Kiasma ile St Henry’nin Kilisesi; Fin Ahşap Sergisi Üzerine Yorumlar

Helsinki’ye taşındığımızda Kiasma yeni bitmişti. Arkasında da derin tartışmalar bırakmıştı. Tatil günlerinde Kiasma’nın giriş katındaki yeni açılan internet odasına giderdik.

Orta boşluk ekseninin uzantısında, gireni sanki yukarı doğru savrulan, insanı kentin gürültüsünden alıp sergilere, başka bir dünyaya götüren rampası, hareketli duvarları, daha henüz tamamlanmamış mekanlarının rengarenk hali, buzlu sarkan torba gibi lambaları, özgün detayları ilgimizi çekiyordu. Steven Holl’un ilginç mekanlarında o sergiden, bu sergiye dolaşıp çeşitli sanatçıların yapıtlarını görüyorduk.

Uzun yıllar üzerinde tartışılan ve Jung’dan, Saarinen’e, Siren’den Aalto’a bir çok mimarın ilgisini çeken, üzerine öğrenci tezleri yapılan, çeşitli öneriler geliştirilen, Töölö Körfezinin uzantısındaki bu hassas noktada, 1993 yılında Çağdaş Sanatlar Müzesi yarışması açılmıştı. Yanından Mannerheimintie isimli ana yolun geçtiği arsa, Siren’in yaptığı Fin Parlementosunun hemen karşısında Saarinen, Geselius, ve Lindgren’in tasarımı Milli Müzeyi biraz uzağından gören, Elisa ve Alvar Aalto’nun son binası Finlandiya Konser Salonunun tam ekseninde yer alıyordu. Aralarında Steven Holl, Kazuo Shinohara, Coop Himmelblau, Alvaro Siza’nın bulunduğu dört davetli, tanınmış ismin yanında herkese açık bir yarışmaydı bu. Sonunda bir yabancı, Steven Holl büyük ödülü aldı götürdü. Yarışma jürisinde buradaki unortodox mimarileriyle tanınan isimlerinden Kai Wartiainen ve Jyrki Tasa’nın olması ilgi çekiciydi. Daha da alevlenen tartışmalara karşın sonunda volümü biraz küçültülerek bina inşa edildi.

Bazı Finli meslektaşların düşüncelerinin aksine, genel mesajı ile bu bina hoşuma giden bir yapıttır. Sanki bir ressam, cesurca, güçlü bir fırça darbesi vurmuştur kentin tam ortasına. Yazın güneşin etrafta dönüşüne bağlı olarak parlar. Kışın ise karanlıkta, kentin ortasında cephesinin değişik tondaki ışık oyunlarıyla karla ve buzla beraberleşir. Doğanın bir parçası olur. Önündeki ana otoritenin ciddi yüzlü Parlemento Binası ve arkasında yine bir anlamda oldukça ciddi, Siikala ve Söderlund’un projelendirdiği basının önemli gazetesi Helsinki Sanomat Binasının, açıklığı şeffaflığı vurgulamak istediği söylenen monümental cam küpünün önünde tam kontrast bir anlayış sergiler. Sanatı, sanatın özgülüğünü temsil eder. İsmi ile birleştirilen senaryosunda olduğu gibi ayak ayak üzerine atmış gibi kültür ekseni ve doğa ekseniyle çakıştırılmıştır mimarı tarafından. Mekanları değişik sanatçıları değişik zamanlarda sergiledikleri yapıtları ile anlam kazanır. Sanki eskimeye uygun büyük bir workshop havası taşır ve kentin bu sorunlu ve hassas yerinde akılda kalıcı bir söz söyler.

