Ünlü araştırmacı ve plancı Sherry Arnstein'ın "katılım merdiveni"ne göre bu şekilde gerçekleştirilen bir referandum olsa olsa bir terapi ve manipülasyon aracıdır.
Referandum, Avrupa kentsel tasarım ve planlama ekolünde sevilerek tercih edilmeyen bir araçtır. Sonlandırılmış bir plan ya da proje için referanduma gidilmesi aslında yetkililerin katılımcı bir süreç ve konsensüs oluşturma yönündeki başarısızlığının göstergesidir.
Avrupa’da bu yolla çözülemeyen sayısız kentsel sorun örneği var. Mesela, 2009 yılında Belçika’nın Anvers şehrinde yapılan bir referandum süreç ve sonuç açısından büyük bir başarısızlıkla neticelendi.
Avrupa’nın en büyük ikinci limanına ev sahipliği yapan Anvers’te Flaman hükümeti uzun süreden beri bir köprü ve viyadük projesi yapmayı planlıyor, detaylı projeler ve etki raporları hazırlatıyordu. Sivil toplum örgütleri ve yerel halk bu projeyi istemediklerini defalarca dile getirmişti. Uzun tartışmalardan sonra, hükümet projenin referanduma yoluyla oylamaya açılmasına karar verdi. Sonuç olarak, halkın yalnızca yüzde 35’i oylamaya katılmayı tercih etti. Oy kullananların yüzde 60’ı projeye karşı çıktı.
Bunun ardından hükümet oylamanın yasal bakımdan hiçbir bağlayıcılığı olmadığını açıkladı, oyların çoğunluğu temsil edemediği öne sürüldü. Tartışma daha da alevlendi. Referandum sonrasında üç buçuk yıl geçmiş olmasına rağmen konu halen çözülebilmiş değil…
Referandumla reddedilen Anvers Lange Wapper Projesi
Sebep ve sonuçları bağlamında Anvers’teki referandum uygulaması katılım açısından en zayıf örneklerden birisidir çünkü sivil toplum örgütleri ve yerel halk projenin hazırlanması sırasında (ve öncesinde) süreç dışında bırakılmıştır. Neticede halk oylamanın bir sonuç getireceğine dair güvenini yitirmiş ve katılmamayı tercih etmiştir. Avrupa’dan Anvers gibi sayısız örnek vermek de mümkün.
Öte yandan, çağdaş planlamada pozitif katılım örneklere baktığımızda, örneğin Brüksel’deki birçok uygulamada, hükümetin bizzat sivil toplum kuruluşlarını davet ederek ve kaynak sağlayarak planlamaya katılım sürecini yönetmelerini istediklerini görüyoruz. Brüksel Çevre Organizasyonu, geçtiğimiz yıllarda büyük ölçekli projelerde katılımı toplantıları düzenledi ve planlama sürecinde bölgede yaşayan halkın çıkarlarını sonuna kadar savundu.
Bu katılım biçimini Taksim Gezi Parkı’na çerçevelendirirsek, hükümetin Taksim Platformu, STÖ’ler ve diğer halk temsilcilerine işlerini yapmaları için maddi ve motivasyonel bakımdan destek ve yetki vermesi gerektiği ortaya çıkar. Gerçek anlamda katılım sağlanması için gerekli ilk adım bu işbirliğinin çağdaş bir şekilde kurulmasıdır.
Gerçek katılım, tasarım problemlerin tanımlanması ve proje alternatiflerin geliştirilmesi dâhil olmak üzere sürecin her aşamasında sivil toplum örgütlerinin ve halkın katılımının sağlanması ile gerçekleşebilir. Referandum bir katılım aracı olarak zayıf bir uygulamadır.
Bu bağlamda Topçu Kışlası’nın referanduma açılması pek de iyi bir başlangıç değildir. Deneyimlediğimiz kentsel planlama ve tasarım sorunlarına demokratik bir çözüm getirmesi de beklenemez. Ünlü araştırmacı ve plancı Sherry Arnstein’ın “katılım merdiveni”ne göre bu şekilde gerçekleştirilen bir referandum olsa olsa bir terapi ve manipülasyon aracıdır. Yalnızca bir referandum ya da proje iptali ile yetinilmesi Gezi hareketinin sivil, demokratik ve tüm Türkiye’yi kapsayan ruhuna aykırıdır.
Halkın ve sivil toplum örgütlerinin katılımının garanti altına alınması için bu konuda yeni yasal düzenlemelere gidilmesi gerekmektedir. Planlamaya katılım biçimleri ve araçları çağdaş planlama anlayışlarını yansıtacak şekilde yeniden ele alınmalı ve kurumsal hale getirilmelidir. Gezi hareketinin yarattığı ivme ile mevcut hükümet yetkilileri bu konularda reformlar yapılması yönünde motive edilmelidir.
Sonuç olarak yetkililerin aldığı tavır da çağdaş demokratik yönetim biçimlerini ne kadar benimsedikleri ve desteklediklerinin göstergesi olacaktır.