitiminin bir bölümünün toplum sağlığı odaklı olduğunu hatırlarsak, önerdiği kent düzeninde hijyenin ne kadar önemli olduğundan bahsetmeden geçemeyiz[3].
Günümüzde ise, global ölçekte yaşanan salgının getirdiği karantina, yukarıda bahsedilen iki ana unsurun “hareket” ölçeğini oldukça kısıtlarken kentsel yaşamdan bahsetmek hala mümkün müdür?
Kentleşmenin bir disiplin olarak ilk kez ortaya çıkışından bu yana geliştirilen teoriler içerisinde, insanı ve kenti aynı noktada birleştiren en önemli kentsel mekanlar meydanlar ve açık alanlar oldu. Giovannoni’ye ilham olan, città d’arte olarak tanımlanan İtalyan şehirlerinde ise bugünlerde bu mekanlar boş. İtalyanca diline “salotto a cielo aperto” olarak yerleşmiş “açık hava salonu’’ olan meydanlar bugün 19. yüzyıldan beri tanımlanan kentin “hareket” unsurundan yoksun (Şekil 1, 2). Bu mekanlardaki yaşamı, anadillerine evin salonu ile eşdeğer nitelikte bir kavram yerleştirecek kadar günlük hayatın bir parçası haline getirmiş bir halk için meydan kültüründen geçici bir süre için bile olsa uzaklaşmak kolay olmadı. Meydanları, sadece bir geçiş noktası olarak değil, bir toplanma / birlikte vakit geçirme / dinlenme alanı olarak kullanmaya alışmış halk, sadece gerekli durumlarda polis kontrolü altında buralardan geçebiliyor. İtalyan hükümeti tarafından “İkinci Dünya Savaşı sonrasından daha kötü bir durum’’ olarak tanımlanan bu dönemde, halk ikinci bir evi olarak gördüğü açık alanlardan haftalardır uzak duruyor.
Kent yaşamını belirleyen unsurlar İtalya özelinde ele alındığında, hareketin sadece bir yerden bir yere gitmekten ibaret olmadığı, açık alanda sosyalleşerek yapılan tüm aktivitelerin günlük ritüele dönüştüğü aşikardır. Bu noktada, dünyaya yayılmış slow food hareketinin ilk olarak İtalya’da çıktığını da hatırlayalım. 1989’da Carlo Petrini önderliğinde gelişen bu hareketin başlıca sebeplerinden biri de, global dünyadaki hızlı tüketimin İtalya’nın gelenekselleşmiş günlük ritüelleri ile ters düşmesi idi. Petrini’nin meydanlarda bir araya gelinerek içilen sabah kahvelerinin ya da parklarda buluşularak bir arada sakince yenilen öğle yemeklerinin devamlılığını savunarak başlattığı bu hareket, İtalya’nın kuzeyinde bulunan Piemonte bölgesinden başlayarak tüm dünyaya yayılmıştır[6].
Kamusal mekanları bir arada, sakince ve çokça kullanmayı bu kadar seven bir kültür, karantina günlerinde hareketsiz “duran” kentlerine hareket getirmek için çaba sarf ediyor. Giovannoni ve Cerdà’nın bahsettiği “hareket” eylemini evlerin balkon ve pencerelerini kamusal alana dönüştürerek telafi etmeye çalışıyorlar. Her akşamüstü belli bir saatte balkonlara çıkarak beraber şarkı söyleyen, komşularıyla sohbet eden, dertleşen, şakalaşan ve uzaktan uzağa oyunlar oynayan halk, kent sokaklarını, bina avlularını ve cephelerini özledikleri kent meydanlarına dönüştürüyor.
İtalya’da üniversitelerin mezuniyet dönemlerine ve bitirme tezi sunumlarına denk gelen karantina, sanal ortamda yapılan mezuniyet törenlerine de ev sahipliği yaptı. Bu törenlerin ardından yapılan kutlamalar da yine bina cephelerinde toplanılarak gerçekleştirildi. Haftasonları güzel havalarda toplanıp dışarıya çıkmaya alışkın halk, balkonlara kurulan müzik sistemleri ile hep beraber dans etti ve mini konserlere eşlik etti. Öte yandan, belirledikleri “her şey güzel olacak” (#andràtuttobene) anahtar cümlesi ile hazırlanmış afişler ve resimler asılırken, halk meydanlarda buluşarak yaşayamadığı etkileşimi birbirine hissettirmeye çalışıyor. Belediyelerin de desteği ile yayılan bu “hareket”, kent içerisindeki sınırlı dolaşımı tek başına gerçekleştirmek zorunda olan halka, kent yaşamı içinde birlikte olma duygusunu hatırlatıyor (Şekil 3, 4).
Sonuç olarak, karantina günlerindeki İtalya örneğine bakıldığında, Cerdà ve Giovannoni’nin kent yaşamı için dahice geliştirdikleri iki unsurun hala canlılığını koruduğunu söylemek mümkün. Evde durmak zorunda olan halk, kenti boş bıraksa da, ellerindeki imkanları zorlayarak kente hareket katmaya devam ediyor. Hareketsiz “duran” kent meydanları ise sadece hareketin tekrar başlayacağı günü bekliyor.
[1] Cerdá, Ildefonso. Teoría general de la urbanización, y aplicación de sus principios y doctrinas a la reforma y ensanche de Barcelona. Vol. 1. Imprenta Española, 1867.
[2] Giovannoni, Gustavo. “Vecchie città ed edilizia nuova.” VALERIE MAGAR 48, no. 995 (1931): 57.
[3] Zucconi, Guido. “Gustavo Giovannoni: A Theory and a Practice of Urban Conservation.” Change Over Time 4, no. 1 (2014): 76-91.
[4] La Reppublica, I controlli in una Torino quasi deserta, 25 Mart 2020.
[5] La Reppublica, “Andrà tutto bene”: le finestre dell’ospedale infantile di Torino tappezzate dai disegni dei bambini
[6] Petrini, Carlo. Slow food: The case for taste. Columbia University Press, 2003.