Kırıntılar #1

Görsel: 2018 yılında Vardiya ile gittiğim Venedik “Cimitero di San Michele”de çizdiğim farklı mezar prototipleri.

Çekmeceler, Online Mezarlar, Harddisk Kadavraları ve Anı Arşivleri Olarak Mezarlıklar

2018 yılında Esra Kahveci’nin arşivler ile ilgili bir sunumu sonrası aklıma saplanmıştı bu düşünce. Nurbin Paker ve Meltem Aksoy’un bir yüksek lisans dersinde seminerler sonrası yazılan değerlendirme yazılarından birinde kısaca bahsetmiştim, üzerine bir türlü daha da derin düşünme zamanı bulamamıştım ancak köşelerde bir yerde kaldı düşünceler. Şehirde kalan son yeşil alan kırıntılarının temelde ne anlama geldiği, neden şehrin göbeğinde öylece durduğu, neden vazgeçilemediği, silinip atılamadığını düşünmeye başlayıp kurtulamadım bu düşünceden. 2 yıl sonra, tam bu sıralar yeniden aklıma düştü. Tez sonrası tetiklenen yazma isteği de üzerine eklenince serbest bırakayım şuraya düşünceleri dedim. Paslanmayayım, düşünmüş, yazmış olayım diye niyetlendim sorular üretmeye. Bir düşünceyi savunmak için değil, aklımda kalanları dökmek, acaba mı dedirtmek için oturdum başına klavyenin.

Arşivlemenin temel amaçlarından biri olan saklama eyleminin yöntemlerini belirten yan yana getirme, yığma, biriktirme, ayıklama, sınıflandırma gibi eylemler; arşivlenen objenin teklikten çokluğa geçişini sağlar. Obje, artık taşıdığı tekil değerden öte, yeni durumda aynı veya benzer değere sahip diğer objelerle yan yana gelmesinden dolayı, bir çokluk içine dahil olur ve yeniden anlamlanır. Bu yeniden anlamlanma/yeni değer, objenin kendisi gibi olan diğer objelerle birlikte yeni okumalara imkan vermesini sağlayabilir. İlk durumda, tekil varlığı ve ona ait değerler ile arşivlenmek üzere günlük hayattan ayıklanan nesne, arşivlendikten sonra çokluğa ve çokluk üzerinden yapılabilecek yeni anlamlandırmalara doğru yola çıkar. Örneğin, ilk durumda alternatif olarak tanımlanabilecek bir obje dahi, bir üst başlık altında diğer alternatifler ile bir araya gelerek tekli değerini alternatifler bütünü bir çokluğa bırakır; yani bir anlamda sayısal artış, sınıflandırmaya mecbur kılar ve tekli nitel değer, genel anlamda yerini genelleyici nitel anlam(başlık) ve çoklu nicel varlığa bırakır, denebilir.

Peki aynı durum; ölü bedenlerin çeşitli tarihsel, sosyal ve dini nedenlerden dolayı (Uzun uzun anlatmak bir başka yazının işi olabilir, belki de bu yazı kapsamında genelleyici anlam ve nedenler üzerinden ilerlemek gerekir.) toprak altına yerleştirilmesiyle oluşturulan mezarlar ve mezarlıklar üzerinden de okunabilir mi?

Özellikle din ve dinler öncesi dönemde farklı inanışların etkisiyle ölüm, tarih boyunca, bir yaşam biçiminden başka bir boyuta geçiş, dünyalar arası bir yolculuk olarak görülmüştür (Uslu, 1997). Biliyoruz ki genelleyici bir yargıyla, ölen kişinin dünyadan tamamıyla gittiğine inanılmaz. Bu nedenle ölü beden, geride kalanlar için kritiktir; ölü beden bir anı biriktiricisi, yaşanılan yıllara dair bir kalıntı ve yaşayanların anma ritüellerini gerçekleştirebilecekleri psikolojik bir varlıktır denebilir. Fiziksel dünyada ise ölü bedenlerin yerleştirildiği mezarlar, hayatsal fonksiyonlarını tamamen kaybetmiş kadavraların toprak içinde mikroorganizmalar tarafından doğal yollarla parçalanmasını sağlayan “çözülme odacıkları” olarak tanımlanır (Uslu, 1997). Ancak şüphesiz ki farklı kültürler, bu biyolojik eylemden öte, tarih boyunca ölüm, ölü bedenler ve mezarlıklara farklı anlamlar katmış ve bu anlamlar ışığında farklı ritüeller üretmişlerdir.

Bu sırada başka bir düşünce sardı tabi aklımı: Ritüeller ile rutinler arasındaki fark/benzerlik nedir? Tarih boyunca ölü bedenlerin toprak altına yerleştirilme ve sonrasında yaşanan tüm rutin ritüellerin, bugünün, 21.yüzyılın dünyasındaki karşılığı nedir, bir karşılığı var mıdır? Sosyal medyadan mezar/mezarlık ziyareti mümkün müdür, içimize siner mi, rahat eder miyiz? Zaten fiziksel olarak dokunamadığımız bir bedeni anmak için, soğuk bir mermer taşı öpmek gerekli midir? Nedir bizi bu rutinlerde ve ritüellerde içsel olarak rahatlatan şey?