Kiasma

Fotoğraflar: Hüseyin Yanar

Eğer istisnaları bir kenara bırakırsak, Fin insanı, mimarları da dahil, genelde risk almayı çok sevmeyen, rasyonel bir yapıya sahiptir benim sezdiğim kadarı ile. Ülkede yapı standardı oldukça yüksektir ve genel bir bakış ile yerel mimarilerinde de rasyonel bir hava sezilir. Bir anlamda burası rasyonalizmin kalesidir. Belki de bu sosyal demokrasi içinde mimari de hep aynı tonda olmalıdır. Aşırı çok seslilik eşitliği, sistemi de zorlayabilir. Bunun nedeni tabii ki ekonomik davranmaktan da dolayıdır. Birde iklim zorluğu eklenince planlama ve detaylar ona göredir. Böyle olunmak zorundadır belli bir ölçüye kadar. Mimaride aşırı çıkışlara, deneysel arayışlara daha az rastlanır. Bu açıdan bakarsak gerçekten burada mimari tam anlamıyla bina yapma sanatıdır diyebiliriz. Ama artık her geçen gün yeni mimarlar, genç mimarlar bu sınırları zorlamaktadır. Her ne kadar oralardan biz Fin Mimarisini, Alvar Aalto ve onun uçarı yaklaşımlarıyla bir birine bağlasak da, Aalto bile kendi kişisel mimari tavrı yüzünden özellikle yerel meslektaşları tarafından eleştirilmiş ama hepimizin çok iyi bildiği gibi yalnız kendi ülkesinde değil ülke dışında da ülkesinin izini bırakmış özel bir mimardır. Tabii mimaride anladığı rasyonalizmi de kariyerinin değişik basamaklarında çok farklı yorumlamıştır. Bu kendi döneminde eleştirilme, kişisel yorumlarıyla yine çok tartışılan ve bugün hala meslektaşlarınca tartışılan Raili ve Reima Pietilä içinde çok geçerlidir. Hatta bu uzun yıllar sonra ülkesinde yaptıklarıyla sonunda ileri yaşlarında kabul gören Juha Leiviska içinde böyledir. Ama sözünü ettiğim sıra dışı üçlü Finlandiya’nın Akademisyen ödüllü üç mimarıdır. Bu ödül sadece yaşayan bir mimara devlet tarafından verilmektedir. Bu mimarlar sadece bina yapmazlar. Bunlar yorumculardır. Kültürlerini, doğalarını yorumlarlar kişisel yaklaşımları ile. İlginç olan şudur. Mimari otorite sınırlarını koyar. Bir sürü kişi bu sınırlara uyar. Ama değişik davranan mimarlarda aslında var olan Fin Mimarisini yaratırlar. Bu arada deneysel çalışan, ilginç projeler geliştiren bazı mimari gruplarda beklediği ilgiyi göremezler çoğunlukla. Ocean North grubu bunlardan biri olarak gösterilebilir. Bunların dışında bir diğer tarafta da rasyonel anlayışı yapıtlarında yorumlayan, sıra dışı minimalist yaklaşımlarda oldukça kabul görür genel mimari çerçeve içinde.

Ama bütün bunlara karşın son zamanlardaki gelişmeler, buralarda sanki mimarlık adına bazı değişmelerin olabileceğini gösteriyor. Kotka Liman tesisleri ve Heureka binasının önündeki Vantaa Kültür Merkezi gibi gerçekten volumleri büyük yarışmalarda olduğu gibi jürilerin cesur tavırları ve seçilen cesur projeler gözler önünde idi. Geçtiğimiz aylarda da Fin Mimarlık Müzesinde Finlandiya’daki mimarlık okullarındaki diplomalardan oluşan speculative bir sergi açıldı. İlginç deneysel, sıra dışı öğrenci çalışmaları vardı. Adı da “Towards a New Architecture” konmuştu. Bu sanki mimari çabalardaki değişimin fark edildiği resmi bir deklerasyon gibiydi. Bugünlerde İstanbul’da gösterimde olan, burada da bir süre önce ilgi ile izlenilen Fin Ahşap Sergisine de söyle uzaktan bu gözle bakacak olursak oradaki yapıtların gerisinde saklı mesajlar bulabiliriz. Belki de en önemlisi, kuzeyden gelen bu ahşap sergisi küçük bir koleksiyon olarak, kendi kesiti içinde, burada uzun zamandır adım adım yükselen bir değişim rüzgarının habercisidir ve mimari çabalarda bir anlamda yerellikle evrenselliği yan yana getirmiştir.

Bunun ötesinde tabii ki İstanbul’da sergilenen örnekler, ahşap malzeme için kullanım kapasitesinin ne kadar arttığını göstermesi açısından önemlidir. Bir başka açıdan bakarsak, kolayca eskimeyen ve detayları, malzeme seçimleri çok kuvvetli, bir sürü binanın bulunduğu ve iklim bakımından gerçekten zorlu böyle bir ülkede bina için de aynı insan gibi yaşlanmanın aslında ne kadar doğal olduğunu vurgulanır belki de. Ahşap eskiyen bir malzemedir ve dönüşümlü bir malzemedir. Eskidikçe kendini bulmaktadır. Kirlettiğimiz dünyada yapı malzemesi olarak kullanılması bir umut kaynağıdır. Yüzde yetmişi orman olan ve sistemli bir şekilde kesilenlerin yenilendiği bir ülke için de bulunmaz bir şanstır sadece geleneksel mimari için değil modern mimariyi alabildiğine yorumlamak içinde.