Ölü bedenin tekil değerinin silinerek yerini çoklu değere bıraktığı mezarlıklar ise, anlam dünyasında anı biriktiricisi olarak tanımlanabilecek olan ölü bedenlere dair ritüellerin gerçekleştirildiği yerlerdir. Bedeni fiziksel olarak terketme, anısını ise ideolojik dünyada yaşatma ve bu anıyı saklama, anma mekanlarıdır. Fiziksel dünyada organik bir çözülmeye imkan sağlamasının yanı
sıra; sınıf, ekonomik durum ve kültürel açıdan toplumdaki sosyal farklılıklarının dahi gözlenebileceği yerlerdir (Aktan, 1999). Ölen kişinin kültürü, sosyal statüsü, inançları ve dinine göre gömülme şekilleri ve ritüelleri, bu ritüellere göre ise bedenin depolanma biçimleri, mezarlıkların fiziksel formu değişebilir.

Peki asıl konuya döner isek; arşivleme eyleminin kendisi ve arşivler, günümüz metropollerindeki mezarlar ve mezarlıklar üzerinden okunduğunda; mezarlıklar, ölü bedenlerin ve onlara dair anıların depolandığı, iyi sınıflandırılmış ve mekansal olarak kurgulanmış, belirli aralıklarla ziyaret edilen (kentsel?) çekmeceler olarak tanımlanabilir mi?

Çekmeceler, arşivlerin çekmecelerde ve dolaplarda saklandığı algısıyla yapılmış bir benzetme tabi. Başına kentsel kelimesini ekleyince biraz fazla süslü oldu, ama sanırım mesajını veriyor. Artık harddiskler, USB bellekler gibi farklı dijital depolama alternatiflerinin geliştiği dünyada, mezarlıklar, ölü bedenler ve anı depolamanın analog bir yöntemi ise, dijital bir depolama/arşivleme/veya diğer dünyaya geçiş mümkün müdür? Yoksa zaten gerek hayatımızdan çıkan ve öldüğünü varsaydığımız (duygusal ve içli bir referans), gerekse gerçek anlamıyla “ölü” sevdiklerimizin fotoğraf ve videolarının olduğu bilgisayar klasörlerimiz, USB belleklerimiz, harddisklerimiz, belki Google Drive, birer online/dijital mezarlık mıdır? Fiziksel olarak gömmeyi ve terketmeyi biliyor iken, dijital dünyada onunla vedalaşmayı biliyor muyuz, pratik ettik mi? Daha da önemlisi, bunu becerebilecek miyiz? Vedalaştığımız kişilerin tüm anıları kontrol edebileceğimiz bir alanda mı, yoksa çoktan “bulut (cloud)”lara gönderilmiş ve Amerika’da bir silikon vadisinde birkaç kod içinde saklanıyor mudur?

Metropollerdeki yer azlığı ve yüksek nüfus nedeniyle mezarlıklar ve ona dair tüm eylemler, ölen kişinin ekonomik durumuna, mezhebine ve sosyal çevresine göre bir üst otorite tarafından kategorize edilmiş ve sistematiğe bağlanmıştır. Bu yönteme göre, aynı arşivlerdeki gibi, sayısal çokluk sınıflandırmayı gerektirir ve bu sınıflandırmanın kurallarına göre depolanan obje (ölü beden), çokluk içinde yerini alır. Bu çokluk, ölen kişinin kimlik, yaş, cinsiyet, statü gibi nitel tekli değerlerini (alternatif olsa dahi) önemsemez, yerini genelleyici nitel kategoriye (Dini, kültürel sınıflandırma) ve nicel çoklu değere bırakır.

Pek tabi ki mezarlıkların, bir beden/anı arşivi olarak tanımlanabilip tanımlanamayacağı konusunda çeşitli sorular üreten bu tartışma, bu meseleye dair daha detaylı okumalar yaparak devam edebilir. Bir sonraki aşamada aklımın kırıntılarında kalan tartışma, USB bellekler ve harddisk’lerimdeki ölü anıları çıkarma, onlara bakma ritüellerimi sorgulamak üzerine olacaktır sanırım. Instagram’a bir #tb yapmak için harddisk’i her kurcaladığımda, yeni bir mezarlık ziyareti gibi, ölmüş/üzeri toz tutmuş anıları açıyorum. Zaman ne gösterir, bilinmez.

KAYNAKÇA
Uslu, A., 1997. “Tarihi süreç içerisinde Anadolu mezarlıkları ve çağdaş bir yaklaşımla Ankara kenti için örnek bir mezarlık planlaması üzerine”
Aktan, N. G., 1999. “Fiziksel planlama yönünden İzmir ve Frankfurt kent mezarlıklarının karşılaştırılması”, Yüksek Lisans Tezi, Ege Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, İzmir.
Naumann, R., 1998. “Eski Anadolu Mimarlığı”, Türk Tarih Kurumu Yayınları IV. Dizi, Ankara.

Etiketler

Bir yanıt yazın