Bu sergideki bazı projelerde bir anlamda ahşabın, mimari olarak deneyselliği zorladığını da gözleyebiliriz. Bu yıl burada ahşap ödülü alan Siikala ve Narjus’un Juensu projelerindeki eğrisel volumü ile doğayı binanın eşiğine daveti, ortak mekanlarındaki dört parçalı, makaslı ahşap dev kolonları, Hara’nın seyir terasında yarattığı ahşap örgü kafes ile seyir mekanının kabuğuna getirdiği tavır, Jarvinen’in Laajasalo projesindeki sokağa inen sanki populerize edilmiş kilisesi anlayışı, örneğin Moby Dick adlı ev projesinde olduğu gibi bazı yapıtlarında geleneksel taşıyıcı sisteme başkaldıran Tasa’nın ahşabı serbestçe kullandığı sergilediği ev projesindeki abartılı yorumları, çelik ahşap beraberliği, Jallinoja’nın Kierikki Arkeoloji Merkezi projesindeki kaba, anti bina yaklaşımı ve yine anlayış olarak benzer bir çaba Lassila’nın Kärsämäkideki dışarıdan, hangara benzer abartılı kilise yorumu ve diğerleri. Bazı projelerde ahşabın sağladığı yumuşaklıkla, eskizsel olmasıyla ilginç mimari aramalar, enstalasyonlar denenmiştir. Bu sergide özellikle artık yarışmalarda önemli başarılara ulaşan bazı genç mimarlar sayabiliriz bu kişiler adlarını duyurmakta ve gün geçtikçe daha fazla risk almaya başlamaktadırlar. Bunun da artık mimari çevre tarafından kabul edilmeye başladığını görerek doğal mimari kapasitelerini daha serbestçe kullanmaktadırlar artık. Herşeye karşın, Fin mimari sistemin çarkları içinde sıradanlaşmaz ve bunca tanınmadan sonra alacakları yeni işlerin arasında boğulmazlarsa bu değişimi daha da ileri götürecekler ve sınırları zorlayacaklardır ve zannederim bu gençlerin çabaları Fin mimarisindeki yerellik evrensellik arasındaki yolun niteliğini belirleyecektir, özgün bir senteze ulaştıracaktır.

İstanbul’da sergilenen projeler arasındaki bir projeye özel bir parantez açmak istiyorum. Bana göre oradaki başyapıt Hirvensalo St Henri Kilisesi’dir. Sergideki en anlamlı mesajlardan biri bu projeden gelmektedir. Luter, Orthodoks and Katolik mezheplerine bağlı olanların ortaklaşa bir araya kullanabileceği düşünülen özel bir sanat kilisesi için 1996 yılında açılan yarışmada büyük ödülü alan Matti Sanaksenaho alır. Sanaksenaho’nun çok fazla binası yoktur ama yaptığı bir kaç binası sıra dışıdır ve önemli nirengi noktaları olma yolundadır. Bugün 40 yaşlarında olan Sanaksenaho yapısının inşa edilmesi için 9 yıl bekler. Proje yapımının hemen ertesinde oradaki töreniyle, solo programla devlet televizyonundan tanıtılır. Açılışı ve hikayesi uzun uzun yayınlanır. Ardından ülkenin önemli bir mimarlık ödülünü kazanır. Matti bir sürü eleştirmence uluslararası bir yere konur projesi ile birlikte. Bu binanın yaşı yoktur. Modaya göre yapılmamıştır. Zamanı da olmayan bir yapıdır şimdiden, Stili de yoktur. Sanki referanslarını çok derinlerden eski devirlerden alır ve modern dünyaya yansıtır.

Yine Kiasma’ya dönelim. St Henry Kilisesi ile Kiasma arasında eğrisel formlarının dışında benzerlikler bulabiliriz. Hatta giderek ortak bir tavır beraberliğinden söz edebiliriz, St Henry Kilisesi daha ciddi, Kiasma daha şakacı olsa da. Biri bir tepe üzerindeki balık formunda, diğeri kentin içinde savrulur gibi, biri minimalistik hatta monumental diğeri daha relaks yorumlardır sanki. Fakat her ikisi de sadece bina olarak değil, kişisel tavırları yansıtan, güçlü yorumlar, güçlü imzalar olarak değerlendirilebilir. Deneyselliği tasarımlarına taşıyan, ileri mesajlar veren yapıtlardır. Büyük ölçekte enstalasyonlardır. Biri ahşaptan eğimli yüzeyleri metal kaplanarak, diğeri beton çelik ve yine metal kullanılarak yapılmıştır. Bir yerde olay sadece ne çeşit malzeme kullanıldığı değil anlayışıdır. Bu projeler yapılmış formlarının karşısına geçenleri, içinde dolaşanları, masa başında projelerini inceleyenleri bakanın kişisel yorumlarıyla da başbaşa bırakırlar. Sizde içinde dolaşır kendi yorumlarınızı yaparsınız. Sürprizlere açıktırlar. Kendi özel seneryoları, hikayeleri vardır. St Henry Kilisesini çok kısa sürede zirveye taşıyan, Kiasma’yı Kiasma yapan, mimarlarının korkmadan içlerini döktükleri kişisel tavırları ve hangi ortamda olurlarsa olsunlar korkmadan aldıkları risklerdir.

Etiketler

Bir yanıt yazın